Futbolda mutlak bir doğru yok, başarıya gitmek için tek bir yol yok. Onlarca farklı yolla neticeye giden onlarca başarılı teknik adam var oyunun içinde. Belki Dünya’nın en fazla öykünülen ve en fazla taklit edilen teknik adamı Guardiola’yı, geçtiğimiz günlerde Ancelotti eleştirmişti mesela. Bin pas oyununun artık çağın gerisinde kaldığını ve direkt oyunla da kazanılabileceğini hatırlatmıştı Carlo Ancelotti. Sanırım bu akşam Vodafone Park’ta oynanacak derbi hakkında da en kısa yoldan söylenebilecek şey şu: Jesus’la Ismael’in yolları çok farklı. Ama amaçları aynı.
JESUS 90 DAKİKA BOYUNCA ÖNDE BASKI İSTİYOR ÇOĞUNLUKLA DA 8 KİŞİ İLE ÇILGIN BİR BASKIYA GİDİYOR
Jorge Jesus, Fenerbahçe’nin başında çıktığı 14 resmi maçta kolay tarif edilebilir, hatları çok keskin bir futbol anlayışı benimsedi. Jesus 90 dakika boyunca önde baskı istiyor. Sadece beş-altı ön alan oyuncusuyla değil, çoğunlukla bekleriyle, hatta bazen Szalai’nin de katıldığı sekiz kişilik bir kalabalıkla öne çılgın bir baskıya gidiyor sarı-lacivertliler. Topu kazanırlarsa, Alanya’ya karşı olduğu gibi kolay goller buluyorlar. Kazanamazlarsa savunma arkasında rakiplerinin değerlendirebileceği bir boşluk bırakıyorlar. Ki şimdiye kadar bu boşluğu Adana Demirspor ve Rennes’in değerlendirebildiklerini söyleyebiliriz.
NKOUDOU-MASUAKU’LU SOL KANATLA, F.BAHÇE DEFANSI ARASINDA BİR OFSAYT ÇARPIŞMASI YAŞANACAK GİBİ
Jorge Jesus’un 30 yılı aşan başarılarla dolu teknik adamlık kariyerinde istikrarla uyguladığı bir anlayış bu. Savunmayı bu kadar öne çıkarmanın çözümünü, doğru ofsayt çizgisiyle rakiplerini tuzağa düşürerek bulmaya çalışıyorlar. Konyaspor’u ve Kayserispor’u toplam 16 kez ofsayta düşürdüler. Şu ana kadar ligde Fenerbahçe’nin rakipleri ortalama 4,5 kez ofsayta yakalanırken, sarı-lacivertlilerde bu sayı 1...
Dolayısıyla çok büyük bir ihtimalle bu maçta da özellikle Beşiktaş’ın NkoudouMasuaku’lu sol kanadıyla Fenerbahçe savunması arasında bir ofsayt çarpışması yaşanacak gibi görünüyor.
VALERİEN ISMAEL’E GÖRE GOL İÇİN İLLA ÖREREK HÜCUM ŞART DEĞİL
Fenerbahçe topa %55,6 ile sahip oluyor, Beşiktaş’sa yalnızca %47,1 ile. Siyah-beyazlılar bu istatistikte ligde 19 takım içinde 14’üncü basamaktalar. Fenerbahçe her maçta ortalama 10 kez “on pas ve üstü pas serisi” yakalarken, Beşiktaş’ta bu sayı 5...
Adana Demirspor, Süper Lig’in en kaliteli ön taraf rotasyonlarından birine sahip. Kendisi de 2000’lerde harika bir santrfor olan Vincenzo Montella’nın elinde Artem Dzyuba, Britt Assombalonga ve Fredrik Gulbrandsen gibi en uçta kullanabileceği üç kaliteli seçenek bulunmakta.
Aslında Montella da sezona onları kullanarak başlamıştı; Giresunspor ve Sivasspor’u en uçta Assombalonga’yla yenmişti. Fenerbahçe ve Ümraniye maçlarında yeni transfer Dzyuba’yla oynadı İtalyan hoca. Ancak son iki maçta, Trabzonspor ve Antalyaspor önünde klasik bir dokuz numara kullanmaktan vazgeçti.
