Tarihin en estetik Avrupa Şampiyonası olan Euro’88 düzenlendiğinde, ben 8 yaşındayım. Tarihteki 8’inci Avrupa Şampiyonası’ydı ve o günlerde 8 takımla organize ediliyordu. Her bir detayıyla enteresan bir turnuvaydı: Hiçbir maç 0-0 bitmedi, hiçbir maç uzatmaya ya da penaltılara gitmedi, hiçbir oyuncu kırmızı kart görmedi. Turnuvanın açılış golünü Roberto Mancini atmıştı; ama esas sihir, benim de hayatımı değiştirecek olan kapanışta gizliydi.
TANRI’NIN ADALETi
Aslında o yıllarda Maradona’cıydım, ama çocukluğumda takım tutma konusunda bir istikrar gösteremediğim gibi, favori futbolcularım da hep değişti zaman içinde. Maradona da, kendisine karşılaştığı en iyi futbolcunun kim olduğu sorulduğunda Van Basten ve Romario demişti zaten.
Üstelik Maradona’nın Meksika’86’da İngiltere’ye elle attığı golden de çok hoşnut değildim, Tanrı’nın elinden çok Tanrı’nın adaletini izlemeyi tercih ederdim o gün.
ÖYLE BiR GOL ATTI Ki
Neyse ki Van Basten, 25 Haziran 1988 günü Münih’te Sovyetler Birliği’ne öyle bir gol attı ki, 32 yıl sonra bugün bile tüylerimi diken diken eden bir ana tanıklık ettik sayesinde: Ortayı o gün milli formayla son maçına çıkan 38’lik Mühren yaptı. Bu, Mühren’in ulusal takım kariyerindeki tek asisti. Hani ortayı görseniz, asist demekte de güçlük çekersiniz aslında! Topu son derece şandel şekilde dar bir açıya, Van Basten’in olduğu bölgeye şişirdi sadece. Ama Van Basten dar açıdan öyle bir vole vurdu ki, top mu kaleye gitti, kale mi topa, şu gün bile anlamakta güçlük çekiyorum ben.
YiNE MÜNiH OLiMPiYAT STADI
Futbolda Messi benim için komple paketi, Zidane zekayı, Cristiano istikrarı, Brezilyalı Ronaldo yeteneği, Marco van Basten’sa estetiği temsil eder. Her bir hareketi bir kuğu asaletindeydi, her bir golü insana futbolu tekrar sevdirirdi. Voleler, röveşatalar, onun için penaltı atmak kadar sıradandı. Ki kullandığı 54 penaltıdan 51’ini gol yapmış bir adam bu! Boyu uzundu, ama 1,88’lik biri için ayaklarına inanılmaz hakimdi. Maç sıkıştığında orta sahaya gelir, sihirli dokunuşlarıyla oyunu açar, atmayı olduğu kadar attırmayı da severdi.
Tabii ki şu anda söz konusu transfer döneminin hangi aylarda olacağını, hatta olup olmayacağını bile bilmiyoruz. Ancak dünyanın koronavirüsle savaşını kazanması ve hayatın normalleşmesi halinde futbolu şahane bir transfer süreci bekliyor bence. Sebebi de şu: Virüs nedeniyle finansal fair-play kısıtları bir süreliğine askıda. Bu, doğal olarak zengin kulüplerin elini rahatlatacak. Ayrıca gelirleri ortalama yüzde 30 düzeyinde azalan başaltı kulüpler de yıldız oyuncularını yaz piyasasında değerlendirmek ve bilançolarını düzeltmek isteyecekler. Ben de (eğer sağlıklı bir şekilde yapılabilirse) 2020 yaz transfer dönemine damga vuracağını düşündüğüm 6 adamı derledim...
FERRAN TORRES(VALENCIA)
Valencia altyapısından yetişip, çok kısa sürede kulübün en değerli oyuncusu haline gelmiş özel bir yetenek. Sözleşmesi 2021’de bitecek olan genç adama 100 milyonluk bir çıkış opsiyonu yazılmış ama Valencia onu gelecek yaz bedava kaybetmemek için elbette pazarlığa açık olacaktır. Benim son zamanlarda gördüğüm en heyecan verici kanat oyuncularından biri. Tek özelliği sürati değil, doğru pozisyon alması, zekası, bir hamle sonrasını düşünerek çok kolay çalım atmasıyla komple bir paket adeta. Bu özellikleriyle de bence Rodrygo ve Vinicius’un önünde. Real Madrid’e gitme ihtimali güçlü.
