Tabii ki içinde Manchester United, Sevilla, Inter, Wolves gibi ekiplerin olduğu bir turda Kopenhag’la oynamaktan şikayetlenemeyiz. 16 takım içinde bütçesel olarak 15’inciyi çektik. Başakşehir’in bu turda kendinden daha zayıf ekonomiye sahip bir takımla eşleşmesi mucize gibi.
Ancak Kopenhag’ı tarif etmek için, finansal tablosundan çok daha fazla bilgiye ihtiyacınız var. 7 yıldır dâhi menajerleri Solbakken’le bölgelerinin en büyük üretici kulübü olmuş durumdalar. Kadrolarında bulunan Delaney, Robin Olsen, Cornelius, Zanka, Vavra ve Skov gibi oyuncuları geliştirerek Avrupa’nın beş büyük ligine ihraç ettiler bu dönemde. Dün sahada olan 18’lik sağ açık Daramy ve 21’lik stoper Nelsson da yolda. Yani karşımızda yalnızca futbol bir kulübü değil, bir fabrika var adeta. Doğal olarak da güçlü bir futbol kültürüne sahipler.
Evet kabul etmek lazım, oyunları sıkıcı. Düşük bütçeli bir Atletico Madrid gibiler. Bu yıl Avrupa Ligi gruplarında mücadele eden 48 takım içinde maç başına 6,8 ile en az şut deneyen ekip konumundalar. Dün de 4’lü savunmalarıyla 4’lü orta sahaları arasına bırakın girmeyi, orada nefes almak bile imkansız gibiydi. Sekizli bir blok, yapışık gibi oynuyorlar adeta. Önceki gün Atletico-Liverpool maçını izlediyseniz bu sekizli blok işinin ustasını orada görmüşsünüzdür zaten.
TOPU KALDIRMAMAK GEREK
Böyle bir rakibe karşı yapılabilecek şeyler kısıtlı: Topu kesinlikle havaya kaldırmamanız gerek. Maç başına 22 hava topuyla, bu alanda ilk üçteler. Biz dün bu hatayı sıkça yaptık, sebebi de önde yaptıkları baskı karşısında Mert’in mecbur kalışıydı. Crivelli dışında hemen hiçbir hava topunu alamadık zaten. Savunmaları orta sahalarına adeta yapışarak öne çıktığı için sizi sürekli arkaya koşuya zorluyorlar. Zaman zaman böyle fırsatlar bulduk ama penaltıya kadar rakibin koşu kalitesine veya şanssızlığa takıldık. Tek gollü bu galibiyet, altın değerinde bir skor zira Kopenhag’ın Avrupa Ligi gruplarından itibaren 9 maçının 8’i zaten 1-0 veya 1-1 bitti. Zaten bir-iki gol, hatta mümkün olsa yarım gol belirleyecekti bu turun kaderini. Belki de o kader golü, dün atılan goldü. Adeta bir altın goldü Visca’nınki.
Tarih 9 Kasım 2018’di... Malatyaspor ile Trabzonspor, yine Yeni Malatya Stadı’nda bir lig maçı oynamışlardı. Maçı Erol Bulut’lu Malatya 5-0 kazandı. Goller Boutaib, Aleksic ve Guilherme’den geldi. Sadık ve Adem de Malatya forması giyiyorlardı o gün. Yaklaşık 500 gün içinde o Malatyaspor, önce Erol Bulut, Aleksic, Boutaib, Sadık, Adem; sonra da Sergen Yalçın, Guilherme ve Jahovic’i kaybetti. O günkü Malatya, sezon sonunda Avrupa Ligi bileti almıştı. 500 gün sonra bugünkü Malatya, ligde kalma savaşı veriyor.
O gün 5-0 kaybeden Trabzonspor’sa büyük bir kaos içine girmişti o maçtan sonra. Onur, Burak, Olcay, Kucka, Zargo, Rodallega gibi deneyimlilerle yollar ayrıldı. Takım 15 gün içinde Uğurcan ve Hüseyin Türkmen’e, birkaç ay içinde de Abdülkadir Parmak, Doğan ve diğerlerine emanet edildi. O maçın ardından Malatya ligde dördüncüydü, Trabzonspor’sa küme düşme hattının sadece 2 puan üstündeydi. 500 gün sonra bugün Trabzon lider. Malatya ise küme düşme hattının yalnızca 2 puan üstünde.
