13 AĞUSTOS 1998 sabahı, Türk gazetelerinin spor sayfalarını açanlar son derece garip bir durumla karşılaşmışlardı. Avrupa kupalarında ikinci ön eleme turu ilk ayak maçlarını oynayan temsilcilerimizden Galatasaray Grasshoppers’ı içeride 2-1 yenmiş, Fenerbahçe de deplasmanda Göteborg’a 2-1 kaybetmişti. Ama Türk medyasında her iki takımımız için de bayram havası esiyordu! Türk spor sayfalarına göre içeride 2-1 kazanmak da, dışarıda 2-1 kaybetmek de süper avantajdı! Ben çocukken babam, Avrupa kupalarında deplasmanda atılan her golün ‘2 gol’ sayıldığını söylerdi. Yıllarca kendisine kuralı açıklamaya çalıştım, açıklayamadım. Seneler sonra bu iddiayı farklı zamanlarda Los Angeles’lı 60 yaşındaki komşum Nick’ten ve 20’li yaşlardaki Alman garson Michael’den de duyunca olayın vahametini anladım. Aslında hiç kimse ‘deplasman golü’ kuralına tam olarak anlam veremiyor ve açıklayamıyordu. Anlıyordu belki. Ama yine de ağzında acı bir tat kalıyordu. O acı tat şu sıralar, Ancelotti, Mourinho, Tuchel, Simeone gibi âkil adamlarda da var. Hemen hemen hiç kimse artık bu saçma ‘deplasman golü’ kuralını istemiyor. UEFA’nın da geçtiğimiz hafta Roma’da yaptığı olağan top
lantısında bu konuyu konuşacağı iddia edildi. Resmi bir açıklama yok. Ama her an bu saçmalığının bittiği haberini alabiliriz mutlulukla...
BASiT VE iLKEL NEDEN
Peki bu saçmalık nasıl girmişti hayatımıza sahi? Yani 50 yıl geriye gittiğimizde bu kuralı koyanların motivasyonu neydi? Cevap çok basit ve ilkel aslında: 180 dakikanın sonunda toplam skorun berabere olması halinde kura yöntemi hiç adil gözükmüyordu. Öyleyse bir golü, bir diğerinden daha değerli kılmak lazımdı; en makulü de deplasman golünün ağırlığını artırmaktı. O günlerde iki büyük sebep vardı deplasman golünün ağırlığını artırmayı haklı gösteren: 1- O yıllarda deplasman seyahatlerinin olağanüstü zor ve stresli olması. 2- Her ülkede top standardının değişmesi. Topa daha alışık olan ev sahibi takımın daha avantajlı olması. Yaklaşık 50 yıl sonra bugün, yeryüzünün bir ucundan başka bir ucuna seyahat bile çok daha acısız. Futbol topu standardı da mükemmele yakın biçimde sağlanmış durumda. Yani deplasman golü kuralının varlık nedenleri artık tamamıyla ortadan kalkmış. Futbolun en uzun süreli saçmalığının da bitme zamanı gelmiş sanki...
HAFTANIN TEŞEKKÜRÜ
DAVID Ibbotson ismini anımsamakta güçlük çekiyorsunuz değil mi? Oysa Emiliano Sala dediğimde hepiniz onun kim olduğunu biliyorsunuz. Pilot Ibbotson da Sala ile aynı kaderi yaşadı halbuki. Ama aynı muameleyi göremedi dünya kamuoyunda. Ibbotson’ın bulunması için son 1-2 gündür çaba gösteren Mbappe gibi yıldızlara şükran duyuyoruz.
HAFTANIN YILDIZI
ONA bu sütunda ilk kez 2 ay önce yer vermiştim. 11 Aralık 2018’de Gelsenkirschen’daki Schalke-Lokomotiv Moskova maçında son 15 dakikada Teuchert’in yerine oyuna girmiş, Schöpf’ün 90’da attığı golde de ortalığı karıştırarak katkı yapmıştı. Genç milli santrforumuz Ahmed Kutucu bu hafta hak ettiği gibi manşetlerde.
