Standart araçlarla ölçülebilen tek bir zekâ türü olduğunu reddeden Gardner, Çoklu Zekâ Kuramı’nda 8 farklı tipte zekâ türünün varlığından bahseder: Sözel-dilsel zekâ, mantıksal-matematiksel zekâ, bedensel-kinestetik zekâ, görsel-uzamsal zekâ, müziksel-ritmik zekâ, kişilerarası sosyal zekâ, içsel zekâ ve doğa zekasıdır. Dilsel zekâ yazma ve konuşma, mantıksal-matematiksel zekâ problem çözme ve hesap yapma, bedensel-kinestetik zekâ dans ve spor, görsel-uzamsal zekâ resim yapma ve harita okuma, müziksel-ritmik zekâ şarkı söyleme ve enstrüman çalma, sosyal zekâ aracılık etme ve empati kurma, içsel zekâ derin düşünce ve yalnızlıktan keyif alma, doğa zekâsı ise çevre bilinci ve doğaya ilgi duyma gibi eylemlerle ilişkilidir.
Gardner’ın, 8 farklı kategoriye ayırdığı Çoklu Zekâ Kuramı’nın en temel amacı, sahip olunan becerilerin geliştirilmesi ve eğitimin kişiselleştirilmesidir. Yıllarca sahip olduğumuz eğitim sistemi anlayışı, Gardner’ın kuramının tersine standart bir eğitim/öğretim yöntemini benimseyip tüm öğrencilere aynı teknikle eğitim vermeye çalışmıştır. Günümüzde artık birçok okulun da benimsediği Çoklu Zekâ Kuramı bu anlayışı ortadan kaldırır. Özellikle çocukluk çağındaki öğrenciler, yapılan planlamalarla görsel, işitsel ya da kinestetik öğretim yöntemleriyle desteklenmektedir. Böylelikle her çocuğun öğrenme stiline uygun olabilecek ortak bir içerik oluşturulabilmektedir.
Her yetişkin bireyin ve çocuğun bireysel farklılıkları vardır. Peki, sizin çocuğunuzun Gardner’ın Çoklu Zekâ Kuramı’nda bahsettiği zekâ türlerinden biri olan görsel-uzamsal zekaya sahip olduğunu nasıl anlayabilirsiniz?
Çocuğunuz çizmeyi ve boyamayı seviyorsa, görsel çalışmalardan keyif alıyorsa, yön konusunda ve puzzle gibi oyunlarda başarılıysa, resimlerde ve fotoğraflarda detayları dikkatli bir şekilde bulabiliyorsa, zorluk çekmeden şekilleri ve desenleri tanımlayabiliyorsa çocuğunuz görsel zekâ türüne sahip olabilir. Bu zekâ türüne sahip çocuklar anlatılanları gözünde rahatlıkla canlandırabilir, boş alanları etkin bir şekilde düzenleyebilir, zihinlerinde kurdukları tasarımları somut tasarımlara dönüştürebilir, geometriye karşı ilgilidir, özellikle görsel öğelerin olduğu problemleri rahatlıkla çözebilir, gittikleri yerleri rahatlıkla hatırlayabilir, çizgi roman gibi resimli kitaplardan hoşlanır ve görsel kompozisyonlar oluşturmada oldukça iyidir. Bu tür zekaya sahip çocuklar, görsel sanatlar alanında başarılı olabileceği gibi boşluk koordinasyonu konusunda iyi olması nedeniyle havacılık alanında da başarılı olabilir.
Çocuğunuzun var olan bu özelliklerini daha fazla geliştirmek isterseniz öncelikle görsel sanatlar alanıyla biraz daha ilgili olmalısınız. Çocuğunuzla sanat galerilerini ve müzeleri gezebilir, resim, heykel ve seramik gibi görsel ve plastik sanatlar çalışmalarına yönelebilirsiniz. Hayalinde kurduklarını çizmesini ya da bunları üç boyutlu çalışmalarla ortaya çıkarmasını sağlayabilirsiniz. Bu gibi aktiviteler çocuğunuzun sadece görsel zekasının daha çok gelişmesine olanak vermeyecek, bununla birlikte ileride seçeceği mesleği daha erken belirlemesine destek olacaktır.
