İzmir’de temposu vasatı aşamayan bir maç izledik dün. Galatasaray’da önceki haftalara göre tek değişiklik Pulgar’ın son iki maçtaki etkili oyunu. 8’deki golün mimarı. 11 ve 21’de iki etkili duran topla iki asist yazabilirdi hanesine. Evet, zaman zaman oyundan kopuyor ama Torrent’in onu neden iki buçuk ay sakladığını ve Galatasaray’ı Taylan-Berkan’a mahkûm ettiğini anlamak güç. Üstelik iki maçtır iyi oynarken çıkarılıyor Pulgar. Malatya maçında Halil de tam vites artırmışken çıkarılmış, yerine giren Gomis 20 dakikada topla sadece dört defa buluşmuştu. Torrent, Gomis’in topla o dört sihirli buluşmasını beğenmiş olacak ki(!) dün de ilk 11’de başlattı. Galatasaray üst üste iki maç kazandı ama Torrent’in işini yüzde yüz konsantrasyonla yaptığını hissetmiyorum ben.
FRiKiK VE KORNER PLANLARI BAŞARILIYDI
Dünkü maçın dikkat çekici diğer birkaç detayı da şöyleydi:
1- Altaylı futbolcuların çabası da yeterli değildi dün. İzmir Marşı ile tüyleri diken diken eden taraftar daha iyisini hak ediyor bence. Bu yönetim, 7 maçta 11 puan toplayan Serkan Özbalta’yı anlamsız bir şekilde göndererek takımın düşüş düğmesine bastı bence.
2- Torrent, duran toplara ekstra vakit ayırdıklarının altını çizmiş, çok iyi bir frikik koçuyla çalıştıklarını söylemişti. Dün 11 ve 15’teki frikikler ve 21’deki korner planları başarılıydı. Özellikle Pulgar topun başına geçtiğinde daha etkililer.
SAHNEDE YiNE ERKAN ENGiN VARDI
3- Bir parantez de maçın VAR’ı Erkan Engin’e açmak istiyorum. Bir süre önce Türk futbolunda devrim(!) girişimi yapan ve sonra da istifa eden tarihin en garip MHK’sının sık görev verdiği bir hakem. 28’inci hafta Rize-Giresun’un VAR’ıydı. 29’uncu hafta Trabzon-Göztepe’nin, 30’da Rize-Trabzon’un, 31’inci hafta Trabzon-Beşiktaş’ın VAR’ı... 32’de Rize’de, 33’te tekrar Trabzon’da. Yani 6 hafta içinde 4 kez Trabzon, 3 kez de Rize maçlarında görev yaptı. Trabzon-Beşiktaş maçında o altıpas yan çizgisine konulan skandal endirekt serbest vuruşun ve barajın mimarı ekipten. Yöneticileri Erkan Engin’in performansından memnun kalmış olmalılar ki dün de İzmir’de görevdeydi.
Dünkü maçı maçı elbette 35’inci saniyede Fabricio’nun gördüğü kırmızı karttan bağımsız ele almak zor. O noktada bir bakıma maç bitti. Hatta belki de sezon bitti Rize için...
27’nci haftada Rize, G.Saray’la karşılaşıyor. Fabricio uzatmalarda peş peşe 2 sarı kart görerek atılıyor. Brezilyalı sağ bekin bu sezon ikinci atılışı o. 28’inci haftayı haliyle cezalı olarak geçiriyor. 29’uncu hafta Kasımpaşa maçına yine ilk 11’de başlıyor, yine atılıyor! 30’uncu hafta cezalı. 31’inci hafta Alanya maçında 46’da oyuna giriyor, 76’da çıkıyor. 32’nci ve 33’üncü haftalarda Konya-Kayseri maçlarında yine ilk 11’de. 34’üncü haftada F.Bahçe önünde ligdeki tam dördüncü kırmızı kartını görüyor Fabricio.
