Vesime Itır Demir

İstanbul Modern yeniden açıldı

19 Mayıs 2023
Türkiye’nin ilk modern ve çağdaş sanat müzesi olan İstanbul Modern, 2004 yılında Tophane’deki 4 numaralı antrepoda açılışını yapmıştı. Geçtiğimiz yıllarda geçici olarak Şişhane’ye taşındıktan sonra, restorasyon sürecinin ardından geçtiğimiz hafta Karaköy’deki yeni binasında kapılarını tekrar ziyarete açtı.

Ödüllü mimar Renzo Piano imzasını taşıyan bina toplamda beş katlı. Binanın birinci katında galeriler, ofisler ve çok amaçlı odalar bulunuyor. Kütüphanenin, eğitim odalarının, kafe ve mağazanın bulunduğu kat ise zemin kat. Restoranın terasına çıkıldığında Tarihi Yarımada’nın ve İstanbul Boğazı’nın eşsiz güzelliği görülebiliyor.

İstanbul Modern beş yeni sergiyle açılışını yapıyor: “Yüzen Adalar”, “Nuri Bilge Ceylan: Başka Terde”, “Hep Buradayız”, “Renzo Piano: Yerin Ruhu” ve “Mimarinin İnşası” başlıklı sergiler ziyaretçilerin görebileceği sergiler. Karma bir sergi olan Yüzen Adalar, koleksiyon ve süreli sergi salonlarının yanı sıra müzenin farklı alanlarına yayılıyor. Türkiye’den ve farklı ülkelerden birçok sanatçının yer aldığı sergi, geçmişten günümüze sanatın gelişim ve dönüşüm sürecine odaklanıyor. Nuri Bilge Ceylan’ın daha önce sergilenmemiş fotoğraflarına ev sahipliği yapan “Nuri Bilge Ceylan: Başka Bir Yerde” adlı sergi, sanatçının dünyanın farklı yerlerinde çektiği portrelerden oluşan bir seçki olarak yer alıyor. Fotoğraflar, farklı coğrafyalarda yaşayan insanların aynı hayat mücadelelerine, aynı yalnızlıklara sahip olduğunu izleyiciye gösteriyor. “Hep Buradayız” başlıklı sergi farklı jenerasyonlardan Türkiyeli kadın sanatçıların yapıtlarını bir araya getiriyor. Uzun yıllar boyunca her coğrafyada erkek sanatçılarla eşit koşullarda eğitim alamayan kadın sanatçıların yapıtları, verilen mücadeleler neticesinde müzelere ve koleksiyonlara girebilmiştir. “Renzo Piano: Yerin Ruhu” ve “Mimarinin İnşası” başlıklı sergiler, binanın mimarı Renzo Piano’nun tasarladığı yeni müze binasının tasarımına dair ayrıntılı olarak ziyaretçilere sunuyor.

Sergilerin yanında eğitim programları da İstanbul Modern’de devam ediyor. Okullara yönelik olarak planlanan ücretsiz eğitim programları hafta içi düzenleniyor. Hafta sonları ve çevirim içi atölyelere ise çocuklar diledikleri zaman katılma fırsatı buluyor. Bunların yanında her yaştan ziyaretçinin rehberli turlara katılarak detaylı bir sergi deneyimi kazanması da mümkün. İstanbul Modern’deki güncel sergileri, etkinlikleri ve ziyaret saatlerini müzenin web sitesinden takip edebilirsiniz.

Yazının Devamını Oku

Sanat terapi değildir ama …

27 Mart 2023
İnsanı hayatta tutan en önemli duygu sevgidir. Aile sevgisi, hayvan sevgisi, doğa sevgisi, arkadaş sevgisi bir çocuğun geleceğini umutla ve sevgiyle kucaklamasını sağlar. Yaşadığı evde, odasında, yatağındayken hissettiği güven bir çocuğu hayatta tutan en temel duygudur. Bunların aniden ortadan kaybolmasının bir çocukta yaşattığı travmayı düşünebiliyor musunuz?

