Evet belki maç skor açısından çok renkli değildi, belki çok fazla net pozisyon da yoktu. Ama iki takımın da istekli oyunu, bir yandan gol arzuları, bir yandan da şema sadakatleri takdire değerdi.
İki hocaya ve 22 futbolcuya bu harika 90 dakika için teşekkür etmemiz gerekir gerçekten. Hakan Keleş’in Sivasspor’u alan parselleme konusunda ligin en iyilerinden biri olma yolunda. Top Trabzonspor’dayken alanı öyle iyi paylaştılar, şemalarını öyle iyi korudular ki, kalabalık bordo mavi yetenek grubunu uzunca bir süre çaresiz bıraktılar. 2 puan kaybına rağmen bir başka takdiri de bence Ünal Karaman hak ediyor.
Zirve yarışı yapan bir takımın Yusuf-Abdülkadir Ömür göbeğiyle devam etmesi, olağanüstü cesur bir hareket. Dün Abdülkadir Ömür biraz sorumluluk duygusundan uzak hareket edince, onunla Abdülkadir Parmak’ın yerini değiştirmesi de bir başka doğru hamleydi. Esasen bir on numara oyuncusu olan Parmak, altı numara rolüne geçtikten sonra sahanın en iyilerindendi, güzel futbolunu harika bir golle de süsledi. Dünkü güzel maçın bir başka önemli detayı da, tam 11 yerliyi bir arada izlememizdi.
Mart’taki milli maç arası için gerçekten heyecanlıyım; bir tarafta Bayern’e karşı ilk 11 oynayan Ozan, diğer tarafta ikinci yarıya muhteşem başlayan Dorukhan çok heyecan veriyorlar. Bursa’da Muhammet, Trabzon’da Uğurcan her geçen gün büyüyorlar. Hüseyin Türkmen, Güven Yalçın, Emre Kılınç derken, birçok yerlinin çıkışta olduğu bir kış yaşıyoruz. Umarım Lucescu şu dönemde ligi çok iyi izliyordur, zira ben uzun zamandır Türk futbolunun bu kadar iyi genci bir arada çıkardığını hatırlamıyorum.
MAÇIN ADAMI: HÜSEYİN
Evet, Ankaragücü galibiyeti, Galatasaray için ölçü sayılamaz. Evet, sarı-kırmızılıların santrfor ihtiyacı net. Ancak bu maçta Fatih Terim’in sessiz sedasız yaptığı devrim de gölgede kalmayacak kadar değerli: Terim, takımına ortayı yasaklamış. Kenara inen oyuncu, penaltı noktası üzerine gözü kapalı kaldırmıyor topu. 6 golün tam 5’i kenardan görerek atılan yerden paslarla geldi.
Türk futbolunun adı konmamış kanserlerinden biridir ‘orta’... Böyle bir kelime İngilizce’de yok, İspanyolca’da yok, Almanca’da yok! Ama Türk futbolunda bin yıldır en önemli meselelerden biriymiş gibi davranıyoruz ona. Sanki beklerin asli görevi, aut çizgisine inip topu gözü kapalı penaltı noktasına şişirmekmiş gibi. Hatta açık oyuncularının da öyle.
Oysa futbol kolektif bir oyun. Temelinde bir kurgu, bir plan olmalı. Nasıl orta sahanın ortasındaki oyuncu her topa değer veriyor ve bile bile ceza alanına şişirip rakibe hediye etmiyor, bek de ‘orta’ adı altında meşin yuvarlağı armağan etmemeli. Cumartesi akşamı Galatasaray’ı Ankaragücü karşısında izlerken tek bir topu bu şekilde harcamamaları heyecanlandırdı beni. Terim’in elinde orijinal bir santrfor olmaması elbette bu kararı tetiklemiştir, ama inanın en uçta Eren varken de oynamanız gereken oyun bu. Eren’in de kafasına topu atacaksanız görerek-bilerek atmalısınız. ‘Orta’ adı altında piyango mantığıyla değil.
