G.Saray’ın üç Süper Lig maçında sahaya sürdüğü ilk 11’lerde kaleci ve savunma dörtlüsü aynı. Hücum üçlüsü aynı. Doğru kombinasyonun arandığı tek yer orta saha. Antalya’da Berkan ilk 11’deydi. Giresun önünde Midtsjö’yü izledik. Dün de Torreira’ya 90, Mertens’e 45 dakika şans verdi Okan Hoca. Zaten Galatasaray’ın oyun standardını da bu orta saha üçlüleri belirliyor. Dün ilk yarıda kendi alanından topla çıkamayan, Ümraniye presine karşı kırılgan bir Galatasaray orta sahası seyrettik. Bunun neticesi olarak da ilk yarıyı rakip ceza alanında Ümraniye’den daha az topa dokunarak (8’e 10) ve daha az gol beklentisi yaratarak bitirdi sarı-kırmızılar. Ancak 46’da yapılan Mertens/Emre değişikliğiyle siyahla beyaz kadar değişti oyun.
20 DAKiKADA 11 ŞUT
İlk devrede Serkan Kırıntılı’yı neredeyse hiç zorlayamayan, 45 dakikayı Yunus ve Seferovic’in birer cılız şutuyla bitiren Galatasaray, Mertens’li ilk 20 dakikada tam 11 şut gönderdi Ümraniye kalesine. Mertens üç, Oliveira ve Seferovic ikişer kez yokladılar o süreçte kaleyi. Bir top direkten döndü, iki de iyi Serkan kurtarışı durdurdu Galatasaray’ı. Hatta maçın ilk yarısında rakip yarı alanda hiç gözükmeyen bekler dahi canlandı, Boey ve Aanholt da toplam 3 şut denediler. Dün sahadaki sıradanlığa isyanı Mertens başlattı, gemiyi ise 37 yaşındaki profesyonellik abidesi Gomis kurtardı.
YENi STOPER ŞART
Okan Buruk’un ligin kalan 33 maçında büyük beklentilere yanıt verebilmesi için birkaç meseleye çözüm üretmesi gerek:
1- İlk devrede prese karşı çaresizlik, Muslera’nın-Nelsson’un peş peşe taca attığı toplar sarı-kırmızılılar açısından endişe verici. Savunmadan çıkışlarda hem daha fazla ön hazırlığa, hem de daha hareketli bir orta sahaya ihtiyaçları var.
2- Abdülkerim, Sturm Graz, Fehervar ve Giresun maçlarından sonra bir benzer hatayı da dün 69’da yaptı. Stoper rotasyonunu güçlendirmek zorunda Galatasaray.
3- İkinci yarıda bir miktar hareketlenseler de sarı-kırmızılılar, beklerinden çok kısıtlı katkı alabiliyor. Bir Rosier, Ferdi, hatta Eren katkısı dahi yok Galatasaray beklerinin.
Jesus ilk kez ana plan olarak klasik 4-1-3- 2’nin dışına çıktı. Takımını 3’lü savunma ve 3’lü hücumla sahaya çıkardı. Bunun iki nedeni olabilir: Zayıf bir ihtimalle, rakibinin de üçlü savunma ve Tabakovic’siz üçlü hücum tercihi olduğu bilgisini alınca vermiş olabilir bu kararı. Ama daha güçlü olan ihtimal, Ağustos’ta sekiz maç oynayan takımını döndürmek, yeni oyuncular kazanmak. Ve farklı dizilişleri oynama kabiliyetine kavuşmak.
DAHA BÜYÜK RİSKİ SEÇTİ
Elbette, santra itibariyle 3-4-3’ün riskli bir tercih olduğunu kabul edelim. Eğer Avusturya’dan kötü bir sonuçla dönülseydi de büyük ihtimalle tüm spor kamuoyu Jesus’u aldığı bu risk nedeniyle eleştirecektik. Zira Kasımpaşa maçında yakalanan ana plan başarılıydı, o 11’e iki-üç rötuş yaparak pekala daha az risk alabilirdi Viyana’da. Ancak Jesus daha büyük riski almayı tercih etti. Alioski, Lemos, İsmail gibi sürpriz oyuncularla kurduğu 3-4-3’ü denedi Avusturya’da.
