Zira içinde bulunduğumuz bu sosyal medya çağı, bilginin de küçümsendiği bir dönem olmaya başlamıştı yavaş yavaş. Her şey özetlenmeliydi, her gerçek 280 karaktere sığmalıydı. Ya da bir fotoğrafa. Ama Covid sığmadı. Anlaşılan o ki, her şey 280 karaktere sığmıyor.
BİLGİ VE YALAN
2020’lerin en kaygı verici özelliklerinden biri bu: Evet, bilgiye ulaşmak daha kolay. Ama yalana ve manipülasyona da öyle. Üstelik bilgiye ulaşmanın kolay olması, bilgiyi ve uzmanlığı da değersizleştirdi. Bilgiyi sıkıcı bulan bir güruh geliyor arkadan. Başlık seven, slogan seven, detaylı metinlerden nefret eden. Gerçeği değil, kolay tüketileni isteyen. Kabul edelim ki hepimiz güzel değiliz. Yakışıklı değiliz. Coğrafyamız biraz kaderimizi tayin ediyor, çoğumuz çocukluğumuzda bir enstrüman çalmaya yönlendirilmedik, tenisi, dağcılığı, kriketi deneyemedik. Birçoğumuz resim yapamıyoruz, şarkı söyleyemiyoruz, topluluktan ayrışacak spesifik bir tipimiz ya da yeteneğimiz yok. İşte bu durum da maalesef, özellikle 15-25 yaş grubunda ‘kalabalıklara karışma’ güdüsünü tetikliyor. Birey olarak sesini duyuramayınca, sesi gür çıkan kalabalıkların bir parçası olmayı seçmeyi.
SORGULAMIYORLAR
O kalabalığın görüşü her ne olursa olsun onu otomatik olarak benimsemeyi, sorgulamaktan vazgeçmeyi. Sorgulamamak, şüphe etmemek, doğal olarak bilimden uzaklaştırıyor. Mezara kadar Beşiktaş, ölürüm yoluna Fener, damarımı kessen sarı kırmızı akar, sonuna kadar seninleyiz parti liderim yaklaşımlarının temelinde aslında hep aynı altyapı var. Aynı altyapı, bilginin değil sloganın peşinden gidenlerin de sayısını her geçen gün artırıyor maalesef.
BAŞKASINA ADALET KENDİNE MENFAAT
Bu sürü psikolojisinin sendromlarının belki de en derin hissedildiği alan, futbol. Elbette gençliğin tamamından bahsetmiyorum; ama ciddi bir kitle, hayatının merkezine futbolu, daha doğrusu taraftarı olduğu takımı koymuş. Aslında o, futbolu da değil, sadece kazanmayı seviyor. Onun için her şey ya siyah, ya beyaz. Aradaki binlerce ton griyi görmüyor, görmek istemiyor.
DOST MU, DÜŞMAN MI?
Bu kara günler bitecek, ilaç bulunacak, aşı üretilip tüm yeryüzüne yayılacak. Futbol tekrar başlayacak ve umarız EURO 2021 için gün sayacağız hep beraber. Peki bu uğursuz salgınla kaybedilen bir yıl, hangi genç futbolcular için kazanç anlamına gelecek? Hangi gençlerin bir yaş daha alması, onların 2021’de yıldızlaşmasına yardımcı olacak?
MERiH DEMiRAL (TÜRKiYE)
Ben bugünkü kadromuzu EURO’96 ekibimize benzetiyorum biraz. Takım olarak gücümüz biliniyor ama birey birey genç oyuncularımızın potansiyellerinin çok fazla farkında değil global kamuoyu. 1996’da Milli Takımımız İngiltere’ye giderken Vedat ve Tayfun 22, Sergen, Rüştü ve Alpay 23 yaşındalardı. 2020 kadromuzda da çok yüksek potansiyelli gençlerimiz var. Sanırım genç yaşında doğal liderlik özelliklerine sahip Merih’i tepeye yazmak yanlış olmaz.