Galatasaray’ın Ankaragücü önünde 1 ve 5’inci gollerinde Feghouli, 3 ve 6’da Mariano, 2’de de Linnes kenardan yerden paslarla ürettiler pozisyonları. Galatasaray Alan’ı da alsa Tetteh’i de alsa, eğer bu stratejiden vazgeçmezlerse, çizgiden görerek oyunu sürekli hale getirirlerse, bence sadece kulüp adına değil, Türk futbolu adına da bir şeylerin düzelmesi için hayati bir adım atmış olacaklar.
6 numaralarda Brezilyalı çağı
Ligin ikinci yarısının başlamasıyla birlikte Galatasaray’da değişen bir başka önemli detay da, iki as stoper+ön liberonun Brezilyalı olması. Bunun elbette dezavantajları olacak, kolay goller yiyecekler, pozisyon hataları yapacaklar. Brezilyalı stoperlerin karakteristiği böyle maalesef. Ancak çok önemli de bir avantajı olacak bu durumun: Geriden çok daha iyi kuracak oyunu Galatasaray...
Şu anda Chelsea’nin ön liberosu Jorginho, Avrupa’nın en fazla isabetli pas yapan oyuncusu. Guardiola’nın da transferde bir numaralı hedefiydi. City’de Fernandinho, Real’de Casemiro, Liverpool’da Fabinho aynı sebeple değerliler. Fred, Paulinho ve Thiago Mendes’i de listeye eklerseniz yetenekli Brezilyalı ön liberoların çağdaş futbolda ne kadar önemli bir pozisyon işgal ettiğini anlayabilirsiniz daha çok.
Fenerbahçe daha tutkulu ama oyunlarında belirgin bir gelişim yok. Hâlâ kaliteleri çok kısıtlı, hâlâ oyunları çok kısır. Ali Koç’un o meşhur televizyon programında mor renklerle gösterdiği bölgelere transfer zorunluluğu var. Özellikle de ofansif kalitenin artması gerek.
Mourinho, Chelsea’den ayrılıp Inter’in yolunu tuttuğunda Premier Lig’i bir süre daha İngiliz medyasına yorumlamıştı. O dönemki köşe yazılarından birinde, Liverpool’un artık Premier Lig şampiyonluğu zamanının geldiğini, çünkü kupa için ihtiyaç duyulan omurgaya sahip olduklarını iddia etmişti. Kalede Reina, savunma lideri Carragher, orta saha lideri Gerrard ve santrfor Fernando Torres’le...
Liverpool o yıl şampiyonluğu kıl payı kaçırdı ama Mourinho haklıydı. Bir takım iyi bir omurga yakaladığında etrafını tamamlamak şüphesiz ki kolaylaşıyordu. Ligin ilk yarısındaki Fenerbahçe’nin en önemli sorunlarından biri buydu sanırım. İkinci devrenin başlamasıyla beraber omurganın tamamen değiştiğini görüyoruz Fenerbahçe’de. Ve o yeni ana omurga, Sadık, Mehmet Ekici ve Soldado, daha tutkulular ilk devredeki seleflerine göre. Bu omurgayı izledikten sonra Benzia ve Slimani’ye (bir mecburiyet olmadıkça) dönüleceğini sanmıyorum doğrusu.
Mehmet Ekici dün arzuluydu, Soldado kalitesiyle Slimani’nin çok önünde. Ancak bu değişim bile Fenerbahçe’yi ancak yarım vites ileri taşıyabildi. Bursaspor’un maçın ikinci devresindeki oyunu tabelaya bir miktar daha yansısa, sarı-lacivertliler için büyük bir hüsran olabilirdi dün gece. Ali Koç’un o TV programındaki sunumda mor renkle işaret ettiği bölgelere takviye yapması kaçınılmaz bir ihtiyaç. Özellikle ön tarafa, sol ve sağ açığa takviye zorunluluğu ortada Fenerbahçe’nin.
