16 Haziran’da Türk futbolunun yeni patronu seçilecek. Gerçi ‘seçilecek’ sözcüğünü lafın gelişi kullandığımızı da itiraf etmeliyiz, ortada gerçek bir seçim olduğu da netameli. 16 Haziran’da büyük çoğunluğu seçkin, zengin, fanatik 300 küsur delege, sandığa hür (!) iradelerini yansıtmaya gidecekler ve Türk futbolunun 2020’lerdeki kaderini belirleyecek başkanı çılgınca alkışlayacaklar. Pardon seçecekler.
16 Haziran’da görevi devralacak yeni TFF Başkanı’na ve 300 asil delegeye soruyorum: Türk futbolunun kaderini 140’ı Süper Lig’de aktif yönetici olan toplam 300 delegenin belirlemesi doğru mu? Bu seçimde futbolun tüm paydaşlarından 5-10 bin delegenin söz hakkı olması gerekmez miydi? Mesela neden tüm eski milli futbolcuları, Süper Lig antrenörlerini, üst klasman hakemleri, birkaç gazeteciyi ve sivil medya kuruluşu temsilcisini TFF delegesi yapmıyoruz ki? Adil bir seçim olması mı endişemiz?
SEÇiMiN KADERi KISITLI BiR ZÜMRENiN ELiNDE
Halen TFF Başkanlığı seçiminde büyük çoğunluğu profesyonel liglerin aktif yöneticileri olmak üzere toplam 300 küsur delege oy kullanıyor. 20 Süper Lig takımının 7’şer, 19 birinci lig takımının da ikişer delege hakkı söz konusu. Yani 178 oy, Süper Lig ve TFF 1. Lig kulüp yöneticilerinin uhdesinde. Onların dışında 50 ve üzeri kez milli olmuş Rüştü Reçber, Oğuz Çetin gibi birkaç futbolcu, A milli takım hocalığı yapmış Mustafa Denizli, Fatih Terim, Tınaz Tırpan gibi bir elin parmak sayısını geçmeyen teknik adam, Türkiye Faal Futbol Hakemleri Derneği ve Antrenörler Derneği’nden de birkaç sembolik temsilci... 85 milyon nüfuslu meşin top aşığı, taşından toprağından sporcu fışkıran bir ülke futbolunun kaderi bu kısıtlı zümrenin elinde.
TÜRK FUTBOLU, 200’Ü MÜTEAHHiT 300 KiŞiNiN UHDESiNE BIRAKILAMAZ
Yeni TFF Başkanı’na bu ikinci mektubumda ricam şu:
Gelin seçilir seçilmez ilk iş olarak ülke futbolunun kaderini belirleyen bu seçimi 300 seçkin insanın uhdesinden çıkarın. Bir sonraki seçimi 10 bin delege ve belki 5-6 ciddi adayla demokratik bir zemine taşıyın. Tüm A milli futbolcuları delege yapın mesela. Süper Lig’de görev yapmış her teknik adama, her hakeme, altyapı-üstyapı her alandan temsilciye, sivil toplum kuruluşuna, televizyoncuya-gazeteciye çeşitli nispetlerde oy hakkı tanıyın. İnanın Türk futbolu, 200’ü müteahhit toplam 300 kişinin uhdesine bırakılmayacak kadar değerli.
2022-23 FİKSTÜRÜNÜ LÜTFEN DAHA ÖZENLİ YAPIN
İki ekibin bu sezonki dördüncü karşılaşmasını izledik dün. Daha önceki üç maçta da neticeleri nüanslar belirlemişti ama özellikle ligde Trabzon’da oynanan müsabaka ilginçti. Kayseri o maçın ilk yarısında Trabzon’un sol savunmasını olağanüstü hırpalamıştı, Onur otobana çevirmişti adeta orayı. Abdullah Avcı o maçın ikinci yarısında sol çizgisini tamamen değiştirmiş, Yusuf-Djaniny-Denswil’i oyuna sokarak çare üretmişti kötü gidişata.