Sonbaharla birlikte okulların açılmış olması her ne kadar anne ve babaların çocuklarıyla geçirdiği vakti kısıtlamış olsa da bugünlerde doğanın dönüşümünü görmek ve doğada vakit geçirmek için hala fırsat var. Sadece fotoğraflarla değil doğanın içinde yapacağınız gezilerle de mevsim değişimini deneyimleyebilirsiniz. Kızaran, sararan ve kahverengiye dönen yaprakların yarattığı zengin renk skalasıyla karşılaşabilirsiniz. Sonbaharın yeryüzünde oluşturduğu renklilik birçok sanatçıya ilham verir. Tarihte birçok örneğini gördüğümüz bu sanatçılardan biri de 1868-1958 yılları arasında yaşayan Yokoyama Taikan’dır.
Taikan’ı çağdaşlarından ayıran özelliği, 1900’lerden itibaren geleneksel Japon sanat tekniklerine ve malzemelerine uygun olarak yapılan “Nihonga” tarzı ile resimlerini yapmasıdır. Sanatçıların geleneksel Japon sanatının önemini ve güzelliğini vurgulamak amacıyla kullandığı Nihonga’da resimler tek renkli veya çok renkli olabilir. Pirinç kağıdı veya ipek üzerine yapılan resimlerde doğal boyalar kullanılır. Bu boyalar, çeşitli mineraller, mercanlar ve sedef gibi yarı değerli taşların işlenmesiyle elde edilir. Zemin boyama için ise deniz kabuklarından elde dilen özel beyaz bir karışım olan “Gofun” kullanılır. Renk çeşitliliğinin olmadığı ve fotografik gerçekliğin aranmadığı Nihonga’da gölge de olmaz. Kontur çizgileri belirgindir fakat ifade tarzı sade olmalıdır. Yokoyama Taikan da 1931 yılında yaptığı “Autumn Leaves” adlı resmini Nihonga stiliyle yapmıştır.
Çocukların ilgisini çekebilecek resimlerden biri olan “Autumn Leaves”, sonbaharın renk dönüşümlerini tüm canlılığıyla yansıtır. Belirgin konturlar, perspektifin ve gölgelerin olmaması daha grafiksel görüntü oluştursa da doğanın güzelliğini fazlasıyla yansıtır. Siz de çocuklarınızla birlikte bu resmi inceleyerek orman yürüyüşlerine çıkabilirsiniz. Taikan’ın resmindeki renkleri çocuğunuzun doğanın içinde bulmasını sağlayarak gerçeklikle sanat arasında bağlantı kurmasını sağlayabilirsiniz. Çeşitli doğal boya yapım teknikleriyle boyalarınızı kendiniz oluşturup kumaş üzerine “Autumn Leaves”ten esinlenen sonbahar resimleri yapabilirsiniz. Özellikle okul öncesi ve ilkokul dönemindeki çocukların zihinsel ve fiziksel gelişiminde sanatın her dalının önemli olduğunu unutmayın. Resim yorumlamak, renk bilgisini geliştirmek, sanat kültürü edinmek çocuklarınızın zihinsel ve entelektüel gelişimine destek olurken, fırça tutmak, boya yapmak, kil ile çalışmak çocuklarınızın ince kas becerilerinin gelişimine destek olur. Bu tür sanat aktivitelerinin çocuğunuzun yaratıcılığını geliştireceğini, yaratıcılığı gelişen çocukların da medeni bireyler olarak toplumsal yapıyı güçlendireceğini unutmayın.