ALEXANDER ISAK (iSVEÇ)
20 yaşındaki bu genç adamı Zlatan’a benzetiyorlar, ama 1,90 boyundaki İsveçli bir santrforun şu aşamada bu benzetmeden kaçma şansı pek yoktu galiba. Oysa ben onu Zlatan’dan çok farklı buluyorum: Çok mütevazı, çok sakin. Çok gürültüsüz ama olağanüstü faydalı. Sociedad’da Willian Jose’nin Tottenham’a transfer olduğunu zannedip oynamak istememesiyle bulduğu şansı harika değerlendirdi. Haaland’ı şu sıralar pamuklara saran Dortmund’un onu geri alma opsiyonunu kullanmayacağını varsayarsak, Sociedad’da düzenli oynayacağı bir sezon Isak’a olağanüstü faydalı olacak.
RAYAN CHERKI (FRANSA)
İnanılır gibi değil, ama sadece 16 yaşında. Yarıda kalan UEFA U19 Şampiyonlar Ligi’nin yıldızıydı. Ligue 1’de PSG karşısına ilk 11’de çıktı. Yeteneği zaten herkesin malumu, ama esas dikkat çekici olan en üst seviyede taktiksel
Şu anda global futbol ailesinin yaşadığı travmaya, psikolojide ‘Kübler Ross Modeli’ deniyor. İnsanlar, büyük bir yasla karşılaştıklarında bunu beş aşamada yaşarlar: “İnkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme.” Biz global futbol kamuoyu olarak inkâr ve öfke aşamalarını yaşadık. Ancak hâlâ pazarlık evresini geçememiş görünüyoruz. 196 ülkeye yayılmış, bir milyon vaka ve yüz bin ölüme doğru hızla ilerleyen bir salgın yaşıyoruz ve hâlâ gündemimiz, futbolu seyircili oynamak! Bence futbolun tekrar seyircili oynanması artık bu sezonun değil, gelecek sezonun meselesi.
KONTRATLAR
Malum, futbolcuların kontratları dünyanın hemen her yerinde 30 Haziran’da bitiyor. Evet bir ‘fors majör (savaş, grev, doğal afet gibi mücbir sebepler)’ çıkışı var. Ancak Marca gazetesi, bu çıkışın hukuken komplikasyonları olabileceğini iddia ediyor. 30 Haziran’da kontratları biten futbolcular var. 1 Ocak’tan itibaren başka kulüplerle görüşme yapmalarına statü izin verdiği için, 1 Temmuz’da hazır kontratları devreye girecekler var. Ligler temmuza sarkarsa, mesela Achraf Hakimi 1 Temmuz’da kimin futbolcusu olacak: Elinde süresi geçmiş bir kiralama kontratı bulunan Dortmund’un mu? Oyuncunun 2022’ye kadar sözleşmesine sahip Real Madrid’in mi?
FEDAKARLIK ŞART
FIFA bu konuyu nasıl çözerse çözsün, kesin olan bir şey var: Üst düzey futbolcuların kontratlarından fedakârlık etmeleri gerekliliği. Kulüpler şu anda zengin futbolcuların lüks hayatlarından önce, aşçının, masörün, fizyoterapistin maaşını düşünmek zorunda. · Futbolcu kontratlarının durumu ne olursa olsun, herkes bu sezonu bir şekilde bitirmek istiyor. Guardian’ın ulaştığı bir yetkili, Premier Lig’in ülkeye yarattığı toplam vergi kaynağının 3,3 milyar pound olduğunu söylüyor. Ve böyle bir gelirden devletin vazgeçmeyeceğinden.
SEYİRCİSİZ FUTBOL
Yani kesin olan şu: Büyük sermaye sahipleri, ne yapıp edip bu sezonu oynatmak istiyorlar. O durumda da tabii ki 1 numaralı formül, seyircisiz maç olarak öne çıkıyor. İngiltere Profesyonel Futbolcular Birliği CEO’su Bobby Barnes, futbolcuların seyircisiz futbol fikrine alıştıklarını söylüyor. Bundesliga Kulüpler Birliği Başkanı Christian Seifert da sezonu bitirmek için tek seçeneğin seyircisiz futbol olduğunu açıkladı. Üzülerek söylemeliyim ki, Süper Lig’in de önünde seyircili futbol gibi bir çıkış yolu yok. Ben sadece bu sezonun değil, gelecek sezonun dahi seyircili başlayacağı konusunda şüpheliyim.
