DÜN Denizli-Kasımpaşa maçındaki toplam isabetli pas sayısı 842. Alanya-Sivas’ta 809 pas yapılmış. Sıradan bir Fransa Ligi maçı olan Lyon-Nantes’ta 929, Bundesliga’daki Augsburg-Leverkusen’da 1101 pas izlemiş sporseverler. 113 ülkeye servis edilen Galatasaray-Fenerbahçe maçında 700 toplam pasa ancak uzatmalarda ulaşıldı. Toplam isabetli şut 5, toplam faul sayısı ise 32’ydi.
Fenerbahçe bu haftaya ligin en fazla topla oynayan, en fazla şut atan, en fazla net pozisyon yaratan takımı olarak girmişti. Eğer dünkü Yanal, 2014’teki Yanal olsaydı, bence 5 haftada böyle istatistikler yakalamış takımını bozmaz, alışılmış düzeniyle sahaya sürerdi. Ama belli ki “Yanal 2019” farklı biri. Daha tutucu, daha çekingen. 5 maçtır geriden pasla çıkan Fenerbahçe’nin modernite ısrarı Seyrantepe’ye kadar sürdü mesela. Dün Altay aut atışlarını genellikle uzun vurdu. Ayrıca Yanal, Isla’yı 11’de başlatıp, iki açığı iki orta saha oyuncusundan seçti dün. Eğer futbolda eskisi gibi oyuncular 4 ana mevki olarak ayrışsalar, Fenerbahçe 11’inde dün kartvizitinde forvet yazan sadece 2 futbolcu (Kruse ve Muriqi) yer almış olacaktı. Zira sağ ve sol açık Ozan Tufan’la Tolga, klasik orta saha oyuncuları. Hatta ikisinin de birincil pozisyonları ön libero. Ersun Yanal, bu tutucu anlayıştan 46’da Deniz Türüç’ü oyuna sokarak vazgeçti, ama ikinci yarıda neredeyse hiç top oynanmadığı için işe yaramadı bu hamle.
G.SARAY’IN İYİSİ LEMINA
Terim’in takımının da belki esame listesine baktığımızda değil ama, ilk 10 dakika oynandıktan sonra ne kadar tutucu olduğunu fark ettik hep birlikte. Mariano maç boyunca hücuma neredeyse hiç katılmadı. Nagatomo da alışılmışın muhtemelen yarısı kadar. Galatasaray cephesinde futbol, sadece solda zaman zaman yakınlaşan Lemina ve Babel üzerinden oynandı. O da Levent Şahin’in 59’da Galatasaray’ın en iyisi Lemina’yı oyundan çıkarmasıyla son buldu.
İtalyan mafyasının aralarındaki sessizlik yeminine omerta denir. Galiba, F.Bahçe-G.Saray antrenörleri arasında bir “beraberlik omertası” var. Kimse yıpranmıyor böylece. Biz de her sene bu omertayı izliyoruz canlı yayında.
ISLA OPSİYONU SIKINTILI
Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, 36’ncı dakikada Ozan, takımını hücuma çıkarmak için Isla’nın koşuyoluna sağ çizgiye paralel bir top attı. Lemina 2-3 metre geriden gelip Isla’yı geçip kazandı topu. Şilili sağ bekin Fenerbahçe’deki ilk bir buçuk yılı saygıdeğerdi. Ama geçen sezonun sonunda başlayan büyük düşüş bu yıl da sürüyor.
MARİANO’NUN ELLERİ BAĞLI
Artık birçok üst düzey takım, oyunu neredeyse kendi altıpasının içinden kurmaya kalkıyor; hatta geçen hafta Arsenal’li Leno çıkış yolu bulamayınca kalesine doğru bir geri pasla başlattı oyunu! O zaman sanırım şöyle bir soru geliyor akla: “Sahi, neden oyunu geriden pasla kurmalıyız? Uzun pas yasaklandı mı artık?”