Türk futbolu için çok kritik bir Şubat bu... Fenerbahçe ve Galatasaray, avrupa Ligi son 32 kurasında seri başı olmamalarına rağmen, pekala Sevilla, Chelsea, napoli, arsenal gibi devlerle karşılaşabilecekleri halde son derece makul iki rakiple eşleşti. Türkiye’nin ülkeler sıralamasında belçika ve Ukrayna’yla farkı kapatabilmesi için de, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın Avrupa’daki itibarlarını artırmaları için de muazzam bir fırsat bu. Fenerbahçe’nin dün Zenit karşısında bu bilinçte oynaması, maça inanılmaz bir iştahla başlaması, her bölgede ısırması bir Türk sporsever olarak inanılmaz mutlu etti beni. Zenit bütçe olarak Fenerbahçe’nin bir buçuk katı seviyesinde, kaliteli bir takım. Onlara karşı özellikle iki konuda dikkatli olmak gerekiyordu: Birincisi, Avrupa’nın en enteresan forvetlerinden birini, Dzyuba’yı savunurken çok dikkatli olmak. Mümkün olduğu kadar ona top aldırmamak. Dün özellikle ilk 1 saatte Sadık, Skrtel ve Jailson çok iyiydiler Dzyuba savunmasında.
İkinci önemli konu da, savunmadan pasla çıkmayı seven Zenit takımına bu imkânı vermemekti. O noktada da elijf elmas’ın hakkını teslim etmemiz gerek. ‘Defansif on numara’ gibi oynadı dün Eljif... Kranevitter-barrios’a karşı preste çok istekli ve çok başarılıydı. Zenit’e oyun kurdurmayınca özellikle ilk 45’te tek taraflı bir maç, harika bir Fenerbahçe izledik Kadıköy’de. ersun hoca, Kayseri’de olduğu gibi Zenit önünde de 70’te yaptığı oyuncu değişikliğiyle orta sahayı boşaltıp rakibine hücum etme fırsatı verdiyse de, 1-0’lık sonuç, iyi sonuç. Saint Petersburg’da da bu arzuda olmak lazım. Yanal, rövanşta da orta sahayı üçlü kurmalı, yine Zenit’lilere geriden oyun kurma imkanı vermemeli. Hücumda da dünün yıldızı Moses’ın aynı seviyede olması halinde, bu turun geçilebileceğine inanıyorum ben. Özellikle ilk devrede muhteşem bir Moses izledik dün. Eğer Nijeryalı, Avrupa Ligi’nde bu iştahla oynarsa, Londra’ya ayak bastığı andan itibaren kendisine karşı önyargılı olan Sarri’yi de pişman edebilir.
MAÇIN HAREKETİ
Harun, bir penaltı canavarı. Belki de kariyerinin sonunda futbol tarihinin en yüksek penaltı kurtarış yüzdesi olan kalecileri arasına yazdıracak ismini. Ancak dün en az Mak’ın vuruşunu kurtarması kadar önemli hareketi, hemen reaksiyon verip arkasındaki topu tekrar yakalaması. Muazzam.
MAÇIN RAKAMI
Maçın ilk 45’inde F.bahçe rakip kaleyi 9 kez yoklamıştı. 6’sı açık oyunda, 3’ü duran topta olmak üzere... Zenit’se 45 dakikada tek bir şut şansı buldu, o da Mak’ın penaltısıydı. Zenit’in ilk devredeki tek pozisyonu ve tek şutu 42’nci dakika içindeydi. Penaltı dışında tek bir fırsat bulamadılar.
MAÇIN DETAYI
Dün Zenit orta sahasında çok kaliteli bir ikili, Kranevitter ve barrios oynadılar ama sezon başından beri süregelen alışkanlık bu değildi. 22 maça çıkan ön libero Paredes, Paris’e gitti. 24 maç oynayan erokhin ve 27 müsabakaya çıkan Kuzyaev de sakatlardı. Semak’ın onları aradığı da kesin.