ACHRAF HAKIMI(DORTMUND)
21 yaşındaki kanat oyuncusu, Real Madrid Castilla üretimi bir süperstar. Castilla, şu anda 5 büyük ligdeki 17 oyuncusuyla Avrupa’nın en üretken 4’üncü altyapısı (Benfica, Salzburg ve Ajax’tan sonra). Zidane’ın da altyapıyla ilgili hassasiyeti malum. Ancak Fransız hocanın önünde yazın vermesi gereken kritik kararlar var: Elindeki Marcelo, Carvajal, Mendy ve kiralık görevlerinden dönebilecek Hakimi ile Reguilon’dan birisini markette değerlendirmeye mecbur gibi. Dortmund’da iki sezonda 19 gol katkısı yapan Hakimi, kariyeriyle ilgili kararı henüz vermediğini, Zidane’ın da kendisiyle iletişime geçmediğini söylüyor. Ben Hakimi ile Reguilon’un gelecek sezon Real kadrosunda olacaklarını ve Marcelo’nun satılacağını düşünüyorum doğrusu.
MARTIN BRAITHWAITE(BARCELONA)
Real Madrid gibi Barcelona’yı da çok hareketli bir yaz bekliyor. PSG’nin Mbappe’yi tutup, Neymar’ı Barcelona’ya vermesi Paris’e huzur getirebilir. Barcelona, Neymar ve Lautaro’nun ikisini birden Camp Nou’ya getirmek istiyor ama eğer bu iki transferden biri gerçekleşmezse rota Sociedad’lı Isak. O da benim bayıldığım bir genç adam. Ama Isak konusunda komplike bir örgü var: Bir sürpriz olur da Dortmund, Haaland’ı Real’e starsa, Isak’ı Sociedad’dan 30 milyona geri alma opsiyonları var. Ancak Haaland Dortmund’da kalırsa Isak da Barcelona’nın yolunu tutabilir. Peki başlıktaki Braithwaite’in tüm bu olanlarla ilgisi neydi diye düşünmüş olabilirsiniz! O da şu: Eğer Lautaro, Neymar, Isak üçlüsünden ikisi Barcelona’ya gelirse Braithwaite’in kiralık gönderilmesi ciddi bir ihtimal. Ve bence Braithwaite Avrupa’nın sessiz güçlerinden. Eğer düzenli oynama fırsatı bulursa hareketliliği, çabukluğu, soğukkanlılığıyla bu sezon adından çok söz ettirebilir.
HARRY KANE(TOTTENHAM)
1990’daki Bolu-Beşiktaş karşılaşması yayıncılıkta devrim yaptı. 1988’deki G.Saray-Neuchatel karşılaşması kulüpler bazındaki uluslararası başarıların yolunu açtı. 2000’deki G.Saray-Arsenal maçı UEFA Kupası’nı getirdi.
Dün Ertuğrul Abi (Özkök), dünya futbol tarihini değiştiren 8 maçı kaleme almıştı. Ben de bugün Türk futbol tarihini değiştiren 8 müsabakayı seçmeye çalıştım. İçlerinde yaşım tutmadığı için şahit olamadıklarım var. Ve de listeyi 8’e indirgerken üzülerek elediklerim... Mesela A Milli Takım’ın 1956’daki Macaristan zaferi, Fenerbahçe’nin Manchester City, Beşiktaş’ın Barcelona galibiyetleri gibi bazı maçları dışarıda bırakmak zorunda kaldım. Bu listede olmayı hak eden bence en az 8 maç daha vardı, onlarla ilgili şimdiden af diliyorum sizlerden.