BAŞROLDE HEP ONUR VARDI
Dün de Kayseri’de adeta bir tekrar filmi izledik enteresan bir şekilde. 1’inci dakikadaki penaltının ardından kontrol tamamen ev sahibine geçti. Sarı kırmızılıların sağ beki Onur yine kumandadaydı, önündeki Ramazan’la ikili oyunlarla Trabzon’un sol savunmasını koridora çevirdiler. İlk devrede 5 net pozisyon yarattılar, hemen hepsinde başrolde Onur vardı. Tek eksikleri goldü ilk 45’te. İkinci yarı başlarken Avcı’nın 3 ay önce yaptığı gibi yine 2-3 değişiklikle sahaya bir elektroşok dalgası göndermesi gerekiyordu. Bu kez o tarz radikal bir müdahale yapmadı Abdullah Hoca. Bunun bedelini de kalesinde peş peşe golleri görerek ödedi. Kayserispor bir saatlik harika oyununun, iştahının, arzusunun ödülünü iki gol atarak aldı. Eşleşmeyi de dengeye getirdiler bir saat dolarken.
ABDULLAH AVCI VE EKiBi SADECE SEYRETTi
Üstelik Abdullah Avcı kenardan bir türlü oyunun gidişatını değiştirecek hamleyi yapamazken, Hikmet Karaman her bir değişikliğiyle takımının ritmini artırdı. Özellikle 46’da Ramazan’ı merkeze kaydırıp sağ açığa Emrah’ı sokarak sarsak Puchacz’ın başını daha fazla döndürecek aksiyonların üretilmesini sağladı. İlk devrede sağ çizgiyi kullanan Onur-Ramazan mükemmel oynamışlar ama golü bulamamışlardı. İkinci devrede sağ kanadı kullanan Emrah iki gol attı, bir de penaltı kazandırdı. Abdullah Avcı, yardımcıları ve futbolcuları 90 dakika boyunca Kayseri’nin sağ kanat akınlarını seyrettiler hep birlikte. Herhalde Abdullah Avcı da kabul edecektir, belki de sezonun en kötü Trabzonspor’unu izledik dün. Hikmet Karaman’ın takımı iştahıyla, arzusuyla, temposuyla finali daha fazla hak eden taraftı kesinlikle.
Dün dakika 33’tü, ekrana pas istatistiği yansıdı: Beşiktaş 48, Fenerbahçe 68 pas yapmıştı ilk 33 dakikada. Yani ligin iki devi, dakikada toplam 3 buçuk pas ortalamasıyla oynamışlar ilk yarım saati! Stada giden seyirci bilete para veriyor, evinde izleyen Digiturk’e para ödüyor. Bu paranın karşılığı dakikada 3 pas olmamalı.
ANLAYIŞ DEĞİŞMEDİ
Dakikalar ilerledikçe belki pas istatistiği değişti, ama kaos anlayışı değişmedi. Dün iki takımın da maçın herhangi bir anında 5 pas üst üste yaptığını zorlukla hatırlıyorum. Sürekli uzun toplar. Sürekli havada ikili mücadeleler.
TONU İSMAEL BELİRLEDİ
Sürekli itiş-kakış. Eğer seyretmek istediğimiz şey bu olsaydı bir İskoçya dördüncü küme maçı izlerdik. Üzücü gerçekten. Kaosu bir kenara bırakıp sahadaki futbol kırıntılarını yorumlamaya çalışırsak, şöyle bir özet yapabilirim rahatlıkla: Maçın tonunu Valerien İsmael belirledi. Rakip meslektaşını da kendi tonuna uydurdu.