RİSK ARTIYOR
Aslında yanıt kolay: Hiç kimse ayağındaki topu yok yere rakibine hediye etmek istemiyor. Kaleci tarafından orta yuvarlak çevresine vurulan uzun bir topun sizde kalma olasılığı, iyimser bir tahminle yüzde 50. Oysa kale atışını kısa pas olarak kullanırsanız, topun bir süre daha sizde kalacağını garanti ediyorsunuz. Ancak son birkaç haftada bu tarzı benimseyen takımların aldıkları risklerin ağır faturalara neden olduğuna şahitlik ettik hep birlikte: Fenerbahçe, Alanya’ya böyle kaybetti. John Stones Hollanda’ya, Michael Keane Kosova’ya böyle birer gol hediye ettiler. Önceki hafta sonu da Arsenal’ın Watford karşısında ikinci yarıdaki görüntüsü tümüyle bir çaresizlikti. Emery’nin geriden topla çıkma konusundaki takıntısı, bir ara Leno’yu öyle zor duruma düşürdü ki; Alman kaleci bir aut atışını daha gerisindeki Sokratis’e doğru geri pas olarak kullanmak durumunda kaldı!
BİREYSEL HATA DEĞİL
Peki ne yapmalı? Geriden pasla çıkmak modern, uzun topla çıkmak ilkel mi gerçekten? Yoksa modernite baskısıyla takımları büyük bir riske mi zorluyoruz? Bence futbolda birçok sorunun tek bir yanıtı yok. Matematik değil bu. Bu sorunun da yanıtı birden fazla. Benim yanıtlarım şöyle:
DOĞRU PAS VARDIR
Bu soruyu yanıtlamaya, meşhur bir yanılgıyı ortadan kaldırarak başlamamız lazım: Aut atışında ceza alanının dışına pas yasaklanmadı! Sadece size ceza alanının içine de pas opsiyonu tanındı. Ama buna mecbur değilsiniz. Futbolda uzun pas-kısa pas yok, doğru pas var. Kalecileriniz kısa ya da uzun, doğru pasla başlatmaya odaklanmalı oyunu. Arsenal kalecisi Leno da, Beşiktaş kalecisi Karius da bilmeliler ki, aut atışında hâlâ en boş arkadaşlarına, en iyi pası vermekle mükellefler. 2 metreye tembel bir pas verdiklerinde görevlerini yapmış olmuyorlar.
PASLA ÇIKMAK
UEFA Avrupa Ligi’nde resmen dibe vurduk. TFF artık bu duruma seyirci kalmamalı…
2019-20 yılı UEFA puanlarına göre kıtadaki 55 ülke içinde 36’ncı sıradayız. UEFA’nın son 5 yılı dikkate alarak oluşturduğu genel sıralamada halen 11’nciyiz. Eğer bu yıl 12’nciliğe düşersek, 2020-21 Süper Lig şampiyonu, Devler Ligi’ne girmek için kesin olarak 2 ya da 3 ön eleme oynamak durumunda kalacak.
Evet, Avrupa’da bu sezonu 11’inci tamamlarsak 202021 şampiyonumuzun Şampiyonlar Ligi bileti tehlikeye girecek. Ancak tehlike bununla sınırlı değil. Sonraki yıllarda daha vahim bir tablo bekliyor bizi: Zira son 3 yıl puanlarına göre 16’ncı, son iki yıla göre 21’inciyiz. Yani Avrupa’da 4 takıma düşmemiz de, tüm temsilcilerimizin en az üçer ön eleme oynamaları da an meselesi. Son 5 yılda Türk futbolunun yakasına yapışan ‘kibir’ hastalığı, Avrupa Ligi’ndeki anlamsız rotasyon kararları, maalesef en ciddi semptomlarını bu sene gösterdi. Takımlarımız Avrupa’da bu sezon toplam 14 maça çıktılar, sadece 4’ünü kazanabildiler.
AVRUPA’DA TEKiZ!