KABAHAT TEKNiK YÖNETiMDE
Yani bir oyuncu, 10 hafta içinde 3 kırmızı kart görüyor. 4 maçı cezalı olarak geçiriyor. Kalan üç müsabakada da oynuyor yine de... Enteresan değil mi sizce de? Dünyanın neresinde hangi futbolcunun böyle bir kredisi olabilir? Gattuso, devrinin en iyi ve en hırçın orta saha oyuncularındandı. Onun bile 2 ayda böyle bir istatistik yakaladığını hatırlamıyorum ben. Böyle bir tabloda Fabricio kadar, onu hiç suçu yokmuşçasına her cezadan dönüşünde oynatan teknik yönetimde de kabahat vardır bence.
SAĞ KANATTAN FiŞi ÇEKTi
Tabii ki bu kırmızı karttan bağımsız olarak F.Bahçe’nin istikrarlı iyi oyununun da hakkını teslim etmek gerek. Sarı lacivertliler aynen G.Saray ve Göztepe maçlarında olduğu gibi sağ kanadı çok etkili kullanarak başladılar. İlk golde Mert’in, ikinci golde İrfan-Crespo’nun, üçüncüde İrfan’ın, dördüncüde İrfan-Nazım’ın hayat verdiği sağ kanat organizasyonları maçın fişini çekti. Dünkü maçın F.Bahçe adına bir başka pozitif detayı da kenardan gelenlerin formu ve iştahıydı. arda zaten bildiğiniz gibi. Nazım 2 gol katkısı yaptı. Valencia gol attı. Tisserand ve Gustavo da özlemişler uzun süre almayı. İsmail Kartal’ın ilk 11’iyle çok fazla oynamadığı halde kulübeden gelenlerden de böyle yüksek verim alabiliyor olması bir başka önemli artı puan hoca için.
Son 22 yılda tam 14’üncü kez MHK değişikliği yapıyoruz. Kamuoyundaki adaletsizlik duygusunun MHK başkanını değiştirerek çözülemediğinin net bir kanıtı bu. Bence hakem performanslarını ve kamudaki adalet duygusunu artırmak için atılması gereken iki büyük adım var: Birincisi, hakem puanlamasını tek bir gözlemcinin değil, 3-4 ayrı komite üyesinin yapması. Bu puanların TFF sitesinden şeffaf bir biçimde açıklanması. İkincisi de, atamaların MHK başkanının uhdesinden kısmen çıkarılıp, hakem puanlarına göre yapılması. Mesela son 1 ayda en yüksek puan ortalaması tutturan hakemin, zorluk derecesi en yüksek müsabakaya atanması...
HAKEMLER HARİÇ HERKES YÜZLERCE FARKLI KRİTERLE DEĞERLENDİRİLİYOR
Futbol değişiyor, dönüşüyor. Sporcu performansları artık 150-200 farklı kriterle inceleniyor, paslar geriye ya da öne diye sınıflandırılıyor, koşu mesafesi bile sprintin şiddetine göre kategorize ediliyor. Antrenörlerin, yöneticilerin, hatta futbolcu menajerlerinin bile performanslarını artık onlarca-yüzlerce farklı kriterle inceleyebiliyoruz. Futbolda performans analiz departmanları bu denli gelişmiş ve çağa ayak uydurmuşken, hakem notunun stadyumdaki tek bir gözlemci tarafından verilmesi akıl dışı. Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada hakem performans puanlamasının daha fazla kriterle ve daha şeffaf yapılması gerekliliği ortada. Bence hazır MHK değişikliği yapmışken ve bu yönetim adeta bir enkaz devralmışken, işlere hakem puanlama ve atama metodolojisinde devrim yaparak başlanmalı:
BİR GÖZLEMCİ STATTA, DİĞER ÜÇÜ TV'DEN İZLEYİP NOT VERSİN
1- Artık hakemi sadece tek bir gözlemci değil, MHK’nın 3 ayrı üyesi de puanlasın. Bir gözlemci stadyumdan, üç üye de maçı TV’den izleyerek değerlendirmesini yapsın. Ve bu puanların ortalaması alınsın. Hakem puanları her haftanın bitiminde TFF sitesinden şeffaf bir biçimde açıklansın.