Gol çizgisi teknolojisi
Manchester City-Liverpool maçında John Stones’un çizgiden çıkardığı topu çıplak gözle izleyen yüz kişiden 99’u herhalde gol olduğunu düşünmüştür. Ancak topun sadece 11 mm.’lik kısmı çizgiyi geçmemişti, gol çizgisi teknolojisi sayesinde devam kararı verildi. Dün yedinci dakikada Soldado’nun topuğunu Umut Meraş çizgiden çıkardığında, City-Liverpool maçı geldi aklıma. O topun da, bu topun da çizgiyi geçip geçmediğini hakemin tespit etmesi imkansız gibiydi bence. Cüneyt Çakır VAR masasına danışarak karar verdi, ama takdir edersiniz ki VAR’dakilerin de sağlıklı karar vermesi çok zor. Acaba TFF’nin gelecek planları arasında gol çizgisi teknolojisi var mı? Acaba bu teknoloji, hâlâ ilk çıktığı günkü kadar pahalı mı?
Bursa takviye yapabilecek mi?
Bursaspor ligin iyi organizasyonlarından biri. Şemasına sadık, birlikte hareket etmeyi beceren, dinamik bir takım. Ancak tabelaya bunların hiçbiri yazılmaz, sadece gol yazılır! O yüzden de ön tarafa takviye gerek. Sağlıklı bir Sakho bu ligde kader değiştirir ama santrfor arkası 3 role daha nitelikli ve golü düşünen isimler koyabilmelisiniz. Tabii transfer tahtası açılabilirse...
‘Doğru oyun’u kitap gibi oynayan Başakşehir adım adım gidiyor şampiyonluğa.
Dünkü maçı 3 perdede incelemek gerek. Birinci perdenin galibi, zaten esami listesinde yazıyordu! Trabzon sahaya 11 kişiyle çıktı sadece, Karaman’ın bir 12’nci adamı bile yoktu. Pereira sakatlandığında Kamil’i sağ beke, Abdülkadir Ömür’ü merkeze kaydıran çaresizlik, Trabzonspor’un kadro sığlığının özeti gibi. Başakşehir’se tam 21 kişiyle çıktı maça. Adebayor’lu, Elia’lı, Napoleoni’li, Attamah’lı Başakşehir kulübesinden bir takım yaratsanız, onlar da muhtemelen ligin üst sıralarında olurlardı.
İkinci perde, yani maçın ilk yarım saati, keyif takımının kontrolündeydi. Trabzonspor maça önde baskıyla başladı, Başakşehir savunmasını defalarca hataya zorladı. Dakikalar 20’yi gösterdiğinde şutlarda 8-0, kornerlerde 4-1 öndeydi Trabzon. Ama topu çerçeveye dürtemedikleri için bu baskı bir şey kazandırmadı bordo mavililere.
Üçüncü perde, yani son 1 saat ise, klasik bir Başakşehir senaryosuydu. İlk 3 şutlarının ikisi gol oldu. Birinci golü eski bir Barcelona’lı, ikinci golü eski bir Real Madrid’li attırdı. Skoru yapan da eski bir Manchester City’liydi. Ana temaları güzel oyun değil, doğru oyun olan takım kazandı dün. 32 yaş ortalamalı, diğerinden çok daha deneyimli ve kaliteli olan takım.
Clichy’nin golü öncesi faul var
Hakem kararını tartışmak için değil, ‘VAR’ın görev tanımı’nı konuşmak için değinmek istedim bu pozisyona. Clichy’nin golü öncesi Arda’nın Abdülkadir’in ayağına bastığına şahit olduk. Abdülkadir düştü, Clichy kazandı, Robinho’nun asistiyle golü de yaptı. Ancak akla şu soru geliyor: VAR, her golü otomatik olarak inceliyor. Ve bence pozisyon Abdülkadir’in top kaybıyla başlıyor. Kaybın nedeni de bir faul. Dolayısıyla golün iptali gerekmez miydi mantık olarak? VAR masasındaki Aydınus ve ekibine acaba pozisyon farklı açılardan sunuldu mu? Onlar basmayı gördü mü? Merak ediyorum doğrusu.