Çocukluk travmalarımızın yetişkinlikte de bizi yalnız bırakmadığı ve hatta her kararımızda, her hareketimizde ortaya çıktığı söylenir. Televizyonda görülen anlık bir şiddet görüntüsü, annenin ya da babanın söylediği bir cümleden farklı anlamların çıkması, karanlıkta kalmak, düşmek, yüksek sese maruz kalmak gibi gündelik şeyler bile çocukluk travmalarına neden olabilirken; onlarca katlı bir binanın enkazında günlerce kalan bir çocuğun yaşadığı travmayı düşünebiliyor musunuz? Sadece bunu doğrudan yaşamış olmak değil, bu haberlere ve büyükler arasındaki umutsuz konuşmalara tanıklık etmiş olmak da çocukların üzerinde yıkıcı etki bırakmaya yeterli oluyor. Korkuları hem bugününe hem de yarınına yansıyor.

Hep tartışılır, “Sanat terapi midir?” ya da “Sanat iyileştirir mi?” diye. Sanat bana kalırsa tam anlamıyla terapi değildir. Buna karşılık olarak, kendini onarmaya destek olan bir tarafı da vardır. Çocukların fiziksel ve zihinsel gelişimine destek olduğu tartışılmaz bir gerçek. Sözel olarak kendini yeterli derecede ifade edemeyen bir çocuk için çıkış yolu olabilir. Enerjisini nasıl yönlendireceğini bilemeyen bir çocuk için doğru bir uğraşı olabilir. Tüm bunların dışında psikolojik anlamda bir desteği tek başına sağlayamayacağı da aşikâr. Büyük travmalar yaşayan çocuklar için sürekliliği olan ve psikolog gözetiminde yapılan tedavilerin öneminden ve gerçekliğinden bahsedebiliriz. Bunun yanında öz değer duygusunu geliştirmek, kendini ifade etme becerisini artırmak, duygularını nötrleyebilmek gibi olumlu etkileriyle sanat pratiği desteğinden de bahsedebiliriz. Zihnini o anda tutarak konsantrasyonunu artırmak, kendi başına bir şeyi yoktan var edebilmek gibi öz değer duygusunu artıran yönleri vardır.

Yakınlarınızda kayıp yaşamış çocuk ya da çocuklar varsa onlarla bağ kurmanın yollarından birinin sanatın desteğinden yararlanmak olabileceğini unutmayın. Bir çocukla bağ kurmanın en önemli getirisinin de bugününüzle, geleceğinizle ve çocukluk travmalarınızla bağ kurmanız olduğunu daima hatırlayın.

Yazının Devamını Oku

Yurt dışı eğitim fırsatlarından biri olan “AP (Advanced Placement) Sanat Tarihi Sınavı” nedir?

31 Ocak 2023
Yurt dışında üniversite eğitimi almak her öğrencinin hayalini süsler. Özellikle sanat alanında Avrupa’da ve Amerika’da köklü okulların olması da zaman zaman ailelerin çocukları için bu ülkeleri tercih etmesine neden oluyor.

Öğrencilerin yurt dışı eğitiminde burs almalarını ya da ekstra kredi kazanarak ders muafiyeti almalarını sağlayan çeşitli uluslararası sınavlar bulunmaktadır. College Board tarafından hemen hemen her ders için düzenlenen AP (Advanced Placement) sınavları da öğrencilere sınava girme imkânı vererek bu olanaklara sahip olmalarını sağlar. Fizik, Kimya, Biyoloji, Matematik, Psikoloji gibi alanların yanında Sanat Tarihi alanında da bir sınav düzenlenmektedir. Bu sınavda tarih öncesi dönemden günümüze kadar çok sayıda sanat eserine ve sanat üslubuna yönelik sorular çıkmaktadır.

AP Sanat Tarihi sınavının içeriğinin nasıl olduğundan ve öğrencilerin bu alanda kendilerini geliştirmelerinin onlara nasıl katkı sağlayacağından biraz bahsetmek istiyorum. Sınav konuları toplamda 250 adet eserden ve farklı dönemlerden meydana gelen 10 üniteden oluşuyor. Tarih öncesi dönemden başlayıp günümüz sanatına kadar uzanan süreçte ele alınan eserler detaylı olarak inceleniyor. Bu 10 ünite aslında dünya tarihine kısa bir bakış özelliği de taşıyor.