Bu tarihten sonra doğada gözle görülür değişiklikler meydana gelir. Gökyüzündeki maviliğin grileşmeye başladığı, bulutların güneşin önüne geçtiği, yağmurların kendini daha sık hatırlatarak havayı serinlettiği, ağaçların yapraklarının renk değiştirmeye ve ilerleyen süreçte de dökülmeye başladığını görürüz. Çam, ardıç gibi iğne yapraklı ağaçlar yapraklarını dökmezken kavak, söğüt gibi ağaçlarla meyve veren ağaçlar yapraklarını döker. İlkbaharda yeşillenmeye başlayıp yaz boyu yeşil olan yapraklar rengini sarı, kahverengi ve kırmızı tonlarına dönüştürür. Bu dönemde ormanların içinde olmak ya da ormanların içindeki yollardan geçmek ayrı bir keyif verir.
Kendini dönüştüren ve yenileyen yapısıyla doğa ve doğal yaşam, geçmişte olduğu gibi bugün de sanatçılara esin kaynağı olmaya devam etmektedir. İzlenimcilik (Empresyonizm) akıma dahil olan sanatçılar güneşin doğuşundan batışına kadar doğadaki ışık geçişlerinin yarattığı renk ve ton farklılıklarını tuvaline yansıtmaya çalışmışlardı. Temelde, sanatın müzelere girerek ticarileşmesine karşıt bir tavırla ortaya çıkan Arazi Sanatı (Land Art) ise, sanatçıların ekolojik kaygılarla iş üretmesine de olanak tanımıştı. Andy Goldsworthy, Nancy Holt, Robert Smithson, Richard Long, Walter De Maria gibi sanatçılar bu alanda önemli işlere imza atmış isimlerdir. Günümüzde de Türkiye’den ve dünyadan birçok sanatçı Arazi Sanatı kapsamında işler üretmesinin yanında, ekolojik kaygılardan yola çıkarak farklı sanat pratikleriyle de çalışmalarını yapmaktadır.
Farklı disiplinlerden gelen diğer profesyoneller gibi sanatçıları da ekoloji üzerine çalışmaya yönlendiren sebeplerin başında, küresel ısınma ve iklim değişikliğine bağlı nedenlerden kaynaklanan olumsuzluklar gelmektedir. Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin temelinde ise nüfus artışı, çevre kirliliği, sera etkisi, kaynakların bilinçsiz tüketimi ve daha benzer birçok neden yatmaktadır. Yakın gelecekte tüm bu nedenlere bağlı sonuçlardan hepimizin etkilenmesinin kaçınılmaz olması nedeniyle, bunu engellemek üzere bireysel yaşamlarımızda önlemler almamız gerekmektedir.
Geleceğimiz olarak gördüğümüz çocuklarımızı küresel ısınmaya neden olan faktörlerle ilgili bilinçlendirerek ve onları doğaya karşı duyarlı bireyler haline getirerek işe başlayabiliriz. Mevsim döngülerinin kayması, “normal” kavramının iklimler söz konusu olduğunda anlamını yitiriyor olması acilen harekete geçmemiz gerektiğinin en büyük göstergelerinden sadece iki tanesi. Yaklaşmakta olan sonbahar mevsimini mümkün olduğunca doğanın içinde karşılamak, doğanın tüm canlılara sunduğu sonsuz güzelliğin farkına varmak, yaşadığımız dünyayı sahiplenmeye yönelik adımları atmaya başlamak için iyi bir fırsat olacaktır.
Bulduğunuz en yakın doğal ortamda neler mi yapabilirsiniz?
Biz de dahil tüm canlılar doğaya aittir ve doğanın bir parçasıdır. Gökyüzünün olmadığı, denizlerin görünmediği, ağaçların gölgesinin olmadığı, bitkilerin kokusunun olmadığı, çiçeklerin renklerinin solduğu bir dünya düşünebiliyor musunuz? Bunu düşünmenin bile nefessiz bıraktığı bir gerçek, unutulmaması gereken bir diğer gerçek ise rahatça nefes alabileceğimiz bir gelecek için küresel ısınmayı engelleyecek yöntemleri hem kendi yaşamlarımızda hem de çocuklarımızın yaşamında bir an önce uygulamaya başlamak.