Grupların birinci haftasında Türkiye, üç veya daha fazla temsilcisi olup galibiyet alamayan tek ülke konumunda. 2019- 2020 yılı UEFA puanlarına göre kıtadaki 55 ülke içinde 36’ncıyız. Bu sezonki performansımızla Lüksemburg ve Kazakistan’ın bile altındayız. Güncel tehlikeyi biliyorsunuz:
ANKARAGÜCÜ, ligin finansal olarak en sıkıntılı kulübü. Mütevazı imkanlar, oyunlarına da doğal olarak yansımış. Kazandıkları Kasımpaşa müsabakası dahil, her maçta topu rakibe bıraktılar. Kasımpaşa yüzde 64 topa sahip olup, şutlarda 27’ye 4 üstünlük kurduğu halde; Konya da yüzde 60 topla oynadığı halde puan kaybetti Ankaragücü’ne. Geride yedili blok halinde hiç bozulmadan duruyorlar, kazandıkları toplarla da Jamaikalı milli koşucu (ve santrfor) Orgill’i bulmaya çalışıyorlar.
Dün Ankaragücü’nün Fenerbahçe’ye gol atabilmesi için iki opsiyon vardı: Birincisi, Orgill’in savunma arkasına yapacağı koşular. Zaman zaman sıkıntı yarattılar bu yolla. İkinci opsiyon da Fenerbahçe’nin çıkarken kaptıracağı toplardı. Sarı lacivertliler bu konuda cömertlerdi. Orgill (goldeki ilk kafasını da sayarsak) üç top kazandı Fenerbahçe savunmasından. Rami, ikisi gol pozisyonunda olmak üzere 3, Zanka da bir top kaybetti çıkarken. Rami’nin oyunda kaldığı 45 dakikada bu kadar kolay top kaybı yapmasını iki faktöre bağlıyorum:
1-Sarı lacivertliler, aynen Alanya maçındaki gibi geriden topla çıkmanın sadece stoperlerin ayağının iyiliğiyle ilgili bir şey olduğunu sanıyorlar. Hayır, mesele sadece bu değil. Geriden oyun kurarken top ayağında olmayan oyuncuların da hareket etmeleri gerek. Zaten Emre dün oyuna girince, ‘geriden top nasıl çıkarılır’ dersi verdi arkadaşlarına.
2-Rami sol stoperde ne kadar rahattı bilemiyorum. Top stop ederken veya sürerken bir an bile solunu kullanmıyor.
Evet, belki Fenerbahçe’nin yediği gol ‘bir sol stoperin kullanmadığı sol ayağı’yla ilintiliydi ama Fenerbahçe’nin hücumdaki oyunu da ‘bir sol ayak resitali’ idi dün gece. İlk golü Zanka solla attı. İkinci golde Emre süper bir sol pas attı, Kruse soluyla çekip sağıyla asisti yaptı, Muriqi de soluyla fişi çekti.
Bu gol de galiba herhangi bir gol değil, muhtemelen bu yılki Fenerbahçe’nin özeti: Emre’siz Fenerbahçe topu geriden sağlıklı çıkaramıyor. Emre olmadığında göbekte Ozan şart gibi. Golün yaratıcıları Kruse-Muriqi de, herhalde bu yıl birbirlerine gol attırma konusunda yarışacaklar. Özellikle Muriqi’in yanında ikinci santrfor olarak ben oynasam sezonda 5-6 gol atardım hissine kapılıyorum bazen! Öyle faydalı oynuyor Kosovalı santrfor.
İLK YARIYA EKLENEN 30 SANİYE
HAKEM Bitigen, dün devrenin sonuna 3 dakika ekledi. 45:25’te Cebrail sakatlandı. 47:05’te maç tekrar başladı. Yani 1 dakika 40 saniye durdu oyun. Hakemse maçı 48:30’da apar topar bitirdi. O sakatlığın 30 saniyeden uzun sürdüğüne hakem dahil herkes emindi. Ama hakem tedirgin. Bir an önce bitireyim derdinde. Hata yapma korkusuyla hakemlik yapmak zor iş.
UEFA ülkeler sıralamasında an itibariyle 11’inciyiz. Sezonu böyle kapatırsak, 2020-21 şampiyonumuzun Devler Ligi bileti tehlikeye girecek. Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi şampiyonlarının kendi liglerinden bilet almalarını umacağız. Vahamet bununla da kalmıyor: Son 3 sezon tablosunda 16’ncı, son 2 yılda da 20’nciyiz. Üçüncü sezondur üst üste Avusturya ve G.Kıbrıs’a da geçiliyoruz. Halbuki rakibimiz olduklarının bile farkında değiliz değil mi? Yani bu hızla Avrupa’da 4 takıma düşmek de, tüm temsilcilerimizin en az üçer ön eleme oynaması da gündemimize girebilir birkaç yıl içinde. Durum böyleyken hâlâ Başakşehir takımı Robinho’yu Roma’ya götürmüyor, Skrtel sakatken Epureanu’yu da kulübede oturtuyor.