KENAN KARAMAN, FERDİ’YE KARŞI 15 SANTİMLİK BOY AVANTAJINI KULLANDI
Ismael, Beşiktaş’taki ilk 4 maçında 3-4-2-1 formasyonunu kullanmıştı. İki maçtır 3-4-1-2’ye döndü, Ghezzal’i on numaraya çekti. Batshuayi-Larin’i çift santrfor olarak kullanıyor. Hâlâ geriden sürekli uzun vuruyorlar, tamamen çabukluk üzerine kurulu oyunları. Batsman ve Larin iki kanada açılıp uzun metrajlı topları indirmeye çalışıyorlar. Dün o ikilinin dışında sahada uzun opsiyon daha olması, Ismael’in elini güçlendirdi. Ersin-Welinton sürekli sağdaki Kenan’a uzun vurdular. 1,89’luk Kenan, Ferdi’ye karşı 15 santimlik boy avantajını kullanarak birçok top indirdi. Dün Kenan’ın etkinliğinin artıp, Ferdi’nin de daha tedirgin olmasında bu eşleşme sorununun rolü büyüktü. Valerien Ismael’in bu fırsat oyunu büyük maçlara daha uygun. Ancak GiresunKayseri tipi kapanan takımlara karşı hâlâ nasıl bir çözüm üreteceğini bilmiyoruz Fransız hocanın.
LARİN-BATSHUAYİ OFSAYTLARI
Valerien İsmael, genellikle direkt oyunu tercih ediyor. Rakip kaleye gitmek için acelesi var gibi. Orta sahayı transit geçen, birinci-üçüncü bölge bağlantılarıyla kurulan bir hücum stratejisi. İsmail Kartal’sa rakibine göre daha sabırlı. Maçın genelini orta sahada pas örgüsü kurarak, rakibin zayıf anını arayarak geçiriyor. Biz genelde derbilerin orta saha savaşı şeklinde geçmesine alışığız, ancak bu kez öyle olmayacak, bambaşka bir taktik savaşı izleyeceğiz belli ki. İki hocanın oyunu öyle farklı ki, iki farklı sporu izliyormuş gibi hissedebiliriz sahada. Maradona ile Jordan kapışması gibi olacak adeta bu maç.
VALERiEN iSMAEL OYUNCU DEĞiL OYUN ODAKLI BiR TEKNiK ADAM
Valerien İsmael’in yönettiği son 3 takımda, sahaya çıktığı son 150 küsur maçta üçlü savunma tercih ettiğini biliyorduk. Beşiktaş’ta da tercihinin bu olması normal. Evet bugün ideal savunmasından ciddi eksiklikleri var ama o zaten oyuncu odaklı değil, oyun odaklı bir teknik adam. İsmael takımları geriden pasla çıkıyormuş gibi görünüyorlar, ama aslında bunu yapmıyorlar. İki-üç hazırlık pasından sonra top ya sol-sağ stoperle buluşuyor, ya da kaleciye dönülüyor. Genelde (bugün cezalı olan) Montero’nun veya Ersin’in bir uzun topunu izliyoruz sonra.
DiREKT OYUN TRABZON’A iŞLEDi, GiRESUN VE PAŞA iLE LiG GERÇEKLERiYLE TANIŞTI
İsmael, Beşiktaş’ın başında çıktığı 5 maçın ilk 4’ünde 3-4-2-1 formasyonunu tercih etti. Santrforunun arkasında iki merkez tipli oyuncu (mesela Alex ve Ghezzal), çizgilere çok açılmadan oynadılar. Montero, Ersin ya da Welinton’dan gelen uzun topu genelde Batshuayi indirmeye çalıştı.
Eğer o indiremezse, orada merkezde bir kalabalık yaratıp ikinci topu kazanmayı denediler. Bu direkt oyun stratejisi Trabzon ve Alanya maçlarında işledi, zira o iki ekip de topa sahip olmayı deneyen, oynamak isteyen, 8 kişiyle savunmada blok halinde durmayan takımlardı. Göze hoş gelen direkt hücumlar yaptı Beşiktaş bu iki maçta.