Evet, Fenerbahçe, dün çok erken 10 kişi kaldı ama dünyada 10’a 11 oynamak zorunda olan ilk hoca Ersun Yanal değil. Son hoca da o olmayacak! Moses’ı sokarken Ayew’i değil, Ekici’yi çıkarması dengeyi bozan ilk unsurdu. Kayseri çift santrfora dönmüşken merkeze Dirar’ı, en uca Frey’i koyarak orta sahayı boşaltması da golün davetiyesi oldu. Dünkü maçın kaybedeni Yanal’dı kesinlikle...
2000’lerin başında Fransa Ligue 1’de artan savunmacı takım sayısı nedeniyle 0-0’a sıfır puan verilmesi fikri gündeme gelmişti. O günlerde o fikir, kamuoyuna fazla radikal geldiği için uygulamaya geçemedi ama Fransızlar bu aralar bizim ligi izleseler, o ihtimal bir kez daha akıllarına gelebilirdi bence! Kayserispor, Hikmet Karaman’la savunmada Atletico Madridvari bir görüntüye bürünme yolunda. Şemalarına olağanüstü sadıklar, dün açık oyuncuları beklerden daha fazla top kesmiş olabilir. Bu kadar iyi bir savunma takımı olmanın ödülünü son 540 dakikada 3 gol yiyerek aldılar zaten.
Ancak dün ilk devrede savunma konusundaki olağanüstü dikkatlerinin yanına hücumda yaratıcılığı ekleyemediler. Kayseri’nin güçlü konsantrasyonuna Fenerbahçe’nin şaşkınlığı eklenince ilk 45 dakika tam bir kör dövüşü oldu zaten. Pozisyon yok, yaratıcılık yok, zeka yok. Soldado’nun kırmızı kartı olmasa, maçta herhangi bir gol pozisyonu olacağına dair de bir ışık yoktu doğrusu. Soldado’nun atılması elbette kırılma anı. Ancak sonrasında Yanal’ın değişiklik tercihleri de felaket. Devrede çıkması gereken adam kesinlikle Ayew’di. Karaman 60’ta Varela’yı sokup çift santrfora dönmüşken, Yanal’ın 70’te Tolgay’ı çıkarıp merkeze Dirar’ı kaydırması bir başka feci karardı. 82’de hatasını anlayıp Eljif’i soktu ama bunca yanlışın toplamından bir puan çıkarması, haksızlık olacaktı zaten. Dünkü maç 11’lerin değil, kulübelerin oyunuydu ve kazananı Kayseri oldu kesinlikle.
MAÇIN HAREKETİ
Dünkü maçın ilk gol pozisyonu 55’te geldi, Ayew-Moses-Jailson arasındaki pas trafiğinin sonunda Jailson’un şutunu Lung güzel çıkardı. O pozisyonda Moses’ın Jailson’a klas pası, maçın en güzel hareketiydi. Fenerbahçe’nin bu Moses’ı kulübede oturtacak lüksü yok sanki.
MAÇIN TEHLİKE SİNYALİ
37’de Isla, faul sonrası hakemi alkışladığı için sarı gördü. 45’te Soldado, hakeme bir şeyler söylediği için atıldı. 52’de Moses, hakemin “Düdüğümü bekle” işaretini görmediğini iddia edip sarı gördü. Tolgay, soyunma odasına giderken 2. sarıyı gördü. Dün, total bir ciddiyetsizlik günü müydü?
MAÇIN SÜRPRİZİ
Quaresma’yı canlı olarak ilk kez 15 Ekim 2002’de İnönü’de izlemiştim. Hayır, Beşiktaş formasıyla değil; Türkiye’ye karşı Portekiz Ümit Milli Takımı formasıyla... Sağ kanatta adeta uçuyordu genç adam. O maçın birkaç ay sonraki rövanşında Cristiano Ronaldo da takıma katılacak ama o ekibin yıldızı hep Quaresma olacaktı.
O günlerde Euro 2004’e katılmak için mücadele eden Ümit Milli takımımız Portekiz ve İngiltere ile aynı gruba düşmüş, play-off’ta Almanya’yı geçemeyerek son anda finallerden olmuştu. Altıntop ikizleri, Tuncay, Volkan, Selçuk Şahin, Servet ve Toraman gibi birçok yıldız çıkaracak o ümit milli takımımız Quaresma’lı-Ronaldo’lu Portekiz’i her iki maçta da, İngiltere’yi de içeride mağlup etmişti.
