Elle oynama kuralıyla ilgili FIFA’nın önerdiği saat modeli, önemli bir adım. Ancak bu adım, kuralla ilgili kargaşanın ancak yüzde 20’sini ortadan kaldırabilir, daha fazlasını değil. Futbolun kanayan yarası elle oynama kuralının kamuoyunu tatmin edecek seviyeye gelmesi için çok daha berraklaşması, çok daha bilimselleşmesi gerek. Mevcut FIFA Kural Kitabı’nın 121’inci sayfasına göre halen bir pozisyonun elle oynama sayılabilmesi için şu 3 kritere bakılıyor:
1) Elin hareket yönüne (Elin mi topa, yoksa topun mu ele gittiğine)
2) Topla el arasındaki mesafeye (Bu, beklenmedik bir top muydu?)
3) Elin-kolun konumuna (Doğal konumda olup olmadığına)
FIFA, yukarıda belirttiğim üçüncü maddeyle hakemlerin sırtına büyük bir yük bindiğini düşünerek bu kriteri biraz daha berraklaştırma niyetinde. Yakın gelecekte elin konumu (ortada net bir kasıt yoksa), bir saat üzerindeki yeri üzerinden değerlendirilecek. Bu tablonun, hakemin yükünü bir miktar azaltacağı kesin. Ancak elle oynama kuralının ideal berraklığına kavuşması için yeterli mi? Asla değil.
PEKİ PAZDAN ÖRNEĞİ?
16 Şubat’ta Akhisar’la Ankaragücü arasında oynanan Süper Lig maçının son anlarında top, Michael Pazdan’ın eliyle temas etti. Hakem Halis Özkahya pozisyonu monitörden izledi ve (hangi gerekçeye dayanarak bilemiyorum) elle oynama olmadığına hükmetti. Aynı pozisyonun FIFA saati devreye girdikten sonra değerlendirildiğini düşünün. Uçar vaziyette topa elle müdahale eden Pazdan’ı nereye yerleştireceksiniz FIFA saati içinde? Adamın vücudu dikey pozisyonda bile değil ki!
Bence elle oynama kuralında yapılması gereken bir numaralı değişiklik, ‘yerde oyuna sıfır müsamaha’ olmalı. Sporcu ayakta olduğunda yukarıdaki kriterler aynen geçerli. Ancak sporcu kendi isteği ile yerdeyse, onun eline/koluna temas eden her top kriter uygulanmaksızın düdükle cezalandırılmalı. ‘Destek kolu’, futbolun en büyük saçmalıklarından bir tanesi. Hücum oyuncusu ayakta hüner gösterme mecburiyetine sahipken, savunmacı yere boylu boyunca uzanıp bir de ‘destek kolu’ diye bir avantaja sahip olacak! Yeteneklinin, oynamak isteyenin aleyhine çok büyük bir adaletsizlik bu. Zira futbol, mücbir haller dışına ayakta ve ayakla oynanan bir oyun.
Sadece 3 buçuk yıl önce yine G.Saray’la eşleşen ve o dönem aynı kadro değerine sahip olan Portekiz ekibi, doğru menajer ve doğru transfer stratejisiyle, sarı kırmızılılarla aynı parayı harcayarak mevcut varlıklarını ikiye katladı.
KASIM 2008’de Benfica ile Galatasaray, UEFA Kupası’nda eşleştiklerinde, Benfica 105, Galatasaray 101 milyon Euro’luk kadrolara sahiplermiş. Yani kadro kaliteleri hemen hemen aynıymış. Aynı iki kulüp, 3 Kasım 2015’te bu kez Şampiyonlar Ligi gruplarında eşleştiklerinde Benfica’nın değerinin 142, Galatasaray’ınsa 136 milyon Euro olduğunu görüyoruz. Yani kadro kalitesi açısından yine bir denge söz konusu.