Ancak sonra Giresun ve Kasımpaşa maçlarıyla birlikte Valerien İsmael, Süper Lig gerçekleriyle tanıştı. Herkes Alanya gibi savunmayı öne çıkarmıyordu, herkes geriden pasla çıkmaya çalışmıyordu. Senin takımının uzun vurması Süper Lig’de bir fark yaratmıyor, zira 20 takımın yarısından çoğu zaten bu stratejiyi izliyor!
TAKIMA 2 UFAK DOKUNUŞ YAPTI 3-4-2-1’DEN 3-4-1-2’YE DÖNDÜ
Zira dünya futbolu da yapısal bir dönüşümün eşiğinde: Bir taraftan Şampiyonlar Ligi yeniden şekillenip 36 takıma çıkıyor. Bir taraftan Avrupa Süper Ligi ve 24’lü FIFA Kulüpler Dünya Kupası gündemde. VAR hayatımıza girdi, futbolda başka kritik kural değişiklikleri olası. Finansal fair-play yeniden yapılandırılıyor. Bir taraftan da Türk futbolu FIFA’da en fazla uyuşmazlık dosyasına sahip ülke. O yüzden bu seçim, herhangi bir seçim değil. Yeni TFF Başkanı’nın kulüpleri memnun etmekten daha önemli görevleri var bence.
PERŞEMBE AKŞAMI FUTBOLU ÜLKESİ OLDUK
1- UEFA ülkeler sıralamasında 20’nci basamağa düştük. Yani futbolda 30 yıl geriye gittik. Artık Şampiyonlar Ligi müziği hayal. Hatta Avrupa Ligi müziğine dahi hasret kalabiliriz. Artık biz bir perşembe akşamı futbolu ülkesiyiz, Konferans Ligi futbolu ülkesiyiz. Göreve gelecek TFF Başkanı’nın bu durumun farkında olması ve sıralamada hızlıca tırmanabilmemiz için radikal önlemler alması gerek.
LİG 15 GÜN GERİYE KAYDIRILABİLİR
2- 2023 yazından itibaren Avrupa’da Türkiye temsil edecek tüm takımlarımız en az 3 ön eleme oynayacak. Yani 4 temsilcimiz de Temmuz’da maç yapmaya başlayacak. Bu noktaya düşmüş bir futbol ülkesi olarak ligi acaba 15 gün geriye kaydırabilir miyiz? Süper Lig’e temmuz ortası start verip, nisan ortası final yapmayı düşünebilir miyiz?
HOLLANDA MKODELİNİ ÖRNEK ALABİLİRİZ
3- BU sıralamada tekrar yukarıya tırmanabilmek için Konferans Ligi aslında bir fırsat bizim için. Eğer takımlarımız yüzde yüz konsantrasyonla katılır, eksiksiz kadrolarla mücadele ederlerse pekalâ bizim üst seviyelere gelebileceğimiz bir kupa. Bu sene Avrupa’da en fazla puan toplayan ikinci ülkenin Hollanda olduğunu biliyor muydunuz? Hollanda, Konferans Ligi’ndeki 4 takımının başarılı performansıyla 18,8 puan topladı ve yedinci basamağa tırmandı. Biz de Hollanda modelini örnek alabiliriz rahatlıkla. Zira Şampiyonlar Ligi’nde bir galibiyetin değeriyle, Konferans Ligi’nde bir galibiyetin değeri aynı: İki puan...