Yaklaşık 4,5 milyar yaşında olduğu tahmin edilen dünyamızın, ortalama 80 yıl ömrü olan insana kıyasla çok daha bilge, görmüş geçirmiş ve hala çözemediğimiz birçok yaşam deneyimine sahip olduğu ortada. Tarihini bilmediğimiz ve tarifini yapamadığımız sonsuz genişliğe sahip olan evrendeki varlığıyla, tüm yaşamsal ihtiyaçlarımızın kaynağını sağlayan bir doğaya sahiptir dünya. Yeryüzündeki tüm canlıları kucaklayan cömert doğanın bize sunduklarını, tüketim üzerine kurulu yaşam rutinlerine kurban etmek tüm canlıları geri dönmesi çok zor olan çıkmaz yollara sürükler. Bu yaşam rutinlerinin baş sorumlusu olarak insan, hırsına yenik düşerse doğaya karşı suç işlemek gibi büyük bir hata yapar. “Doğaya karşı işlenen bir suçun öcü, insan adaletinden daha zorlu olur” derken Dostoyevski belki de tam da bundan bahsetmek istemişti.
Yüzyıllar öncesinde bestelenip tarihe geçmiş olan klasik müzik bestelerinin bazıları yine doğadan esinlenmişti. Beethoven’ın Pastoral Senfonisi’ni dinlerken doğayla etkileşime gireriz örneğin. Rüzgarın hışırdattığı yaprakların güneş ışığıyla farklı yeşil tonlara girdiğini görür, bir nehrin coşkulu akışıyla serinlettiği taşlara çarparken yarattığı sesi duyarız. Henüz yağmış yağmurla ıslanan toprağın ayak tabanlarımızdaki yumuşaklığının kokusunu alır, hayvanların kendi sesleriyle anlattığı kadim bilgilerin dünyasına gireriz. Vivaldi’nin “Dört Mevsim” konçertosunun “İlkbahar” girişiyle karnımızda kelebeklerin uçuşmaya başladığını hissederken, “Kış”ta uzun karanlık gecelerin hüznünü hatırlarız.
Resim sanatının tarihinde ise doğanın yeri bambaşkadır. Doğanın renkleri, dokusu, ışığı, çok sayıda yaşam türüne sahiplik ediyor oluşu, sanatçılara her zaman ilham olmuştur. Bu sanatçılardan biri olan Fransa doğumlu Rosa Bonheur doğaya ve hayvanlara tutkuyla bağlı olan sanatçılardan biriydi. Doğayı izleyerek ve ondan esinlenerek yaptığı gerçekçi resimlerinde, hayvanlar ve onların doğal yaşam alanı olan ormanlar vardır. 1893 yılında yaptığı “Ormanda Geyikler” adlı resminde arka plandaki sonsuz ormanın önünde huzurla duran iki geyik görürüz. Bu geyiklerden biri ayakta yüzü bize dönük dururken diğeri yeşilliğin üzerinde uyur. 1868 yılında yaptığı “Fundalıkta Dişi Geyik ve Yavrusu” isimli resim ise anne geyikle yavru geyiğin, yuvaları olan ormanda oturuyor olmalarının verdiği mutluluğu çok net hissettiren bir resimdir. Bu resimlere dikkatli bakıldığında, sanatçının çok geniş bir skalada renkleri kullandığını görürüz. Her detayda farklı bir ton bulunabilir. Rosa Bonheur’un özenli ve titiz çalışmış olmasının yanında bu resim, tam da kendisine ilham olan doğanın bir başarısıdır. Gözlem yapan sanatçı, doğanın kendisine sunduğu renkleri, tonları, ışığı, gölgeyi ve dokuyu tuvaline taşır. Bizim üç boyutlu yaşam alanımızda gördüğümüz mucizevi her detay, resim gibi iki boyutlu bir yüzeyde daha çok dikkat çeker. Doğadan esinlenerek üretimlerini yapmış olan tüm sanatçıların eserleri aslında bizim tam da içinde bulunduğumuz dünyadır. Yapılan resimlerde kendi yansımanızı görebilirsiniz. Bestelenen pastoral müziklerde kendi sesinizi duyabilirsiniz. Bir ağaca dokunduğunuzda o ağacı tüm hücrelerinizde hissedebilirsiniz. Ormanın derinliklerinde aldığınız kokular size çok tanıdık gelebilir, daha önce orada yıllarınızı geçirdiğinizi düşünebilirsiniz.
