Şaşkın Fenerbahçe’yi, Michalak ve Lobjanidze ile mahvettiler o gün. Hatta Galatasaray da Onyekuru ile benzer bir fatura kesti Kadıköy’de. Dün de Fenerbahçe, Antalya’ya karşı ikinci devrenin başında çaresiz kaldığında zihnim yine beni bir hafta önceye, Malatya-Antalya maçına götürdü. Antalya o maça tek ön libero (Ndinga) ve iki yetenekli merkez oyuncu (Hakan ve Fredy) ile çıkmış, orta sahada kavgayla değil top kullanarak alt etmişti rakibini. Zaten Tamer Tuna,
Kasımpaşa önünde de Ufuk-Fredy ile benzer bir strateji gütmüştü.
Enteresandır Antalyaspor, Fenerbahçe önüne yetenek dozu yüksek bir merkez orta sahayla çıkarken, sarı-lacivertliler 65’e kadar Jailson-Gustavo ile hedefsiz top şişirme oynadı dün. Eğer forma renklerinden takımları tanımasak, oyun stillerinden zirve için yarışan tarafın Antalyaspor olduğunu sanabilirdik. Fenerbahçe fikstürde Malatyaspor’u takip ediyor. Ve anladığım kadarıyla sarı-lacivertli teknik ekipte hiç kimse Malatya’nın maçlarını izlemiyor(!)
Tabii ki Fenerbahçe’nin dün ilk 1 saatteki kötü görüntüsünü sadece rakip analizi zafiyetiyle açıklamak mümkün değil. Comolli’nin deyimiyle kulüpteki o ‘negatif hava’, takımda da seziliyor. Jailson’un özgüveni sıfırın altında. Dirar çıkarken sağ beke geçen Ozan, 30 saniye sonra değişiklik istiyor. Kruse anlamsızca sol açıkta başlıyor. Takımın bir tane iyisi var, Mehmet Ekici. Bir tane de standardını koruyanı var, Muriç. Fenerbahçe teknik olarak dip yapmış durumda.
JORGE COSTA VE HASAN ALİ KALDIRIM
Mourinho'nun kaptanlık/ liderlik ayrımı hakkındaki sözlerini görmüşsünüzdür: “Liderlik, koluna bant takana geçen bir sihir değildir. Lider liderdir. Doğuştan vardır o özelliği. Porto’da bir kaptanım vardı, ismi Jorge Costa. Bir gün Belenenses’e karşı tek devrede 2-0 mağlup duruma düşmüştük. Soyunma odasına girerken Jorge kolumdan tuttu ve bana iki dakika dışarıda beklememi söyledi. İçeriye girdi, benim halletmem gereken işin çoğunu o halletti. Çıktılar ve o maçı kazandılar. Jorge iki gol attı.” 4 haftalık galibiyetsiz bir serinin ardından Fenerbahçe’yi Antalya’da izlerken aklıma geldi bu röportaj. Fenerbahçe’de ne Hasan’da, ne Ozan’da doğuştan liderlik özelliği var. Emre’nin ne kadar oynayacağı belli değil. Bu takımda doğal liderlik vasfı Muriç’te var (Belki ondan sonra da Kruse’de). Kulübün yerinde olsam ilk yapacağım iş, kaptan değişikliği olurdu.
EN İYİ KADRO İDDİASI
Comolli'nin Ornstein’a verdiği röportajda en dikkat çekici sözlerinden biri de, Fenerbahçe’nin ligin en iyi kadrosuna sahip olduğu iddiası. Belki Comolli bu hesabı, Fenerbahçe’nin tüm futbolcularının market değerlerini alt alta toplayarak yapmıştır, bilemiyorum. Ama ligin en iyi kadrosunu kurmak, sadece market değerleriyle ilgili bir konu değil. Esas önemli husus, doğru kadro mühendisliği. Siz sezona başlarken elinizde tek sol bek varsa ve o da sakatsa, sol/sağ açık oynayabilecek toplam sadece 3 adama (Rodrigues, Deniz, Dirar) sahipseniz, bu işte bir matematik hatası var demektir. Kadroda tam 9 merkez orta saha oyuncusu var (Jailson, Gustavo, Tolga, Tolgay, Emre, Ozan, Ekici, Kruse ve Zajc). İlk 11’de normalde bunların üçünü kullanabilirsiniz ama diğer pozisyonlarınız yetersiz olduğu için dün Kruse’yi sol, Ekici’yi sol açıkta değerlendiriyorsunuz. Comolli keşke bu detayları da anlatsaydı Ornstein’a.