Benfica ile Galatasaray’ın, yaklaşık 10 yıl içinde üçüncü eşleşmesi, geçtiğimiz günlerde Avrupa Ligi son 32 turunda gerçekleşti. Kadro kaliteleri açısından bu kez durum farklıydı: Benfica, bu tura tam 277 milyon Euro’luk bir kadroyla geldi. Galatasaray’ın kadro değeriyse 90 milyon Euro idi. Yani sadece üç buçuk yıl önce benzer değerde kadrolara sahip iki takımdan Benfica, bu kısa sürede Galatasaray’ın 3 katı kalitede bir listeye kavuşmuştu.
İSTİKRAR FARKI
Bu farkın oluşmasında elbette başat faktörlerden biri teknik adam istikrarı: 3 Kasım 2015’le 21 Şubat 2019 arasında geçen 1206 günün 1160’ında Benfica’yı tek bir menajer, Rui Vitoria çalıştırdı. Görevi henüz 2 ay önce yine kulübün hiyerarşisinden yetişen Bruno Lage’ye devretti. Aynı 1206 günde Galatasaray’daysa Hamza Hamzaoğlu, Claudio Taffarel (geçici), Mustafa Denizli, Orhan Atik (geçici), Jan Olde Riekerink, Igor Tudor ve Fatih Terim çalıştı. Benfica’nın sadece 2 menajere görev verdiği süreçte, Galatasaray ikisi geçici toplam 7 hocayla çalışmış maalesef.
Benfica ile Galatasaray arasında 1206 günde oluşan bu farkın ikinci önemli sebebiyse transfer stratejisi... 2016-2019 arası transfer dönemlerinde
Galatasaray, toplam 91 milyon Euro bonservis ödeyerek takıma 25 futbolcu katıyor. Benfica ise aynı dönemde bonservislere toplam 79 milyon Euro harcıyor.
Galatasaray’ın 2016-2019 döneminde satın aldığı oyunculardan en büyük gelişimi Ndiaye ve Rodrigues gösteriyorlar. Osmanlıspor’dan 7,5 milyona alınan Ndiaye, 16 milyona Stoke City’ye satılıyor. PAOK’tan 5 milyon Euro’ya transfer edilen Rodrigues de 9 milyona Arabistan’ın yolunu tutuyor.
Eğer skor 3-0’ken Güneş, 3-3’ken de Yanal vites küçültmeselerdi tarihi galibiyeti hanelerine yazabilirlerdi. Bu görüntüyle beraberlik, en âdil sonuç.
DÜN iki 45 dakikada iki bambaşka müsabaka görüntüsünün oluşmasının bence basit bir nedeni var: Futbol, topun olmadığı yerde kurgulanan, topun olduğu yerde sahnelenen bir oyun... İlk 45 dakikada Güven, Dorukhan, Kagawa topsuz oyunda çabaladı, ısırdı, 3-0 geldi. İkinci perdedeyse canını dişine takan ve arayanlar Dirar, Valbuena ve arkadaşlarıydı. Onlar da sonuna kadar hak ettiler o 3 golü.
Sanırım son çeyrek yüzyıldaki derbilerdeki en tek taraflı ilk devre oynandı Vodafone Park’ta. İki takımın sol açıkları Güven ve Moses arasındaki tutku farkı, devrenin özeti gibiydi. Atiba ısırıyor, Güven ısırıyor, Dorukhan ısırıyor, Kagawa ikili mücadele kazanma rekoru kırıyor. Diğer taraftaysa Zajc topu bekliyor, baskı altında kalacağı belli olan Tolgay, ekstra yapma kaygısıyla basiti de yapamıyor. Moses neyi bekliyor tam olarak çıkartamadım. Sanırım o da Sarri’nin kovulduğu haberini bekliyordu sahada! 45 dakikalık tek taraflı oyunun doğal sonucuydu 3-0...