Kâğıt üzerinde bazen Emre Akbaba’yı, bazen de Henry Onyekuru’yu en uçta gördük. Ama realitede Adana Demirspor’un dört ileri uç oyuncusu dinamik oynadılar, Yusuf-Belhanda-Onyekuru ve Emre hareketli futbollarıyla rakip savunmacılara ciddi sorunlar çıkardılar.
Şu sıralar Demirspor’da uyguladığı taktik Spalletti’ninkine çok benziyor
Vincenzo Montella’nın sporculuk dönemine canlı şahitlik etme şansı buldum, onlarca maçında yorumculuk yaptım. Çok iyi bir santrfordu, bence Roma’da uzun süre çalıştığı hocası Spalletti’den de çok etkilendi.
Bir taktik deha olan Luciano Spalletti de Roma’da zaman zaman klasik dokuz numara kullanmaz, en uçta Totti’yi tercih ederdi. Böylece orta sahada altı oyuncu sayısına ulaşır ve rakiplerini o “artı bir faktörü” ile mat ederdi.
Şu sıralar Montella’nın da Adana Demirspor’da uyguladığı taktik, hemen hemen o.
Belki 2005-2009 arasında hocası Spalletti, kendisini kulübede oturttuğunda sinirleniyordu Montella.
1984’te Galatasaray, bir Avrupa şampiyonu ve Dünya Kupası finalisti Derwall’i getirebiliyordu Türkiye’ye. 1987’de bu kez Beşiktaş teknik direktörünü Premier Lig’den buluyor, Leicester’da Lineker’in hocalığını yapmış Gordon Milne’e görev veriyordu. 1990’da A milli takımın başına “Danimarka Dinamitleri”ni yaratan ve penaltılarla Avrupa şampiyonluğunun kıyısından dönen Sepp Piontek geliyor, yardımcısı olarak da genç Fatih Terim atanıyordu. Çünkü Şenes Erzik federasyonunun vardı böyle bir vizyonu.
Aradan 30 küsur yıl geçti. Türk futbolu bu 30 yılda Dünya Kupası’nda ve Avrupa Şampiyonası’nda yarı finaller gördü. UEFA Kupası ve Süper kupayla tanıştı. Ancak maalesef TFF yönetiminin vizyonu 1980’lerden dahi geride şu anda! Avrupa’nın en prestijli 20 milli takım işinden biri olan Türkiye’nin başına hemen hiçbir üstyapı deneyimi olmayan, 60 yaşındaki Kuntz’u getirdik geçen sene. Dilerdik ki Kuntz fantastik bir performans gösterip bizi mahcup etsin ancak maalesef yanıltmadı. Şu son bir hafta içinde yarattığı çelişkiler bile, neden Türkiye Milli Takımı gömleğinin ona üç beden büyük olduğunu kanıtlar nitelikte...
1- ‘BEK FERDİ’ SiLAHINDAN MAHRUM KALDIK
Stefan Kuntz, ilk açıkladığı kadroya merkez orta saha olarak Berkan, Salih Özcan, Orkun ve İrfan’ı davet etti. Daha sonra Salih Özcan sakatlandı ve yerine Tolga’yla İsmail’i ekledi.
Yani bu kadro seçiminden anladığımız kadarıyla orta saha pozisyonu için ilk 3 tercihi Berkan, Orkun ve İrfan’dı. Ardından Lüksemburg maçına Ferdi-Orkun merkeziyle çıktık. Ki ilk gariplik bu noktada başlıyor:
Kadroya zaten 4 orta saha çağırmışsınız. Sonra iki tane daha. Dışarıda da hâlâ Salih Uçan, Soner Dikmen gibi iyi seçenekler kalmış. Ama siz merkezde, son iki yılı bek olarak geçirmiş Ferdi’yi tercih ediyorsunuz. Ferdi çok yönlü ve özel bir oyuncu. Hangi görevi verirseniz yapabilecek kalibrede.