Bugün daha spesifik bir kıyas yapma imkanımız var: İlk devredeki Rize-Antep-Başakşehir-Trabzon-Alanya maçlarının dördünde Beşiktaş, rakibinden daha az şut atmış. Şut sayısında sadece Rize’yi geçebilmiş. Ligin ikinci yarısındaysa bambaşka bir görüntü var. İlk devredeki maçta Alanya’ya karşı şutlarda 14-7 geride olan siyah beyazlılar, dün 18’e 8 üstünlük kurdular mesela. Trabzon’a karşı da 29 şut ve ceza alanında 52 dokunma ile iki kategoride de sezon rekoru kırmışlardı. Yani sergen yalçın’la değişim net: Daha fazla arayan, deneyen, iştahlı-cesur bir Beşiktaş var artık sahada.
HERKES SERGEN OLAMAZ
Ancak aynen Başakşehir ve Trabzon maçlarındaki gibi dün de ilk 85 dakikada Beşiktaş’ın temel eksiği ‘bitiricilik’ti yine. Burak’la, Boyd’la, Atiba’yla, Vida’yla net pozisyonlar yakaladılar ama o sihirli vuruşu yapamadılar penaltıya kadar. Bu noktada sergen yalçın’ın ‘futbolcuya vuruş öğretemezsiniz’ açıklamasına tam olarak katılmadığımı belirtmek zorundayım. Elbette futbolda yetenek, bir numaralı faktör. Bir futbolcuya doğuştan sahip olmadığı bazı yetenekleri sonradan enjekte etmeniz mümkün değil.
Ancak sporda birçok özellik çok tekrarla kazanılır, buna da ‘meleke’ denir. sergen yalçın özel yeteneği nedeniyle hiç frikik çalışmamış olabilir ama bir başka sporcu her gün idmanda 100 serbest atış kullanarak alışkanlık kesbeder, kas hafızası oluşturur, yani meleke kazanabilir. Elbette sergen yalçın, takımın bu sorununu 1 ayda halledemez ama Boyd’un, Güven’in, N’Koudou’nun hiç gelişmediğini görünce sezon başından beri çalışma konusunda bir eksiklik olduğu ortada.
STERLING, MESSI, OĞUZHAN, GÜVEN
Temmuz 2015’te Manchester City, sterling’i 63 milyon Euro’ya transfer ettiğinde bunun ‘yüzyılın kazığı’ olduğunu zannetmiştim. Fena halde yanılmışım. O sıralarda büyük bir koordinasyon sorunu olan, dripling içinde hızını ayarlayamayıp topu geçen, son vuruş konusunda bir felaket sayılabilecek sterling, bugün birçoklarına göre yeryüzündeki en iyi İngiliz futbolcu. En önemli değişimi de son vuruşlarda yaşadı genç adam. Yine Messi’nin de son 5 yılda frikikler konusunda nasıl ‘nirvana’ya ulaştığını hepimiz zevkle seyrediyoruz. Sakın ‘ama o Messi’ demeyin. Dünyanın en yetenekli adamının gelişmesi çok daha zordur. Esas ‘az yetenekli’nin çok yolu vardır gelişecek!
ÇALIŞMANIN ÖNEMİ
Oğuzhan'ın Beşiktaş’ta 7 yılda cılız şutunu hiç geliştirmediğini, Güven’in bu sezonki halini filan görünce, futbolda çok tekrarın, çalışmanın öneminin altını bir kez daha çizmek istedim sanırım.
Lizbon’da oyuna rakibe lüzumundan fazla saygı duyarak başlamıştık. 50 dakika topa dokunamamış, rakip şutlarda 12-0, tabelada 3-0 yaptıktan sonra ancak dönebilmiştik hayata. Oysa dün İstanbul’da çok iyi bir Başakşehir takımı vardı sahada. Her şeyden önce tavır farklıydı, rakip kafada abartılmamıştı. Crivelli’nin yokluğunda 4-1-4-1 dizilimi harika işledi, ikinci santrfor gibi sürekli çerçeveye giren Aleksic biraz daha şanslı olsa tur daha ilk devrede gelebilirdi aslında.
