Dün Vodafone Park’ta oynanan maçın hikayesi beni şaşırtmadı. Başakşehir’in güçlü ve daha da önemlisi derin bir kadrosu var. Dün Deniz Türüç, Serdar Gürler, Okaka ve Aleksic’i sonradan oyuna soktular. Syzsz’i kullanmadılar bile. Başakşehir’in kulübesindeki bu oyuncuların hemen her biri dört büyüklerde kendilerine forma bulabilecek isimler. Bu kadar derin bir kadrosu olan Başakşehir’i bu sezon ligde bence kolay yenebilecek bir takım bence yok. Tüm büyük takımları deplasmana gittiklerinde de çok zorlayacakları kesin.
Dün Beşiktaş kötü oynamadı. Başakşehir kalesine 21 şut gönderdi. Rakip ceza alanında 39 kez topla buluştu. En az üç-dört tane de net pozisyonları vardı. Ancak Başakşehir’i yenmek için özellikle iki hususta hazırlıklı olmalısınız:
1)Başakşehir maçlara iyi başlamasa dahi, iyi bitiren bir takım. Hafta içinde Hearts’a karşı 67’den sonra 3 gol birden buldular. Alanya’ya 85’te, Antwerp’e 83’te, Breidablik’e ilk maçta 90’da, rövanşta 74 ve 84’te, Kasımpaşa’ya da 74 ve77’de birer gol attılar. Son bölümde özellikle kulübe katkısıyla sinekten yağ çıkarabilen bir takım Başakşehir.
2)Başakşehir ligin fiziksel olarak en iyi takımı. Maç başına ortalama 122 kilometre mesafe kat ettiler ve bu kategoride zirvedeler. Geriden pasla çıkarken farkında olmadan ön alan oyuncularınızı ziyadesiyle yoruyorlar. Ve sonra o yorgunluklarınızın faturasını iki devrenin sonunda kesebiliyorlar. Başakşehir’le karşılaşan her takımın taktiksel olarak bir tık daha farklı işler yapması gerekiyor bu yüzden. Dün ikinci devrede bütünüyle kapandılar ve buldukları tek şansı da iyi değerlendirdiler. Beşiktaş kalesine bu sezon gelen 13 şutun tam 7’si gol olmuş. Yani Beşiktaş kalecilerinin kurtardığı şut sayı, yedikleri gol sayısının altında. İlk 6 haftada iki genç kaleci Ersin ve Emre’nin de takımlarına ekstra yardımcı olacak işlere imza atamadıklarını not etmemiz gerek sanırım.
***
Dün Beşiktaş, Vodafone Park’ta iyi bir futbol ortaya koydu. Müsabakanın büyük bölümünde vitesi elinde tuttu. Özellikle ikinci yarıda topa da büyük bir üstünlükle sahip oldu. Ama hem Ghezzal, hem Dele’nin yokluğu merkezdeki yaratıcılığı baltaladı. Beşiktaş çok fazla kenar ortası yapmaya mahkum oldu. 90 dakikada tam 35 orta yaptı dün siyah-beyazlılar. Başakşehir de bu sezon Weghorst’u havada durdurabilen ilk takım olunca, kanat aksiyonları ilk 5 haftadaki kadar etkili gelişmedi siyah-beyazlıların.
Şunu da eklemek gerek: Weghorst bu sezon Beşiktaş’ın sadece en iyi hücumcusu değil, aynı zamanda en iyi orta saha oyuncusu. Dün onun ilk maçlara nispeten daha fazla markajda kalması, Beşiktaş’ın oyununu etkiledi derinden.