Maçın adamı: Arda Turan
Aynı gün, G.Saray da Sivas’ı sürklase etmişti, ama rakibinin 4 faulüne karşılık tam 18 faul yaparak! Başakşehir de ligde bir buçuk ay boyunca üst üste tüm maçlarda rakiplerinden daha fazla faul yaparak liderlikteki yerini sağlamlaştırdı (Antalya, Bursa, Malatya, Fenerbahçe, Kayseri ve Konya maçları). Süper Lig’de ilk yarının en dikkat çekici verilerinden biri, büyük takımların eskisine oranla çok daha fazla faule başvurmaları.
Süper Lig’in ilk yarısında faul ve kart sayısında önceki sezona kıyasla bariz bir gerileme olduğuna daha önce bu sütunda değinmiştim. Faul ortalaması 31’lerden 29’lara gerilerken, toplam kart sayısı da 762’den 718’e düştü. Bunda VAR uygulamasının etkisi muhakkak. Aldatma odaklı hareketler azalıyor, hakeme itiraz azalıyor. Ancak toplam faul sayısı düşerken, dağılımda enteresan bir dönüşüm söz konusu: Süper Lig’in alıştığımız genetiği, büyüklerin topla oynadığı, rakiplerinin onları durdurmaya yönelik faul yaptığı ezberi doğuruyor zihnimizde. Ancak bu yıl gerçek pek öyle değil. Özellikle skoru yakalayan büyük takımların, rakiplerinden çok daha fazla faule başvurdukları bir sezon izliyoruz hep birlikte.
Bu alanda sanırım en dikkat çekici veri Başakşehir’e ait: Süper Lig’deki son 7 galibiyetlerinin 5’inde (Antalya 11-8, Kayseri 17-16, Konya 15-11, Göztepe 13-8, Ankaragücü 14-10) rakiplerinden daha fazla faul yaparak 3 puanı kazandılar. Sanırım ligin ikinci devresinde hakemlerin önünde yeni bir mesele var: Skoru bulan takımın stratejik faul yapması konusunda daha hassas olmalılar. Özellikle de rakiplerinin hücum başlangıcında önde yaptıkları fauller konusunda.
Çok faule çok kart çıkmalı
Ligin ilk devresinde en fazla maç yöneten hakemler Fırat Aydınus’la (13), Cüneyt Çakır, Alper Ulusoy ve Umut Meler (12) oldular. En az 5 maç yöneten hakemler içinde müsabaka başına en fazla penaltı düdüğünü Arda Kardeşler (0,89) çaldı. En fazla kartı Ümit Öztürk (6) gösterdi. Ancak bence en dikkat çekici olan istatistik, faul başına kart ortalaması.
Geçtiğimiz yıllarda Süper Lig’de en fazla şikayetlendiğim konulardan biri, çok fazla faul olmasına rağmen az kart gösterilmesiydi. Bu sezon özellikle yeni nesil hakemlerin kart göstermekten kaçınmaması mutluluk verici. Ümit Öztürk ilk yarıda 238 faule karşılık 60 kart çıkarmış. Yani yaklaşık 4 faule 1 kart... Olması gereken bu. Bravo Ümit Öztürk. Oynayan teşvik edilmeli. Oynatmayan cezalandırılmalı. Ülke futbolunun kurtuluşu bu.
Bu alanın diğer iyileri B.Yıldırım (4,63), A.Palabıyık (4,80), F.Aydınus (5,54) ve A.Kardeşler (5,59)... Ancak ligde halen ortalama 11 faulde 1 kart çıkaran hakemler de görev yapıyor. İstatistikler MHK’de vardır. Benden uyarması.