Yanal, ilk 45’i eli-kolu bağlı izledi. Çünkü sanırım Süper Lig’de hoca olmak için önce “zelzele, çığ gibi bir afet yaşanmadıkça ilk 45’te oyuncu değişikliği yapmayacağım” taahhüdü veriliyor federasyona(!). Oysa maçın devre arasında yaptığı o son derece doğru iki değişiklik, pekala 30’da da yapılabilirdi. Dirar’ın sağ beke, Valbuena’nın sol açığa geçişiyle Fenerbahçe topla çok daha fazla oynayan taraf oldu. Bu sayede Zajc’ın da sahadaki varlığı anlam kazandı ve ilk devreyi 11’e 8 gibi oynayan sarı lacivertliler, ikinci devrede fabrika ayarlarını buldular adeta. Eğer skor 3-0’ken Güneş, 3-3’ken de Yanal vites küçültmeselerdi tarihi galibiyeti hanelerine yazabilirlerdi. Bu görüntüyle beraberlik, en âdil sonuç oldu bence.
Maçın adamı: Dirar.
BURAK’TAKİ DEĞİŞİMİN ÖZETİ
BEN Beşiktaş taraftarının Burak’a olan tepkisinin nedeninin Escude’yle olan tek bir pozisyon değil, genel tavrı olduğunu düşünüyordum. Ve Burak, Beşiktaş formasını giydiği günden beri bu tavrını değiştiriyor; daha dürüst, daha futbol odaklı davranıyor. Dün de üçüncü golde Skrtel’in arkadan çekmesine rağmen devam edip golü düşünmesi, Burak’taki değişimin özeti.
ASYA iLE BAĞ KURMALIYIZ
BURSASPOR’un çok büyük bir gol sorunu var. Son 84 günde hiç maç kazanamamış ve sadece 3 gol atabilmiş bir takımdan söz ediyoruz; mesele sadece santrfor eksikliği değil, ikinci-üçüncü bölge geçişinde de büyük sıkıntıları var. Hani ‘final pasını yapamamak’ diye bir tabir var ya, Bursaspor bir süredir onu da, ‘yarı final pası’nı da doğru yapamıyor deyim yerindeyse!
Bu sezon takımın santrforlarından Sakho 2, Umut 3 gol atmışlar. Kubilay’ın golü yok. Sadece santrforlardan değil, üçüncü bölge oyuncularından da skor katkısı alamıyorlar ligde: Furkan Soyalp 0, Saivet 0, Tunay 0, Lima 1, Yusuf Erdoğan 1 golde. Geçen hafta Rizespor’a karşı şutlarda 17-5 üstünlerdi... 2-0 kaybettiler. Üstüne bir de Yusuf Erdoğan’ın saçma sapan davranışları ve Samet Hoca’nın zaten az olan opsiyonlarını daha da azaltması detayı var. Dün Başakşehir’e karşı 2-0’la 3-0 arası tek kale oynadılar. Şutlarda da 14-10 üstünler. Ama tabelayı değiştiremiyorlar. Futbolda tabelaya iyi oyun-iyi mücadele filan yazılmıyor. Sadece gol yazılıyor.
Başakşehir’se ligin ikinci yarısı itibariyle hücumda son derece verimli. Dün onların kadrosu Bursa’ya göre hem katbekat yaşlıydı. Hem de ayağa oynamayı daha fazla seven bir gruptu. Ama o kadar verimli hücum ediyorlar, üçüncü bölgeye topu taşıdıklarında o kadar kolay gole gidiyorlar ki, maçın fişini çekmeleri için 40 dakika yetti ev sahibine. Başakşehir takımı belli ki bu sene şampiyonluğa çok daha fazla konsantre.
Maçın adamı: Edin Visca.
ÇİZGİSİZ VE VAR'SIZ MAÇ
G.Saray-Akhisar ve Başakşehir-Bursa maçlarını eşzamanlı izledim. Zemin bakımı açısından Galatasaray Kulübü’nü canıgönülden tebrik ederim. Ancak Başakşehir’in iklim koşulları daha sertti. Hem kar, hem fırtına. Çizgilerin kaybolması, VAR’ın ofsaytı tespit edememesi... Tüm bu olumsuzluklara rağmen iyi niyetle futbol oynayan sporcuları kutlamaktan başka bir şey gelmiyor elden.