LİGLERİN BİTİRİLMESİNE YÖNELİK OLASI SENARYOLAR
GUARDIOLA, agresif futbol denince akla sadece topsuz oyunun gelmesinden rahatsız. Takımlarına topla agresif futbol oynatmaya çalışıyor. Arrasete, Zidane karşısındaki çaresizliğini “Öyle yoğunlar ki, sizi bir merdane gibi dümdüz ediyorlar” diye açıklıyor. Espirito Santo da takımının yoğunluğunu, sıkı mental ve fiziksel antrenmanlara borçlu. Maç seviyesinde antrenman yaptırdığı için idmana tekmeliksiz çıkmaya müsaade etmiyor. 2020’lerin futboluyla ilgili tüm bu inovatif düşünceli hocaların birleştiği duygu aynı: Yoğunluk. Takımlarını yoğun oynatma çabası. Topun olduğu yerde kalabalıklaşabilmek. Sadece takım boyunun değil, takım eninin de kısa olması.
BOYUNA DEĞiL ENiNE YOĞUNLUK
GEÇENLERDE Jonathan Wilson’ın Guardian’da anlattığı Rangnick hikayesi, yoğunluk kavramının futbolun her döneminde zaten temel yapıtaşı olduğunu hatırlatıyor: 80’lerin başında Lobanovskiy’nin Dinamo Kiev’i, yaz hazırlık kampı sırasında Almanya altıncı küme takımı Viktoria ile oynamaktadır. Viktoria’nın genç oyuncu-menajeri Ralf Rangnick, top ilk taca çıktığında rakip takımı sayar. Zira öyle yoğun bir futbol oynamaktadırlar ki, genç Rangnick, rakip takımın sahada bir kişi fazla olduğunu düşünür.
Rangnick’in de başını çektiği birçok yaratıcı teknik adam bugün, takımlarının topun olduğu yerde daha kalabalık bulunmaları için çareler arıyorlar. Geçtiğimiz ay içinde Real Madrid’le karşılaşan Osasuna’nın genç ve başarılı menajeri Arrasete, rakibin yoğun oyununu şöyle tanımlamıştı: “Rakip futbolcuların kalitesinden bahsetmeyeceğim. Aksine, inanılmaz bir fiziksel oyunları var. Adeta merdane gibiler ve sahanın her yerindeler. Bir noktada direncimizin tükeneceğini biliyordum, zaten ancak 80’e kadar dayanabildik”
TOPSUZ VE TOPLA AGRESİFLİK
EĞER koronavirüs, bugün dünya gündemini silip süpürmeseydi, belki de hepimiz Devler Ligi’ndeki City-Real eşleşmesini konuşuyor olacaktık şu sıralar. Tarihinin en sükseli galibiyetlerinden birini Madrid’de alan Manchester ekibinin dâhi menajeri Guardiola’nin ‘topla agresiflik’ diye tanımladığı parolası, 2020 futbolunun ipuçlarından biri. Guardiola, topsuz agresifliği sevmiyor. Top kendi takımındayken bir agresif oyun tanımı yapıyor. Yumuşak bir yetenek oyunu değil, realist pas odaklı, kolay top kaybı yapmayan ve tabii ki kaybettiği anda, kaybettiği yerde kalabalık olan. Guardiola’nın ‘topa sahip olma’ güdüsü, Premier Lig’in de oyun yelpazesini değiştiriyor: Opta’nın istatistik tutmaya başladığı 2004-2005 sezonunda yalnızca üç maçta bir takım %70’in üstünde topla oynarken, bu sayı 2017’de (Guardiola’nın PL’deki ilk sezonunda) 36, 2018’de 63, 2019’daysa 67’ye yükseliyor.
MAÇ SEViYESiNDE TEKMELiKLi iDMAN
Savaş, deprem, çığ, yangın, koronavirüs derken kişisel tarihimizde 2020, unutulmaya çalışılacak bir sene olma yolunda. Korona günlerinde aşk zor. Futbol konuşmak, yazmak daha zor. 2020’de futbolda hatırlanmaya değer gerçekten çok az sayıda şey yaşandı. Bu kötü günde, 2020’nin o küçük futbol kırıntılarından birini yazmak istedim ben de. 10 Şubat’ta tüm dünyanın merakla izlediği 92. Akademi Ödülleri törenine bir Koreli yönetmenin bir Belçikalı futbolcuya hayranlığının damga vuracağını önceden tahmin etmek, herhalde pek mümkün değildi. ‘En iyi film’ ve ‘en iyi yönetmen’ dahil 4 dalda Oscar’ı kazanan Güney Koreli yönetmen Bong Joon-ho, hayalindeki yemek masasındaki isimler arasında Kevin de Bruyne’yi de sayınca hafızam beni birkaç yıl geriye, bu hikâyenin başladığı yere götürdü.
