Bu badireler ise artık geride kaldı. Şimdi 2019 cumhurbaşkanlığı seçimine kadar iki yıllık bir düzlük var. İşte Ankara bunu hızla değerlendirmeye koyuldu bile. İçimize kapandığımız dönemi kapattı. Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan işe hafta başında Hindistan’a giderek başladı.
Bunu dünkü Rusya ziyareti izledi. Sırada Kuveyt, Çin, ABD, Brüksel’deki NATO Zirvesi ve AB ile görüşmeler var. Hepsi de peşpeşe ve bu ay içinde. Hatta bu o kadar yoğun bir trafik ki, Cumhurbaşkanı çareyi 16 Mayıs’ta Çin’den doğrudan ABD’ye uçmakta buldu!
360 DERECELİ DIŞ POLİTİKA
ANKARA bu yeni dış politika perspektifine, “360 dereceli politika” diyor. Yani dış politikaya sıfır toplamlı oyun gibi bakmıyor. “Ya Batı ya Asya” ayırımını kaldırarak, tüm dünyayı ve tüm kampları kapsayan bir denge politikası uygulamaya başlıyor.
Bunun arkasındaki asıl sebep ise dünyadaki değişim. Dünyanın ağırlık merkezi yavaş yavaş Batı’dan Doğu’ya doğru kayıyor. Bu da yeni fırsatlar Asya’da demek. Bununla birlikte Batı da ciddi bir değişimden geçiyor. ABD’nin yeni başkanı Trump, tam güven telkin etmiyor. Bu da ABD’yi kırılganlaştırıyor. Diğer yandan AB zayıflıyor. Aşırı sağ da Kıta Avrupası’nı pençesine alıyor.
*
Peki bundan sonra bizi ne bekliyor? Şimdi üyelik müzakereleri bitecek mi? Ya da askıya mı alınacak?
Avrupa Konseyi zaman verecek
DÜN başlayan, bugün de devam eden önemli bir Avrupa Birliği (AB) zirvesi var. AB Dışişleri Bakanları Malta’da toplandılar. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da bugün o toplantıda. İşte bu zirvede, Türkiye ile müzakereleri askıya alma kararı alabilirler.
Ancak böyle bir adım, tüm üyelerin onayını (unanimity) gerektiriyor. Bu ise şu anda çok düşük bir ihtimal. Çünkü hem şu anda tüm üyeler böyle bir hamle üzerinde mutabık değiller. Hem de önce Fransa’daki 2 ayaklı cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçlanması gerekiyor.
*
Daha yüksek ihtimalle olacak olan ise şu: AB Dışişleri Bakanları, topu Avrupa Komisyonu’na atabilirler. Komisyon’a, “Türkiye Kopenhag Kriterleri’ni ne kadar yerine getiriyor, bir rapor hazırlayın” diyebilirler. Kaynaklarıma göre, haziran ayında böyle bir adım bekleniyor. Komisyon ise bu raporu eylül ayındaki Almanya seçimleri sonrasına bırakacaktır.
Eğer Komisyon’un değerlendirmesi “Türkiye demokratik şartları yerine getirmiyor” şeklinde olursa, işte o zaman Avrupa Konseyi müzakereleri askıya alabilir. Ki bu sefer -devreye Komisyon girdiği için- oybirliğine de ihtiyaç olmayacak. Nitelikli çoğunluğun oyu yeterli olacak.
İşte şu andaki tabloya göre, gerçekleşmesi en yüksek olan olasılık bu. Ancak! Bu tabloyu değiştirmek hâlâ elimizde. Çünkü önümüzde daha 5 aylık bir süreç var.
*
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM), bugün Türkiye’nin yeniden denetime alınıp alınmamasına karar verecek. Bu şu demek: 1949’dan beri üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi, Türkiye’yi 90’lı yıllarda “denetim” altına almıştı. 2004’te AK Parti’nin iktidara gelip hemen reformlara başlamasıyla, Türkiye’yi denetimden çıkardı. Bugünkü oylamada ise, tekrar denetime alması ciddi bir ihtimal.
Bununla birlikte bu haftasonu Malta’da toplanacak AB Dışişleri Bakanları, üyelerin 3’te birinin oyuyla Türkiye ile müzakereleri askıya alabilirler. İşte bu olumsuz adımlar sonucunda da Cumhurbaşkanı Erdoğan, “referandumdan evet çıkarsa AB üyelik sürecini referanduma götüreceğiz” sözünü yerine getirebilir. Dolayısıyla şimdi herkes “yoksa AB ile yolları ayırıyor muyuz” diye merakta.
Karşılıklı güvensizlik tavanda
AB bugün kendi kendisiyle büyük bir mücadele veriyor. İngiltere’nin Brexit kararı, işsizlik, mülteci sorunu, terör... Hepsi AB’nin gitgide içine kapanmasına ve erimesine yol açıyor. Biz de aynı şekilde kendi derdimizdeyiz. Özellikle 15 Temmuz sonrasında FETÖ’ye karşı verilen mücadele ve bizim için beka meselesi olan PKK-PYD tehdidi, enerjimizi tüketiyor.