Ancak Ferdi’yi merkezde kullanarak çok büyük bir silahımızdan, “bek Ferdi”den mahrum kaldık. Ki iki maçta bek olarak görev verdiğimiz Zeki Çelik ve Eren de vasattılar maalesef.
2- İSMAİL YÜKSEK VE BERKAN KARMAŞASI
Türkiye A Milli Futbol Takımı, 1990’da Sepp Piontek’i 50 yaşında göreve getirdi. O Piontek, Danimarka Milli Takımı’nı Avrupa Şampiyonası’nda yarı final oynatmıştı.
Galatasaray, 1984’te Jupp Derwall’i 57 yaşında göreve getirdi. Derwall, Galatasaray öncesi çalıştırdığı Alman Milli Takımı’nı Avrupa Şampiyonu yapmış, Dünya Kupası’nda da final oynatmıştı.
Beşiktaş, 1987’de İngiliz Gordon Milne’i 50 yaşında göreve getirdi. Milne, Beşiktaş öncesi Premier Lig’de Leicester City’yi çalıştırmıştı. Gary Lineker’i İngiliz futboluna hediye eden isimdi.
BU NASIL BiR ViZYON?
Türk futbolu, 1980 ve 90’lı yıllarda, uluslararası arenada son derece başarısızken, hiçbir büyük turnuvaya bilet alamıyor, Avrupa kupalarında tur geçemiyorken getirdi bu hocaları ülkeye. Üstelik öyle milyon Euro’lar da saçmıyorduk maaş olarak. Türk futbolu o yıllarda bile cazipti, heyecan vericiydi kaliteli teknik adamlar için. Zaten benim isyan ettiğim konu da bu:
ARTIK CiDDi BiR OYUNCUYUZ AMA
2020’li yıllardayız. Son 13 büyük turnuvanın 6’sına katılmışız, üçünde son sekize kalmışız. Kıta futbolunda artık ciddi bir oyuncu olan Türk Milli Takımı’nın başına, 60 yaşına kadar üstyapıda neredeyse hiçbir teknik adamlık deneyimi olmayan Stefan Kuntz’u getirmek nasıl bir vizyonun ürünüdür sahi? Ben bir Türk sporsever olarak, 80’lerde A milli takımın başına Sepp Piontek’i, ümitlerin başına da Fatih Terim’i getiren vizyonu özlüyorum.
90 BiN KEZ RÜZGAR VE SUNi ÇiM!
Brentford’dan 4 günlüğüne duran top hocası kiralayıp yüz kez çalıştıkları korner golünü bize attılar. Portekiz’e karşı yılın en kritik maçına üçlü savunmayla çıktık, Berkan’ı sol kanat bek kullandık. Sonra ne üçlü defans gördük bir daha, ne de Berkan’ı! Dün de orijinal stoperimiz olduğu halde Tolga Ciğerci’yi defansın göbeğinde kullandı Alman Hoca... Kuntz’la hiçbir kritik maçı kazanamadık. Dün de Lüksemburg’un elinden 87’de kurtarabildik 1 puanı. Neyse ki görevi layıkıyla tamamlıyoruz, buradan play-off biletiyle çıkıyoruz. Ancak Kuntz’un kırılma maçlarında daha sakin kararlar alması gerektiği de ortada.
DENİZ UNDAV NİYE YOK?
Önümüzde hem Euro 2024 elemeleri, hem de Uluslar Ligi play-offları var. Daha ciddi rakiplerle oynayacağız, daha geniş bir kadroya ihtiyaç duyacağız. Hâlâ Deniz Undav’la ilgili sosyal medyanın 20 liralık bot hesaplarının manipülasyonları dışında sağlıklı bir bilgi yok ortada: TFF, Premier Lig’deki tek Türk asıllı santrfor Deniz’i kadroya davet etti mi? Bir yanıt aldı mı? Stefan Kuntz veya Hamit Altıntop’un bu konuda bir açıklama yapma niyetleri var mı acaba?