Kaçınılmaz son olarak iklim değişikliğinin neden olduğu doğal afetler sadece insanları değil tüm canlıları ve bitkileri yok ediyor. Peki, bilimsel yöntemlerin ve uygulamaların yanında elimizden gelen alternatif eylemler nelerdir? Öncelikli olarak, kurtaramadığımız kendi neslimize rağmen bizden sonraki nesilleri bilinçlendirmeye ciddi şekilde zaman ayırmaktır. Hem teoride hem de pratikte bilimin desteğini almak önemlidir. Buna ek olarak, şehirde yaşayan çocuklarınızı mümkün olduğunca sık doğayla buluşturmalısınız. Olması gereken sıklıkta doğayla etkileşime geçemeyen çocuklarınıza ise özellikle görsel sanatlar alanından faydalanarak doğayla ilgili hatırlatmalarda bulunabilirsiniz. Çocuğunuzun tanımadığı hayvanları, daha önce görmediği bitkileri, deneyimlemediği doğa renklerini tarihe geçmiş sanatçıların resimleriyle inceleyebilirsiniz. İnsan olarak bizim de yaşam alanımızın temelde doğa olduğunu, insanın doğaya sahip çıkmasının ve onu korumasının önemi üzerinde durabilirsiniz. Tüm hayvanlarla ve tüm bitkilerle iyi bir ilişki içinde olmamızın önemini her zaman hatırlayın. Bize büyük gibi görünen fakat tükenen kaynaklarıyla zamanla hiçbirimize yetmeyecek olan dünyada tüm canlılarla ve renklerle uyum ve barış içinde yaşanabileceğini unutmayın.
Her ne kadar ebeveynlerin toplumsal cinsiyet rollerini bir kenara bırakması gerekliyse de annenin çocukla kurduğu ilişki bireyin oluşum sürecinin ilk anından itibaren başlar. İnsan, dünyaya gelip ilk nefesini aldığı andan önce aylarca annesinin bedeninin tam orta yerinde gelişmeye devam eder. Annenin çocukla kurduğu ilk iletişim ve sevgi de burada başlar. Yetişkin bir birey olduğunda duygularını rahatça ifade edebilme becerisi, güven ve özgüven duygusu, sevgiyi alma verme dengesi, doğru iletişim kurabilmesi, bedeniyle ve zihniyle barışık olması gibi insan psikolojisinin temel gereklilikleri için bu sevgi ve iletişim son derece önemlidir.
Anne ile çocuk arasındaki derin ilişkiye sanat eserlerinde de rastlanır. Louis Bourgeois annesinin kırılganlığını incecik bacaklı dev örümcek heykelleriyle görünür kılarken, Gustav Klimt 1905 yılında yaptığı “Anne ve Çocuk” resminde bu bağı kendi tekniğiyle sunar. Feminist bakış açısıyla değerlendirildiğinde eleştirilebilecek yönleri olmasının dışında anne ve çocuk figürlerinin yüzündeki huzurlu ifade bu ilişkinin sağladığı güveni gösterir. Klimt’in resimlerinde sıkça yer verdiği altın tonlarına ve pastel renklere burada da rastlanır.