Tabii ki o günlerde Quaresma’nın kariyerinin önemli bir bölümünü Türkiye’de geçireceğini hiçbirimiz bilmiyorduk. Süper Lig’de iki ayrı dönemde 6 sezon forma giydi Quaresma. Beşiktaş taraftarının en sevdiği oyunculardan biri oldu; ama gördüğü kırmızı kartlarla da takımını kritik anlarda defalarca zor durumda bıraktı. Şu sıralar yine bir kırmızı kart cezasını çekerken, Beşiktaş’tan ayrılması da gündemde Portekizli yıldızın.
Peki Türkiye kariyerindeki 217 maçta 9 kez kırmızı kart gören Quaresma, forma giydiği diğer takımlarda da benzer bir hırçınlık gösteriyor muydu? Cevap maalesef hayır. Efsanesi olduğu Portekiz Milli Takımı’nda 80 maçta 10 gol ve 23 asiste imza atan Quaresma’nın tek bir kırmızı kartı yok. Serie A’da Inter’de yok. Premier Lig’de Chelsea’de yok. Barcelona formasıyla 1 tane, Porto ve Sporting Lizbon’la da 205 maçta yalnızca 2 kırmızı kartı var. Yani Quaresma’nın kariyerinde gördüğü toplam 12 kırmızı kartın maalesef 9’u Beşiktaş’ta...
Quaresma Beşiktaş formasıyla ortalama 24 maçta 1 kırmızı kart görürken, kalan tüm kariyerinde 118 maçta 1 kırmızı kart ortalaması olduğunu görüyoruz (354 maç, 3 kırmızı)... Acaba bu değişimin sebebini nasıl açıklamalı? Quaresma’nın burada daha fazla tekmeyle karşılaşması mı? Yoksa çok daha kontrolsüz ve rövanşist olması mı? Ya da Türkiye’deki hakem standardı mı? Karar sizin.
Gomis’in belalısı Mitroglou!
AĞUSTOS 2017’de Marsilya, önceki sezon 20 gol atmış santrforu Bafetimbi Gomis’in bonservisini Swansea’den almayı tercih etmeyip, onun yerini 15 milyon Euro’ya Mitroglou ile doldurmayı deniyordu. O yaz Galatasaray, Gomis’i Swansea’den 2,5 milyon Euro gibi çok ekonomik bir bonservisle alıyor, Fransız santrfor da attığı 29 golle Süper Lig rekoru kırıyordu.
Gomis, 2017 yazında aslında Marsilya’da kalmak istiyordu. Kendisini gönderip Mitroglou’nu alan Marsilya Başkanı’nı futbolu bilmemekle suçladı hatta. Aradan bir buçuk yıl geçti. Marsilya gerçekten de yaptığı Gomis-Mitroglou operasyonundan pişman oldu. 2017-18’de Mitroglou Marsilya formasıyla ligde 9 gol atabildi. Bu sezonun ilk yarısını da 3 golle tamamladı. Ve formasını Balotelli’ye teslim etti.
Ama reorganizasyon biçimleri birbirlerinden çok farklı... Ankaragücü’nün 21 kişilik esami listesinde Ocak’ta transfer edilen tam 11 futbolcu vardı. Dördü (Moke, Kitsiou, Boyd ve Orgill) ilk 11’de başladılar. Boyd hareketli, Orgill istekli ama tabii henüz sahada birbirini sadece ismen tanıyan bir oyuncu grubu var sanki.
Dün özellikle son yarım saatte umut veren ofansif bir top oynadı Ankaragücü ama tam anlamıyla takım olmaları için sancılı bir süreç yaşanacak şüphesiz...
TAKIM A 'ÖMÜR' KATIYOR
Trabzonspor’un yeniden yapılanma biçimiyse daha umut verici, daha uzun vadeli. İki haftadır Trabzon’un ilk 11’inde 24 yaş altı tam 6 oyuncu forma giyiyor (Ekuban, Abdülkadir Parmak, Uğurcan, Yusuf, Hüseyin ve Abdülkadir Ömür). Üstelik belki önümüzdeki 10 yıla damga vuracak bu gençleşme adımı, oyunu acemileştirmedi.