RESMİ AÇIKLAMA BEKLİYORUZ
Bundan bir buçuk yıl önce Yusuf Demir ve Ercan Kara henüz hiçbir A milli takım forması giymemişken de böyle bir sessizlik vardı TFF’de. Şimdi de “Yusuf zaten Avusturya Ümit Milli Takımı’nı seçmişti” gibi gayrıciddi bir savunmayla konunun üstü örtülüyor. Ferdi Hollanda’nın, Salih Özcan da Almanya’nın ümit milli takımlarında oynamışlardı ama şu anda Türkiye için ter döküyorlar
DEMEK Kİ ÜMİT MİLLİ TAKIM SEÇİMİ, DÜNYANIN SON SEÇİMİ DEĞİL
A milli takım için oyuncuyla iletişim kurarsanız, hikayeleri değişebiliyor bu genç insanların. Bir Türk sporsever olarak buradan TFF yönetimine soruyorum: Bir buçuk yıl önce Yusuf Demir ve Ercan Kara’ya Türkiye A milli takımı daveti yapıldı mı? Bu yıl Deniz Undav’ı kadroya davet ettik mi? Ettiysek bu oyuncular ne yanıt verdiler? Umarım artık resmi bir açıklama duyabiliriz bu konularda.
Jesus eğer Türkçe bilseydi, herhalde bozduğu o yıllanmış ezberlerimize sıkça değinebilirdi basın toplantılarında! Gerçi Jesus’un lisan öğrenme konusunda çok başarılı olmadığını biliyoruz hepimiz. Zaten kariyerinde 1 Copa Libertadores-6 Portekiz şampiyonluğu, 2 Avrupa Ligi-1 Dünya Kulüpler Kupası finali olan bir hocanın 5 büyük ligde çalışmaması garipliğinin de nedeni bu. Portekizce dışında herhangi bir lisanı, özellikle de İngilizce’yi mükemmel konuşamaması.
1- LİGİ BİLEN TEKNİK ADAM KLİŞESİ
Bizim 30 yıllık ezberimize göre ligi iyi bilen teknik adam makbuldür burada. Jesus sadece iki ayda futbolda ortak bir dil konuşulduğunu, iyi oyun oynatmak için ligi çok da bilme zorunluluğu olmadığını gösterdi sanırım. Dün geriden çıkma konusunda geniş bir repertuvara sahip Farioli’nin Alanyaspor’una karşı önde gerilla presi oynadı takımı.
2- BİR HAFTADA 3 MAÇ OYNADIK KLİŞESİ
Bu ülkede çalışan her teknik adamdan Avrupa maçları sonrası duyduğumuz o klişeyi de mahvetti Portekizli Hoca. Rennes ve Alanya maçları arası tam 8 oyuncu değiştirip aynı futbolu oynatabiliyor takımına.
3- SEZONU ERKEN AÇTIK KLİŞESİ
Sezon 20 Temmuz’da açılmış, yıpratıcı maçlar oynanmış ama takımının fiziksel seviyesi üst düzey. Hemen hemen her oyuncu gelişiyor. İlk başlarda eleştirilen Gustavo vites artırdı. Tartışmalı İrfan 4 günde 2 maçta iki gol atıyor. Emre Mor gelişiyor. Herkese teker teker dokunmayı başardı sadece iki ayda.
4- PORTEKİZCE KONUŞANLARI KAYIRMA KLİŞESİ
Konyaspor’un ilk altı maçının üçü 1-0, ikisi 0-0 bitmişti düne kadar. Bir karakterleri var, kalelerini bu denli kapatabilmelerinin bir sebebi var: Takım halinde doğru duruyorlar, çok fazla pozisyon vermiyorlar. Bu sezon Hearts’a 4, Fiorentina ve Antwerp’e üçer gol atmış Başakşehir’e koca 90 dakikada tek bir net pozisyon vermişlerdi. Fenerbahçe’den de gol yememişlerdi. Dün Galatasaray’a karşı da 75 dakika boyunca oyunlarından hiç taviz vermediler, özellikle sarı-kırmızılıların tempoyu yükseltmek istediği bölümlerde akıllıca düşürdüler vitesi. Bence Konya’nın iki sezondur bu tip maçlarda yaptığı en kritik iş, büyük rakiplerine tempoyu artırma fırsatı vermemeleri. Dün de 70’lere kadar yine maçın vitesini düşük tutmayı başardılar ancak Okan Hoca’nın doğru değişiklikleriyle avantajı ele geçirdi Galatasaray.