KING BULDOZER GİBİYDİ
Elbette takım kaliteleri arasındaki uçurumu da dikkate alıyorum, ancak Fenerbahçe’nin taktiksel olarak 3-4-3 konusunda da sınıfı geçtiğini söyleyebilirim. Austria Wien mütevazı bir kadroyla mücadele ediyor. Geçen sezon takımın yarısını kaybettiler, üstelik puan ve para cezası da aldılar. Dün ilk 11’de 20 yaş altı 4 oyuncuyla çıktılar sahaya. Ama dinamikler. Coşkulular. İştahlı bir top oynadılar. Fenerbahçe’yse genç ve enerjik rakibine karşı olgun bir tavır ortaya koydu. Orta sahada İsmail ve Crespo’nun kazandığı toplarla Rossi ve King’in koşu yollarını beslediler ana plan olarak. 60 dakika sahada kalabilen King buldozer gibiydi. Kasımpaşa maçında bıraktığı yerden devam etti öldürücü sprintlerine
LEMOS ENDİŞE VERİYOR
King, Rossi, İsmail ve Crespo gibi iyilerin yanına Alioski’yi de yazabiliriz. Fiziksel durumu iyi. Savunma üçlüsündeyse özellikle Lemos endişe veren bir futbol oynadı. 48’de taca bırakabilecekken rakibine hediye ettiği top akıl almaz bir hataydı mesela. Jesus’un Lemos konusunda çok ısrar edeceğini sanmıyorum doğrusu.
Amerikalılar’ın meşhur bir lafı vardır: “Bozuk değilse, tamir etme”... Fenerbahçe 2020-21 sezonunu Emre Belözoğlu ile, 2021-22’yi de İsmail Kartal’la sağlam oyunlarla kapadı aslında. Belki şampiyon olamadı ama oyunu tamir etmeye de lüzum yoktu. Pereira, 2021-22 sezonunun başında bozuk olmayan bir düzeni tamire kalkıştı. Fenerbahçe’nin Belözoğlu dönemindeki oyunla bağı tamamen koptu. Bir kargaşa kaldı meydanda. Sonra Kartal göreve geldi, takım hafızasına başvurdu, enkazı toparladı. Ve Jesus’a yine tamir gerektirmeyen sağlam bir oyun hafızası bıraktı aslında.
JESUS BUNDA ISRAR ETMELi
Dün Jesus döneminin altıncı resmi maçıydı. Tabii ki Kasımpaşa çok erken 10 kişi kaldığı için müsabakanın sağlıklı tahlilini yapmak kolay değil. Ancak şunu söylemek mümkün: Kalede Altay, beklerde Osayi-Ferdi, savunma lideri Szalai, merkezde Zajc ve en uçta Valencia ile dünkü takım, geçen sezonu bitiren ekibe oldukça benziyordu. Hem personel, hem de oyun anlamında. Jesus’un geçen seneki hafızaya başvurması mantıklı. Bunda ısrar etmesi de doğru olur sanki.
DOĞRU PASLAR DiKKAT ÇEKTi
Kasımpaşa’nın 75 dakika 10 kişi oynadığı bir maçta bazı performanslar yanıltabilir. Ancak Fenerbahçe’nin özellikle birkaç konuda geliştiğinin altını çizebiliriz:
1- Futbolda kısa pas-uzun pas yok, doğru pas var. Dün sarı-lacivertliler özellikle uzun metrajlı doğru paslarla dikkat çektiler. 8’de Altay-Ferdi pası penaltı, 33’te Gustavo-Lincoln pası gol getirdi. Yine 16’da Szalai’nin, 34’te Altay’ın başarılı uzun toplarını izledik.
KiNG BU KEZ DAHA HAZIRDI
2- Jesus’un bence Dinamo Kiev eşleşmesindeki kötü tercihlerinden biri, iki ay futboldan uzak kalmış King’i hazır olmadan oynatmasıydı. King’den tam performans almanız için, fiziksel olarak iyi seviyede olması gerek. Dün biraz daha hazır bir King izledik. Hemen hemen her pozisyonun içinde vardı. Yanlış saymadıysam arkadaşlarına tam 6 şut pası verdi Norveçli forvet.
