Bir tarafta El Kaide ile birlikte anılıyor. Diğer tarafta çok tehlikeli bir şekilde örgüte karşı gittikçe daha sert bir tutum almaya itiliyor.
*
SON zamanlarda Türkiye’nin Suriye’de El Kaide ve bağlantılı gruplara yardım ettiğine dair, malûm, çok yazılıp çiziliyor. Evvelki hafta Hatay’da durdurulan TIR’ın örgütün Suriye’deki milislerine silah taşıdığı iddiası ve Salı günü Kilis’teki İHH ofisine El Kaide ile bağlantısı olduğu suçlamasıyla yapılan baskın, bu iddiaları iyice ayyuka çıkardı.
Belki de bu ithamların önünü almak için hemen ertesi gün El Kaide’ye yönelik 6 şehirde operasyon yapıldı. Çok kısa bir süre önce de Dışişleri Bakanlığı, geçtiğimiz yıl Suriye’deki muhaliflerle bağı olan binden fazla Avrupalının sınırdışı edildiğini açıklamıştı. Bugüne kadar devlet erkânı da Türkiye’nin El Kaide’ye destek verdiği iddialarını sürekli yalanladı. Önceleri açıklamalarda El Kaide ismi zikredilmezken, son iddialarla birlikte Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül dâhil olmak üzere devletin en üst kademesinde, örgüt alenen anılıyor ve El Kaide’ye karşı verilen mücadele en keskin şekilde vurgulanıyor.
Ve söylemesiyle birlikte “Türkiye, Suriye politikasından çark ediyor” suçlamaları tavan yaptı.
Suriye ve Irak’ta El Kaide bağlantılı radikal İslamcılar gücü o kadar ellerine geçirdiler ki, tüm dünya Esad’ı mumla arar hale geldi. Ancak bu gerçeği dile getirmek, Esad rejimini meşru çıkarmaya çalışmak anlamına gelmez. Davutoğlu’nu bu konuda haksız bulmak ise hükümeti çark etmekle suçlamamızı gerektirmez. Zira tüm dünya Suriye politikasında zikzak çizmekten helak olmuş durumda.
*
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, önce Esad’ın kendi halkına karşı kimyasal silah kullanarak adını Hitler ve Saddam Hüseyin’in yanına yazdırdığını söyledi. Sadece birkaç hafta sonra ise Şam’ın kimyasal silahların imhası anlaşmasında gösterdiği işbirliğini överken buldu kendini. Moskova da başta ABD ile taban tabana zıt bir politika güderken, şimdilerde iki ülkenin arasından su sızmıyor.
Pazar günü Paris’te yapılan Suriye’nin Dostları toplantısında iki ülke birlikten kuvvet doğduğunu kanıtladılar adeta. Zira haftaya gerçekleşecek olan Cenevre barış konferansı öncesinde rejimle muhalifleri insani koridor açmak, bölgesel ateşkes ilan etmek, esir takası yapmak gibi karşılıklı tavizler vermeye ikna etmiş görünüyorlar.
İran da oldukça kıvrak çıktı. Radikal İslam’dan korkup kendini Batı’nın kucağına atan Tahran, P5+1 ülkeleri ile imzaladığı nükleer programıyla ilgili anlaşmayı 20 Ocak’ta yürürlüğe sokuyor. Bu ay sonunda ilk kez Davos’ta Dünya Ekonomik Forumu’na katılacak olması da cabası. Cenevre konferansına katılabilmesi için ABD’nin koyduğu önkoşulu, yani Esadsız bir geçiş hükümeti kurulmasını kabul etmese bile, Tahransız yola devam edilmeyeceği aşikâr.
*
TÜRKİYE
Ancak daha kötüsü, Savcılık’ın ortada hiçbir suç bulunmadığını, katliamın sadece “kaçınılmaz bir hata” olduğunu söylemesi. “Kaçınılmaz hata”, insanın kanını dondurması açısından dünya literatürüne girebilecek bir ibare. Aklın zor aldığı başka bir nokta ise, bu kararın sürmekte olan barış süreci sırasında alınmış olması ve bu süreci bizzat yürüten hükümetin sessizliği.
*
HER şeyden önce, Uludere’nin yargılanmasında Askeri Savcılık’ın baş aktör olması hükümet açısından başlı başına bir çelişki. Zira AKP yıllardır askeri yargının kaldırılmasını ve yargının sivilleşmesini hararetle savunuyor. Bu konu yeni Anayasa çalışmalarında da en öncelikli madde olageldi. Bu ilkeyi canla başla savunan hükümetin yargıdaki çift başlılığı hâlâ kaldırmamış olması, dolayısıyla Uludere gibi kritik önem ve hassasiyette olan bir davanın askeri yargının eline teslim edilmesi hakikaten mantığa aykırı.
*
Zira denklem o zamanlar basitti. Esad kötü adamdı. Muhalifler ise iyi insanlardı. Amerika bu ayırımı yaparken de yalnız değildi. Türkiye dâhil olmak üzere, Esad rejimini destekleyen İran ve Rusya dışındaki tüm aktörler bu “iyi insanlara” yardım ederek kötü adamdan kurtulacaklarını sandılar.