ÇOK MERAK EDİYORUM
Dün Roma, ideale çok yakın bir kadroyla çıktı Başakşehir karşısına. Ve neredeyse tek bir pozisyon vermeden kazandılar maçı. Avrupa’da başarı demek, markanızın büyümesi demek. Transferde kozunuzun (Katar ya da Çin gibi) para değil, uluslararası markanız olması demek. Sizin oyuncuların peşinden koşmanız yerine, onların size gelmek istemesi demek. Sahi bir futbolcunun hayattaki hedefi nedir? Ya da bir antrenör ne için yaşar? Dün Buruk’un rakibi olan Fonseca, Türk hocanın yaşıtı, 46 yaşında. Bir üçüncü lig takımıyla Portekiz Kupası’nda 2 kez çeyrek final gördüğü, Paços’u Avrupa’ya götürdüğü, Shakhtar’la City’yi yenip Devler Ligi gruplarından çıktığı için bugün Roma’da. Fonseca’nın bir hayali var ve adım adım yaşıyor bu hayalini. Peki Abdullah Avcı’nın hayali ne? Ya da Okan Buruk’un? Çok merak ediyorum doğrusu.
CLUB Brugge, bir proje takımı. Ajax, Porto ve Salzburg gibi gençlere yatırım yapıyor, parladıklarında markette değerlendiriyor ve yenilerini buluyor. Yazın Premier Lig’e 60 milyon Euro’ya 3 süper oyuncu sattılar (Wesley, Nakamba ve Danjuma). Onların formalarını Diatta, Dennis ve Okereke gibi 20’liklere verdiler. Kadroları olağanüstü değil ama kesinlikle bir planları var:
Dün maçın başından sonuna kadar 3-5-2 oynadılar. Bu sezon 10 resmi maçta hiç üçlü savunma oynamamışlardı ama dün bu tercihin bir nedeni vardı: Geriden topu savunma arkasına uzun vurmak ve Dennis-Okereke ikilisini kaçırmak. Kaçırdılar da... Vormer ve kadife ayaklı Vanaken mükemmel uzun paslar attılar arkaya. Neyse ki çok becerikli değillerdi son vuruşlarda.
Galatasaray’sa kaliteli bir takım. Ama durağan. Dün ilk 11’de 33’lük tam 5 adam vardı. Bu bir Şampiyonlar Ligi kadrosu ama sanki 2019’un değil. 2015’in ya da bilemediniz 2016’nın Devler Ligi kadrosu gibi bu. Belhanda ve Emre Akbaba döndüğünde işler değişebilir. Ama bu haliyle Galatasaray orta sahası verimsiz. Durağan görüntüye rağmen 1 puan iyi sonuç. Galatasaray bu Brugge’ü İstanbul’da yenerek en azından üçüncülüğü koyacaktır cebine.
Charleroi ertelemesi
BELÇİKA Federasyonu, Brugge’ün Devler Ligi play-off’u öncesi Charleroi lig maçını ‘ülke puanı açısından hayati önem’ gerekçesiyle ertelemiş. Bu çağda erteleme, elbette ilkel. Ancak bizim Avrupa temsilcilerimiz de 11’inci sıraya düştüğümüzün farkında olarak sahaya çıkarlar umarım.
Türk futbolunda finansal makasın daralması, bence altıncı bir şampiyon ihtimalini de çok sıcak tutuyor. Sezona girerken Malatyaspor ve Alanyaspor’un bu yılın sürpriz çıkışlarını yapabileceklerine değinmiştim. Malatya’yı Avrupa Ligi biraz sarstı ama Alanya doludizgin gidiyor.