Birçok büyük lig ağustos başında start alıyor ama transfer sezonu bir ay daha devam ediyor. Eğer dev bir kulüpseniz transferi erken tamamlamanız mümkün ama Süper Lig’in orta sınıfındansanız 31 Ağustos gece yarısına kadar sürebiliyor mesainiz. Haliyle de sezonu tam kadroyla ancak ilk milli maç arasından sonra açabiliyorsunuz. Dün Hakan Keleş, maç öncesi kendisine uzatılan mikrofona 5-6 transfer yaptıklarını, 5-6 tane daha yapmaları gerektiğini söyledi mesela. Hatta “Ligin ilk haftaları hazırlık kampı gibi geçiyor, umarım bu yıl bunu erken bitiririz” diye de ekledi Hakan Hoca.
SÜREKLi KONTRATAK ARADILAR
Gerçekten de Giresun’un ön taraftaki yetenek havuzu kısıtlı. Galatasaray’a karşı topa çok fazla sahip olup, set hücumu yapma şansları yoktu. Ama ikinci yarıda Galatasaray 4-4-2’ye döndükten sonra sürekli kontratak fırsatı kolladılar. Sol açık Borja ile de zaman zaman tehlike yarattılar. Zaten golü de Abdülkerim’in hatasında 21’lik genç İspanyol Borja ile buldular.
ABDÜLKERiM’E ŞAŞIRMAYIN
Dün Abdülkerim’in sebep olduğu gole şaşıranlar olabilir. Ancak Galatasaray’ın hazırlık maçlarını izleyenler bence çok da şaşırmadılar. Zira Graz ve Fehervar maçlarında da benzer hatalar yapmıştı Abdülkerim. G.Saray’ın şu anda eksik görünen tek pozisyonu stoper rotasyonu sanki. Elbette maçın hikayesini tek hata üzerinden açıklamak doğru olmaz. G.Saray ilk devrede oyunu kenarlara iyi taşıyıp bolca orta yapınca, Okan Hoca çift santrfora dönme kararı aldı.
10 YENi OYUNCU FORMA GiYDi
Ancak futbol böyle: Bir alanda çoğalayım derken, başka alanda eksilirsin. G.Saray da bunu yaşadı... Okan Hoca 46’da santrforları ikiledi, Seferovic bağlantı oyuncusu gibi görev yapmaya başladı. Ama orta saha geçirgenleşti. Bunun bedelini 2. devrede pozisyonlar vererek ödedi ev sahibi. Kiralıktan dönen Yunus-Emre Akbaba ve altyapı ürünü Hamza’yı da sayarsanız, dün G.Saray’da 10 yeni oyuncu forma giydi. Belli ki bu kadar yeni futbolcuyla organize bir takım yaratmak için zamana ihtiyacı olacak Okan Hoca’nın.
Temsilcilerimizden üçünün, Trabzon, Sivas ve Fenerbahçe’nin Avrupa macerasının Kasım’a kadar süreceği kesin. Eğer Konferans Ligi play-off’unda da işler yolunda giderse Avrupa’da gruplarda dört takımla temsil edileceğiz. Ki şu anda ülke futbolu için hayati bir önem taşıyor bu konu.
ADETA KURTULUŞ SAVAŞI
Eğer önümüzdeki kritik iki hafta da temsilcilerimiz için iyi geçerse Avrupa’da 24 maç daha oynamayı garantileyeceğiz. Devler Ligi’nde bir galibiyet 2,8 milyon euro. Avrupa ve Konferans Liglerinde de 600 bin euro civarında. Üstelik Avrupa’da gruplarda olmak sadece bir ekonomik fırsat değil. 30 yıl sonra ilk kez kıtanın 20’nci basamağına düşen Türk futbolu için bir kurtuluş savaşı adeta bu. Dört takımla gruplara kalır ve hatta dördüyle birden Şubat’ı da görebilirsek, tekrar yukarılara tırmanma, ligimizin değerini artırma, ekonomik darboğazdan çıkma, ülkeyi iyi futbolcular için cazip bir rota haline getirme fırsatımız olacak.
JESUS TAKIMINI TEST ETTİ
Dün play-off vizesi alan Fenerbahçe’nin Ağustos takvimi malum. Bir ay içinde Slovacko, Ümraniye, Slovacko, Kasımpaşa, Austria Wien, Adana Demir, Austria Wien ve Konya ile oynuyorlar. 25 gün içindeki bu 8 maçın en risksizi dünkü idi, Jesus da as-yedek karışımı bir kadroyla sahaya çıkmayı tercih etti. Sahada birkaç test vardı: Arda’yı ikinci santrfor rolünde görmek. Crespo’nun müsabaka alışkanlığını artırmak. Sol bekte Peres’in gerçek bir alternatif olup olmadığını anlamak gibi.