VISCA EFSANE OLUYOR...
Kahraman Aleksic dün yedi güzel şutundan birini gol yapabildi ama tüm takım yüzde yüzünü koydu sahaya: Topa %57 sahip olduk, toplam 21 şut attık. İlk maçta durduramadığımız Coates’i, bu kez Epureanu havada süpürdü. Mert inanılmaz toplar çıkardı yine. İki maçta üç gol atan Visca, sessiz sedasız bir Türk futbolu efsanesi olmaya doğru gidiyor. Ama kredinin en büyüğü bir cesur yüreğe: Okan Buruk, dün son 40 dakikayı sıfır orta sahalı, altı forvetli bir düzenle oynadı adeta. Ve Gulbrandsen’e savunma yaptırarak kazandı turu. Zafer ona inanandır. Okan Hoca, Roma’da 4-0 kaybettiğinde dahi bu günleri hayal ediyordu. Bu gurur Okan Buruk’un
Kaybeden tüm iddaa kuponlarına %3'e varan iade sadece Misli.com'da, katılmak için buraya tıklayın!
Dün ilk 60 dakikada tam 30 faul, 9 sarı kart ve sayısız kavga izledik Kadıköy’de. Futbolcular bir faul rotasyonuna girmişler, adeta sırayla faul yaparak oyun oynanmasına imkan vermiyorlar. Biraz oyun oynansa dahi, muhakkak bir hava topunda ya da taç çizgisi kenarında bir ikili mücadelede bir futbolcu yerde kalıyor. En ufak darbeyle yere düşen can havliyle kıvranıyor, bir türlü kalkmıyor. Yere düşen kalkmayınca, baskı altında kalan hakem oyunu durduruyor. Oyun durunca ne hikmetse yerde kıvranan adam iyileşiyor ve maç yeniden bir ‘hakem atışı’ ile başlıyor.
60 DAKİKAMIZ KAYIP!
Dünkü maçta toplam kaç hakem atışı oldu sayamadım. Ama iddia ediyorum, Süper Lig’de bir haftada yaşanan hakem atışı sayısı, Avrupa’nın top 10 liginin toplamından fazladır. Dünyanın her yerinde derbi seyrediyoruz. Her derbi hassastır, her büyük maç gergindir. Manchester City-Liverpool’u 1 milyarın üstünde insan izliyor dünya çapında. Bir hafta sonra Real Madrid-Barcelona oynanacak mesela. Sadece İspanya’nın değil, belki de Avrupa’nın en büyük futbol hadisesi. Üstelik sadece sportif değil, siyasi de sorunlar var ülkede. Bir kulübün ayrılıkçı bir halkı temsil ettiği bir ortamda, mahkemeler sürerken, saha dışında dumanlar yükselirken, sahada tertemiz, mükemmel bir futbol oynanacak göreceksiniz. Artık bizim de Fenerbahçe-Galatasaray maçları öncesinde şu kerameti kendinden menkul, zengin holigan yöneticileri susturup, sadece futbola odaklanmamız gerek. Dün 90 dakikanın belki 30’unda futbol oynandı. 60 dakikamız kayıp. Yazık.
BU ZAFER FATİH TERİM'İN
Dün oynanan tarihi maçın teknik analizine gelince... 1999’da Kadıköy’de en son kazanan Fatih Terim’di, dünün de galibi Terim... Dün futbol oynanabilen kısıtlı dakikalarda daha çok isteyen, daha çok arzulayan taraf Galatasaray’dı. Aslında sadece iki takımın sol açıklarını kıyaslayarak dahi, iki teknik adamın iştah seviyesini ve dahi maçı özetleyebiliriz. Sarı-lacivertlilerin sol açığı Tolga Ciğerci, dün ilk devreyi 0 şut, 0 top kazanma, 0 top kaybı, 1 ofsayt ve 9 pasla tamamladı. Sadece 9 pas... Altay’ın 21 başarılı pası vardı mesela ilk devrede.