Çiçeklerin, sembolik şekillerin, altın tonlarının ve pastel renklerin olduğu Gustav Klimt’in resim tekniği çocuklar için de oldukça ilgi çekicidir. Yaz tatili sürecinde çocuğunuzla birlikte geçireceğiniz zamanlarda, Klimt’in “Anne ve Çocuk” resminden yola çıkarak bir aktivite yapabilirsiniz.
Resimdeki gibi çocuğunuzla bir fotoğrafınızı çektikten sonra yapılacak tek şey bu resmin dilediğiniz boyutta bir baskısını almak. İsterseniz baskıyı almadan önce fotoğraftaki renklerle oynayarak Klimt’in “Anne ve Çocuk” resmine benzetmeye çalışabilirsiniz. Altın tonlarında simli boyalar, çiçek görselleri ile Art Nouveau tarzında süslemeler yaparak kendinize ait bir anne ve çocuk resmini oluşturabilirsiniz. Bu çalışmayı yaparken çocuğunuzla birlikte kaliteli vakit geçirmenin yanında O’nu yeni bir sanat anlayışıyla tanıştırmış olacaksınız. Zihinsel gelişim sürecinde estetik anlayışı da gelişen çocuklar, gelecekte daha iyi bir toplum oluşturma yolunda önemli figürler olacaktır.
Masallardaki olağan üstü kurgu çocukların hayal dünyalarının gelişmesi açısından önemliyken, tekerlemelerin ve deyimlerin olduğu bir anlatım sayesinde çocuklar dil bilgilerini ve becerilerini geliştirir. Ebeveynlerinin ve öğretmenlerinin düzenli olarak masal anlattığı çocuklar ifade becerisi kazanırken dinleme becerisi de geliştirir. Özellikle 2-7 yaş aralığındaki işlem öncesi dönem çocuklarına anlatılan masalların eğlenceli olması, onların dikkatini çekebilecek önemli bir unsurdur. Masalın içinde yer alan tekerlemeleri anlaşılır şekilde ifade etmek ve çocuğunuzun bu tekerlemeyi tekrar etmesini istemek de yine dil becerilerini geliştirebilecek etkenlerdendir. Net ve anlaşılır kısa cümlelerin kurulduğu masallar bu yaş dönemindeki çocuklar için olumlu sonuçlar doğurmaktadır.
Zihinsel ve fiziksel becerilerin geliştiği işlem öncesi dönem çocukluğunda ebeveynlerin ve öğretmenlerin verebileceği en önemli kazanımlardan biri de hayvan sevgisidir. Bu dönemde çocuklar zaten doğaya ve hayvanlara ilgili duymakta, onları tanımaktan keyif almaktadır. Bu nedenle çocuklarınıza doğal hayatı ve hayvanları koruma içerikli masallar anlatabilirsiniz. Hayvan sevgisi kazandırmaya yönelik içerikleri uygun masallara ekleyerek kendi yaratıcılığınızı da zorlamaya çalışabilirsiniz. Anlatılan masaldaki görüntüleri hayalinde canlandıran çocuğunuzu daha somut düşünmeye yöneltebileceğiniz bir diğer etkinlik ise resimler üzerinden masal anlatımı yapmaktır. Çocuğunuzla birlikte vakit geçirirken ya da uyku öncesinde bir farklılık yapıp seçeceğiniz resimlerden masallar oluşturabilirsiniz.
