Paylaş
GUARDIOLA, agresif futbol denince akla sadece topsuz oyunun gelmesinden rahatsız. Takımlarına topla agresif futbol oynatmaya çalışıyor. Arrasete, Zidane karşısındaki çaresizliğini “Öyle yoğunlar ki, sizi bir merdane gibi dümdüz ediyorlar” diye açıklıyor. Espirito Santo da takımının yoğunluğunu, sıkı mental ve fiziksel antrenmanlara borçlu. Maç seviyesinde antrenman yaptırdığı için idmana tekmeliksiz çıkmaya müsaade etmiyor. 2020’lerin futboluyla ilgili tüm bu inovatif düşünceli hocaların birleştiği duygu aynı: Yoğunluk. Takımlarını yoğun oynatma çabası. Topun olduğu yerde kalabalıklaşabilmek. Sadece takım boyunun değil, takım eninin de kısa olması.
BOYUNA DEĞiL ENiNE YOĞUNLUK
GEÇENLERDE Jonathan Wilson’ın Guardian’da anlattığı Rangnick hikayesi, yoğunluk kavramının futbolun her döneminde zaten temel yapıtaşı olduğunu hatırlatıyor: 80’lerin başında Lobanovskiy’nin Dinamo Kiev’i, yaz hazırlık kampı sırasında Almanya altıncı küme takımı Viktoria ile oynamaktadır. Viktoria’nın genç oyuncu-menajeri Ralf Rangnick, top ilk taca çıktığında rakip takımı sayar. Zira öyle yoğun bir futbol oynamaktadırlar ki, genç Rangnick, rakip takımın sahada bir kişi fazla olduğunu düşünür.
Rangnick’in de başını çektiği birçok yaratıcı teknik adam bugün, takımlarının topun olduğu yerde daha kalabalık bulunmaları için çareler arıyorlar. Geçtiğimiz ay içinde Real Madrid’le karşılaşan Osasuna’nın genç ve başarılı menajeri Arrasete, rakibin yoğun oyununu şöyle tanımlamıştı: “Rakip futbolcuların kalitesinden bahsetmeyeceğim. Aksine, inanılmaz bir fiziksel oyunları var. Adeta merdane gibiler ve sahanın her yerindeler. Bir noktada direncimizin tükeneceğini biliyordum, zaten ancak 80’e kadar dayanabildik”
TOPSUZ VE TOPLA AGRESİFLİK
EĞER koronavirüs, bugün dünya gündemini silip süpürmeseydi, belki de hepimiz Devler Ligi’ndeki City-Real eşleşmesini konuşuyor olacaktık şu sıralar. Tarihinin en sükseli galibiyetlerinden birini Madrid’de alan Manchester ekibinin dâhi menajeri Guardiola’nin ‘topla agresiflik’ diye tanımladığı parolası, 2020 futbolunun ipuçlarından biri. Guardiola, topsuz agresifliği sevmiyor. Top kendi takımındayken bir agresif oyun tanımı yapıyor. Yumuşak bir yetenek oyunu değil, realist pas odaklı, kolay top kaybı yapmayan ve tabii ki kaybettiği anda, kaybettiği yerde kalabalık olan. Guardiola’nın ‘topa sahip olma’ güdüsü, Premier Lig’in de oyun yelpazesini değiştiriyor: Opta’nın istatistik tutmaya başladığı 2004-2005 sezonunda yalnızca üç maçta bir takım %70’in üstünde topla oynarken, bu sayı 2017’de (Guardiola’nın PL’deki ilk sezonunda) 36, 2018’de 63, 2019’daysa 67’ye yükseliyor.
MAÇ SEViYESiNDE TEKMELiKLi iDMAN
SIK sık söylerim; 2015’te City, Sterling’i 63 milyon Euro’ya transfer ettiğinde, futbol tarihinin en büyük kazığı olduğunu düşünmüştüm bunun. Ne kadar yanıldığımı zaman gösterdi, Sterling 9 haneli market değeriyle global bir yıldıza dönüştü. Sürekli 100 milyonluk oyuncular transfer edemeyeceğinize göre, elinizdekileri 100 milyonluğa dönüştürmeye çabalamak artık sır. Bu ‘bireysel gelişim’ meselesinin de antrenman günleriyle doğrudan ilgili olduğu kesin. 2020’lere damga vuracağına yürekten inandığım Nuno Espirito Santo, Rio Ave’ye gittiğinde yaptığı ilk iş, idmanlara tekmelik zorunluluğu getirmek oluyor. klopp’un da antrenman bilimi konusundaki takıntısına zaten sıkça değiniyoruz: Bir yardımcısı, sadece antrenmanları geliştirme ve renklendirmekten sorumlu. Teknik ekibinde bilgisayar yazılımcısı, öğretmen ve mühendis var. Hatta bir taç hocası istihdam ettiklerinde alay konusu olduklarını da hatırlıyoruz.
20 KiŞiLiK DAR KADRO
BARCELONA’nın bir önceki menajeri Valverde, takım içi gruplaşma sorununu, kadroyu daraltarak çözmeye çalışmıştı. Katalunya ekibi, iki cephede şampiyonluğu sadece 19 oyuncuyla kovalıyor şu sıralar. Mustafa Denizli de başarılı olduğu sezonlarda genelde dar kadroyla çalışmıştır. Wolves menajeri Espirito Santo da, şu anda Premier Lig’de en az oyuncu kullanan hoca. Sadece 20 futbolcuyla, Premier Lig’de ilk dördü ve Avrupa Ligi’nde finali kovalıyor. Dar kadro tercihinin iki önemli gerekçesi var:
1- MAÇLARA giderken kimseyi evde bırakmıyorsunuz. Hiçbir oyuncu “Ben zaten oynamıyorum” duygusuna kapılmıyor. Kadro dar, sıkça sıra geliyor. Elbette bir futbol takımında herkes sürekli oynayamaz. Ama Santo, kariyerinin önemli bir kısmında yedek kaleci olarak bankta oturduğu için, kendisinin yaşadığı dışlanmışlığı kimse yaşasın istemiyor.
2- SANTO’nun herkesle bire bir ilgilendiğini söylüyor futbolcular. Herkesi kişisel meselelerine kadar tanıdığını, dostluk kurduğunu ve bir problemleri varsa çözmeye çalıştığını. Zaten ekipçe sürekli ‘paintball’a gidiyorlarmış. Galiba 2020’lerin retro modalarından biri de bu olacak: Dar kadro, tekrar popülerleşecek Avrupa futbolunda
Paylaş