HAKEMİN SON BİR AYDAKİ PUAN ORTALAMASI DİKKATE ALINSIN
2-
Türkiye Kupası’nın grup uygulaması içeren karanlık yıllardan kurtulup bu eliminasyonlu düzene geçmesi mutluluk verici. Takibi daha kolay. Çok daha heyecanlı. Ancak şunu da itiraf etmek gerek: Tek maçlı eliminasyon düzeni daha rekabetçiydi. Dünkü maçın düşük temposunda, yarı finalin iki maçlı düzenle oynanıyor olmasının rolü büyüktü şüphesiz.
Kayseri kupanın en zorlu yolunu yürüyen takımı. Hem Beşiktaş’ı, hem de Fenerbahçe’yi deplasmanda geçerek yarı final vizesi aldılar. Bu kez de sınavları Trabzon deplasmanıydı. Fenerbahçe ve Beşiktaş oyunlarına benzer bir strateji izlediler, 10 kişiyle blok halinde kapandılar, neredeyse tek bir set hücumu yapmadılar. Tüm umutlarını hızlı çıkışlara ve duran toplara bağladılar Trabzon’da. Mert ve Cardoso ile de iki pozisyon buldular duran toplarda.
TRABZON HAREKETSiZDi
Kayseri’nin tutucu stratejisine karşı Trabzon’un da 70’lerdeki değişikliklere kadar oldukça hareketsiz kaldığını söylemek lazım. Topa sahiptiler ama yavaş oynadılar. Çok tahmin edilebilir bir futbol oynadılar kendi evlerinde.
Oyun 70’e kadar her iki takım için de tek kanatlı oynandı. Kayseri cılız kontra fırsatlarını sağdan Onur-Emrah’la buldu. Trabzon da neredeyse bütün tehlikelerini sağdan yarattı. Sağ bek Peres, sağ iç Abdülkadir ve sağ açık Visca o bölgede zaman zaman bir asimetri ürettiler, özellikle Boşnak yıldız kıpırdadığında pozisyonlar da buldular. Ama Visca dışında kıpırdanan bir Trabzonlu yoktu sahada.
KADRO DERiN AMA...
Ta ki Nwakaeme oyuna girene kadar! 87 dakika boyunca sahada olmayan sihri yine tek bir hareketiyle yarattı Nijeryalı sanatçı... Bordo-mavililer uzun bir sezon oynuyorlar, farkındayım. 5 Ağustos’ta Molde maçı ile açtıkları sezonu 26 Mayıs’ta 48’inci müsabakayı oynayarak bitirme hedefindeler. Bu uzun sezona uygun derin de bir kadroları var, ancak özellikle Nisan ayında vitesi düşen oyuncu sayıları fazla.
Bakasetas sakatlık sonrası eski vitesinde geri dönemedi, Abdülkadir son kararlarda heyecanlıydı dün. Böyle bir günde Nwakaeme’nin şapkadan çıkardığı tavşan çok daha değerliydi şüphesiz.
Bundan iki buçuk ay önce, ocak ayının sonunda ligin 23’üncü haftası tamamlanmıştı. Göztepe üst üste beş resmi maçtan galibiyetle ayrılmış ve sükseli Başakşehir zaferinin ardından da 14’üncü basamağa tırmanmıştı. Sonra ligin belki de en garip serisine imza attılar ve tam 10 maçtır kaybediyorlar. Bu inanılmaz seriye girmelerinin iki sebebi var: Göztepe, ligde gol beklentisiyle kaydettiği gol arasında en büyük fark olan 3 takımdan biri. Galatasaray, Giresun ve Göztepe attıkları gol den 10 ve üzeri fazla beklenti yarattılar. Ama o beklentiyi skora dönüştüremediler. Dün de yine 18’de Moubandje, 40’ta Tijanic ve 60’ta Halil’le üç fırsatı gole çeviremedi sarı kırmızılılar.