Bununla birlikte her iki tarafta da güvensizlik had safhada. 15 Temmuz sonrasında Avrupa’dan beklediğimiz desteğin gelmemesi, üstüne Türkiye’deki OHAL uygulamalarına AB ülkelerinin verdiği olumsuz tepki, arayı iyice açtı. Referandum öncesi Almanya ve Hollanda ile yaşadığımız gerginlik, AGİT ve Venedik Komisyonu raporları ve idam cezası tartışmaları da gerilimi daha da arttırdı.
Bunu çoktan yapmış olan bir ülke ise hal-i hazırda var: İngiltere, geçtiğimiz yaz AB üyeliğini oyladı ve Brexit (AB’den çıkma) kararı aldı. Ülkenin düştüğü durum ise, AB’yle ilişkimizi kesersek bizi nelerin beklediğine dair çok ipucu veriyor.
İNGİLTERE ERKEN SEÇİME GİDİYOR
İNGİLTERE Başbakanı Theresa May, geçtiğimiz hafta 8 Haziran’da erken seçime gideceğini açıkladı. Ki aynı May, geçtiğimiz yaz başbakan olduğundan beri erken seçime karşı olduğunu, seçimlerin normal tarihinde, yani 2020’de yapılacağını söylüyordu. Bu yüzden İngilizler afalladı.
Ancak bu seçimler bir genel seçimden çok, Brexit kararının oylaması olacak. Çünkü herşeyden önce, May zaten iktidara Brexit kararı “sayesinde” geldi. Bir önceki Başbakan David Cameron, AB’de kalma yanlısıydı. İngiliz halkının yüzde 52’si “AB’den çıkalım” deyince, Cameron istifa etti. Yerine de, yine kendisi gibi AB’den yana olan May geldi.
Ama May hemen U çizip, hükümetin kilit bakanlıklarına Brexit yanlılarını getirdi. Ve koyu bir şekilde AB’den çıkmayı savunmaya başladı. Zaten Mart sonunda da Brexit mektubunu imzalayıp AB’ye sundu.
*
Şimdi May erken seçime yine Brexit için gidiyor. Çünkü başında olduğu Muhafazakâr Parti, anketlerde ana muhalefet olan İşçi Partisi’ne göre 20 puan önde görünüyor. Böylelikle Parlamento’daki sandalye sayısını arttırmayı, yani Brexit pazarlıklarında elini güçlendirmeyi hedefliyor.
BREXIT İNGİLTERE’Yİ KARIŞTIRDI
*
Kuzey Kore’nin “çılgın” ve nükleer denemeleri dışında adını hiç duymadığımız lideri Kim Jong-un, hafta sonu yine dünyaya meydan okudu. Önce askeri geçit töreniyle elindeki balistik füzeleri ortaya serdi. Ardından da -başarısız da olsa- balistik füze denemesinde bulundu. Hem de ülkenin en önemli gününde. Yani Kuzey Kore’nin kurucusu, şu anki liderin de dedesi olan Kim İl-sung’un doğum gününde.
Kuzey Kore’nin zamanlaması oldukça “manidar”. Zira tam da ABD Başkanı Trump’ın “Kuzey Kore nükleer denemelerine devam ederse karşılık veririz” açıklamasından sonra geldi. Dahası, geçtiğimiz hafta Trump savaş gemilerini Kore Yarımadası’na gönderdi.
Peki bu nurtopu gibi kriz şimdi
nereden çıktı? Trump karşılık verirse,
nükleer savaş çıkar mı?
Hedef Çin’i kuşatmak
BU
En sonda söyleyeceğimi hemen baştan yazayım: Bundan böyle bu iki dev, yani ABD ve Rusya arasında çok daha dikkatli bir “denge politikası” izlememiz gerekecek.
PUTİN, ESAD VE İRAN’DAN VAZGEÇER Mİ?
HİKâYEYİ hızlıca başa saralım: Önce Suriye’de kimyasal saldırı oldu. Ardından ABD, Suriye’de rejime ait bir hava üssüne füze saldırısında bulundu. Sadece birkaç gün sonra ABD Dışişleri Bakanı, Esad’ın baş destekçisi Rusya’ya gitti. Ve muadiliyle görüştü. Beklenenin aksine, iki taraf karşılıklı işbirliği mesajı verdi. Her ne kadar görüşmede ABD tarafı Rusya’nın Esad’ın arkasından çekilmesi gerektiğini söylese de, Trump aynı gün Suriye’ye daha fazla müdahil olmayacağını açıkladı.
Şaşırdık mı? Hayır. Çünkü Trump’ın asıl hedefi zaten Esad değil. ABD’nin Birleşmiş Milletler Temsilcisi Nikki Haley’in evvelsi gün açık ettiği gibi: Asıl mesele, “İran etkisini Suriye’den dışarı atmak”. Ve hatta Trump’ın defalarca söylediği gibi, İran’ı uluslararası sistemden dışlamak. İşte bu yüzden Trump’ın asıl derdi, Putin’i Suriye’de İran’la birlikte hareket etmekten vazgeçirmek. Böylelikle Tahran’ı yalnızlaştırmak.