***
Real Madrid-Mallorca maçı öncesi basın toplantısında sorulan bir soru üzerine Ancelotti’nin verdiği yanıt enteresan: “Topa sahip olma oyunu bir hevesti. Dikine oynamak daha verimli. Kaleye daha çabuk gitmek artık yeni moda”
Ben futbolda tek bir doğru olduğuna inanmıyorum, Guardiola’nın da yaptığı saygıdeğer, Ancelotti’nin de... Ancak Ancelotti evinde 6 tane Şampiyon Kulüpler Kupası/Şampiyonlar Ligi madalyası olan efsanevi bir futbolcu, elit bir teknik adam. O bir şey söylüyorsa hafife almazsınız, kulak kabartırsınız. Sanırım Okan Buruk’un da Galatasaray’da daha fazla kulak kabarttığı vizyon, Ancelotti’nin vizyonu.
SÜPER LİG REKORU
G.Saray dün ilk yarıda Kasımpaşa kalesine 14 şut attı. Bunu rakip ceza alanında 25 kez topla buluşarak yaptı. Bu sayı, Süper Lig’de bir takımın bir devrede ulaştığı en yüksek sayıymış. Ve Buruk’un takımı bunu genellikle direkt oynayarak yapıyor, kaleye 30 değil, 3-4 pasla gidiyor. Bunda tabii ki hücumda Kerem-Yunus gibi araya koşu yapan adamlarınızın olmasının rolü var. Ancak bir başka faktörü daha göz ardı etmemek gerek: Galatasaray’da orta saha değişti, oyun değişti.
YEPYENi ORTA SAHA
G.Saray’ın yakın zamandaki orta saha rotasyonu Taylan, Berkan, Aytaç, Cicaldau, Morutan, Emre idi. Bugün bu isimlerin hemen hiçbiri kadroda yok. Yeni ideal üçlü Torreira-Oliveira-Mertens. Arkada daha Midtsjö ile Mata var. Galatasaray’ın orta sahasında yalnızca kalite değil, dinamizm de arttı. Akıl da arttı. Yaratıcılık da arttı. Bu üçlü, önceki üçlüye göre başka bir spor yapıyor gibi adeta! Oliveira’nın son iki haftadaki gelişimini fark etmişsinizdir:
Daha fazla öne gidiyor. Daha çok araya oynuyor. Daha fazla gösteriyor klasını. Onun bu klasını ortaya çıkarabilmesinin bir sebebi de Torreira’nın takıma katılması. Arkayı süpürmesi, sahipsiz topları kazanması, tüm takımı öne itmesi. Dün Gomis-Kerem isimlerini tabelaya yazdırdılar ama maçın esas kahramanları Torreira-Oliveira ikilisi idi bence. Yeni transferlerin katılımıyla Galatasaray’daki gelişimin belirginleştiğini de söyleyebiliriz rahatlıkla.
2013 Avrupa Ligi finalinde yönettiği Benfica, Chelsea’den iyi oynamış, 100 pas fazla yapmış, şutlarda 17-11 üstünlük sağlamış ama 90+3’te bir duran top golüne engel olamamıştı. 2014 Avrupa Ligi finalinde Sevilla’yı oyun olarak alt etmiş, 21-11 şut, 7-4 korner üstünlüğüne rağmen penaltılarda kaybetmişti. 2019 FIFA Kulüpler Dünya Kupası finalinde de Liverpool’a büyük zorluk çıkaran Flamengo, 99’uncu dakikada Firmino’nun golüyle kaybetmişti. Jorge Jesus son 10 yılda birazcık daha şanslı olsa evinde 6 Portekiz şampiyonluğu ve 1 Copa Libertadores Kupası’nın yanı sıra 2 Avrupa Ligi, 1 de Kulüplerarası Dünya Kupası olabilirdi. Belki şu anda çok farkında değiliz ama ülkede Avrupa’nın elit teknik adamlarından biri çalışıyor. Üstelik bir emeklilik performansıyla değil, iştahlı bir tavırla. Beyaz gömleğinin içinde Obradovic’in ruhunu taşıyarak adeta.
65’inden sonra gelişti, tıpkı Wenger gibi
F.Bahçe, Jesus yönetiminde 12 resmi maça çıktı, bunların altısında dörtlü, altısında üçlü savunma ile mücadele etti.