1844 doğumlu sanatçı Henri Rousseau doğal hayata dair yaptığı resimlerle bilinmektedir. Her ne kadar yaşadığı dönemde çağdaşları tarafından naif bulunup zaman zaman alay edilen bir isim olarak tanınmış olsa da yıllar geçtikçe resimlerinin değeri ortaya çıkmıştır. Farklı tonlardaki yeşil yapraklarıyla belki de hayatımızda hiç görmediğimiz ağaçları ve bitkileri Rousseau’nun resimlerinde görürüz. Adını duyunca bile ürperten hayvanları da yine O’nun resimlerinde sakin ve masum canlılar olarak görürüz. Tüm bunların yanında Rousseau’nun resimlerini çocuklarımıza tanıtmak onların doğal yaşama ve hayvanlara olan sevgisini artırmaya destek olacaktır. Fantastik dünyaların imgelenmesi için son derece müsait bir görüntü yaratan Rousseau’nun resimlerini çocuklarınızla mutlaka inceleyin. Uyku öncesinde bu resimlerden yola çıkarak çocuğunuza anlatacağınız masallarla çocuğunuzun uykuya dalmasını sağlayabilirsiniz. Bir yandan masal anlatımının çocuğunuza sağlayacağı gelişim alanları için zemin hazırlarken bir yandan da sanat sevgisini aşılamak için uygun bir ortam yaratmış olursunuz. Tüm bu kazanımlarla çocuklarınızı hayvanlara ve doğaya karşı sevgi dolu ve bilinçli bireyler olarak yetiştirerek dünyamızın geleceği için küçük de olsa bir adım atmanızı sağlayacaktır.
Sanat tarihinde yer etmiş ünlü sanatçıların zaman zaman ilkel dönem resimlerinden, akıl hastalarının yaptığı resimlerden ya da çocukların yaptığı resimlerden ilham aldığını görürüz. Akademik sanat eğitimini reddeden bazı sanatçılar için de saf bir bilinçle ve herhangi bir kontrol mekanizması olmadan yapılan sanat pratikleri sanatın tam da kendisidir. 20. Yüzyıl’ın ortalarında sanat eğitimini tamamlayıp sanat dünyasına girmeye hazırlanan Jean Dubuffet, psikiyatristiyle yaptığı bir seans sonrasında mekanda diğer hastaların yaptığı resimleri görür. Bu resimleri hayranlıkla izlediği an, yıllar sonra sanat tarihine geçecek olan “Art Brut” yani “Ham Sanat” akımının filizlendiği andır. Bu yıllar, İkinci Dünya Savaşı’nın yaralarının sarılmaya çalışıldığı, tüm dünyayı etkisi altına alan travmatik sürecin atlatılmaya çalışıldığı yıllardır. Sağ kalmayı başaran insanlar, zihinsel anlamda kendilerini iyileştirme yolları ararken, onlar kadar şanslı olmayan ve psikiyatrik desteğe ihtiyaç duyan bazı insanlar da geleneksel tedavi yöntemlerinin yanında sanatla terapi desteği almaya başlamıştı. Sanat terapisi yoluna baş koymuş olan sanatçı Jean Dubuffet, psikiyatri servisinde tedavi gören hastalarla yaptığı çalışmalar sonucunda ortaya çıkan eserleri, her geçen yıl artan katılımcı sayısıyla çeşitli yerlerde sergiliyordu. Dubuffet’nin kendisi de yaptığı resimlerde ve heykellerde ham bir sanat anlayışını benimsemişti. Resimlerinde ve heykellerinde, çocukların en çok dikkatini çeken renkler olan ana renklerden mavi ve kırmızıyı kullanıyor, siyah kontur çizgilerini son derece belirgin çiziyordu. Sanatçının müzelerde sergilenen büyük boyutta çocuk resimlerini andıran resimlerinin yanında, kamusal alana da yerleştirilen devasa boyutta eğlenceli ve çocuksu heykelleri bulunmaktadır.