Onazi ve Jose Sosa’nın yokluğunda merkez ikiliyi oluşturan Abdülkadir Parmak ve Yusuf uyumlu ve olgunlar. Geçtiğimiz hafta Sivas’taki etkisiz oyunuyla eleştiri oklarının hedefi olan 19’luk Abdülkadir Ömür’ün reaksiyonu da olumluydu. Ünal Karaman’ın (kulübede artık Amiri seçeneği de olmasına rağmen) Abdülkadir Ömür’e güvenmesi ve onu yine 11’e koyması takdire değer. Abdülkadir de etkili oyunuyla yanıltmadı hocasını.
EKUBAN BU LİGİN EN İYİ ÇAYLAKLARINDAN
Trabzonspor dün ikinci devrenin başında çok net pozisyonları harcadı ama Rodallega-Ekuban ikilisinin dönüşümlü ve hareketli oyunu, galibiyetin anahtarıydı. Ekuban, bu sezon ligin en iyi çaylaklarından. Dokuz buçuk numara rolüne de gitgide alışıyor ve verimini artırıyor genç oyuncu
Futbolun 4 ana departmanında da gelişmekte olan bir Fenerbahçe izliyoruz şu an: Teknik, fiziksel, mental ve taktiksel olarak gelişim belirgin.
Ve bu 4 departmanın 3’ü için Yanal’a, biri için de yönetime yazmak lazım krediyi. Yanal’ın hazırlık kampı geçirdiği her takımı fiziksel olarak geliştirdiği malum. Fenerbahçe’yi de devre arası kampının ardından maç sonlarında ayakta kalan bir görüntüde izliyoruz.
Mental gelişim için de elbette krediyi Yanal’a vermek gerek. Ligin ilk yarısındaki Benzia’nın garip vücut dilini, Isla’nın çaresizliğini, Soldado’nun mutsuzluğunu hatırlayınca, bugünkü bütüncüllüğün temelinde şüphesiz ki takımın bir lidere kavuşmasının rolü var.
Taktiksel olarak da çok daha doğru bir Fenerbahçe izliyoruz artık: Bekler daha fazla oyuna katılıyorlar, Isla’nın Yanal’lı dönemde tam 4 asisti oldu. Merkezde iki vasat değil, muhakkak bir yetenekli oynuyor.
Ama takımın bence en büyük gelişim sağladığı alan, teknik departman. Daha yetenekli bir kadro çıktı dün sahaya. İçeriden transferler Ekici, Soldado ve dışarıdan transferler Moses, Tolgay ve Zajc’la ilk yarıya göre daha kaliteli bir Fenerbahçe izleyeceğiz. Elbette futbolda çalışkanlara, yüreklilere, savaşçılara da ihtiyaç var. Ama tabelayı genelde onlar değil, kaliteliler belirliyor. Ekici, Soldado, Moses, Zajc gibi yetenekli oyuncuların kadroya katılımıyla Fenerbahçe şimdi gerçekten büyük bir takıma benzedi. Kadıköy’e iyi futbol geldiyse bunun bir numaralı sebebi, iyi futbolcuların gelmesi.
SOLDADO'YU YANAL KAZANDI
SOLDADO’nun bütün kariyerini yakından izledik. Madrid öyküsü, Premier Lig macerası, Villarreal günleri. Ne kadar iyi bir profesyonel olduğunu ve her durumda yüzde yüzünü verdiğini biliyoruz. Dünyanın her yerinde saygı gören bu adamın, belki de en az saygıyı burada görmesini hep garipsedim. Devre arasında Antalya’da Soldado’yu Yanal’a sorma fırsatım oldu, Ersun Hoca da benim gibi düşünüyordu: “Muhteşem bir profesyonel. İyi futbolcu olduğu kadar iyi de insan. Ben de onun daha fazlasını yapabileceğine inanıyorum” demişti Yanal...