BiR ASRIN GURUR VESiKASI
17 MART 1954, İSPANYA-TÜRKİYE
Yirminci asırda aldığımız tek Dünya Kupası vizesi. Elemenin ilk ayağında Madrid’de 4-1 kaybediyoruz. Üç gün sonra Mithatpaşa’daki rövanşta ilk 11’imizde 8 değişiklik yaparak 1-0 kazanıyoruz. O günlerde futbolda ‘gol averajı’ kaidesi hayata geçmediği için üçüncü maç, tarafsız sahada, Roma’da oynanıyor ve 2-2 sonuçlanıyor. 11 yaşındaki İtalyan futbolsever Franko’nun çektiği kurayla Türkiye, tarihindeki ilk Dünya Kupası biletini alıyor. Not: 90 yıllık Dünya Kupaları finalleri tarihinde maç başına 2 gol ortalamayı bulan yalnızca 4 ülke var: Brezilya, Almanya, Macaristan ve Türkiye... Katıldığımız iki turnuvada toplam 10 maç oynadık ve 20 gol attık.
YÜKSELME DEVRİNİN BAŞLANGICI
9 KASIM 1988, GALATASARAY-NEUCHATEL
Türk futbolunun çeyrek asırdan fazla süren duraklama devrini bitiren maç. Galatasaray’ın 3-0’ın rövanşında 5-0 kazandığı, Levent Özçelik’in ‘bahardan kalma bir gün’de radyo anlatımıyla efsaneleştiği bir şaheser. Daha sonra yargıya taşınan maçın sonucu aynen tescil edilmiş, ancak Galatasaray aldığı cezalar nedeniyle Monaco ile Almanya’da, Steaua ile İzmir’de oynamak zorunda kalmıştı.
Bir transfer döneminde bazen en büyük başarı birini getirmek değil, birini göndermek olabilir. Liverpool, Coutinho’yu 140 milyona Barcelona’ya satarak rakibini Devler Ligi’nde saf dışı etti ve kupaya uzandı. Dortmund, Götze’nin Bayern’e satışından kazandığı paranın üçte birine Aubameyang’ı almıştı aynı yaz. Peki korona sonrası süreçte hangi ayrılıklar başarı getirir? Kimler transferde kimlerle yolları ayrılmalı?
TOTTENHAM, MOURINHO’DAN KURTULMALI
Acı ama gerçek... Mourinho’nun Manchester’daki son bir buçuk sezonundaki en büyük başarısı, tüm kadroyu kötü futbolcular olduklarına inandırmaktı(!) Bir aylık olumlu havadan sonra aynı ekosistemi, Kuzey Londra’da da yarattı. Portekizli teknik adam, bu kez de tüm Tottenhamlılar’ı kötü futbolcular olduklarına inandırıyor sırayla. Bence Tottenham yönetiminin yapması gereken, eğer başarabilirlerse,
Pochettino’nun kapısında yatıp Arjantinli’yi geri dönmeye ikna etmek. Mourinho’nun sorunuysa bence şu: Kariyeri boyunca süper kadrolarla düzenli olarak kupa kovaladıktan sonra, baş altı takımlarla Devler Ligi mücadelesi yapmaya alışamadı. Mağlubiyette çirkinleşebiliyor. Peş peşe birkaç mağlubiyetteyse soğukkanlılığını tamamen kaybediyor. Tottenham görevi, ona göre değil.
POGBA FiLMiNiN FiNALi GECiKTi
Mourınho’nun Manchester’daki başarısızlığını elbette sadece onun yarattığı negatif enerjiye bağlamak doğru değil. Soyunma odasında yıllanmış zehirli bir ortam vardı ve Mou, bu problemle baş edemedi. Kulüp, Pogba’yla Derby County maçında tribünlerde paylaşım yaptığında yolları ayırmalıydı zaten. Pogba o hareketleri Ferguson döneminde yapsaydı, bir daha asla ManU forması giyemezdi. Solskjaer’in Pogba’yı bir daha oynatacağını zannetmiyorum, hatta sakatlıklarının da bir kısmının senaryo icabı olduğunu düşünüyorum. Eğer Manchester United yönetiminin iddia edildiği gibi Pogba’yı 100’e satıp, Grealish’i 70’e almak gibi bir opsiyonları varsa, bu, son dönemde yaptıkları en iyi hamle olabilir.