DE BRUYNE’NiN HAYATINI DEĞiŞTiREN KONUŞMA
Tarih, Aralık 2013... Yer Londra... O sıralarda 22 yaşında olan Kevin de Bruyne, iki kez kiralanıp geri döndüğü Chelsea’de kendini ispat etme uğraşı içinde. Genç Belçikalı sezona iyi başlamış, ama ağustostan sonra Mourinho onu tamamen unutmuş ve kulübeye mahkum etmiş. Aralık 2013’te De Bruyne’nin beklediği o mesaj nihayet telefonuna geliyor, hocası onu odasına çağırıyor. O güne kadar kulüp hiyerarşisiyle neredeyse hiç konuşma şansı bulamayan De Bruyne heyecanla görüşmeye gidiyor, ama maalesef beklediği sıcaklığı göremiyor. Belçikalı futbolcu, o görüşmeyi PlayersTribune’e kendi ağzından şöyle anlatıyor:
“Hocanın elinde birtakım kağıtlar vardı. Okumaya başladı. 1 asist, 0 gol, 10 top kazanma... Ne anlattığını anlamam herhalde bir dakika sürdü. Benim sezon istatistiklerimi söylüyordu. Sonra diğer ofansif orta sahalarınkileri saydı: Willian, Schürrle, Mata, Hazard, 5 gol, 10 asist filan hepsi. Yanıt vermemi bekliyor gibiydi. Onların 15-20 maç, benim sadece 3 maç oynadığımı söyledim. Ama kararı kesindi. O sırada onun altıncı tercihi olduğumu, Mata giderse beşinci sıraya çıkacağımı söyledi. İşte hayatımın kırılma anı orasıydı. O anda, beni istemediklerini anladım”
Bu görüşmeden birkaç gün sonra Chelsea, 8 milyona aldığı De Bruyne’yi 22 milyona Wolfsburg’a sattı. De Bruyne bir buçuk sezonda Almanya’yı büyüledi, tam 54 gol katkısı yaptı ve Premier Lig’e geri döndü.
Şu anda Manchester City’de beşinci sezonunu yaşıyor ve bence Messi-Ronaldo çağı sonrası yeniden dağıtılacak kartların en güçlü favorilerinden. Eğer De Bruyne şu anda City’de değil Chelsea’de olsa muhtemelen iki kulübün de, Premier Lig’in de, hatta Oscar töreninin de kaderine etki edecek bir durum olacaktı bu!
ESTEBAN VE UĞURCAN...
TArih, Kasım 2018... Yer Trabzon... Bir hafta önce Malatya karşısında çok yıpratıcı bir yenilgi almış Trabzonspor’da kargaşa hakim. Karaman görevi bırakmak istiyor, Ağaoğlu kabul etmiyor. Malatya karşısında hatalı goller yiyen Onur topun ağzında. Oynamayan Burak da öyle. Zaten iki oyuncu da o günden sonra bir daha Trabzonspor forması giymiyorlar.
Süper Lig'in en çok topla oynayan ilk 4 takımı içinde hem Beşiktaş’ın, hem de Malatyaspor’un olmasının nedeni aynı. Beşiktaş’ın başına geçtiğinden beri topla oynama ortalamasını %56’dan %63’e, şut ortalamasını da 13’ten 17’ye çıkardı. O Malatyaspor’un başındayken sarı siyahlı ekip haftalarca ligin en çok gol atan takımı özelliğini korudu. Şimdiyse kümeye ancak averajla tutunuyorlar. Sergen Yalçın, futbolculuğunda nasıl bir karakterse, teknik adamlığında da öyle. Pragmatik çağın aksine, o iyi oyunu ve onun getireceği skoru umut ederek oynatıyor takımlarını. Rakipten daha fazlasını atmak, ana mottosu.