Saygı iki şeritli bir yol. Saygı gösterirseniz, saygı görürsünüz. Soldado’daki çıkışın tek sebebi Yanal.
JEAN-Marc Bosman’ın hikâyesini duymuşsunuzdur: 1964 doğumlu Belçikalı futbolcu, 1990 yazında Fransa 2. Lig takımı Dunkerque’ten bir transfer teklifi aldı. Kulübü Liege’le sözleşmesi bitmişti ama ona teklif olduğunu gören yöneticileri, Bosman’ı bonservis bedeli almadan bırakmayı reddettiler. Bosman, bu durumun Roma Antlaşması’ndaki serbest dolaşım kriterleriyle ters düştüğünü iddia ederek, konuyu önce yerel mahkemeye, sonra Avrupa Adalet Divanı’na taşıdı. Ve onun 1995’te kazandığı o tarihi dava, tüm bir sporun seyrini değiştirdi. Bu dava öncesinde futbolcular, her halükarda kulüplerinin varlığı sayılıyorlardı. Eğer başka bir kulüp onları transfer etmek isterse, aynen günümüzde kontratı devam eden oyuncularda olduğu gibi bir bonservis bedeli ödemek zorundaydı. Bosman Yasası futbolculara, diğer tüm meslek sahipleri gibi iş değiştirme özgürlüğü tanıdı. Bosman’ın açtığı yoldan yüzlerce futbolcu gitti, onlar ve menajerleri milyonlarca dolar kazandılar; büyük kulüpler daha da zenginleşirken, yetiştiriciler daha da zayıfladı. Ve 1995’ten sonra futbol bir daha hiç eskisi gibi olmadı.
Bosman Yasası’nın hayatımıza girmesinin üzerinden 24 sene geçti. Jean-Marc Bosman, kendi davası yıllarca sürdüğü için mucidi olduğu yasadan faydalanamadı, halen Belçika’da aylık 700 Euro’luk devlet yardımıyla geçiniyor. Ancak konunun tek mağduru Bosman değil. Yetiştirici ve geliştirici kulüpler de süreç içinde mağdurlar tablosuna eklendiler. Birçok futbolcu, özellikle son kontrat senelerini kulüplerine karşı bir silah olarak kullanmaya başladılar. Bu kulüpler içine son kontrat yılında Babel’den istediği verimi alamayan Beşiktaş’ı da yazmak mümkün.
Babel’in değişen performansı
Ryan Babel, Ocak 2017’de Beşiktaş’la iki buçuk yıllık kontrat imzaladı. O sırada 30 yaşında olan Hollandalı futbolcunun kariyeri büyük bir düşüşteydi; Kasımpaşa, BAE ve Deportivo’daki inişli çıkışlı performansları sonucu artık yolun sonunda görünüyordu. 5 yılı aşkın bir süredir de milli forma yüzü görmüyordu. Beşiktaş, Babel’i transfer etti, rehabilite etti, hayata döndürdü. Siyah-beyazlıların muazzam çıkışı Babel’i önce Avrupa sahnesine, sonra da milli takıma taşıdı. 2016 Aralık’ında yolun sonunda görünen Hollandalı, 2017 Aralık’ında adeta yeniden başlıyordu.
Babel’in Beşiktaş’la yaptığı iki buçuk yıllık kontrat Haziran 2019’da sona erecekti, son aylar oyuncunun menajeriyle kulübü arasında sözleşme pazarlıklarıyla geçti. Bu doğal. Ancak doğal olmayan şu: Babel’in bu süreçte performansı olağanüstü düştü. 2017-18’de 34 maçın 32’sinde oynayıp, 13 gol-6 asist yapan Babel, bu sezon 1029 dakika forma giydi ve 4 gol attı. Ardından kaçınılmaz son gerçekleşti: Beşiktaş, isteksiz Babel’i Fulham’a sattı. Yıllar sonra tekrar Premier Lig’in yolunu tutan Babel, Fulham formasıyla ilk 2 maçta 145 dakika sahada kaldı ve harikalar yarattı!