BALE, KARiYERiNE YAZIK ETTi
Gareth Bale’in sevmediği ve sevilmediği bir kentte yedinci sezonunu geçiriyor olmasını açıklamak güç. Onun da sezon başında Çin transferine izin verilmemesi büyük bir hataydı. Hem Zidane, “Hemen bugün ayrılması herkes için iyi olur” dediği bir oyuncuyla sezon boyunca baş etmek zorunda kaldı. Hem de “Galler, golf, Real” önem sıralaması yapan bir futbolcunun yüzyılın kulübüyle alay etmesine izin verildi. Kontratının bitimine hâlâ 2 sezon daha var ama bence Bale de yeteneklerine yazık etmeme adına Madrid’den ayrılmayı seçmeli.
Teknik adam değişikliği fazla. Ancak 26 haftalık verileri incelediğimizde, bazı rakamların takımların mevcut konumlarını açıklamada kılavuz olabildiğini görüyoruz. Süper Lig’in ilk 26 haftasının sonunda bize bir şeyler anlatan sayıları derledim bugün.
0 - KONTRATAK GOLE KAPALI
Denizlispor’un yediği kontratak golü sayısı... Ligi tam ortadan ikiye bölersek, alt grubun en iyi savunma takımları Denizli ve Konya olarak ön plana çıkıyorlar. Denizli, ligde kontratak golü yemeyen tek ekip.
2 - DURAN TOPA DİRENÇLİ
Başakşehir’in yediği duran top golü sayısı... Faul sayısının ve duran topların neticeye etkisinin fazla olduğu bir turnuvada bu istatistik, sıralamanıza direkt tesir ediyor. Fenerbahçe 9, Galatasaray 7 duran top golü yemişler bu sezon.
3 - ALTIPASTAN EN AZ ŞUT
Ankaragücü’nün altıpastan şut oranı... Ankara ekibinin imkanları çerçevesinde iyi iş çıkardığını düşünenlerdenim. Maalesef ligin altıpastan en az şut imkânı bulan takımı olmaları da bence kalite kısıtlarının kanıtı.
5- GUİLHERME-JAHOVIC A.Ş.
Avrupa’nın 5 büyük liginin maç başına en fazla şut atan takımı. Aynı zamanda Bayern Münih’ten sonra maç başına en fazla gol bulan da onlar. Tam 62 yıl sonra Serie A’da aynı sezonda 5 farklı maçta 5 gol kaydeden ilk ekip. Son 2 sezonda ligde yapılan 12 hat-trickin 7’si de bu takımın oyuncularına ait. Tarihlerinde ilk kez katıldıkları Devler Ligi’nde de bir peri masalı yazıyorlar: Kupa 1’de bu sezonun en fazla farklı oyuncudan
skor katkısı alan takımı da yine onlar. Gasperini’nin Atalanta’sı, üstelik tüm bu olumlu istatistikleri, sadece 36 milyon Euro’luk maaş bütçesiyle beceriyor... Futbol kamuoyunun büyük bölümü, koronavirüs çağının en şanssızının Liverpool olduğunu düşünüyor. Ama bir başka kuzeyli, mütevazı Bergamo kenti de, en az Liverpool kadar mahzun anacak bu yılı.
21 ŞUBAT’TA GELEN KÖTÜ HABERE KADAR HER ŞEY YOLUNDAYDI
Doğuştan bir Bergamolu olan Anna Bonalume, tüm ömrünü geçirdiği bu küçük şehri, bir ‘çok çalışma’ ve teşebbüs kenti olarak tanımlıyor. Sadece 40 kilometrekarelik 120 bin nüfuslu bu küçük kent, San pellegrino gibi bir başarı hikayesini doğurmuş, şu anda da Kiko, uBI ve Brembo gibi üç dev şirkete de ev sahipliği yapıyor. Aslında 21 Şubat 2020’ye kadar bu onurlu ve çalışkan kent için her şey yolunda gözüküyor, ta ki o gün Codogno’dan gelen kötü haberlere ve köy karantina altına alınana kadar. Sonrası da çorap söküğü gibi geliyor zaten.