ZAYIF HALKA CEBRAiL
1- Yusuf Demir oyuna sağ iç olarak girdi, Okan Hoca bu değişiklik sonrası sol içe Sergio Oliveira’yı gönderdi. Cekici sakatlığı sonrası sağ açık olarak oyuna giren Cebrail, dün sahada kaldığı süre boyunca Konya’nın zayıf halkasıydı. Orayı zorlamak istedi Galatasaraylılar. Nitekim son 20’de de neredeyse tüm fırsatları soldan buldular.
GOL DE SOLDAN GELDi
2- Yine Cebrail’in karşısına Dubois’yı sokmak da doğru bir hamleydi. Gerçi gol olduğunda Cebrail oyundan çıkmıştı ama Dubois soldan yaptığı bindirmeyle yaptı asisti.
BERKAN BiLE ŞAŞIRMIŞTIR MiLLi DAVET ALMASINA
Bir parantez de dün açıklanan A milli takım kadrosuyla ilgili açmak gerek. Stefan Kuntz kadroya sadece dört merkez orta saha oyuncusu davet etmiş; anladığım kadarıyla 4-4-2 oynayacağız bu iki müsabakada. Yalnız 4-4-2 oynayacaksak neden 4 değil de 3 santrfor davet ettik, o da başka bir soru işareti tabii. Kadroya dahil edilen Berkan da herhalde şaşırmıştır bu kez davet almasına.
SONER DiKMEN’E TEBRiKLER
Pinault, bu dev markaları yönetirken yetenekli gençlere yaptırım yapmayı tercih ediyor, herkesin gözden kaçırdığı özel kişilere erken yaşta sorumluluk veriyor. Yıllardır içeride çalışan bir mücevher tasarımcısındaki dehayı fark edip Gucci’nin kreatif direktörü yapıyor mesela. Benzer şekilde Balenciaga’nın tepesine de Gürcü asıllı bir yeteneği getiriyor.
EN İYİ AKADEMİ
İşte o yetenek avcısı Pinault, dün Fenerbahçe’nin rakibi olan Rennes kulübünün de sahibi. Ve Pinault ailesi, Rennes’i de aynen Gucci’de-Balenciaga’da uyguladığı stratejiyle yönetiyor. Rennes, Fransa’nın en iyi gençlik akademisine sahip. Yakın geçmişte Dembele, Camavinga, Mathys Tel gibileri Avrupa futboluna hediye ettiler. Sulemana, Doku ve Theate de sırada.
EN DEĞERLİ 6. TAKIM
Beş yıldır bu seviyede yarışan Rennes, şu anda Avrupa Ligi’nin en değerli altıncı takımı. Roazhon’a bu turnuvanın en iyi takımları Arsenal veya ManU da gelse belki kolay çıkamayabilirlerdi. Fenerbahçe’nin yüksek savunma hattının arkasına sarkıp şok iki gol bulmalarına rağmen temsilcimizin o noktadan dönebilmesi büyük iş. Jesus’tan önce dörtlü savunma hamlesi geldi, sonra ileri ikili Valencia-Pedro oldu. En son Rossi ile hücum üçlendi. Bir puanı sonuna kadar hak etti dün Jesus’un talebeleri.
LINCOLN ZAYIF HALKA
F.Bahçe adına maçın en iyileri Gustavo, İsmail ve Samuel’di. Fenerbahçe dün eğer Samuel’in gösterdiği süper performansın bir benzerini sol kanat bekten de alabilseydi, galibiyet dahi çıkarabilirdi oradan. 56’da dörtlü savunmaya dönülene kadar sol kanat bek oynayan Lincoln, takımın zayıf halkasıydı zira. Bu sezon ilk kez en üst ligde oynayan İsmail Yüksek’in çıkışı ise peri masalı gibi. Eğer Avrupa Ligi’nde bu oyununu sürdürürse gelecek transfer penceresinde sürpriz talipleri olabilir İsmail’in.