Okan Buruk: Ezberleri bozan teknik direktör
Türk futbolunda yerleşmeye başlayan berbat bir ezberi, bir çağdışılığı bozarak ülkeye belki de en büyük hizmeti yaptı. İki cepheyi eşzamanlı başarıyla götürerek Avrupa’da rotasyon rezaletini tarihe gömdü. Uzun süre takımını çift santrforla oynattı. Sonra Enzo Crivelli’yi sola çekti ama orta üçlünün içinde İrfan Can Kahveci ve Danijel Aleksic’i kullanarak sahada gol şansı olan oyuncu sayısını 5’te tuttu. Sporting Lizbon’a teknik adam değiştirtti, 2021 de onun yılı olacak gibi.
Erol Bulut: Büyük bir görev alması an meselesi
Önce Yeni Malatyaspor’u Avrupa Ligi’ne taşıdı. Şimdi de Alanyaspor’la benzer bir hedefin peşinde. Sergen Yalçın’ın Pep Guardiola ekolüne öykündüğü Süper Lig’de, Erol Bulut da Diego Simeone ekolüne özeniyor. Premier Lig’de Espirito Santo ve Chris Wilder, La Liga’da Pepe Bordalas’ın oynattığının bir benzeri. Topa sahip olma gibi bir fetişizmi yok, eveleme-geveleme değil, rakip kaleye direkt gitme derdinde. Ligin en az gol yiyen ikinci takımını yarattı, büyük bir görev alması da an meselesi gibi.
Tamer Tuna: Genç-yaşlı her oyuncudan verim alıyor
Hem üç büyük takımda (Galatasaray, Trabzonspor, Beşiktaş) hem ikinci kümede oynadı. Futbolculuğunda o yıllarda çok fazla kimsenin tercih etmediği bir şey yaptı; Rusya macerası yaşadı. Çanakkale Dardanelspor’da birinci adamdı, Beşiktaş’a ikinci adam olarak gelmeyi göze aldı. Farklı disiplinleri ve seviyeleri görmüş olması, farklı tipte futbolculardan verim alabilme becerisini artırdı. Antalyaspor’da da hem çok deneyimliler-doymuşlar, hem de çok gençler-açlar var. Hepsinden verim alıyor, zira kendisi de her seviyeyi yaşadı futbol hayatında.
YILIN UMUT VEREN 4 GENCİ
KORONA günlerinde aşk zaten zor. Üstüne berbat havayı ve ‘boş tribün’ zulmünü ekleyin. Doğrusunu söylemek gerekirse, son çeyrek yüzyılda futbolu sevmenin en zor olduğu hafta sonunu yaşadık sanırım. Bir de bu uğursuz pazara ligin kaderine direkt tesir edecek iki büyük fikstürün denk gelmesi de herhalde Murphy kanunlarına dair bir durum. Yoksa bu derece berbat bir senaryoyu önceden hayal edip yazsam deseniz, böyle bir kurgu yapamazdınız herhalde.
PRAGMATİK BEŞİKTAŞ
Ligde son 6 haftanın topla oynama lideri, Sergen Yalçın’lı Beşiktaş’tı. Üstelik bu 6 maç içinde Trabzon ve Başakşehir gibi direkt rakipleri olmasına rağmen... Başakşehir’de yüzde 66 topla oynamış, Trabzon’a karşı ceza alanında 52 kez topla buluşup 29 şut atarak sezon rekorlarını kırmıştı Beşiktaş. Galatasaray önündeyse Sergen Yalçın döneminin bir ilki yaşandı: Siyah beyazlıları ilk kez böyle pragmatik bir anlayışla izledik. Özellikle ilk devre tamamen tutuklardı, ilk şutlarını 55’te attılar ve topa sahip olmada da yüzde 40 civarında dolaştılar hep.
AKBABA UNUTULDU
GALATASARAY’sa tüm bu olumsuz koşullar altında galibiyeti çok daha fazla isteyen taraftı kesinlikle. Rakibin 3 şutuna karşılık tam 16 şut denediler. İkisi rakip altıpas içinde olmak üzere 4 tehlikeli kafa vurdular. Özellikle pas serisi bozucu Belhanda çıkıp Ömer girdikten sonra orta saha neredeyse tamamen Galatasaray’ın kontrolüne geçti. Sergen Hoca bu duruma 67’de Boateng/ Ljajic değişikliği yaparak cevap vermek istedi ama herhalde o da kulübesinde bir sekiz numara olsun isterdi. Çünkü o anda Beşiktaş’ın orta sahada dengeyi kurabilmek için top bekleyen Ljajic’e değil, topa giden dorukhan’a ihtiyacı vardı. Takımı oyunun geneline hükmeden terim’in yine/ bir kez daha gol şansı yüksek emre akbaba’yı 87’ye kadar kulübede unutması da enteresandı doğrusu.