Malatya ve Alanya’nın ön plana çıkmalarınınsa iki temel sebebi var: Birincisi, Sergen Yalçın ve Erol Bulut, kazanan dönemin futbolcularıydılar. Sporculuk hayatları ‘şerefli mağlubiyetler dönemi’ değil, Türk futbolunun uluslararası arenada şahlanış süreciydi. Futbolcuyken her tür rakibe karşı kazanmaya alıştıkları için, antrenörlükleri de son derece cesur. Bu iki takımı öne çıkaran ikinci gerekçe de fizik kaliteleri. Sergen, Erol’a fiziksel olarak süper bir Alanya, Erol da Sergen’e süper bir Malatya bıraktı.
Bu iki temel faktörün üstüne bir de Alanya’nın harika transfer politikasını ekleyin: Dün iki golü yaratan Bakasetas’la vatandaşı Siopis, süper transferler. Toplam 1,2 milyon Euro’ya mâl oldular, ikisi de Yunan milli. Haziranda İtalya’ya karşı ikisi de oynadılar. Bakasetas geçen sezon AEK ile Devler Ligi’nde Bayern ve Benfica’ya karşı da 90 dakika oynayan çok kaliteli bir isim. Dün maçın kontrolü de ondaydı zaten.
Dün Fenerbahçe’nin oyunun kontrolünü Bakasetas önderliğindeki Alanya’dan alamamasındaysa 3 faktör ön plana çıktı:
1- Milli takımda kim iyi oynadıysa, dün görünmezdiler. Deniz sahada yoktu, Ozan şaşkındı, Muriqi bile alıştığımız çizgisinin altındaydı.
2- U21’de de kötü goller yiyen Altay, özellikle yumrukla uzaklaştırmalarda hayati hatalar yaptı. Aut atışlarında da çok tembel paslar attı. Bu konularda çalışması gerek.
3- Fenerbahçe geriden pasla çıkarken top ayağında olmayan oyunculara bakın: Hepsi hareketsizler. Geriden pasla doğru çıkmanın tek koşulu ayağına top yakışan savunmacı değildir. Kalan futbolcuların da yaklaşmaları ve hareket etmeleri gerek.
Hem fiziksel olarak mükemmel seviyede olan, hem de cesaretle önde baskı yapan Alanya, hakkıyla kazandı dün.
Yusuf artık Fransa’da. Abdülkadir Ömür iyileşmek için 2020’yi, Ekuban da kasımı bekliyor. Trabzon kadrosunun zaten bir derinlik sorunu vardı. Ama 1415 iyi futbolcusuyla “acaba o sene, bu sene mi” diye düşündürtüyordu zaman zaman. Şimdiyse tek sorun derinlik değil.
Artık bir kalite zafiyeti de söz konusu. Oyun, Sosa ve Nwakaeme’nin ekstralarına bağımlıydı dün akşam. Dünkü skoru bir kenara bırakın, uzun zaman sonra oyun üstünlüğü konusunda da ilk kez bu denli sıkıntı çekti bordo mavililer. Bence Ünal Karaman, Sturridge’in 11’e montajını hızlandırabilir. Ayrıca perşembe Madrid’de veya pazartesi Sivas’ta, Abdülkadir Parmak’ı daha önde (belki sağ açıkta) kullanma seçeneği üzerinde de durabilir.
STURRIDGE ETKİSİ Mİ
Gençlerbirliği’yse bence puan tablosunun gösterdiğinden daha iyi bir takım. Rize maçının nerdeyse tamamını 10 kişi, Gazişehir’i 9 kişi oynadılar. Başakşehir maçında iyiydiler, sonunu getiremediler. İleri dörtlülerinin sağlam bir telepatisi var, topa daha fazla sahip olabilirlerse gole rahat gidebilirler. Fildişili santrfor Giovanni Sio, kısa süre içinde İstanbul ekiplerinin dikkatini çekebilir. Zaten çok kaliteli bir futbolcu. Ama sanki 12 kulüp değişikliğinden sonra futbola daha sıkı bağlanmış, dün çok istekli gördüm Sio’yu. Dün Sessegnon-Sio çok uyumluyken, Sörloth (belki Sturridge’in rüzgarıyla) dağınık olunca, istediğini alan Gençlerbirliği oldu sahadan.