Yanal’ın ilk tercihi Soldado’ydu
1990’ların ikinci yarısında doğanlara “Z nesli” deniyor, yani “Doğuştan dijital...” Onlar teknolojinin içine doğdu, bir şeye ulaşmak için sabretmiyorlar, toplum ya da ekip bilincine sahip değiller. Daha önce 50 yılda olan gelişmeler, şimdi 2 seneye sığıyor. Değişim baş döndürücü. Beğenmeyebiliriz ama anlamak zorundayız olanı biteni. Korkarım ki 1950’ler-60’lar neslinin işi bir hayli zor. Pogba, Mourinho’dan sonra takımı başka bir seviyeye taşıdı. 6 maçtır kazanıyorlar ve artık Devler Ligi potasındalar. Benzer öyküleri Terim-Serdar ya da Güneş-Orkan ikilileri için de kurabilirsiniz.
New York Knicks koçu Fizdale’in söylediği “Şu sıralar benim en büyük rakibim Boston Celtics değil, Fortnite (bir bilgisayar oyunu)” sözü, çok önemli. Artık antrenörlük, taktik-teknik eğitiminden çok, yeni nesli anlama ve empati kurabilme işine dönüştü. Ve galiba 1950’ler-60’lar neslinden ziyade, 70’lerde, hatta 80’lerin başında doğan koçlar daha iyi yapabiliyorlar bunu. Daha önce bu tanıma bir-iki kez değindim, çağı anlama adına önemli bir detay bu: Amerikalı tarihçiler Strauss ve Howe, 1990’ların ikinci yarısından sonra doğanlara “Z nesli” diyorlar. Başka bir deyişle, “doğuştan dijital” nesil bu. Teknolojinin içine doğdular, bilgisayarlar, akıllı telefonlar, tüm bilgiye arama motorları yoluyla ulaşabilmek “Z jenerasyonu” için çok sıradan. Ama bu dijital jenerasyonun önemli bir kısmında, önceki nesillerde olan karakteristik özellikler eksik: Bir şeye ulaşmak için çabalamak. Sabretmek. Toplum bilincine ya da ekip bilincine sahip olmak.
NEVİLLE’DEN BİR ÖRNEK
Babaları anneleriyle tanışmak için olağanüstü çaba göstermiş, yüzü kızarmış-reddedilmiş olduğundan değer bilirken, onlar için her şey bilmemnebook’tan insan seçmeye indirgenmiş. Mottoları, ‘dünyaya bir kez geliyorsun’a indirgenmiş. Sanki, kendileri dışındaki 7 milyar insan, dünyaya bir kez gelmiyormuş gibi! İngiliz futbolu efsanesi Gary Neville, bu neslin önemli sembollerinden Pogba’yı birkaç ay önce şöyle eleştirmişti: “Sanki her şeyi bir instagram videosu için yapıyor. Onun için hiçbir şey ciddi değil, adeta bir şakanın içinde yaşıyor”. Aynı Pogba, Mourinho gittikten sonra takımını başka bir seviyeye taşıdı. 6 maçtır kazanıyorlar ve artık Devler Ligi potasındalar. Benzer öyküleri Terim-Serdar ya da Güneş-Orkan ikilileri için de kurabilirsiniz. Serdar’ın Maldivler’den fotoğraf paylaşmak istemediğini, bunun eşinin kararı olduğunu tahmin edebiliyoruz. Benzer şekilde Şenol Güneş de “Orkan beni anlamıyor” dedi mesela. Kim bilir belki de Güneş, Orkan’ı (veya Tolgay’ı) anlamıyordur!