Sınav kapsamındaki sanat eserleri, farklı çağlarda ve farklı yıllarda yaşam koşullarının, siyasi ve politik yapının, yönetim şekillerinin nasıl olduğu hakkında ip ucu veriyor. Örneğin; tarih öncesi dönemde çeşitli kaya parçaları ya da mağara duvarları üzerine yapılan anonim resimler, dönemin inanç yapılarını ve ritüellerini gösteriyor. Günümüze daha yakın dönemden örnekler ise bin yıllar içinde sanat pratiğinin nasıl dönüştüğünü, anonim eserlerden sanatçının kendi tarzının oluşumuna kadar uzanan süreçteki değişimini gösteriyor. Sadece Avrupa ve Amerika sanat tarihine değil Pasifik ve Asya sanatı gibi konulara da değiniliyor. Öğrenciler bu sınava hazırlanırken farklı coğrafyaların insan yaşamını nasıl etkilediğini, sanat eserlerinin ve sanat anlayışının toplumlara ve hatta iklim özelliklerine göre farklılık gösterdiğini, malzeme çeşitliliğinin sanat üretimine olan etkisini de görebiliyorlar.

Geçtiğimiz yıl AP Sanat Tarihi sınavına hazırladığım ve en yüksek puanla sınavını geçmiş olan bir öğrencim, bu sene Oxford Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’ne kabul edildi. Sanatla iç içe olan sanat koleksiyoneri bir aileden gelen ve yaşına göre hem çok bilinçli hem de çok çalışkan olan öğrencim kısa sürede uzun yol kat ederek müthiş bir performans sergiledi. Emeklerinin karşılığını almış olması elbette beni de son derece mutlu etti.

Sanat tarihini doğru okuyabilen bireyler olarak yetişmek, her öğrencinin hayata dair bir vizyon kazanması için son derece önemlidir. Sanat üretmeye dair dürtünün aslında insanın içinde en başından beri olduğu, üretilen sanat eserlerinin zamanın ruhuna dair ne tür izler taşıdığı, o eserlerdeki bilgilerin nasıl yorumlanacağı gibi birikimlere sahip olmak her genç birey için artı bir değerdir. Özellikle bu alanda kendini geliştirmek isteyen gençlerin önünü açacak bir süreçtir.

Yazının Devamını Oku

Cihat Burak’ın kedilerini gördünüz mü?

30 Kasım 2022
Dünya ortalama olarak 4,5 milyar yaşında. Yeryüzü, insanlığın ortaya çıkmasından çok önce kendini var etmişti. Kendi içinde çeşitli süreçlerden geçerek varlığını devam ettirdi. Farklı iklim özellikleri olan çağlardan geçti. Bu çağlar içinde bilemediğimiz ve asla öğrenemeyeceğimiz doğal yaşam alanlarına ev sahipliği yaptı.

İlk canlı türlerinden deniz canlılarının ortaya çıkması ise yaklaşık 650 milyon yıl öncesine uzanıyor. Su altı yaşamından, karada ve havada yaşamaya giden süreçte günümüze kadar nesli tükenmiş olan birçok canlı türünün de tarihte yaşamış olduğu biliniyor. Zekasını kullanabilme yeteneği ile övünen insanlığın da dahil olduğu primat takımının ise henüz 60 milyon yaşında olduğu tahmin ediliyor. Yeryüzüyle ve hayvanlarla kıyaslandığında oldukça genç ve tecrübesiz sayılabilecek insanlık Paleolitik Çağ’da yani Eski Taş Çağı’nda avcı toplayıcı olarak yaşarken, sığındığı mağaraların duvarlarına çeşitli resimler yapardı. Sanat tarihinin ilk örneklerinden sayılan bu mağara resimlerinde çoğunlukla hayvanlar yer alırdı. O dönemde beslenmek ve üstesinden gelemediği yabani hayvanlardan korunmaya çalışmak insanlar için en temel yaşam amacıydı. Ne var ki yıllar içinde insanın geliştirdiği zekâsı kendinden güçsüz olan her şeyi yok etme eğilimine hizmet etmeye evrildi. Bu talihsiz dönüşümden payını almak da farklı türden canlılara, özellikle de evcil hayvanlara düştü.