Aslında Jesus’un 35 yıla ve 1000 maça yaklaşan uzun teknik adamlık kariyerinde ilk 900 maçının neredeyse tamamında dörtlü savunma tercih ettiğini görüyoruz. Ancak son iki sezonda Benfica ile üçlü savunma denemeleri oluyor.
Neredeyse 65 yaşına kadar inandıklarında ısrarlı, değişmeye çok açık olmayan bir hoca gibi görünüyor Jesus.
Ancak 30 yıllık teknik adamlık deneyiminden sonra üçlü savunmayı deniyor, o formasyonla da sonuç almayı öğreniyor. Yani 65’inden sonra gelişiyor bir bakıma. Onun bu yönünü Arsene Wenger’e benzetiyorum, zira dâhi Fransız teknik adam da Arsenal’la 20 yıl boyunca tek bir maç istisnası dahi olmadan dörtlü savunma tercih etmiş, ancak 20 sene sonra dönüşebileceğini kanıtlamış ve üçlüye evirmişti takımını. Elbette maçları formasyonlar kazanmıyor. Nasıl dizilirseniz dizilin, her bir takım 11’er adamla oynuyor. Peki Jesus ne yaptı da, Fenerbahçe’yi 50 günde Dinamo Kiev’den fersah fersah iyi bir takım haline getirdi?
1- TAKTİKSEL ALTYAPI
Ferdi-Alioski açık gibi oynuyor
Tam 50 gün geçti, Fenerbahçe 12’nci resmi maçında yine Lucescu’nun Dinamo’su ile karşılaştı. Dolayısıyla net bir karşılaştırma fırsatı oldu dünkü maç. Bir bakıma 50 günlük bir karne fırsatıydı bu.
1- FERDİ'DEKİ GELİŞİM TAKDİRE DEĞER
Bu maçların altısında dörtlü, altısında üçlü savunma tercih etti Portekizli Hoca. Geçen sezon Pereira da takımını 3-4-2-1 dizmiş ama Fenerbahçe hücumda çoğalmayı becerememişti. Pereira’nın futbolu çoğunlukla geride 7 kişiyle güvenli, önde 3 kişiyle tenha bir görüntü vermişti. Jesus’un Fenerbahçe’sinde Ferdi-Alioski adeta açık gibi oynuyorlar. Dün herhalde Ferdi’nin ortalama pozisyonu, Pedro’nun önünde çıkmıştır! Ferdi’nin taç atışlarında gösterdiği gelişim de takdire değer.
2- ARAO-CRESPO DAHA ÖNDE OYNUYOR
Viyana'da üçlü savunmaya geçildiğinden beri Arao da stoperlerin içine gömülmüyor. Arao-Crespo daha önde konumlanıyorlar, böylece ikinci topları daha rahat topluyor bu ikili. Dinamo Kiev ile oynanan ilk iki maçta Fenerbahçe’nin yaşadığı en büyük sorunlardan biri şuydu: Kaleci Buschan uzun vuruyor, Szalai-Kim karşılıyor ama serseri topu Dinamolular kazanıyorlardı. Dün bu topları büyük çoğunlukla Fenerbahçeliler topladılar.
3- GURUR VEREN KOREOGRAFİ
Maçın başındaki “Yurtta sulh, cihanda sulh” koreografisinden Türk ulusu olarak gurur duyduk. Fenerbahçe taraftarına da teşekkür ederiz bu şık davranış için. Jesus da adeta “yurtta pres, cihanda pres” stratejisiyle oynatıyor takımını. Dün son yarım saatte ufak tefek panik sinyalleri olsa da, özellikle ilk bir saatte her hattıyla büyük takım davranışı gösterdi Fenerbahçe.