HIZLA GERİLEYENLER
SÜPER Lig’de maç başına faul sayısı 31’lerden 29’lara, toplam sarı kart sayısı 715’ten 675’e gerilemiş. Geçen sezona göre daha az düdük çalınıyor, daha az kart gösteriliyor, hakem hatası daha az. Ama topun oyunda kalma süresi değişmiyor: 54 dakika... Ortalama beşer dakikalık uzatmalarla 100’ü bulan aktif oyun süresinin yarısı çalınıyor. Artık buna bir dur demenin zamanı geldi sanki. TFF, ligin ilk yarı istatistiklerini paylaştı; benim 7-8’li yaşlarda bloknotlara yazarak tutmaya çalıştığım veriler nihayet hepimize bir tık uzaklıkta... Süper bir gelişme bu. İsim babam Uğur Mumcu’nun o muhteşem özetiyle “Burası, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanların ülkesi”. O yüzden TFF ne kadar bilgi sağlarsa, o kadar berraklaşır fikirler. Süper Lig’in kendine ait bir web sayfası, birer sosyal medya hesabı olması gerektiğini de o yüzden tekrar ediyoruz zaten sürekli.
HAKEME MOBBING VE KART SAYISI
TFF’nin sağladığı verilere göre geçen yıl maç başına 31 civarında seyreden faul ortalaması, bu sezonun ilk devresinde 29’a gerilemiş durumda. VAR’ın hayatımıza girişiyle aldatma odaklı hareketlerin azalması, hakeme mobbingin gerilemesi kart sayısını da dramatik biçimde düşürdü: Geçen yılın ilk devresinde toplam 762 kart çıkarken, bu sene bu sayı 718. Sanırım bir ligde faul sayısı azalıyorsa, kart azalıyorsa, kart nedeniyle yaşanan kaos azalıyorsa, topun oyunda kalma süresinin de artması beklenir. Ama Süper Lig’de değişmeyen tek şey galiba topun oyunda kalma süresi! Hâlâ bir maçta top oyunda ortalama 54 dakika civarında kalıyor. Bu da (her devreye neredeyse 5’er dakika ilave edildiğini varsayarsak) TV başında maç için kaldığımız sürenin yarısının gasp edilmesi demek.
881 VAR İNCELEMESİ YAPILDI
Tabii ki VAR incelemelerinin futbola kaybettirdiği zamanın farkındayım. Ancak gözlemlediğim kadarıyla hakemler, bu kayıp süreyi maç sonuna cesurca ekliyorlar. Ligin ilk devresinde 881 VAR incelemesi yapılmış. Yani neredeyse maç başına 6 kez VAR’a danışılıyor. Düzeltilen her bir karar için VAR incelemeleri ortalama 93 saniye sürüyor. Monitöre gidildiğinde bu süre ortalama 127 saniyeye çıkmış. Ancak düzeltilen karar, sadece 2 maçta 1 tane yaşanıyor. Monitörden düzeltilen kararsa 3 maçta 1’e kadar düşüyor. Yani hakemlerin şu anda her devreye ortalama 5’er dakika eklemeleri makul gibi. Topun oyunda kalma süresi ayıbında VAR incelemelerinin etkisi az görünüyor. Süper Lig’de topun oyunda az kalmasının temel sebebiyse yüz yıllık bir ilkellik: Her düdük sonrası hakeme yapılan anlamsız itirazlar... Maalesef Türk sporcuları bu alışkanlıktan vazgeçiremiyoruz. Hakem elini kulağına götürüp, masa ile temastayım mesajını açıkça vermesine rağmen baskı yapmaktan, itirazdan vazgeçmiyorlar!
SARI KARTTAN KAÇINILMAMALI
Ligin ikinci devresinde MHK’dan ricamız, bu itirazların önünü sert biçimde kesmeleri. Sarı kart kullanmaktan kaçınmamaları. Bilete ya da dekodere ödediğimiz paranın yarısını bu itirazkâr futbolcular çalıyorlar. Bir müsabakanın başında (devre arasıyla birlikte kabaca) 115 dakika kalıp sadece 54 dakika futbol izlemek acı verici.