5 DAKİKADA 2 POZİSYON
Galatasaray'ın sol açığı Onyekuru’ysa daha ilk 5 dakikada 2 gol pozisyonuna girdi. Penaltıyı yaptırdı. Zaferi getiren golü de o hak etmişti, o attı. Maçı tam 6 şutla tamamladı. 21 yıl önce Galatasaray’ın Kadıköy’de kazandığı maçta Hasan’ın yarattığı farkı, dün Onyekuru yarattı. Yanal aylardır ısrarla klasik orta saha oyuncularını çizgi hücumcusu olarak kullanıyor. Bu anlamsız sabit fikirliliğinin bedeli, işini kaybetmesi olacak sanırım.
FATİH TERİM NEDEN YOUNES BELHANDA'YI SEÇTİ!
Dün Trabzon kalesine tam 29 şut attılar, 13 korner kullandılar. Maç kazanabilirsiniz, kaybedebilirsiniz. Ama bu ligde bir büyük takım, sahaya oyunu domine etmeye çıkar. Rakibinden daha fazla pozisyon bulmaya, yapabiliyorsa fazlasını atmaya çıkar. Büyük takım karakteri budur. Sergen Yalçın’ın da Beşiktaş’ta yarattığı en büyük değişim bu. Beşiktaş ligi kaçıncı bitirir bilmem, ama her maçı bir büyük takım gibi oynayacağını gösterdi şu bir ayda. Bir ay önce sahada 11 pragmatik Abdullah Avcı vardı. Bugün sahada 11 cesur Sergen Yalçın var.
ÇİMŞİR ÇOK FARKLI
Dünkü Hüseyin Çimşir içinse, Sergen Yalçın için söylediklerimizi söylemek tabii ki güç... Dün esami listeleri elimize ulaştığında muhtemelen benim hissettiklerimi, sahadaki futbolcular da hissetmişlerdir. Hüseyin Çimşir, bir Ünal Karaman değil. Geçen sezon orta üçlüde zaman zaman Sosa-Abdülkadir Ömür-Yusuf Yazıcı’yla (yani aslında üç tane on numarayla) oynama cesareti gösteren Trabzonspor, dün Mikel’in yokluğunda Abdülkadir Parmak’la değil Doğan’la başlıyor. Üstelik gerek Fenerbahçe, gerekse Beşiktaş maçlarında görüntü benzer: Skoru bulana kadar farklı bir Trabzon, bulunca farklı bir Trabzon var sahada.
Fenerbahçe o gün yüzde 65 topla oynadı. 23 şut, 10 korner attı. Uğurcan sekiz kurtarış yaptı. Özellikle Uğurcan’ın kahramanlığıyla kazandı o maçı bordo mavililer... Dün 46’ncı dakikadan 65’e kadar sahadaki herkes, futbolcular, antrenörler, seyirciler görüyordu Beşiktaş için gollerin geldiğini. Çimşir’se, skor 2-1’e gelene kadar seyretti olanı biteni. Vida’nın golü, Beşiktaş’ın maçtaki tam 21’inci şutuydu. Trabzonspor’sa o sırada tam 32 dakikadır şut atamamıştı rakip kaleye. Ekuban girdikten sonra ancak tekrar katılabildi oyuna Trabzon. Çimşir, İstanbul’dan bir puanla dönse de, bunu büyük ölçüde bireysel performanslara borçlu bence.
BOATENG KLASI
Dün antrenör dokunuşlarının direkt belirleyici olduğu bu maçta, birkaç futbolcu performansına da ekstra parantez açmak lazım: Uğurcan, büyük maçlarda büyük oynamayı sürdürüyor. Asla orta sınıf bir Avrupalı’ya gitmemeli, onun bir sonraki adımı kıtanın eliti olmalı. Sörloth, Roy Hodgson’ı mahcup etmeye devam ediyor. Beşiktaş’ta Gökhan Gönül’ün yüksek yüzdeli hücum performansı muazzamdı. Boateng de aynen Antep maçındakine benzer bir gol atarak klasını ispat etti bir kez daha.
Kaybeden tüm iddaa kuponlarına %3'e varan iade sadece Misli.com'da, katılmak için buraya tıklayın!