Süper Lig’in ilk bir ayının sonunda Gaziantep’in bulunduğu konum sürpriz değil. Ekonomik imkanları geniş olan beş şampiyonu ayırırsak, ligin kalan 14 mütevazı takımı içinde bence en derin kadrolar Adana Demir ve Gaziantep’te. Şu anda Galatasaray’ın kadrodaki üçüncü stoperi Emin, dördüncü stoperi Metehan... Antep’te kulübede Rumen milli Tosca ve en parlak genç yerli stoperlerinden Arda Kızıldağ var. Hücumlarında Maxim, Mustafa, Sagal, Figueiredo gibi iyi bir dörtlü oynuyor. Arkada Markovic ve Pekhart bekliyor. Gaziantep’in üst grubu zorlayabilecek bir kadrosu varken dün Erol Bulut’un aşırı tutucu stratejisi garip geldi bana. Bu kaliteli kadro bence daha iyi futbol oynayabilir.
SARI KARTLAR KOLAY ÇIKTI
Aslında dün ilk 40 dakikada iki iyi niyetli takımın iyi maçı olarak seyrediyordu oyun. Ne olduysa o Günay-Oliveira itişmesinde oldu, bir kaos başladı, hakem de bence sarı kartlarını biraz kolay çıkardı o süreçte. Onu başka tartışmalar ve başka kartlar izledi. Kaotik bir 50 dakikalık bölüm yaşandı Seyrantepe’de.
TEMEL SORUNLAR HALLEDiLDi
G.Saray ilk dört haftaya göre bence bazı temel meseleleri halletmiş görünüyor: Yunus ve Kerem taç çizgisine yapışmıyorlar, daha fazla merkezde topla buluşuyorlar. Torreira’nın gelmesiyle rahatlayan ve öne çıkan Sergio Oliveira sezonun en iyi futbolunu oynadı. Sacha Boey kanadını mükemmel kullandı, 10’a 11’ken bile Galatasaray’ın etkili hücum silahı olmayı sürdürerek maçın kahramanı oldu Fransız bek. Yine Galatasaray’ın eksik oynadığı bölümde Nelsson ve Torreira’nın da sorumluluk aldıklarının altını çizmek gerek.
DERiN BiR KADRO iÇiN TRANSFER YAPMAK ZORUNLU
G.Saray bu sezon üç maçı son dakikalarda kazanarak üst gruba tutundu, ancak daha fazlasını yapabilmeleri için daha derin bir kadroya ihtiyaçları var. Transferde sarı kırmızılılar için çok kritik bir kırk sekiz saat yaşanacak şimdi. Stoper takviyesi şart. İyi bir santrfor da arıyorlar haliyle. Yunus-Kerem’in kaygı duymasını sağlayacak, onlarla rekabet edebilecek kanat hücumcusuna da ihtiyaçları var. Bu takviyeleri yapabilirlerse şampiyonluk yarışında daha gerçekçi bir şansı olabilir Galatasaray’ın bu sezon.
Premier Lig ekipleri, geniş kadrolarından daha iyi faydalanmak adına Rezerv Lig’i kurduklarında sene 1999’du. Rezerv Lig 13 yıl boyunca hayatta kaldı. Sonra fonksiyonsuz olduğu fark edilerek yerini Gelişim Ligi’ne bıraktı. Zira Premier Lig kulüplerinin geniş kadrolarından faydalanma yolu daha ziyade yerel kupalarda oluyordu. Hemen her takım hem FA Cup’ta, hem de Lig Kupası’nda yedek oyuncularını değerlendirme şansı buluyorlar; böylece geniş kadro resmi müsabakalarda kullanılmış oluyordu.
ISMAEL KULÜBEYE BAŞVURAMIYOR
Bizde Rezerv Lig ölü doğdu. Sonra da iptal edildi zaten. Yerel kupalar, yani bizdeki versiyonuyla Türkiye Kupası bu açıdan önemli. Beşiktaş bu sezon Avrupa’da yarışmadığı, Türkiye Kupası da henüz başlamadığı için kadroyu genişletme fırsatı olmadı Ismael’in. Fransız teknik adam bir ana plan oturtmaya çalışıyor, bunun için de maçlara istikrarlı kadrolarla çıkmayı yeğliyor haliyle. Ancak dünkü maçta olduğu gibi bazı futbolcuların performansları alışılmışın altında olunca da kulübesine başvuramıyor. Çünkü kulübede güvenebileceği çok fazla adamı yok. Dün ikinci devrede Alli düştü, Nkoudou-Gedson düştü, Salih peş peşe hatalar yaptı. Ama Ismael’in de kulübesinde gözü kapalı güvenebileceği Josef vardı sadece.