HAFTANIN ÇIKIŞI
Asya Kupası’ndaki 24 takımda 21 farklı ülkeden teknik adamlar çalışıyor. 17’si Avrupalı. Ama tek bir Türk yok. Bu sezon Süper Lig’e giren 98 milyon Euro bonservis gelirinin 49’u Asya’dan geldi halbuki. Asya ilişkisi, Süper Lig’in kurtuluşu. Japonya, Katar, Çin, Arabistan gibi ülkelerle çift taraflı ilişki kurmamız lazım. Daha fazla hoca vermemiz, daha sık futbolcu almamız gerek. Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) düzenlenen 2019 Asya Kupası’nda ilk maçlar oynanıyor, devler yavaş yavaş sahne alıyor. Türkiye’de kupaya ilgi, İran ve Japonya’nın erken elenmesi temennilerinden ibaret; zira kulüpleri Nagatomo, Hosseini, Amiri (ve amatör Murzaev’i) bekliyorlar. Oysa daha önce de bu sütunda farklı vesilelerle ifade etmeye çalıştığım gibi, Asya futbolu bizim için bundan çok daha fazlası olmak zorunda. Çünkü Süper Lig’in en önemli sorunlarından biri verimsizlik. Avrupa’dan 10’a aldığı futbolcuyu aynı kıtaya 1’e bile geri gönderememesi. Ve genelde çareyi Avrupa’dan aldığını Asya’ya satmakta bulması. 2018-19 yaz ve kış transfer dönemlerinde 18 Süper Lig kulübünün toplam bonservis geliri 98 milyon Euro. Ve bunun 49’unu Asya kulüpleri ödemişler (Souza 12, Giuliano 10,5, Rodrigues 9, Gomis 6, Da Costa 4,5, Fernandao 2,5, Mendes 1,5 milyon Euro)... Burak Yılmaz, Negredo, Eren Albayrak, Podolski, Welliton, Dzsudzsak, Demba Ba, Ersan gibi onlarcasıyla, Süper Lig’e son 5 yıldır az da olsa nefes aldıran bir numaralı kaynak, Asya ilgisi.
AVRUPA’YI DA İŞTAHLANDIRIYOR
Yalnız şu gerçeği de göz ardı etmemek gerek: Katar’ın, Arabistan’ın, Çin’in, BAE’nin futbola yaptığı yatırım, elbette tüm Avrupa’nın iştahını kabartıyor. Suudi milli futbolcular İspanya Ligi’ne kiralanıyorlar; İngiltere Premier Lig, Katar Havayolları’yla flört ediyor. Süper Lig’in de Asya’nın futbolcularımıza gösterdiği bu karşılıksız ilgiye kayıtsız kalmaması gerek. Peki neler yapılabilir? Süper Kupa, Asya’da oynanabilir.
Asya Kupası’nda 17 Avrupalı teknik adamdan biri Türk olabilir. Bu da ancak Türk antrenörlerin Asya’da daha fazla çalışmasıyla mümkün. Asya’ya futbolcu satışını daha verimli hale getirmek istiyorsanız, o ligler daha sağlıklı izlenerek oradan oyuncu transferi de yapılabilir. Halen Asya Kupası’ndaki 3 Süper Lig temsilcisi, Nagatomo, Hosseini ve Amiri gayet başarılı transferler. Daha iyi arama-tarama kabiliyetiyle, belki Türkiye’de o ligleri de yayınlayarak Süper Lig’deki Asyalı sayısı artırılabilir. Hatta belki size radikal gelebilir ama yabancı sınırını 14+1 olarak revize ederek, o ekstranın sadece Asya’dan getirilebilmesi şartı konabilir. Asya’ya hoca ihraç etmeli, oradan futbolcu almalıyız. Süper Lig’in ekonomik kurtuluşu Asya’da çünkü.
HAFTANIN DETAYI
M.United’daki ilk 4 lig maçını kazanan ve Matt Busby’nin rekoruna ortak olan Solskjaer, kış transfer döneminde yalnızca kiralık oyuncu alabilecek. Zira kulübün geçici menajerlere uyguladığı politika bu. Takviyeye ihtiyaç net olsa da, antrenör 4’te 4’le başlasa da kaide değişmiyor.