Çocuğunuzun ya da yetişkin bir aile bireyinin desteğe ihtiyaç duyan mevcut zihinsel durumu, gerçekçi bir resim yapmaya müsait olmayabilir. İletişim kurmakta zorlandığınız, sanat malzemelerini gerektiği gibi kullanabileceğinden emin olamadığınız aile bireylerinin aldığı profesyonel terapilere ek olarak, ham sanat tekniğiyle evinizde yapacağınız çalışmalarla da onlara destek olabilirsiniz. Burada en önemli konu, bireyin hiçbir kaygısı olmadan dilediği soyut şekli çizebilmesidir. Kalın uçlu bir siyah kalemle yapılan çizimleri dilediği gibi boyama özgürlüğünün bireye verilmiş olması, kendisine ifade alanı yaratmasına destek olacaktır. Sayısız şekil, çizgi ve noktayla oluşturacağı resimler tahmin edilemez bir şifa desteği sağlayacaktır. Çalışmanın sonucunda ortaya çıkan resmin içinde çok farklı şekiller, nesneler, hayvanlar ve hatta insanlarla karşılaşacaksınız. Bu yorumlama sürecinin de keyifli bir etkisi olacaktır. Ham sanat tekniğiyle yapabileceğiniz sanat pratiklerinin örneklerini incelemek için arama motorlarına gerekli bilgileri yazarak karşınıza çıkan görselleri inceleyebilirsiniz.
Çocuklar resim, heykel ve seramik gibi sanat pratikleriyle ilgilenirken yaratıcı düşünme becerilerini geliştirir. Kile şekil verme, kâğıdı makasla kesme ve yırtma, fırçayla yüzey boyama gibi aktiviteler aracılığıyla el becerilerini geliştirirler. İnce kas becerilerini geliştirmeye yönelik bu gibi aktivitelerin yanında tüm zamanını evde geçiren çocukların kaba motor becerilerini de geliştirebileceği ortamlar yaratmak gerekir. Sanatla hareketin bir araya geldiği, çocuklara keyifle yaptırılabilecek aktivitelerden biri ressam Jackson Pollock’un (1912-1956) “aksiyon resmi” adını verdiği teknikle yaptığı resimlerden yola çıkılarak yapılacak sanat aktivitesidir.
Pollock, atölyesinin zeminine serdiği büyük ebatlardaki tuval bezlerinin üzerinde gezinirken, boya kutularına batırdığı fırçalarından akıttığı boyalarla resimlerini yapıyordu. Böylelikle yaptığı resimlere o anda yaptığı hareketleri de dahil eden sanatçı aslında bir yerde hareketin de resmini yapmış oluyordu. Tuval bezinin bir köşesinden diğerine yürüyerek, kendi etrafında dönerek, kollarını farklı yönlerde hareket ettirerek oluşturduğu soyut dışavurumcu resimlerini boyaları kuruduktan sonra kasnağa gererek sergiliyordu.
Çocuğunuzla böyle bir sanat aktivitesini yapmak için sanat tarihinin öne çıkmış isimlerinden olan Jackson Pollock’un eserlerini ve resim yapım tekniğini internet arama motorlarından bularak işe başlayabilirsiniz. İzlemeniz gereken adımlar ise aşağıdaki gibi sıralanabilir:
- Pollock’un resimlerini bilgisayarınızda ya da televizyonunuzda açabilirsiniz. (Mecbur kalmadıkça yazıcıdan çıktı almayarak dijital ortamda bu işlemi yapmanız, geri dönüşüme yönelik bir katkı olacaktır)
- Çocuğunuzla birlikte yapacağınız resim yorumlama sürecinde, resimde hangi renklerin olduğunu, bu renklerin çocuğunuz için ne ifade ettiğini, sanatçının bu resmi nasıl yapmış olabileceğini konuşun.
- Bir sonraki aşamada büyük boyutlardaki kağıt ya da tuval bezini yere sererek aksiyon resmine ilk adımı atabilirsiniz.
- Su bazlı bir boyayla ya da gıda boyasıyla hazırladığınız akışkan boyaları kutulara koyup fırçalarınızla birlikte yanınıza alın.
- Çocuğunuzla birlikte zemine serdiğiniz kağıdın ya da bezin üzerinde özgürce gezinerek, yürüyerek, eğilerek, uzanarak elinizde tuttuğunuz fırçalardaki boyaları akıtın.