Ne var ki, evdeki hesap çarşıya uymadı. Esad’a karşı savaşan El Kaide bağlantılı radikal İslamcıların (Irak-Şam İslam Devleti-IŞİD) eli çok güçlenince sadece ABD’nin değil, İran ve Rusya’nın da korkulu rüyası haline geldiler. Artık “kötü adam”dan daha kötü insanlar vardı. Hal böyle olunca da bu ortak düşman karşısında ABD kendisini İran ve Rusya’yla el sıkışırken buldu.
Yalnız zamanla muhalifler kendi içlerinde iktidar kavgasına tutuştu. Ilımlı İslamcılarla (İslam Cephesi-İC) radikaller (IŞİD) arasındaki savaş o kadar tırmandı ki, İC geçen hafta IŞİD’e karşı “ikinci devrimi” başlattıklarını ilan edip onları “Çekilmezseniz Esad’a karşı mücadelemizi sonlandırırız” diyerek tehdit etti. Yani sadece Batı değil, Suriye’deki muhalifler için de Esad, IŞİD’den önceki son çıkış haline geldi!
*
BU “savaşın içindeki savaş” Irak’a da sıçramış durumda. 2003 Irak’ı işgalinden, çekildiği 2012 yılına kadar ABD Irak’ta El Kaide güçleriyle savaşıyordu. Şimdi ise bayrağı Şii Başbakan Nuri el Maliki’ye devretmiş durumda. Maliki, Irak’ın Suriye sınırındaki Felluce kentinde kontrolü ele geçirip “İslam Emirliği” ilan eden IŞİD’e karşı resmen yaşam savaşı veriyor.
*
TÜM karmaşaya karşın ise Esad’dan başka kimsenin bir stratejisi var gibi görünmüyor. ABD, Irak’ın içinde bulunduğu durum için “Bu onların savaşıdır” diyerek işin içinden sıyrıldı. İC’ye yaptığı yardımı da, örgüt geçen ay Özgür Suriye Ordusu’nun kontrolündeki silah depolarını ele geçirip ellerindeki Amerikan malzemelerine el koyunca kesmişti. Hatta Washington topu İran’a atmış görünüyor. Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry, 22 Ocak’ta gerçekleşecek olan Cenevre barış konferansında İran’ın önemli bir rol oynayabileceğini söyleyerek içinde bulundukları çaresizliği ortaya koydu. Türkiye de herkes gibi seyirci zira en zor durumda olan kuşkusuz o. Suriye’deki çatışmaların Türkiye sınırına dayanmış olması Ankara’yı yeterince sıkıştırıyorken, üstüne bir de geçen hafta Hatay’da durdurulan TIR’ın Suriye’ye yardım götürdüğü ortaya çıktı.
*
“Bunu bilerek yapıyorum. Amacım ürettiğim bu çirkin resimlerin bir virüs gibi yayılıp sanatı içeriden parçalaması.”
Aylardır tanıklık ettiğimiz ve hayatımızın her anını işgal eden AKP-Gülen kavgası bana bu sahneyi hatırlattı. Sistemin yavaş yavaş içeriden parçalanmasına tanıklık ediyoruz. Kavga eden ise sadece taraflar değil; toplumun bizatihi kendisi de bu kavgada saf tutmuş, herkes kendine bir kutup seçmiş durumda.
*
OYSA Kİ dünya bambaşka bir hal içinde... Yıllar önce kendisine siyahî bir başkan seçerek bir devrim gerçekleştirmiş olan ABD, şimdi de kendisine sistemin tamamen dışından, yerleşik düzene her şekilde muhalif olan bir belediye başkanı seçti. Kapitalizmin merkezi sayılabilecek New York’un yeni belediye başkanı olan De Blasio, kapitalizme karşı mücadele eden “Wall Street’i İşgal Hareketi”nin bizatihi içinde yer almış. Yine vakti zamanında Amerikan istihbarat örgütü CIA’in Nikaragua’da desteklediği kontralara karşı Sandinista gerillalarını desteklemiş. Tam bir sistem karşıtı.
*
DİĞER tarafta, ABD ve Rusya neredeyse etle tırnak olmuş vaziyette. Geçen hafta Rusya’nın Volgograd şehrinde gerçekleşen saldırılardan sonra ABD, 2014’te Rusya’da düzenlenecek olan Soçi Kış Olimpiyatları sırasında güvenliğin sağlanması için yardım etmeyi önerdi. İki eski azılı rakibin Eylül ayında Suriye’nin elindeki kimyasal silahların imha edilmesine dair yaptıkları anlaşmanın hafızalardaki izleri ise hâlâ taze.
Rusya Başkanı Putin’in bu ABD açılımını, içeride “af açılımı” izledi. İnsan hakları sicili herkesçe malum Putin, önce iflah olmaz bir muhalif saydığı için on yıldır hapiste tuttuğu Hodorkovski’yi, daha sonra da “Putin’i defet” diye haykırdıkları şarkılar yüzünden hapsi boylayan “Pussy Riot” kızlarını “affetti” ve serbest bıraktı.
*