SALGINDA ROLÜ TRAJİK
şu anda Bergamo’da maalesef 10 binden fazla korona vakası, 2 bin 500’e yakın da ölüm var. Futbol aşığı bu kentin, Avrupa’da koronavirüsün merkezi olarak anılacak noktaya gelmesinde de başrolü futbolun oynamış olması trajik gerçekten. Zira Codogno karantina alınmadan 2 gün önce, 45 bin Bergamolu, Şampiyonlar Ligi’nde Valencia’yla oynayacakları tarihi müsabakayı izlemek için Milano’ya seyahat etmiş ve otoritelere göre o maç, bir ‘biyolojik bomba’ etkisi yaratmıştı.
112 YIL SONRA İLK
Bu arada futbolu yakından takip edemeyenler için hatırlatayım: Atalanta, 112 yıllık tarihinde ilk kez mücadele ettiği Devler Ligi’nde Valencia gibi bir devi her iki maçta da yenerek çeyrek final bileti aldı. Üstelik Avrupa’daki maçlarını (stadının yetersiz koşulları nedeniyle) Bergamo’da değil, Milano’da oynamalarına rağmen. Ve belki de koronavirüsün kıta sathına bu kadar yayılmasında, UEFA’nın 19 Şubat’taki Atalanta-Valencia maçını seyircili oynatmasının önemli rolü var.
Avrupa’nın 5 büyük liginin en düşük pas isabetiyle oynayan takımı (%62). En çok faul yapan (maç başına 19) ve en fazla kart gören takımı (96). Çok fazla uzun metrajlı oynadıkları için, aynı zamanda Avrupa’nın en çok ofsayta düşen takımı. Herhalde ‘kim bu çağ dışı futbolu oynayan takım’ diye merak etmişsinizdir. Söyleyeyim: Bu takım, şu anda Avrupa Ligi’nde son 16’da mücadele eden, kupanın favorilerinden Ajax’ı saf dışı bırakan, La Liga’da da Devler Ligi pozisyonunda olan Getafe... Doğru bildiğiniz her şeyi unutun. Çünkü şimdi size herkesin bildiklerine değil, sadece kendi doğrularına inanan bir adamdan, Getafe’nin idealist menajeri Jose Bordalas’tan, -namı diğer- Pepe’den bahsedeceğim.
AVRUPA’DA DA BAŞARILI
· 10 çocuklu bir ailenin sekizinci göz ağrısıydı. Yani çok özel sayılmazdı! Çocukluğu tarlalardan karpuz toplayarak ve gazete dağıtarak geçti. Dördüncü kümeden öteye geçemeyen futbol hayatı, 28 yaşında bir büyük sakatlıkla sona erdi. Doğduğu kent Alicante’nin B takımını asgari ücretle çalıştırarak başlayan antrenörlük kariyeri de hiç kolay olmadı: 37 yaşında Alicante’yi üçüncü kümeye çıkardı. 42’sinde ilk kez ikinci ligde çalıştı. İkinci ligden iki ayrı takımı La Liga’ya çıkardı, ancak 53 yaşında ilk kez birinci ligde çalışma fırsatı buldu. Şu anda La Liga’da üçüncü sezonu. İkinci ligden çıkardığı Getafe’yle ilk sezonunu 8’inci, ikinci yılı 5’inci bitirdi. Peri masalı bu sezon, ligin yanına Avrupa macerasını katarak sürüyor.
TEKNiK DEĞiL FiZiK
· Teknik bir futbolcu değildi. Zaten tekniğe dayalı da bir futbol oynatmıyor. Futbolun sadece oyuncu kalitesi ve teknik kapasiteyle değil, fizikaliteyle ilgili olduğunu düşünüyor: “Bana inanmıyorsanız, Real Madrid’e bakın. Zidane geldikten sonra nasıl değiştiler. Çünkü çalışıyorlar.” Pepe’nin, İspanya’nın en zorlu antrenmanlarını yaptırdığı söyleniyor. 3 saatlik uzun kondisyon yüklemeleri... 3540 kilometrelik koşular. Futbolcuların üstündeki cihazlarla antrenman maçlarında bile yürüyüş temposuna düşüşün yasak oluşu.