Yaşam hakkını savunan önemli liderlerin, peygamberlerin ve kutsal kitapların verdiği ortak mesajlardan biri de hayvan sevgisidir. Doğa kendi halindeyken tüm canlı türlerine ev sahipliği yapar ancak yeryüzüne getirdiği teknoloji ve beton yığınlarıyla doğal yaşam alanlarını ortadan kaldıran insanlığın tartışmasız en önemli görevlerinden biri de kedi köpek gibi canlıları beslemek, onlara sıcak yuvalarının kapılarını açmaktır. Tarihe geçmiş yazarların, bilim insanlarının, şairlerin, ressamların, heykeltıraşların hemen hemen hepsinin kedisi ve köpeği vardır ya da bu isimler hayvan dostu insanlardır. Bunun yanında eserlerinde hayvanları konu edinen çok sayıda sanatçı da mevcuttur. Bu sanatçılara bir örnek Cihat Burak’tır (1915-1994). Mimar, yazar ve ressam Burak, resimlerine çoğunlukla kedileri de dahil etmiştir. Yaşadığı kentin çeşitli yönlerine dair yaptığı gözlemleri resimlerinde görünür kılmıştır. Her kesimden kent insanlarının yer aldığı resimlerinde konu adeta parçalanarak tüm yüzeye dağılır. Kent içinde kendi yaşam alanlarını kurmaya çalışan sokak hayvanları da bu yüzeyde yerini alır. Bir restoran masasının altında, bir insanın kucağında, hayvanat bahçesindeki bir kafesin önünde, ağacın altında sarılmış oturan insanların yanında, Arnavut kaldırımda yürüyen kadınların etrafında, renkli çiçeklerle dolmuş bir vazonun yanında, sahnedeki şarkıcıların ayak ucunda, yeşil bir peyzajın karşısında, dolunaya nazır durmuş gece karanlığında ve Burak’ın daha nice yapıtında kediler vardır. Kediler Burak’ın resimlerine, soğuk ve karanlık renklere rağmen canlılık, sıcaklık ve yaşam sevinci katar. İnsanın farklı türden bir canlıyla hayatı paylaşıyor oluşunun ne kadar yüce bir duygu olduğunu kanıtlar.

Tek yaşam alanımız olan dünyayı tüm canlıların yaşam hakkına saygıyla ve sevgiyle paylaştığımız günlerin çok yakın olmasını eminim ki hepimiz diliyoruz. Hayvanların yaşam alanı resimler değil doğadır. Tüm insanların bu farkındalığa bir an önce ulaşmasını umuyorum.

Yazının Devamını Oku

Ara tatili müzelerin eğitim programlarıyla değerlendirin

8 Kasım 2022
Geçtiğimiz günlerde 6 yaşındaki bir öğrencim, üzerine konuştuğumuz sanatçının yaşayıp yaşamadığını sordu. Sanatçının uzun zaman önce hayatını kaybettiğini söylemem üzerine, “yaşayan sanatçı hiç yok mu?” diye sordu bu defa. Günümüzde yaşayan sanatçıların da olduğunu ve çalışmalarını yapmaya devam ettiklerini söylediğimde ise, bu sanatçıları neden hiç tanımadığımızı ve üzerine konuşmadığımızı sorduğunda biraz bocaladım çünkü haklıydı.