Zenit bu transfer döneminde Paredes’ten elde ettiği gelirle Rakitskiy, Azmoun ve Barrios’u aldı. Dün her 3 futbolcu da mükemmel oynadılar. Comolli’nin Fenerbahçe’ye getirdiği Slimani, Frey, Ayew, Benzia, Reyes gibilerin katkısıysa ortada. Comolli’nin yanlış tercihleri, Fenerbahçe’nin koca bir sezonunu mahvetti maalesef.Bu eşleşmenin sonucunu nüansların belirleyeceği aşikardı. Ancak neticeyi tayin eden nüans, kesinlikle taktiksel değil.
Öncelikle onun altını çizmek gerek. Semak genç ve deneyimsiz bir teknik adam. İstanbul’da takımına ne oynattıysa, bire bir aynısını oynattı St.Petersburg’da... İstanbul’da da 4-4-2 oynamışlardı, sağ çizgide Hernani, solda Mak vardı; Dzyuba’nın partneri Driussi idi. Rusya’da Dzyuba’ya Azmoun eşlik etti, Driussi sola kaydı sadece… Yine geriden Dzyuba’ya uzun vurdular, yine ondan sekenleri toplayarak baskın hücumlar denediler. Peki Zenit İstanbul’dakiyle hemen hemen aynıysa, ilk 40 dakikada nasıl iki farklı geriye düştük dün? Cevap basit: Fenerbahçe, İstanbul’dakiyle aynı değildi! Ersun Yanal sağ bekte Isla ve Dirar’ı kullanamadığı için formayı çaresizce Şener’e verdi. O da kısa süre içinde gerek pozisyonunu sık sık kaybetmesi, gerekse oyun bilgisinin eksikliğiyle sol açık Driussi’yi yıldızlaştırdı. İlk 40’ta yenen iki golün ikisi de soldan Driussi-Azmoun bağlantısından.
Tolgay yıldızlaştı
40’tan sonra rüzgar tersine döndü: Önce 43’te Mehmet’in şapkadan tavşan çıkarması, sonra da Yanal’ın yaptığı Alper-Tolgay değişikliğiyle kabustan uyandık. Mehmet, ters ayağıyla hayatının golünü attı. İlk maçta Eljif göbekte mükemmel oynamıştı, dün de 45’le 75 arası Tolgay yıldızlaştı. Devrede 4-3-3’e dönüş, Eljif’in sol açığa geçişi, Tolgay’ın oyunun kontrolünü alması, hepsi iyi kararlardı gerçekten. Ama eşleşmenin özeti 80’inci dakikadaki değişiklikte gizli. Maalesef bu turdaki 180 dakikanın 100’ünde Fenerbahçe’nin gol umudu Slimani idi. Santrforunuz Slimani’yken de bir eleme turu geçmeniz hiç kolay değil gerçekten!
Oliver kötü başladı
Michael Oliver, İngiltere’nin güvenilir hakemlerinden. Sadece 33 yaşında olmasına rağmen Premier Lig’de ‘top 6’ arasında oynanan maçların büyük bölümünde görev yapıyor. Uluslararası alanda da her yıl deneyimi artıyor. Ancak dünkü maçın ilk çeyreğinde birkaç kritik pozisyonda emin olamayınca kontrolü yitirdi ve peş peşe hatalar yaptı. 3’te Azmoun’un kafasında Skrtel’in eline çarpan topta da, 13’te Eljif’in itilmesinde de aklı çalmadığı düdüklerde kaldı. 16’da Hernani’nin karşı karşıya pozisyonu da ofsayt değildi, Jailson bozuyordu. Ancak dakikalar geçtikçe toparladı, Zenit’in sistematik faullerine gösterdiği sarı kartlar doğruydu.