TUDOR’U EN ÇOK FATiH TERiM’iN SEVMESi!
GALATASARAY’ın 28 kişilik kadrosunun 22’si terim döneminde gelmiş oyuncular. Yani terim, sadece iki buçuk yılda Galatasaray’ın çehresini neredeyse tamamen değiştirdi. Kalan 6 futbolcudan üçü tudor, ikisi denizli, biri riekerink döneminden. tudor’un Galatasaray’a transfer ettiği 10 futbolcudan üçü halen kadroda: Mariano, Feghouli ve Belhanda. Ve enteresandır bu üç oyuncuyu da Türkiye’de en çok seven kişi sanki Fatih terim gibi!
NEDEN BELHANDA?
Beşiktaş duran top ustası. G.Saray’sa en yüksek yüzdeyle pas yapan takım. Kendi oyununu rakibine kabul ettirenin kazanacağı bir gün olacak.
GALATASARAY-BEŞiKTAŞ DERBiSi NASIL GEÇER?
SERGEN Yalçın göreve geldiğinden beri Beşiktaş, ligin topa en fazla sahip olan takımı. İkinci yarı verilerine bakıldığında da ligin ilk ikisi Galatasaray ve Beşiktaş... Dolayısıyla bu maçta herhangi bir takımın geride blok halinde bekleyip, pragmatik bir top oynayacağını zannetmiyorum. Maçın 2-2, 3-3 gibi skorlara gitmesi muhtemel. Beşiktaş, Ankaragücü önünde Lens ve Caner’le sürekli yüksek kenar ortaları yapma hatasına düşmüştü. Oysa bazen yerden paslarla Boateng ve Burak’ı bulabilirler. Terim’se Sivas’ta orta sahayı üçlü ve dayanıklı tercih etti; oysa elinde çok güçlü bir alternatif gol silahı, Emre Akbaba var. Sergen Yalçın takımına yerden oynatmayı başarabilirse, Terim de Emre’ye daha fazla dakika verirse derbide avantaj sağlayabilirler gibi.
KADER ADAMLARI: ELNENY & SERI
ELNENY, geçen hafta Ankaragücü önünde çok enteresan bir sınav verdi. Arkadaşlarının tamamlayamadığı her hücumda Ankaragücü’nün çabuklarına karşı orta sahada yalnız kaldı, ilk yarım saatte 3 faul yaptı, sonra sarı kart gördü, bir ara da kenara gelip Sergen Yalçın’a şikayetlendi. Eğer TT Arena’da da bu yalnızlığı yaşarsa Elneny için riskli bir maç olabilir. Benzer bir tehdit Seri için de söz konusu. Zira üçlü orta sahanın sağ iç rolü ona ait. Sol açık N’Koudou’nun hızlı çıkışlarında ilk müdahale görevi onda olacak ve geçen hafta Premier Lig günlerini hatırlatan bir şaşkınlık anı yaşamış, Sivas’a gol imkanı tanımıştı. Elneny ve Seri’nin konsantrasyon sınavı adeta bu maç.
MAÇIN X FAKTöRÜ: KALECiLER
İKİ tarafın herhalde eşitlikten en uzak olduğu bölge, kaleciler. Muslera, yaşayan bir efsane. Geçen hafta en eksik olduğu konuda da geliştiğini gösterdi, bir penaltı kurtardı. Onun Galatasaray’ın 2010’larda kazandığı kupalarda öyle çok emeği var ki, “Ben bu kupaların bir-ikisini eve vitrine koyayım” dese ses çıkaramayabilirsiniz! Karius’sa bir özgüven kalecisi. Moral durumu, o günkü formunu belirliyor. Ben elinden çok fazla top kaçırması hususunda bir eldiven sorunu yaşıyor olabileceğini de ihtimal veriyorum. Çünkü Bundesliga’dan bildiğimiz Karius bu değil. Karius’un kariyeri, tek bir Şampiyonlar Ligi finalinden ibaret değil zira.
MAÇIN SAYISI: 18