Ciddi bir Avrupa tecrübesine de sahipler. Ancak galiba Başakşehirliler biraz fazla gözlerinde büyütmüşler rakiplerini. Özellikle ilk devrede rakibe aşırı saygı duydular. 45 dakika boyunca adeta topa dokunamadık, maçı yakından izleyen seyirciler gibiydi oyuncularımız. İlk devrenin sonunda şut istatistiğinin 12-0 olması garip. Vietto 45 dakikada 4 şut atarken, Crivelli’nin 4 pas yapması daha da garip.
ÖZGÜVEN GEREKİYOR
İkİncİ maçta İstanbul’da daha yüksek özgüvenle oynayacağımız kesin. İrfan herhalde hayata dönecektir.
Epureanu, Rize’de dinlendirilip İstanbul’da oynatılacaktır. Duran toplarda 1,96’lık Coates’le Demba Ba’yı eşleştirme hatasına düşmeyeceğizdir bir daha. Hızlı oyuna karşı stoperlerinin ne kadar kırılgan olduğunu göz önüne alarak oynayacağızdır. Haftaya perşembe farklı bir maç olacak umarım.
Kaybeden tüm iddaa kuponlarına %3'e varan iade sadece Misli.com'da, katılmak için buraya tıklayın!
Emre şu anda Türk pasaportlu futbolcular içinde benzeri olmayan bir adam. Ancak şunu da unutmamak lazım, onun mevkii “on numara” değil, “ikinci santrfor”. Klasik bir santrfor gibi gol yollarına giriyor, forvet koşuları yapıyor. Orta mesafe şutu var, kafayla gol atma becerisi var. Oynadığı her takımda santrfor kadar skor yapacak bir adam.
ALAN BÜYÜDÜ
Ancak Emre gibi bir ikinci santrforla oynuyorsanız, takımın geri kalanını da ona göre şekillendirmeniz gerek. Galatasaray ligin ilk devresinde 4-3-3 oynuyordu; merkezde nzonzi olduğu için Seri sağı, Lemina solu toparlıyorlardı. Ancak şimdi oyunda Emre Akbaba var, merkezde bir nzonzi yok, Seri-Lemina’nın kaplamaları gereken alan çok büyüdü. O yüzden de kenar savunmasında Feghouli ve Onyekuru’nun yükü daha fazla. Eğer Emre gibi (veya Talisca gibi) ikinci bir santrforla oynuyorsanız, sol-sağ açıklarınızın savunma sorumluluğu olmalı. Atletico Madrid günlerinde Griezmann da ikinci santrfor rolünde oynuyordu, o yüzden de Simeone’nin sol-sağ açığı olmak demek, savunma yapmak demekti.
UYARI SİNYALİ
Dün ikinci yarıda Bifouma’nın Linnes’le sürekli bire bir kalması, Fatih Terim için bir uyarı sinyali. Eğer böyle 4-2-3-1 görünümlü bir 4-4-2 oynuyorsanız, top rakipteyken ikinci santrforunuz derine gelmeli. Solsağ açıklarınız, beklerinize yardım etmeli. Yoksa tek taraflı bir oyun olur bu.
GALATASARAY'I ZİRVEYE BAĞLAYAN FİKSTÜRÜ
Fikstür konusuna meraklı olanlar muhakkak biliyorlardır. Süper Lig’de fikstür, Premier Lig’den farklıdır. Takip esaslıdır. Takımlar (bazı istisnai durumların dışında) birbirleriyle sırayla oynarlar. Bu yıl da fikstürde Denizli-Konya-Kayseri-Kasımpaşa-Malatya ile peş peşe oynuyorsunuz. Sivasspor o süreçte her bir rakibini en az ikişer farkla yenip, beşte beş yapıp, liderliği ele geçirmişti.
FIRSATI İYİ KULLANDI
Birkaç istisna dışında hiç değişmiyor ve gelişmiyorlar. Basit gerekçem de şu: Karşılarına hangi takım çıkarsa çıksın, o ekibi hayatlarında ilk kez görüyor gibiler. Bırakın rakibin son 5 maçını, geçtiğimiz haftaki müsabakasını bile izlediklerinden şüpheliyim.