EN İYİSİ SERDAR DURSUN'DU
Sonuçlarsa netameli: Fenerbahçe geriden oyun kurarken zorlandı. Baskıyla çok top yitirdi. Luan Peres ikinci maçında da olumlu sinyaller vermedi. Fenerbahçe, beklerinin bindirmelerinden mahrum bir akşam geçirdi. Crespo yavaş yavaş maç ritmini yakalıyor. Arda, fiziksel bir oyun oynayan ve çok faul yapan Slovacko’lularla didişmekte zorlandı. Rossi’de bir özgüven kaybı var. Takımın en iyisiyse Serdar Dursun’du dün. İştahlı oyununu süper bir golle taçlandırdı milli futbolcu.
Cuma gecesi Trabzon önüne klasik bir 1.lig kadrosuyla çıkan İstanbulspor’u Norwich City’ye benzetmiştim. Sarı siyahlılar birkaç takviye yapmazsa alt lig seviyesindeki bu kadronun Süper Lig ayarında mücadeleye yetmeyebileceğinden endişe ediyorum çünkü. Dün Kadıköy’de sahaya çıkan Ümraniye’yi de cumartesi günü Liverpool’a karşı Liverpoolluk taslayan Fulham’a benzeteceğim izninizle...
Ümraniye, Geraldo-Lenjani gibi iyi takviyelerle güçlenmiş; müsabakaya misafir gibi değil ev sahibi gibi başladılar adeta. İlk yarıda Fenerbahçe’yle hemen hemen eşit sayıda pas yaptılar, şut istatistiği 8-7, kornerler 3-4, rakip ceza alanında topla buluşma sayısı 8-11’di devrenin sonunda. Tabela dışında hemen her şey istediği gibiydi Recep Uçar’ın ilk devrede.
BOĞAZiÇi’Li AKILLI TEKNiK ADAM
Aslında ikinci devreye daha tempolu başlayan ve özellikle Ferdi’nin kanadından pozisyonlar yaratan taraf Fenerbahçe’ydi. Ancak Ümraniye’nin aynı maçta ikinci kez korner organizasyonuyla skor yapmasıyla momentum değişti. Hem Glumac, hem de Gheorghe’nin gollerindeki akıllı korner organizasyonları bana Ralf Rangnick’in o güzel tespitini hatırlattı:
“Futbolda artık gollerin yüzde 30’u duran toplardan geliyor. Öyleyse her takımın idmanların yüzde 30’unu da duran toplara ayırması gerekmez mi?”
Belli ki Süper Lig’in Boğaziçi’li akıllı teknik adamı Recep Uçar, bu gerçeğin ziyadesiyle farkında.
JESUS GEREKENi YAPMADI
Fenerbahçe’nin dün Kadıköy’deki iki puan kaybını ise 3 maddeyle açıklamaya çalışacağım:
Henüz altı maç oynandı ama Süper Lig’in 65’inci sezonuyla ilgili ilk izlenimlerim olumlu. Geride kalan 6 müsabakanın beşini 90 dakika izledim, teknik adamlar cesur, oynama niyeti olanların sayısı fazla. Zaten ülkedeki teknik adam devrimi beni çok heyecanlandırıyor, şu an ligdeki teknik direktörlerin yaş ortalaması 46... Üstelik Süper Lig’deki 19 takımdan yalnızca beşi bu yaz teknik adam değişikliğine gittiler. Bu sayı Bundesliga’da bile yedi.
KOMPAKT AMA DÜŞÜYOR
Süper Lig’de teknik adam ve kadro istikrarı sağlayan takımların başında Antalya geliyor. Geçtiğimiz sezonu 16 maçlık bir namağlup seriyle bitirmişlerdi. Yeni sezonu da bıraktıkları yerden açtılar. Nuri Hoca halen yaşlı sayılabilecek bir takımla mücadele ediyor, ilk 11’lerinde yedi tane 30 yaş üstü oyuncu vardı dün. Bu da onlara iki farklı çıktı veriyor: Deneyimleri sebebiyle neredeyse tüm maçı kompakt oynuyorlar. Ancak son bölümde onları zorlayan bir takım çıkarsa fiziksel düşüş yaşayanlar olabiliyor.