AVRUPA'DAKİ HER MAÇA AS KADRO
İtiraf edeyim, bu 17 yılda beni bir tık daha fazla mutlu eden şey Bursaspor ve Başakşehir’in şampiyonluk yazılarını yazmaktı. Çünkü bu ülkenin daha fazla yarışmacıya, daha farklı fikirlere ve kazananlara ihtiyacı olduğunu düşündüm hep. Trabzonspor’un 70’ler ve 80’lerde İstanbul hegemonyasına kafa tutmasına canlı şahit olamadım maalesef. Ancak o sapasağlam duran İstanbul zincirini Özyazıcı-Sümer’in inovatif fikirleri ve 11 yerli gençle kırmaları Türk futbolunun en güçlü isyan hikâyelerinden biridir. Bir itirazın öyküsüdür 70’ler-80’ler Trabzonspor’u.
TRABZON'U ÖRNEK ALMALILAR
2022 Trabzonspor’unun da şöyle bir önemi var Türk futbolu için: 40 yaş altı futbolseverler ilk kez görüyorlar Türkiye’nin batısı dışından bir bölgeden bir şampiyon çıktığını. Bu ülke maalesef önemli bir dezavantaja sahip: 81 vilayetin 78-79’unda kent takımları değil, İstanbul takımlarının taraftarı daha fazla. Trabzon halkı, ağırlıkla kendi kent takımını tutan müstesna örneklerden biri. Diğer kent takımlarının da 21’inci yüzyıldaki en büyük vazifeleri bence şu: 6-7 yaşlarında takım seçme aşamasındaki çocukları kendi kent temsilcilerini tutmaya ikna etmek. Projesiyle ikna etmek, sembol futbolcularıyla veya antrenörüyle ikna etmek. Ülke futbolunun geleceği için her kent takımının böyle büyük bir sorumluluğu var bence.
HARİKA BİR ÖYKÜ SUNDULAR
Trabzonspor, kentinin çocuklarına kentinin takımını tutmak için harika bir öykü sunmuş oldu bu sene. Bu harika öyküye zekasıyla katkı veren Abdullah Avcı’yı, projesiyle sahip çıkan Trabzonspor yönetimini ve yetenekleriyle zirveye çıkan Trabzonspor futbolcularını ne kadar tebrik etsek az. Klopp önceki gün Liverpool’la sözleşme uzatma gerekçesini “bir hikâyenin sonunda değil, ortasında hissetmesi” olarak açıklamış. Trabzonspor da bence bir hikayesinin sonunda değil şu anda. Ortasında... Daha fazla yazacak hikâyeleri var sanki.
Maçın teknik-taktik analizini yapmadan önce çarpıcı bir detayın altını çizmek gerekiyor sanırım: Rossi bir 0-0 ustası. Bu yıl Süper Lig’de 6’sı gol, 8’i asist olmak üzere toplam 14 skor katkısı var. Bu 14 katkının 9’unda 0-0 sürmekte olan maçları 1-0’a taşımış. Üstelik bu katkıların neredeyse hepsi ilk yarım saatte gelmiş... 2’nci dakikada Giresun, 3’üncü dakikada Trabzon, dün 5’te Antep, 6’da Kasımpaşa, geçen hafta 9’da Rize, 16’da yine Kasımpaşa, 17’de Hatay, 26’da Alanya maçlarında 0-0’lık dengeyi onun golü ya da asisti bozmuş. O yüzden Uruguaylı sol açığın yaptığı 14 gol katkısı, göründüğünden çok daha anlamlı. Çok daha etkili.
FENERBAHÇE HER ZAMANKi GiBi SAĞ KANATTA ÇOK ETKiLiYDi
Dün 5’teki Rossi, 62’deki Serdar Dursun golleri dahil son bir aydır Fenerbahçe’de değişmeyen bir şey var: Sağ kanatta kalabalıklaşıyorlar.
O kalabalıkla bir dengesizlik yaratıyorlar ve muhakkak oradan bir şey üretiyorlar. Geçtiğimiz hafta Rize maçında 1 ve 4’üncü gollerle, iki ve üçüncü golleri getiren penaltıların oluşumu sağ kanat organizasyonlarından gelmişti. Bu hafta oyuncular değişti ama alışkanlık değişmedi. İlk golde sağ bek Nazım Sangare asisti yaptı, Diego Rossi sağdan bir koşuyla golü yaptı.