Türk futbolunun Dzyuba sorunu
RUSYA Milli Takımı ile son 8 ayda üç kez karşılaştık. Dzyuba’ya çare bulamadık. O Dzyuba yaz döneminde bonservisine sahip olan kulüp Zenit’e döndü, bu kez de Fenerbahçe’ye rakip oldu. Bu 2 maçta da dev santrfora karşı maalesef çare üretemedik. Dzyuba, 8 aydır Türk futbolunun belası oldu adeta.
EĞER ülke futbolunda daha fazla adalet istiyorsak, hakemleri değil, hakemliği konuşmak zorundayız artık. Sarı-mavi-yeşil-meşil renklerin menfaatini değil, büyük planda her renge ve her tarafa kusursuz adaletin temin edilmesini. 2018-19 sezonu ikinci yarısı itibariyle hakemliğimizde gözle görülür bir gerileme söz konusu. Ben özellikle yeni nesil hakemlerimizin yetenekli olduğunu düşünüyorum, doğru eğitim ve yönetimle pekala artırılabilir performansları. Yeni MHK’nın özellikle eğitim konusuna odaklanması ve hakem havuzunu genişletmesi gerekliliği ortada. Sezon başı Süper Lig kadrosuna Zorbay Küçük, Tugay Numanoğlu ve Abdülkadir Bitigen çıkarılmıştı mesela. Bu hakemler Süper Lig için yeterli değilse neden listeye eklendi? Yeterlilerse bunlara neden Süper Lig’de maç verilmiyor?
Bence adil atama hususunda atılacak bir başka önemli adım, bir ‘hakem atama yazılımı’nın devreye sokulması. Bu yazılım vasıtasıyla aynı hakemin bir takımın maçına üst üste verilmesi (ya da ısrarla bir takımın maçına verilmemesi), bölge detayı, hafta içi Avrupa’da maç yöneten/yönetecek hakemlerin yanlış görevlendirilmesi, cuma sabahı Moldova’dan dönen hakemin cumartesi Malatya’ya gönderilmesi gibi hatalar önlenir. Yazılım, hakem performansları ve maçın zorluk durumuna göre o müsabaka için aday isimlerin otomatik olarak listelenmesini sağlar. Her müsabaka için en uygun 2’şer3’er adayı çıkarır, MHK da son kararı verir. Hatta kim bilir belki de MHK, devrim niteliğinde bir karar alır ve o 3 adaydan birini kura ile seçer. Böyle bir atılım yapılırsa, kamuoyunda atamalara olan inancın artacağını düşünüyorum ben doğrusu.
HAFTANIN ÜZÜNTÜSÜ
DÜNYA Kupası ve top 5 ligin 4’ünden sonra nihayet Şampiyonlar Ligi de VAR’a geçti. Devler Ligi’nde de diğer tüm büyük turnuvalardaki gibi VAR’ların isimleri diğer görevlendirmelerle beraber kamuoyuyla paylaşılıyor. Süper Lig’de ise maalesef halen VAR’ların isimlerini ancak maç günü TFF sitesinde görebiliyoruz.
HAFTANIN ÖNERİSİ
ŞAMPİYONLAR Ligi son 16 turunda Çakır ve ekibi sahada görev yaparken, VAR masasında bir Türk’ün olmaması üzücüydü. İnsan ister istemez şunu düşünüyor: Hazır MHK yönetiminde bir değişiklik olmuşken, eğitim konusunda da bir hamle yapılamaz mı? Mesela Uilenberg’in eğitimlerinin katkısını görmüştük birkaç yıl.
VAR’DA ESKi HAKEMLER KULLANILAMAZ MI?