NESTOR GiDiNCE BiTTi
Göztepe’nin 10 maçlık yenilgi türbülansına girmesinin bir diğer nedeni de Kasımpaşa müsabakası sonrası Nestor’la yolların ayrılmasıydı. el Maestro gol sorununa rağmen Göztepe’ye iyi bir futbol oynatıyordu. Takım dinamikti ve organizeydi. Bence Göztepe yönetimi Nestor’u gönderdiği gün, bu takımın da fişini çekmiş oldu.
iSMAiL KARTAL’A UYARI
Dün F.Bahçe de son dönemdeki yüksek vitesinin altında bir görüntü sergiledi aslında. İlk devrede daha iyiydiler, aynen G.Saray maçında yaptıkları gibi sağ kanatta kalabalıklaştılar, özellikle Crespo’nun sağa deplase olarak yarattığı kalabalıkla pozisyonlar buldular. Devreyi de 1-0 önde kapattılar. Ancak Tomas’ın saha içi müdahaleleriyle Fenerbahçe’nin sağ koridordaki etkinliğini durdurmasıyla sarı lacivertliler ikinci devrede yavaşladı. Son 20’de arda girdi, oyunu hareketlendirdi, 2-0’ı da getirdi ama İsmail Kartal’ın kalan 5 maç için hücum repertuvarını geliştirmesi yönünde bir uyarıydı bence ikinci devredeki durgunluk. arda belki çok genç ama özellikle İrfan’ın olmadığı maçlarda Fenerbahçe’nin ikinci-üçüncü bölge geçişi için 11’de başlaması gerekiyor gibi. Zira dün arda girene kadar, 45-70 arası tamamen Mert’in sırtındaydı o yük
1- İspanya’da top ortalama 53:05 oyunda kalırken Fransa, Almanya, İngiltere ve İtalya liglerinde ise 56 dakika barajı zorlukla aşılmış.
2- Önerim şu: VAR odasında biri 45’te hakeme topun oyunda kalma süresini iletir. Hakem de süreyi ona göre ekler ve topun her devrede 30 dakika oyunda kalması sağlanabilir.
Her ne kadar resmi bir yazıyla yalanlansa da, futbolda müsabaka süresinin 100 dakikaya çıkarılma fikrinin FIFA koridorlarında konuşulduğu doğrulandı. FIFA’ya göre oyun çok fazla duruyor, topun net 60 dakika oyunda kalması sağlanamıyor. O yüzden de müsabaka süresini 100 dakikaya çıkarmayı getirdiler gündeme. Oysa bence esas mesele BRÜT süreyi değil, NET süreyi artırmak...
ENDiŞELER ARTIYOR
Geçtiğimiz sezon Avrupa’nın 5 büyük ligindeki topun oyunda kalma süresi ortalamaları endişe verici. İspanya’da top ortalama 53:05 oyunda kalırken, Fransa, Almanya, İngiltere ve İtalya’da 56 dakika barajı zorlukla aşılmış.
1 SAAT iZLENMiYOR
Bir futbol maçı için asgari 1 saat 45 dakika ekran başında kalıyoruz, zaman zaman bu süre 2 saati buluyor. Ama bu iki saatin aslında bir saatinde bile futbol izlemiyoruz. Bu da elbette sürat yüzyılında yepyeni, taptaze bir kaos sebebi.
VOLEYBOL HIZLANDI
Malumunuz, Fenerbahçe’de bu sezonun öyküsü üç ayrı perdede sahnelendi:
Birinci perde, Fenerbahçe’nin yetenekli kadrosunun Pereira’nın kafasındaki belli şablonlara uyma çabasıyla geçti. Vitor Pereira kötü bir teknik direktör değil, ona uygun bir takıma kafasındaki stratejiyi adapte ederek pekalâ başarılı olabilir. Ancak Fenerbahçe’nin çok yönlü ve yetenekli kadrosu, Pereira’nın fırsat futboluna uygun değildi.