İster istemez şöyle bir soru geliyor akla: Bosman Yasası, futbolcuların serbest dolaşım hakkını korurken, Avrupa’nın orta sınıf kulüplerini ateşe mi attı? Özellikle ikinci halka kulüpler, son kontrat yılı krizini nasıl çözecek ve Beşiktaş’ın Babel’de yaşadığı gibi mağduriyetleri nasıl giderecekler? Futbol artık ikinci bir yürekli Bosman’a ve bir transfer statüsü rötuşuna ihtiyaç duyuyor sanki.
Haftanın sözü
De Jong’un transfer etseydim, ona kulübün efsanesi Agüero ile aynı maaşı ödemek zorunda kalacaktım. Bu kış transfer yapmayabiliriz, hatta önümüzdeki yazı da boş geçebiliriz. Benim için buraya yeni oyuncu getirmekten daha önemli olan şey, soyunma odasındaki huzur (Pep Guardiola).
Fenerbahçe camiasının en büyük yanılgısı, “Bu formayı senben giysek beşinci olurduk” sanrısı...
Bu inanış kesinlikle yanlış. Artık devir değişti; büyükler olağanüstü borçlu, Anadolu ekipleriyle İstanbullular arasında makas daraldı ve VAR hayatımıza girdi. Fenerbahçe’nin yukarıya tırmanabilmesi için 72 saate 1-2 iyi ofansif oyuncu transferi sıkıştırması lazım. Dün Kadıköy’de sezonun en sert maçlarından birini izledik.
Malatyaspor Boutaib sonrası daha da defansif bir takıma dönüştü. Sadece duran top ve kontra fırsatı arıyorlar ve dün 2 frikik organizasyonuyla sonuca gittiler zaten. Ama bu 2 gol dışında da hiçbir şey yapmadılar. Fenerbahçe’yle ilgili kamuoyundaki genel algınınsa yanlış olduğu kanaatindeyim. Kimle konuşsam, Fenerbahçe kadrosunun söylendiği kadar kötü olmadığını, sarı lacivertlilerin sorununun yürekle ilişkilendirilmesi gerektiğini söylüyorlar.
Ben böyle düşünmüyorum; Yanal geldiğinden beri Fenerbahçe arzulu oynuyor. Bence bu takımın esas sorunu ofansif kalite. Evet dün Neustadter de berbattı ama sezonun geneline baktığınız zaman Fenerbahçe’nin ön taraftaki çaresizliği esas sıkıntı. Slimani, Benzia, Ayew, Dirar gibilerinin CV’si aldatıcı. Bugünkü seviyeleri çok düşük. Fenerbahçe’nin ileri uçta Ekici-Soldado ve yarım Valbuena dışında kaliteli oyuncusu yok. Şimdi o listeye Moses da eklendi. Bence yukarıya tırmanabilmeleri için ön tarafa 1, belki 2 transfer daha şart.
FAUL VARSA KART DA OLMALI
DÜN sezonun en sert devrelerinden birini izledik Malatya’da. İlk 45 dakikaya bolca itiş-kakış ve kavganın yanı sıra 21 de faul sığdı. Yıllarca Süper Lig’de çok fazla faul olmasına rağmen az kart gösterilmesinden şikayet ettim. Dün ilk devrede 6 kart çıktı. Olması gereken bu.
GUILHERME’YE YAKIŞMADI
Dün 22’nci dakikada Fenerbahçe ceza alanı içinde bir Malatyasporlu oyuncu yerdeydi. Top Guilherme’deydi. Guilherme yerdeki oyuncuyu Isla’ya işaret etti ve Şilili rakibi de doğal olarak durdu. Ancak Guilherme bir anda karar değiştirip topu tehlikeli bir noktaya pas olarak kullandı. Oyun durunca doğal olarak ortalık karıştı ve maç bir daha hiç sakinleşmedi. Guilherme’nin yaptığı akıl dışı. Ve çok üzücü. Bu tür bir sportmenlik dışı hareketi daha önce gördüğümü hatırlamıyorum. Brezilyalı oyuncu bu davranışından dolayı takım arkadaşları, rakipleri ve spor kamuoyundan özür dilemeli.