SETIEN: FUTBOL, BU DEĞiL
Eğer Getafe’yi daha önce izlemediyseniz, yazının bu noktasına kadar söylenenlerden fazla etkilenmemiş olabilirsiniz. Getafe’nin yöntemi, size yeteneği kısıtlı benzerlerinin yaptıklarını hatırlatmış olabilir. Barcelona koçu Setien de Pepe’ye pek hayran sayılmaz: “Bunun adı futbol değil. Bu başka bir şey ve bundan keyif almıyorum.” Ancak Getafe, sanki Setien’in tarif ettiğinden biraz daha fazlası... Hatta La Liga’ya ilham verecek ve İspanyol liginin baskın futbol stilini değiştirmeye zorlayacak kadar etkili kimilerine göre. Şu anda Athletic, Leganes, Granada, Valladolid, Espanyol gibi takımların dönüşümünde, Getafe’nin izlerini görebiliyorsunuz. Peki Getafe’yi geçmişteki benzerlerinden farklı kılan ne?..
Yani final biletlerinin yaklaşık yüzde 70’i aynı 7 takıma gitmiş. Finallerin tekelleşmesiyle ilgili bir başka çarpıcı veri de şu: 2000-2010 aralığında tarihindeki ilk Kupa 1 finalini oynayan tam 5 yeni takım izlemiştik: Valencia, Leverkusen, Monaco, Arsenal ve Chelsea... Oysa 2010-2020 arası tek takım yaşayabildi o heyecanı. O da Tottenham... Üstelik 2000’lerde Devler Ligi finali yapan o beşlinin dördünün de bir daha oralarda olamadığını görüyoruz. Yani kartel güçlenmiş, tekelleşme derinleşmiş.
YENİLERE YER YOK
2000’ler umut vericiydi. 2010’larda galaktik büyükler, dükkânı yenilere kapadı. Peki 2020’ler nasıl olacak? 2021’i-2022’yi aşağı yukarı öngörebiliyoruz, ama mesela 2025 Devler Ligi finalini acaba kimler oynayacak? Bence Leipzig, Ajax ve Lyon gibi üç iyi organizasyonun 2020’lerde ana masada olma ihtimalleri var. Ancak onları bir devam yazısında ele alacağım. Bugünkü yazı, İngiltere ve İspanya’nın devlerinin yakın geleceğine dair bir küçük önizleme...
REAL MADRID VE BARCELONA
La Liga, koronavirüs nedeniyle durduğunda Barcelona lider, Real ikinci sıradaydı. Ancak ligi yakından takip edenler bana hak vereceklerdir; Barcelona’daki Messi ağırlığı bu sezon daha da belirginleşti. Gerek başkanla futbolcular arasındaki derin kriz, gerek Suarez ve Dembele’nin sakatlıkları, gerek Griezmann’ın takım tarafından kabul görmeyişiyle Katalan ekibi, son 15 yılda ilk kez Messi’ye bu denli bağımlı hale geldi.
YÖNETSEL KRİZ VAR
Gelecek yılki seçimde başkanı göndermeye ant içen futbolcular bunu başaramazlarsa kriz daha da derinleşebilir. Şu anda umutlar Neymar’ın Barcelona aşkına bağlanmış durumda ama Setien’in sıradanlaşan orta sahasına da takviye yapması gerekiyor. Uzaylı Messi’nin ben bir 5 yıl daha en üst seviyede oynayacağına inanıyorum, ancak Barcelona’daki bu yönetsel kriz durumu çözülmedikçe, yakın gelecek çok parlak görünmüyor. Puan olarak Barcelona’nın gerisinde görünen Real Madrid’se planlama açısından ezeli rakibinin çok önünde. Evet 4 Devler Ligi madalyası alan takım yaşlandı, ama transferde yapılan doğru hamlelerle efsanevi 11’in alternatifleri de hazırlandı. Zidane’ın dönüşü, Avrupa futbolunun kaderini değiştirebilecek bir hamle. Ben Zidane’ı, 2020’lerde Klopp’u durdurabilecek isim olarak görüyorum. Marcelo ağırlaştı ama Mendy şimdiden taraftarın kalbini kazanmış görünüyor. Üstelik Sevilla’da kiralık olan Reguilon da çok iyi bir alternatif olarak geri dönecek.
TEK EKSİK SANTRFOR