‘RESET’ TUŞUNA BASTI
Sarı lacivertlilere Kim Min-Jae’yi, Miguel Crespo’yu, Miha Jajc’ı kazandırdı. Ancak kimliğini kaybettirdi Pereira.
Ocak ortasında sezonun ikinci perdesi başladı Fenerbahçe için. İsmail Kartal, takımın kafa ayarlarını değiştirmek zorundaydı. Deyim yerindeyse herkesin “reset” tuşuna basma mecburiyeti vardı.
Zihinleri sıfırlayıp, Pereira’nın fırsat oyunundan arındırma süreciydi bu. Sancılı bir 30 gündü. Üç hedefin ikisinden vazgeçildi. Takım dibe vurdu. Ama gerekliydi belli ki bu dibe vurma.
Şubat sonunda başlayıp bugüne kadar uzanan üçüncü perdeyse bambaşka bir hikaye. Fenerbahçe’nin özgürlük hikayesi. Yetenekli Fenerbahçeliler’in bileklerindeki zincirlerden kurtulup oyunlarına odaklanma hikayesi.
KALİTESİNİ GÖSTERDİ
Fenerbahçe’de bu sezonun hikayesi üç perdeli: Birinci perde Pereira’nın kendi planını takıma adapte etme çabasıydı. İmkânsız bir görevdi, başaramadı. İkinci perdede teknik adam değişim sürecinde bir aylık bir kaos yaşandı, üç hedefin ikisine veda edildi. Ancak üçüncü perdede İsmail Kartal’la bir bahar havası yaşandığı söylenebilir rahatlıkla. Kartal göreve geldiğinden beri ligin en fazla puan toplayan takımı konumuna geçti Fenerbahçe... Fenerbahçe’nin son 2 ayda kamuoyunun bir kısmına göre Süper Lig’in en iyi futbolunu oynayan takımı olmasında 3 ana faktör başrole çıktı:
Transferleri doğru, sistemi yanlıştı
1- Pereira, Fenerbahçe’ye önemli oyuncular kazandırdı; ama kulübün genetiğine uygun düşmeyen bir oyun geliştirmeye kalktı. Kim ve Crespo müthiş transferler. Zajc’ta ısrarında haklı çıktı. Osayi’den üst düzey bir sağ bek yarattı. Ancak oyun tercihi tartışmalıydı, geçiş konusunda gereğinden fazla takıntılıydı, Fenerbahçe’yi bir konvansiyonel büyük takım gibi oynatmayı başaramadı. Fenerbahçe tarihi boyunca topa sahip olmuştur, oyunu domine etmeyi hedeflemiştir, önlem alan değil, aldıran takım olmayı denemiştir. İşte o genetiğe daha uygun davranışları sergileyen isim İsmail Kartal oldu.
F.Bahçe daha fazla pas yapıyor
2- OPTA verilerine göre İsmail Kartal’ın takımı maç başına 12,1 kez “10 ve üzeri pas serisi” yakaladı. Yani örerek hücum etti Kartal. torrent’li Galatasaray’da ise bu sayı 7,7’de kaldı mesela. Kartal’ın takımı maç başına Galatasaray’dan 40 fazla pas yaptı, 1 gol az yedi ve neredeyse ortalama 1 puan fazla topladı.
İsmail Kartal en iyileri oynatıyor
3- İyi futbol iyi futbolcularla oynanır. İsmail Kartal elindeki en iyi futbolcuları bir arada sahaya sürecek formülü üretti. Ligin en iyi futbolcularından biri olan İrfan Can mutlu. Mert hakan mutlu. Serdar Dursun mutlu. Rossi ve Zajc çıkışta. Pelkas hayata döndü. Mutlu takım, İsmail Kartal döneminde ortalama 115 kilometre koştu. Galatasaray’daysa bu ortalama 111’de kaldı.
TORRENT İYİ BİR TEORİSYEN ANCAK PRATİKTE UYGULAMALARI TARTIŞMALI