70 PASLA EZDİLER
Ankaragücü, geçen hafta Malatya deplasmanındaydı. Topa sadece yüzde 34 sahip oldular. Üstelik Malatya 41 dakika 10 kişi oynamasına rağmen. Mustafa Akçay’ın talebeleri geçen hafta da topu rakiplerine bırakmışlar, kendi alanlarında fırsat beklemişler ve savunma arkasına yaptıkları koşularla net pozisyonlar bulmuşlardı. Zaten ancak açık alan bulduklarında etkili olacak süratli Lobjanidze-Michalak-gerson üçlüsüyle de oynanabilecek oyun bu. Fenerbahçe’ye karşı da bire bir bunu yaptılar.
Fenerbahçe savunmasının orta çizgide kamp kurarak adeta koşuculara davetiye çıkardığı ilk yarının özeti net: Ankaragücü yüzde 23 topla oynamasına ve yalnızca 70 pas yapmasına rağmen, gol beklentisinde Fenerbahçe’yi ezdi (1,60’a 0,46)... Lobjanidze ve Michalak’ın bu şaşkın savunma karşısında adeta Robben-Ribery gibi gözüktüğü ilk devrenin 1-0 bitmesi, Fenerbahçe’nin şansıydı aslında. Bu tarz bir ilk yarıdan sonra ikinci devrede oyun ve oyuncu değiştirmeniz gerekir normalde. Ancak Fenerbahçe kulübesi hep tek tip oyunculardan oluştuğu için, son iki maçta olduğu gibi dün de kenardan büyük katkı alamadı Yanal. Şampiyonluk yarışçısı bir takımın ileri üçlüsü için sadece 5 alternatifi olması akıl almaz (Muriç, Mevlüt, Rodrigues, Deniz ve Ferdi). Maaş kesintileriyle pekala kulübe alternatifi olarak takımda tutulabilecek Soldado ve Valbuena’nın bu kadar kolay kaybedilmesini çok eleştirmiştik. İki iyi profesyonelin yeni takımlarındaki katkıları ortada. Yanal bugün bu ikili hakkında ne düşünür, çok merak ediyorum doğrusu.
DOKUZ MERKEZ OYUNCUSU
Fenerbahçe'de orta sahadaki 3 forma için tam 9 aday var (Jailson, gustavo, Emre, Ozan, Tolga, Tolgay, Kruse, Ekici, Zajc). Ama hücumun iki kenarı için elde sadece Rodrigues, Deniz ve Ferdi var mesela. Dün (belli bölümlerde de olsa) Jailson stoperde, Tolga sol açıkta, Deniz sol bekte, Dirar sol-sağ bekte oynadılar. Birinci golde Jailson, ikinci golde de Deniz, “ben savunmacı değilim” diye bağırıyorlar adeta. Kombine bir yanlış var sanırım büyük planda: Hem kadro mühendisliği problemi var, hem de hocanın devşirme sevdası doz aşırı.
BİR ALTAY PARASINA KURULAN TAKIM
Ankaragücü'nün iki sezondur uyguladığı transfer modeli, belki de bildiğimizi sandığımız birçok doğruya ters: Sürekli antrenör değiştiriyorlar. Takımı yaz transferinde değil, kışın kuruyorlar. Ama enteresandır, çok da başarılı oluyorlar! Geçen sezon 31 Ocak’ta tam 12 futbolcu katmışlardı takıma. Orgill, Boyd, Kitsiou, Pazdan, Kulusic ve Sacko’nun da aralarında olduğu bu transferler takıma büyük katkı yapmıştı; herkesin düşer gözüyle baktığı Ankaragücü, bir 5 hafta daha olsa belki de Avrupa kupalarına gidecekti! Bu kış da yöntemleri aynıydı. Transferin son gününde tam 15 futbolcu kattılar takıma. Ve gördüğümüz kadarıyla yine imkanlar dahilinde gayet iyi takviyeler bunlar. Bu arada Ankaragücü son iki sezonda yaptığı tüm transferlere toplam 1,3 milyon Euro bonservis ödemiş (Orgill’e 800, Kitsiou’ya 300, Stanojevic’e 200). Ankaragücü’nün bonservis geliriyse tek futbolcudan: 1,5 milyona satılan Altay’dan.