HALEN Süper Lig’de hakemliği bırakma yaşı 47... Bülent Yıldırım’ın, Fırat Aydınus’un yaş aldıkça daha iyi maç yönettiklerini görüyor ve onlardan daha uzun süre faydalanamayacağımız için üzülüyorum doğrusu. Acaba hakemlikte üst yaş sınırı kaldırılabilir mi? Hakemler (İngiltere’deki gibi) fiziksel olarak yeterli oldukları sürece devam edebilirler mi? Eğer yaş sınırı kaldırılmayacaksa, bu hakemlerden hiç olmazsa VAR masasında faydalanmaya devam etmek doğru olmaz mı? Mesela hakemliği yeni bırakan Kamil Abitoğlu’ndan VAR’da faydalanamaz mıydık? Bülent Yıldırım aktif hakemliği bıraktığında onu VAR’da kullanmak güzel olmaz mı?
Galatasaray, dün akşam Beyoğlu’nda yüksek tempolu antrenman tadında bir maç oynadı doğrusu. İlk devrenin yıldız üçlüsü Eduok-Diagne-Trezeguet’nin ikisini Ocak’ta kaybeden Kasımpaşa, heyecanını da yitirmiş bir takım görüntüsünde. Ve bu sert ligde heyecanınız yetersizse işiniz çok zordur.
Galatasaray’sa ligin ikinci yarısının ilk maçında Ankaragücü’ne karşı kullandığı taktiğin bir benzerini oynadı Kasımpaşa önünde. Topu neredeyse hiç havaya kaldırmadılar. Solda Emre-Belhanda-Onyekuru, sağda Linnes-Selçuk-Feghouli ile yerden pas serileri yakaladılar. Bu pas serileri sonucu rakiplerinin her dalgınlık anını da pozisyona çevirdiler. Bu oyun aynen Ankaragücü maçında olduğu gibi Onyekuru, Belhanda ve Feghouli’yi bolca gol pozisyonuna soktu. Özellikle Belhanda ve Feghouli harikaydılar dün. Bu noktada akla ister istemez Diagne geliyor tabii. Dün her şey bu kadar yolunda giderken Diagne neden yoktu aksiyonun içinde sahi?
Diagne, Kasımpaşa formasıyla 22 Aralık’ta Beşiktaş karşısına çıktı. 25 günlük bir boşluktan sonra 17 Ocak’ta kupada Alanya’ya karşı oynadı, kırmızı kart gördü. Bir sarı, dört de kırmızı kart cezası nedeniyle 25 gün daha bekledi ve 10 Şubat’ta Trabzon maçıyla sahalara döndü. Yani 22 Aralık’la 10 Şubat arası 50 günde tek bir resmi maça çıktı Diagne... Senegalli santrforun 22 Aralık’ta Beşiktaş önünde ne kadar diri, ne kadar güçlü olduğunu anımsıyorum. Trabzon, Benfica ve Kasımpaşa maçlarındaysa bildiğimiz çabasından, hareketliliğinden, fiziksel caydırıcılığından çok uzaktı Diagne. 50 gün ciddi bir süre. Ve Diagne bu 50 günü iyi geçirmemiş.
Tabii ki 1,93’lük bir santrfordan maksimum faydalanmak için daha fazla orta, daha fazla duran top, daha fazla karambol de lazım. Ama diri bir Diagne, bu yerden oyunda da kendine rol bulabilirdi. Senegalli bu fiziksel yetersizliğini acilen halledemezse kredisini de tüketir. Formasını da bir buçuk yıllık kiralık Mitroglou’na kaptırabilir.
ÇANLAR KASIMPAŞA İÇİN ÇALIYOR
Ligin ilk devresi sona erdiğinde Kasımpaşa, lider Başakşehir’in sadece 6 puan gerisinde bir şampiyonluk adayıydı. Hatta 19’uncu haftadaki Başakşehir-Kasımpaşa maçı ligin kaderi açısından kritik olabilir düşüncesiydik hepimiz. Aradan sadece bir ay geçti, 22’nci haftanın sonunda küme düşme hattının 5 puan üstündeler ve bence ligde kalma sıkıntısı dahi yaşayabilirler.