Sanatçıların ölümünden sonra ünlü olduğu, resimlerinin büyük paralara satıldığı miti aslında günümüzde pek geçerli değil. Hayatta olan ve hayatını sanat pratiği aracılığıyla kazanan sanatçılar var. Özellikle eğitim kurumlarında nedendir bilinmez -belki de sanat tarihinin temel figürleri oldukları için- çoğunlukla şu anda hayatta olmayan sanatçılar tanıtılır. Belki de bu sebeple, özellikle yaşadığımız coğrafyada sergi gezmek, herhangi bir sanat dalıyla ilgilenmek ve güncel sanatı takip etme alışkanlığını kazanmış olmak hala sınırlı bir kitleye mahsus. Resim, heykel ya da çağdaş sanat pratiklerinin, çocukların ve ergenlerin ilgisini üzerinde toplayamamasının nedeni de belki de sanatın şu anda yaşamayan sanatçıların üretimlerinden ibaret zannediliyor oluşu…

Özellikle 2000’li yıllar ve sonrasında sayısı artan sanat müzeleri, bünyesinde bulundurdukları eğitim bölümleriyle her yaştan bireye sanatı daha yakından izleme, yorumlama ve deneyimleme şansı sunuyor. Müzenin koleksiyon sergisinden ya da geçici sergilerinden yola çıkarak hazırlanan eğitim programları, özellikle çocukların hem sanatçıları ve sanatçıların tekniğini tanımasına hem yaşayan bir mekân olarak bir sanat kurumunun içinde bu çalışmaları yapmasına olanak tanıyor. Zaman zaman aile atölyelerinin de düzenlendiği eğitim programları sayesinde çocuk ve ebeveynleri arasındaki bağlar sanat aracılığıyla biraz daha güçlenmiş oluyor.

Müze eğitim programları okulların ilk çeyrek dönem tatilinin verimli bir şekilde geçirilmesine olanak tanıyor. İstanbul Modern, Pera Müzesi, Sabancı Müzesi, Arter gibi daha birçok sanat kurumu bu imkânı yakalayabileceğiniz kurumlar. İstanbul Modern ara tatilde çocuklara ve ailelere yönelik çevrimiçi sanat atölyeleri sunuyor. Hala salgın endişesi yaşıyorsanız ya da evinizden bu tür etkinliklere katılmak istiyorsanız tercih edebilirsiniz. Pera Müzesi İstanbul Bienali’ne paralel olarak müzede projeleri sergilenen sanatçıların çalışmalarından esinlenerek farklı yaş gruplarına yönelik hem çevrimiçi hem yüz yüze atölyeler ve turlar düzenliyor.

Bunun yanında müzenin koleksiyon öğrenme programları da yine farklı yaş gruplarından çocuklara hitap eden atölyeler düzenliyor. Sabancı Müzesi düzenlediği Mimarlık ve Tasarım Programı ile çocukların tasarım odaklı düşünmeye dayalı kazanımlar elde etmelerini amaçlıyor. Ara tatilde Sabancı Müzesi’nin sunduğu diğer seçenekler de çocukların Türk sanatçıları ve Türk sanatını tanıyabilecekleri atölyelerin yanında bebeklere yönelik olarak ebeveyn katılımıyla gerçekleştirilen duyu ve sanat atölyeleri. Çevrimiçi ve yüz yüze atölye seçenekleri sunan Arter, çocuklara yönelik çok farklı içeriklerde atölyeler düzenliyor. Atölyeler müzenin güncel sergilerindeki eserlerden yola çıkarak hazırlanıyor. Keyifli bir ara tatil geçirmek için müzelerin ve sanat galerilerinin web sitelerini ziyaret edip daha detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz.

 

Yazının Devamını Oku

Dünya Müzik Günü

22 Haziran 2022
Yaz gün dönümü, en uzun gün ya da Yengeç Dönencesi… Kuzey yarım kürede yaşayanlar için 21 Haziran tarihi yaz mevsiminin, açık hava konserlerinin, festivallerin başladığının; kültür ve sanat etkinliklerinin yazlık popüler yerleşim birimlerine kaydığının habercisidir. Aynı zamanda “Fête de la Musique” şeklinde de anılan “Dünya Müzik Günü” olarak kutlanır.