İkinci golde de sağdan İrfan-Mert-Serdar Dursun organizasyonu gördük yine. Fenerbahçe haftalardır sağ kanattan benzer organizasyonlarla benzer goller atmasına rağmen ne Torrent’in, ne Bülent Korkmaz’ın, ne de Erol Bulut’un bu konuya çalıştıklarına dair bir his yaşamadım ben.
iSMAiL KARTAL iLE EROL BULUT ARASINDAKi FARK ORTAYA ÇIKTI
Dünün bir başka enteresan detayı da son iki yılda görev yapan iki eski Fenerbahçe futbolcusu ve hocasının kamuoyunda bıraktığı farklı izleri karşılaştırma fırsatı bulmamızdı. Erol Bulut Fenerbahçe’yi, aynen Pereira gibi bir fırsat futboluna mahkûm etmişti. Oysa İsmail Kartal ve Emre Belözoğlu, bu iki hocanın ardından göreve gelip futbolcuların bileklerindeki zincirleri çözdüler ve rotayı pozitif futbola çevirdiler.
Sanırım Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş gibi konvansiyonel büyüklerin de hak ettiği strateji bu. Önlem alan değil, önlem aldıran... Bekleyen değil, arayan, deneyen, zorlayan futbol.
1- İsmail Kartal’ın başardıkları büyük saygıyı hak ediyor. Dibe vurmuş oyunculara yeteneklerini hatırlattı, bileklerindeki zincirleri çözdü, aslında kalıcı teknik adamlık görevini de hak etti.
KLASİK KAZANAN
Lâkin Jesus da kolay kolay hayır diyebileceğiniz bir isim değil. Salt kazanmayı değil, eğlendirmeyi de hedefleyen; büyük takımların nasıl idare edileceği konusunda ustalaşmış bir klasik kazanan. Fenerbahçe eğer Jesus’a teknik patronluğu teslim edecekse, Kartal’a da hak ettiği bir pozisyon verebilir mi acaba? Mesela Manchester United’ın yeni sezonda Rangnick’e vereceği danışman rolü, Fenerbahçe’de de İsmail Kartal’a da teklif edilebilir mi?
İSMAİL KARTAL MERİTOKRASİNİN JESUS ARİSTOKRASİNİN SEMBOLÜ
Ben İsmail Kartal’ı meritokrasinin, Jesus’u ise aristokrasinin sembolü olarak görüyorum şu an. Yönetim gücünün, kişilerin yeteneğine yani liyâkata dayandığı idare biçimidir meritokrasi. Doğu Anadolu’nun ücra bir köyünde geçimini çobanlıkla sağlayan bir öğrencinin, yeteneği sayesinde cumhurbaşkanlığı rolüne ulaşabilmesidir. İsmail Kartal’ın yolu aslında biraz buydu: Kendine inanarak, tırnaklarıyla kazıyarak, çok çalışarak ve başararak hak etti birinci adamlık rolünü.
BİR TAKIMDA EN YÜKSEK MAAŞI TEKNİK ADAMA VERMEK GEREK
3- Jesus seçimiyse bir tür aristokrat davranışı. Fenerbahçe, kendi kategorisinde büyük bir kulüp. Her sene şampiyonluk hedefliyor, Avrupa’da gruplardan çıkmak istiyor, bunun için de yerli ve yabancı futbolcularına yüksek maaşlar ödüyor. Eğer Mesut’a 3 buçuk milyon Euro maaş ödüyorsanız, 7 milyona İrfan’ı, 6 milyona Gustavo’yu, 5 buçuk milyona Rossi’yi alıyorsanız, bu kalibrede futbolcuların başına da üst seviye bir teknik adam getirmelisiniz. Jorge Jesus tercihi de bu düşüncenin bir tezahürü.