Evet, gidenler önemli isimler (Eduok ve Diagne). Gelenlerden de beklenen verim alınamadı (santrfor Perica ve 2,5 milyonluk Hajradinovic’ten). Ancak Mustafa Denizli ne yapıp edip takımının bu yumuşak görüntüsünü acilen çözmeli. Yoksa Süper Lig’de uzun yıllar sonra bekâ sorunu yaşayabilir Kasımpaşa.
GALATASARAY HAVA KUVVETLERİ!
Dün Kadıköy’de izlediğimiz şey, bir futbol maçından ziyade bir kültürler çatışmasıydı adeta. Bir tarafta sahayı dikine gören, bekleri dahil her hattıyla hücum düşünen ve yediğinden fazlasını atmayı şiar edinmiş Yanal varken; diğer tarafta sahayı hep tepeden izleyen, birinci önceliği oyuncularının yerleşimi olan, bir şema tutkunu, bir organizasyon delisi Kocaman’ı izledik. Eğer sizin için de skor teferruatsa, sadece bir futbol maçı izlemekten zevk alıyor, taktik tahtasını seviyorsanız deneysel bir şölen seyrettiniz dün Kadıköy’de.
Kocaman’ın Konyaspor’unu en iyi şöyle tanımlayabilirim sanırım: Yeşil-beyazlı 11 futbolcu birbirlerine görünmez halatlarla bağlı gibi. 10 kişi oynadıkları 60 dakikada da durum aynıydı gerçi. Bir futbolcu etrafındaki arkadaşlarından asla olması gerekenden fazla uzaklaşmıyor. Sanki Aykut Kocaman bir “drone” vasıtasıyla 90 dakika boyunca onları izliyor, şemayı bozanı anında dışarı alıyor. O yüzden de (santrforu ya da on numarası da dahil) hiç kimse şekli bozmuyor. Dağılmıyor. Uyumuyor. Zaten Kocaman’lı son 10 lig maçında 9 gol yenmesi de bu defansif sorumluluğun neticesi.
Diğer kulübedeyse başka bir felsefe vardı dün. Fenerbahçe’yi nisanda şampiyon yapan, gerektiğinde Sow-Kuyt-Webo-Emenike’yi aynı anda sahaya süren felsefe. Dün de maçın birinci dakikasından itibaren önde baskı yapmaya çalıştılar. Hemen her hücumda bekler Dirar-Hasan’ı devreye soktular. Gerek Dirar’ı sağ bekte kullanması, gerek santrfor arkasında Moses-Zajc-Valbuena’ya forma vermesi bu niyetin göstergesiydi zaten. Her 3 oyuncu da iyiydi aslında. Hatta Jailson da geldiği günden beri belki de en yüksek ofansif katkıyı yaptığı maçı oynadı. Ancak Fenerbahçe’nin bu oyunu verimliliğe dönüştürecek bir santrforu yoktu sahada. Ve Konyaspor gibi muazzam bir şemaya karşı 10’a 11 bile oynasanız, iyi bir santrforunuz yoksa birden fazla gol atmanız kolay iş değil.
Bu lig bir çarpışma ligi. Kemik kemiğe oynanan bir lig. Konyaspor’u yenmeniz için görünmez halatlarından kurtulmanız gerek. O da hiç kolay bir iş değil.
OYUNU STOPER KURAR ÖN LİBERO DEĞİL!
Türk futbolunda yıllardır kurtulamadığımız berbat ezberlerden bir tanesi, oyun kurma işinin tamamen ön liberoya tahvil edilmesi. Oysa ideal bir takımda oyunu ön libero değil, stoperler kurar. Fenerbahçe’de de Yanal göreve geldiğinden beri bu ezberi değiştirmeye çalışıyor, Volkan-Sadık ve Skrtel ellerinden geldiğince topu orta yuvarlağa kadar taşıma işini üstleniyorlar.
Onlar oyunu kurarken, iki bek Dirar ve Hasan da Mehmet’le aynı hizada oldukları için oyun 2-4-3-1’e dönüyor, top orta sahaya ulaştığında Fenerbahçe daha kalabalık hücum etme imkanı buluyor.