ŞAPKADAN TAVŞAN ÇIKARDI
Ankaragücü’nün kadro kalitesi kısıtlı. Dün çok fiziksel bir oyun oynadılar, Mujakic’le Weghorst’u, Oğuz’la da N’Koudou’yu sindirmeye çalıştılar ilk yarıda. İlk yarıda hareketli olan N’Koudou, ikinci devrede taze Fıratcan’ın girmesiyle etkisini yitirdi. Ancak Weghorst her maçta olduğu gibi mükemmel oynadı yine. İlk golde topukla şapkadan tavşan çıkardı, ikincide de yine asisti yaptı. Eğer bu standardını korursa sanırım Süper Lig’de tüm teknik adamlar, Beşiktaş’la oynamadan önce Weghorst’a nasıl önlem alacaklarına kafa yoracaklar.
Weghorst bu performansını sürdürürse 2016’da Mario Gomez’in, 2018’de Gomis’in ligde yarattığı etkiyi yaratacak gibi hissettiriyor şimdiden. 2017-18 sezonunun final yazısının başlığını “Spor-Toto Gomis sezonu” olarak atmıştım. Weghorst da 2022-23’e adını vermeye kararlı sanki.
Çağdaş Atan, ligin değerli teknik direktörlerinden biri. Müsabaka öncesinde Jesus’la ilgili söyledikleri, neden bu seviyeye süratle geldiğinin kanıtı gibiydi: “Jesus’un Türkiye’de olması bizim için bir şans. Fenerbahçe çok maç oynadı, iyi analiz etme şansımız oldu. Jesus’a karşı oynamak beni de geliştiriyor” dedi genç teknik adam.
Ancak sıklıkla Guardiola için yapılan bir eleştiriyi dün de Çağdaş Atan’ın yanılgısıyla özdeşleştirdim ben. İngiliz spor medyası, Guardiola’yı sıklıkla “overthinking (yani bazı rakiplere gereğinden fazla kafa yorma)” ile suçlarlar.
KENDi OYUNUNDAN FERAGAT ETTi
Sanki dün de Çağdaş Atan, Jesus’un stratejisine çok fazla odaklanıp, kendi oyunundan tamamen feragat etmiş gibiydi. Çağdaş Hoca bu sezon Kayseri’de topa sahip olmaya çalışan, örerek hücum edebilen bir oyun geliştirmişti. Geçtiğimiz hafta Giresun önündeki uygulamaları da harikaydı. Ancak Fenerbahçe önünde tamamen geriden driplingle ya da kros toplarla çıkmayı deneyen, bu yüzden de bolca ofsayta düşen bir Kayseri izledik. Özellikle Mensah-Ramazan merkeziyle driplingle çıkmak istedi sanki Çağdaş Hoca. Ama pek başaramadılar bunu. Onur’un da o alışık olduğumuz hücum bindirmeleri hiç yoktu dün.
Fenerbahçe’yse, 72’ye kadar rakip kaleye gidemeyen Kayseri’ye karşı en yüksek vitese çıkma gereği duymadan çekti fişi.
CRESPO, SAHANIN GENERALi GiBiYDi
Konya maçındaki hareketsizliği ileri üçlüyü tamamen değiştirerek sert bir neşter darbesiyle çözme yoluna gitti Jesus. İyi sonuç aldığını söyleyebiliriz zira Joshua King, tescilli gollerinden birini attı. Joao Pedro iki golün de içinde var. Yine bu sezon ligde ilk kez 11’de forma giyen Crespo, her an maçın tam kalbindeydi. Sahanın generali gibiydi Crespo... Neredeyse tüm ikili mücadeleleri kazandı, iki tane net gol pozisyonuna girdi. Rakipleri onu tam altı kez faulle durdurdular ki bu istatistik bile tek başına Portekizli’nin ne kadar etkili olduğunun kanıtı. Bence Jesus ilk fırsatta Arao’yu üçlü savunmanın merkezinde, Szalai’yi sol stoperde, Crespo’yu da ön liberoda (yani şu anda Arao’nun oynadığı yerde) denemeli.