Dünya Müzik Günü ilk kez 1981 yılında Fransa’da kutlanmış ve kısa sürede birçok ülke tarafından benimsenmiştir. Amatör ve profesyonel müzisyenlerin sokak performanslarını cesaretlendirme ve herkes için her yerde ücretsiz müziğe ulaşılabilme gibi konulara odaklanılmıştır. Parklar, sokaklar, meydanlar gibi kamuya açık alanlarda farklı yaşam felsefelerine sahip milyonlarca insan 21 Haziran Dünya Müzik Günü’nde müzisyenler sayesinde aynı paydada buluşur.

Müzisyenler farklı disiplinlerden birçok sanatçıya da ilham kaynağı olmuştur. Fikret Mualla Saygı da bu sanatçılardan biridir. 1903 yılında İstanbul Moda’da doğan Fikret Mualla, yaşadığı bohem hayatın ardından geriye çok sayıda resim bırakmıştır. Gençliğinde son derece düşkün olduğu futbol hayatı, 12 yaşındayken Galatasaray Lisesi’nde sağ ayağının kırılmasıyla son bulmuştur. Kısa bir süre sonra, o dönemde pandemiye yol açan İspanyol Gribi virüsünü okuldan kaparak annesine bulaştırması sonucu annesini kaybetmesi ise Fikret Mualla’da hayatı boyunca etkilerini sürdürecek olan derin yaralar açmıştır. Bu sarsıcı olayların ardından babasının yaptığı evlilikler Fikret Mualla’nın öfkeli ve tepkili ruh halini fazlasıyla tetiklemiş ve bu sürecin sonunda 17 yaşındayken eğitimine devam etmesi için İsviçre’ye gönderilmiştir.

İzleyen yıllarda Almanya’da aldığı resim eğitiminin ardından İstanbul’a geri dönmüş ve bu dönemde karikatür, kitap resimleri ve operet kostümleri çizerek üretmeye devam etmiştir. 1938 yılında babasını kaybetmesinin ardından kendisine kalan mirası satarak Paris’e yerleşmeye karar verir. Bir süre Paris’te rahat bir yaşam sürse de 1939 yılında başlayan İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla zorlayıcı bir sürece girmiştir. Pablo Picasso gibi daha sonra sanat tarihinde önemli yer edinecek olan birçok sanatçıyla da bu dönemde tanışır. Aynı dönemde alkol bağımlılığıyla başı derde giren Mualla bir süre hastanede alkol tedavisi de görmüştür.

Fikret Mualla’nın resimlerinin konusunu şehir hayatı oluştururdu. Paris ve İstanbul sokaklarını, sokaklarda karşılaştığı insanları, müzisyenleri paletinde oluşturduğu en canlı tonlarla renklendirirdi. Caz ve blues müzisyenleri ve onların çaldıkları enstrümanlar sanatçının resimlerinde renkler kadar canlı görünür. Mualla’nın, depresyon ve zorluklarla geçen hayatının aksine müzik eşliğinde geçirilen neşeli anlar O’nun resimlerinde hayat bulur. Belki de Fikret Mualla duygusal iniş çıkışlarının, içinde bulunduğu kaotik savaş ortamının ve yaşadığı dönemin tüm toplumsal zorluklarının üstesinden müzik dinleyerek ve müzikteki coşkuyu resimlerine aktararak gelmeye çalışıyordu.

Sanat tarihine baktığımızda birçok sanatçının, müzisyenlerin resmini yaptığını ya da müzikten etkilenerek kendi alanlarında üretimde bulunduklarını görürüz. Günlük hayatımızda fark etmiyor olsak da müziğin her insanda önemli bir yeri vardır. İlkel dönemlerde insanların çeşitli doğal nesneleri kullanarak yaptığı müzikten itibaren günümüze kadar çok şey değişmiş olsa da yıllar geçtikçe değişmeyecek olan tek şey insanların müziğe her zaman ihtiyaç duyacak olmasıdır.

Yazının Devamını Oku

5 Haziran Dünya Çevre Günü

23 Mayıs 2022
1972 yılında İsveç’in Stockholm kentinde yapılan Birleşmiş Milletler Çevre Konferası’nda alınan kararla, 5 Haziran günü “Dünya Çevre Günü” olarak kabul edilmiştir. Her yıl 5 Haziran “Dünya Çevre Günü” olarak kutlanır. Haziran ayının ikinci haftası ise eğitim kurumlarında ve çeşitli kurumlarda “Çevre Koruma Haftası” olarak kutlanır.