OYNUYOR, OYNATIYOR
Galatasaray’sa bir yeniden yapılanma sürecinde. Teknik adamı yeni. Dünkü 21 kişilik kadrosunun (kiralık görevden dönenleri de sayarsak) 11’i yeni. İlk 11’inde beş yeni vardı, Midtsjö girince altı oldu. Dubois, Torreira ve Mertens’in de katılımlarıyla belki 7-8 olacak bu sayı. Galatasaray’ın uyumlu bir grup halinde hareket edebilmesi için kat etmesi gereken bayağı yol var. Buruk bu 11’le sadece 120 dakika test yapabilmişti: Kasımpaşa maçının son yarım saati ve Fiorentina müsabakası. Ancak o 120 dakikanın söylediği net bir şey vardı: Galatasaray’ın hikayesi topu Seferovic’le buluşturabildiğinde değişiyor. Seferovic oynuyor, oynatıyor. Dün belki çok etkili değildi. Ama 90’da istediği topu alınca hücumu organize etti ve skoru getirdi takımına.
OLiVEiRA’YA YARDIM GEREK
Dün Galatasaray bir geçiş hücumuyla kazandı ama az sayıda organize hücum yapabildiklerinin de altını çizmek gerek. Seferovic gol pozisyonu dışında topla çok az sayıda buluştu. Boey şaşkındı, ciddi de özgüven kaybı söz konusu. Oliveira didindi ama orta sahada yardıma ihtiyacı var. Torreira’nın katılımı sanırım Oliveira’nın verimini de artıracaktır.
Beşiktaş’ın tüm hazırlık maçlarını ve dünkü müsabakayı izledikten sonra şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Siyah-beyazlılar halen yeniden yapılanma sürecinde. Dünkü ilk 11’den sadece 4 oyuncu geçen sezon Ismael’le çalışmışlardı. Yani aslında beş değil yedi yeni transferle başladı dün Beşiktaş. Ve bu reorganizasyonun sancılarını da net bir biçimde yaşıyorlar.
SİSTEME GÖRE TRANSFER
Dünkü maçın neticesinden bağımsız olarak Beşiktaş’ta an itibariyle bence en önemli başlık şu: Neredeyse tüm teknik adamlık kariyeri boyunca üçlü savunma oynatmış bir hocayı Beşiktaş’a getiriyorsanız, planlamanızı onun bilgisine göre yapmalısınız. Yani teknik direktör olarak Valerien Ismael’i göreve getiriyorsanız, ona âşık olduğu 3-4-1-2’ye uygun transferler yapmalısınız. Eğer dörtlü savunma oynayacaksanız da Ismael’le çalışmamalısınız! Beşiktaş’ın maç 11’e 11’ken ve topa sahipken anlamlı pozisyon üretiminin kısıtlılığının temelinde bu kargaşa olduğunu düşünüyorum ben.
TAKIM YENEN STADYUM
Ancak Beşiktaş’ta işler ne kadar karışık olursa olsun, maçlar ne kadar kötü giderse gitsin, Vodafone Park diye bir gerçek var. Daha önce de birkaç kez söylemiştim: Ben hayatımda bir stadyumun bir takımı yendiğine sadece bir kez şahit oldum.
Ekim 2007’de Liverpool’u İnönü’de Beşiktaşlı futbolcular değil tribünler 2-1 yenmişti adeta. Dün de Kayseri, son yarım saatte Beşiktaşlı futbolcuları durdurmak için çok çalıştı, ama tribünleri durduramadılar.
WEGHORST ÇABALADI
Son yarım saatteki coşkulu futbolda krediyi Beşiktaş tribünlerinin yanı sıra bir-iki adama daha vermek gerek: Özellikle sol açıkta çok şaşkın bir performans sergileyen ve ayağında tek top tutamayan Muleka çıkıp Nkoudou girince takımını hareketlendirdi. Weghorst çok çabaladı, zaten maçı izleyemeyen sporseverler için Beşiktaş’ın golünü de şöyle özetleyebiliriz: Weghorst Weghorstluğunu yaptı, stoperleri sırtına alıp topu indirdi. Ghezzal Ghezzalliğini yaptı, sağ ayak içiyle yan ağlara bıraktı topu.