İnsanlar “Cristiano Ronaldo Fenerbahçe’ye geliyor” iddiası sayesinde 24 saatliğine de olsa bu yaz tatile memleketine gidemediğini unuttu belki, bu hafta yapması gereken kalem-defter alışverişini unuttu. Binlerce Ali Desideroyuz hepimiz. Kahvehaneye girdik ve bağırdık hep bir ağızdan: “Şampiyon biziz” diyor Ali, aldığımız Ronaldo’dan belli!”
Mazhar Fuat Özkan’ın 1985 yılında piyasaya sürdüğü Ali Desidero isimli şarkının bu sözleri, yaklaşık 40 yıl sonra bugün bile toplumumuza ayna tutma vasfını korumakta aslında. Ben taşrada doğdum mesela. 1980’li yılların başıydı. Çocukluğumda dünya fırtınalı dönemler geçirdi, Irak’la İran yıllarca savaştı, Almanya, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya bölündü. Doğu bloğu parçalandı. Avrupa sadece 32 ülkeden oluşuyordu mesela ben çocukken. Bugün bu sayı 55’lere çıktı. Elbette Türkiye de paralel zorluklar yaşadı, periyodik olarak süt-yumurta dağıtılan bir ilkokulda öğrenciydim ben de.
BEN VE BENDEN SONRAKi JENERASYONUN iŞi HEP ZORDU
Bu koşullar, ben ve benden sonraki jenerasyonun işlerini kolaylaştırmadı. Çoğumuz bir enstrüman çalmayı öğrenemedik mesela. Bir spor dalını bir kulüp çatısında profesyonel olarak icra etmek lükstü. Resim yapmak, piyano çalmak ya da bir kulüpte futbol oynayabilmek için çok özel yeteneklerinizin olması gerekiyordu. Bu kabiliyete de ancak yüz çocuktan biri sahip olabiliyor haliyle. Tabii o da çok şanslıysa.
MUTLULUĞU FUTBOLDA TRANSFERDE ARIYORLAR
SPORCU değilsiniz, resim ya da heykel yapmıyorsunuz, bir enstrüman çalamıyorsunuz. Aileniz çok zengin değil. Çok güzel ya da çok yakışıklı olmak gibi doğuştan bir avantajınız da yoksa, siz de sıradan birisiniz işte. Çantanız sıradan. Kıyafetleriniz sıradan. Kalabalıklarda isimsiz bir yüzsünüz. Oysa farklı olmak istiyorsunuz siz de. Kalabalıklardan ayrışmak, özel olmak istiyorsunuz. Bir şey kazanmak, galip gelmek istiyorsunuz. İşte bu noktada, futbol giriyor devreye. 3 puan giriyor. Transfer giriyor. Bireysel olarak bir şey kazanamayan kalabalıklar, mutluluğu bir futbol takımının galibiyetinde arıyor. Gollerde arıyor. Transferde arıyor.
Aslında bu coğrafyada siyasete bakış açısı da futbolla benzerlikler içermekte. Bir milletvekili ya da senato seçimi sonuçlarının on binlerce kişi tarafından çılgınca kutlanması da temelinde aynı duyguyu taşıyor. Biz bir şekilde kazanan bir gruba dahil olmak istiyoruz. O grubun başındakinin de zafer ilan etmesini umuyoruz. O kazanınca biz de kazanmış sayıyoruz kendimizi garip bir şekilde!
BiR SÖYLENTi HER ŞEYi UNUTTURDU BiZE