Peki Rusya, Esad’dan vazgeçer mi? Ya da İran’dan? Her ikisi de imkânsız değil. Ama zor.
RUSYA ABD’DEN NE KOPARIR?
HER ŞEYDEN önce Rusya’nın Esad rejimine desteği ta Sovyet dönemine, 47 yıl öncesine dayanıyor. O zamanki Sovyetler Birliği, şu anki Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın babası Hafız Esad’ın sıkı destekçisiydi. Oğul Esad’a destek de Rusya döneminde devam etti.
Bunun bir sebebi, Rus Ortodoks Kilisesi’nin Suriye’deki Ortodoks Kilisesi ile yakın ilişkisi. Daha önemli bir sebebi ise, stratejik: Rusya, Suriye’deki deniz ve hava üsleri sayesinde doğu Akdeniz’e erişebiliyor. Aynı derecede önemli bir diğer sebep, radikal İslam. Rusya’nın başı, Çeçen ayrılıkçılar başta olmak üzere radikal İslamcılarla oldum olası dertte. Ve
İşin kokusu da yavaş yavaş çıkmaya başlıyor. Öyle görünüyor ki; bu hamle kısa vadede Trump’ın kendini ispatlaması, orta vadede ise İran’ı hedef almak için yapıldı.
TRUMP’IN HEDEFİ İRAN VE DEAŞ
TRUMP hem içeride yerleşik düzenle mücadele ediyor. Popüleritesi de -amiyane tabirle- “yerlerde”. Hem de dünyaya güçlü bir lider imajı çizmeye çalışıyor. Özellikle de, Rusya’yla şaibeli ilişkileri olduğu iddiası ve “Yoksa Putin, Trump’ı yönetiyor mu” şüphesi sebebiyle.
İşte bunun için de acilen bir başarı hikâyesine ihtiyacı var. Bir hafta önce Suriye’de meydana gelen kimyasal saldırı da, ona bu fırsatı altın tepside sundu. Ve Esad’ın 2013’te yaptığı kimyasal saldırı sonrasında tepkisiz kalan eski ABD Başkanı Obama’nın aksine, “anında karşılık veren” lider profili çizdi. Ancak bu, Trump’ın Esad’ı hedef aldığını göstermiyor.
*
Trump’ı bir başarı hikâyesine götürebilecek iki şey var. Bunlar, başkanlık kampanyasında ve başkan olduktan sonra vurguladığı iki iddia. Biri, DEAŞ’ı bitirmek. 2’ncisi de de, İran’ı uluslararası sistemden dışlamak. Bölgedeki nüfuzunu da azaltmak.
Her ikisi için ise Rusya’nın onayına ihtiyacı var. Çünkü unutmayın ki, Suriye’de sahadaki en hakim güç, Rusya. Dolayısıyla Trump’ın DEAŞ’a karşı işbirliği yapabileceği asıl aktör Moskova. Bununla birlikte Rusya, İran’la birlikte Esad’ın baş destekçisi. Suriye’de Rusya havadan, İran da karadan muhalif gruplarla mücadele ediyor. Trump bu yüzden Rusya’yı İran’dan uzaklaştırmak, İran’ı yalnız bırakmak derdinde.
ABD’NİN KRİTİK RUSYA ZİYARETİ
OPERASYON ESAD’I AŞIYOR
AKLIMIZA ilk gelen soruyla başlayalım: Yeni Başkan Trump, bu operasyonla kimi hedef aldı? Tabii ki her şeyden önce Esad’ı. Çünkü vurulan askeri üs, rejime ait. Ve İdlib’deki kimyasal saldırıyı düzenleyen uçakların kullandığı söylenen üs.
Ancak tek hedef Esad değil. Zira bu üste Rus askerleri ve helikopterlerinin de olduğu biliniyor. Zaten Pentagon, üssü vurmadan önce Rusya’yı askerlerini çekmesi için uyardığını söylüyor. Yani bir nevi “Buradan çekil, yoksa vurulursun” mesajı vermiş oluyor. Dolayısıyla her ne kadar Rus askerleri hedef alınmadıysa da, ABD Rusya’ya resmen teğet geçmiş oldu.
*
Bu kısıtlı operasyon, aslında sahada birşey değiştirmedi. Büyük bir zaiyat da vermedi. Dahası, önceden Moskova’nın ve Şam’ın askerlerini çekmesinin sağlandığı anlaşılıyor. Bu yüzden bu operasyonun asıl hedefi, siyasi. Ve sembolik olarak çok önemli. Çünkü hedefi Esad’ı çok aşıyor.
Şöyle ki: ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, önümüzdeki hafta Moskova’da Rus lider Putin’le görüşecek. Belli ki, Trump buradaki pazarlıklarda elinin güçlü olmasını istiyor. Böylelikle Rusya’dan koparacağının en fazlasını koparmayı hedefliyor. Ve öyle görünüyor ki Trump, Rusya’nın bu dilden yani askeri güçten anladığını düşünüyor.
TRUMP NEYİN PEŞİNDE?
PEKİ Trump