Doğanın temizliği ve dengesinin bozulmaması insanların ve tüm canlıların yaşamı için hayati öneme sahiptir. Doğal afetler dediğimiz olayların hepsi olmasa da bir kısmı doğal hayatın dengesinin bozulmasının bir sonucudur. Deprem, sel, fırtına, kuraklık ve daha birçok örnek verebileceğimiz olaylar eski dönemlerinde insanları korkutmuş ve bu olaylar çeşitli inançlara özgü mitolojik karakterlerle ilişkilendirilmiştir. Yapılan resimler ya da yazılan metinler sayesinde “doğaüstü” olarak adlandırılan olayların bilgisine ulaşılabilmektedir.

Tarih öncesi dönemden itibaren insanlar, bir parçası olduğu ekolojik sistemle ilgili birçok şeyi resim sanatı aracılığıyla ölümsüzleştirmiştir. Kendileri için bir yaşamsal tehlike olan hayvanlarla nasıl başa çıktıklarını, gelecek nesil için doğabilecek tehlikeler karşısında kendilerini nasıl savunabileceklerini, doğal afetlerle başa çıkmak için yapılan ritüelleri anlatmıştır.

Mağara döneminde bu gibi amaçları olan sanat, insanların yerleşik hayata geçmesiyle birlikte bünyesine güzelin arayışını yani estetiği de dahil ederek farklı bir forma dönüşmüştür. Örneğin resim sanatında artık primitif çizgilerle anlatılan korkutucu olaylar değil, doğanın güzelliğini de gösteren bir dil oluşmaya başlamıştır. Yüzyıllar boyunca hem üslup hem de teknik olarak dönüşen resim sanatının sanat tarihindeki örneklerine baktığımızda sanatçıların doğadan çokça ilham alarak çalıştığı görülür. Bunun yanında özellikle 20. Yüzyıl’da gelişen farklı sanat pratikleriyle sanatçılar ekolojik ve çevresel sorunlara da odaklanmışlardır.

Uzun zamandır tüm dünyanın gündeminde olmasına rağmen gerekli önlemlerin yeterince alınmadığı küresel ısınma ve iklim değişikliği sorununu ele alan sanatçılardan biri de Néle Azevedo’dur. 2009 yılında Berlin Konser Salonu’ndan sergilenen ve 1000 adet 20 cm büyüklüğünde buz heykelden oluşan enstalasyonu “Eriyen İnsan” (Melting Man) ile küresel ısınmaya ve büyük felaketlere dikkat çekmiştir. Yaklaşık olarak 30 dakika içinde eriyerek suya dönüşen bu çalışma izleyen süreçte dünyanın farklı yerlerinde birçok kez tekrarlanmıştır.

Özellikle kamusal alanlardaki sanat pratikleri, canlılar için hayati tehlikesi olan güncel meselelere dikkat çekmekte en etkili yöntemlerden biridir. Sadece boya, fırça, ahşap ya da mermer gibi geleneksel sanat malzemeleriyle değil, doğanın içinde var olan organik nesnelerle de hatta Azevedo örneğindeki gibi su ile yapılması bile mümkündür. Çocukluk çağında ekolojik hassasiyetin ve çevre bilincinin gelişmesi için, yaz aylarında organik nesnelerle rahatlıkla yapabileceğiniz sanat çalışmalarına sık sık zaman ayırmayı unutmayın.

Yazının Devamını Oku

Mihri’nin Yolculuğu

7 Mart 2022
Sanat Tarihçisi Linda Nochlin, 1971 yılında yayınlanan “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok” adlı makalesinde, kadın sanatçıların niçin tarih sahnesinde yer almadığını feminist bir bakış açısıyla sorgular. Nochlin’in bu makaleyle sanat tarihi sahnesinde kadınların da var olduğunu kanıtlama çabasına girdiği okunabilir.

1886 yılında Kadıköy’de dünyaya gelen Mihri (Müşfik) Hanım, Türk sanat tarihinin öncü kadın sanatçılarından biridir. Dönemin yüksek statülü ailelerinden birinin içine doğan Mihri, gençliğini pek çok toplumsal ve politik değişimin yaşandığı 20. Yüzyıl başlarında geçirmiştir. İstanbul’dan İtalya’ya oradan Fransa’ya ve 1954 yılında hayatının sonlandığı Amerika Birleşik Devletleri’ne uzanan kariyerini ve yaşamını sadece ressam olarak değil, eğitimci olarak, kadınların eğitim ve siyaset alanlarında özgürleşme mücadelesine destek olarak geçirmiştir. İkinci Meşrutiyet, Birinci Dünya Savaşı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması gibi köklü değişimlere sahne olan yıllarda, çoğunluğunu erkeklerin oluşturduğu sanat ortamında kadın sanatçı olarak ısrarlı varlığını devam ettirmekle kalmayıp, dönemin tarihe geçen isimlerinin portrelerini yaparak tarihe iz bırakmıştır.

20’li yaşlarının başında gizli yollarla bir gemiyle İtalya’ya giden Mihri oradan Fransa’ya geçmiştir. Türk Sanat Tarihi’nde “1914 Kuşağı” olarak geçen ve Avrupa’nın “İzlenimcilik” (Empresyonizm) akımını temsil eden sanatçılarla aynı dönemde yetişmesine rağmen Mihri Hanım empresyonist değildir. Paris’te kaldığı evini aynı zamanda atölye olarak kullanmıştır. İstanbul’da ise kadınlara güzel sanatlar eğitimi vermek için kurulan İnas Sanayi-i Nefise Mektebi, 1914 yılında Mihri Müşfik’in girişimleriyle açılmıştır. Öğrencileri için burslar hazırlamış ve kadın ressamlar için yardımlaşma birliği kurmaya çalışmıştır. Sadece Türkiye’de değil, yaşadığı diğer ülkelerde de kadınların eğitim hakkı ve siyasi hakları için özgürleşme çabalarına bizzat katılmıştır.

Mihri Hanım’ın da tanıklık ettiği, Osmanlı Devleti’nin Batılılaşma süreci, öncelikle kentli ve yüksek gelir düzeyine sahip kesimde hissedilmiş ve kadınlara büyük hak ve özgürlükler getirmiştir. Toplumdaki yeri evin içi olarak belirlenen Türk kadını, üst sınıf mensubu kadınlardan başlayarak 19. yüzyıl boyunca bu durumu değiştirmiş ve sosyal hayata bizzat dahil olmuştur. Bu durum, kendileri için mücadele eden kadınların yanı sıra eğitimde eşitliği vurgulayan aydın kesimin de desteğiyle kadınlar için açılan okulların sayısının artmasını sağlamıştır. Başta yabancı dil, müzik, resim, heykel gibi alanlarda kendilerini geliştirme fırsatı bulan kadınlar üst sınıftan olsa da ilerleyen süreçte taşrada okulların açılmasıyla her kesimden kadının bilgiyle buluşması söz konusu olmuştur. Kadınların kamu hizmetine de girdiği bu dönemde giyim kuşamda da değişiklikler olmuştur.

Tüm bu dönüşüm hareketlerine rağmen sanat ortamında uzun süre erkek sanatçıların sayısı çoğunlukta olmuştur. Buna direnen kadın sanatçılardan biri olan Mihri Hanım da yakın çevresindeki kadınların portrelerini yaparak hem toplumsal dönüşüm sürecinin dinamiklerini gösterir hem de geride bıraktığı bu resimlerle ölümünden sonra bile kadın dayanışmasına destek olur. Günümüzde kadın sanatçıların eskiye göre daha rahat bir şekilde sanat ortamında yer alabildiğini gözlemleyebilsek de toplumsal cinsiyet eşitliğinin henüz her yerde adaletli bir dağılım göstermediğini söyleyebiliriz. Bunu değiştirmek için yapılması gerekenleri sadece 8 Mart’ta değil her zaman hatırlamamız gereklidir.

Yazının Devamını Oku