DOĞRU TEDAVİNİN ESERİ
Dünkü maçın neticesinin makro plandaki analizi aslında bundan ibaret. Son bir buçuk yılı yönetsel açıdan çok iyi geçiren, problemli bölgeye hızlı teşhis koyan ve doğru tedavi yapan Trabzonspor dipten zirveye bir yolculuk içindeyken, sadece marketten gelir elde etme odaklı Malatyaspor aksi yönde ilerliyor hızla.
Dünün teknik analizine, yani günlük verilere odaklanırsak, tabii ki Malatyaspor’un çok fazla eksiğinin olması bir talihsizlik. Sağ bek Chebake, stoperler Hadebe-Mustafa’nın yokluğunda savunmadaki dağınıklık dikkat çekiciydi. Nöbetçi sağ bek Murat gayretliydi ama takım ön libero Murat’ın yokluğunu hissetti bu kez de! Trabzonspor’sa bütüncüllükten uzak rakibinin bu şaşkınlığını iyi değerlendirdi, çok erken çekti maçın fişini. Sosa orta sahada çok rahattı ve bir maestro gibi yönetti her şeyi. Abdülkadir Ömür futbolu çok özlemiş, her atağın içinde vardı dün. Ekuban’ın da iştahı hissedildi. Trabzonspor için dünün tek üzüntüsü Sörloth’un sakatlığı elbette. Dilerim öyle değildir, ama Norveçli’nin sakatlığı ciddiyse Trabzon’un şampiyonluk yarışında onun yokluğunu çok hissedeceği kesin.
Alanya bu yedili mini ligde sadece 6 puan toplayabildiği için üst gruptan koptu mesela. Sivasspor’sa direkt rakiplerine karşı topladığı puanlarla tutundu zirveye. Lig sadece Başakşehir, Trabzon, Galatasaray, Sivas, Beşiktaş, Alanya ve Fenerbahçe arasında oynansaydı, lider Sivasspor olacaktı enteresan bir şekilde. Yiğidolar direkt rakiplerine karşı 11 maçta 19 puan topladılar. Maç sayıları eşit değil ama bu tabloda Trabzon’un 16, Galatasaray ve Fenerbahçe’nin 12, Beşiktaş’ın 11 puanda kaldıklarını dikkate alırsak, Sivas’ın istatistiği daha da parıltılı hale geliyor.
MUSLERA EĞER DiKKATSiZ OLSAYDI...
Bu istatistiğin temel sebebiyse şu: Sivasspor, özellikle topu isteyen, oyunu domine eden rakiplerine karşı planını çok daha iyi uyguluyor. Tam anlamıyla ceza alanına sıkışan, koşucu-pragmatik bir takım değiller. Ama mesela önde şok baskıyı seviyorlar, bu da geriden oyun kuran takımlara karşı iş yapıyor elbette. Rakiplerinin tamamlayamadığı hücumlarda olağanüstü hızlı çıkıyorlar. Bu da bir büyük takım zaafı doğal olarak. Maç içinde bölüm bölüm vites küçültüp, sonra birden artırıyorlar. Bunu da ancak rakibiniz topu seviyorsa yapabilirsiniz. Dün Sivas’in iki golü arasında tek bir şutu yok. Ama tabelaya iki gol yazmayı başardılar bu şekilde. Muslera biraz daha dikkatsiz olsaydı, maçı kazanacak fırsatları da yakalamışlardı hatta. Galatasaray’sa dün deplasmanda yüzde 62 oranla topa sahip oldu. Duran toplarda çok etkiliydi, Ömer’le Donk-Feghouli arasındaki bağlantı her geçen gün güçleniyor. Hava toplarında 15’e 6’lık bariz bir üstünlük kurdu, ama oyun sürekliliği sağlayamadığı için 3 puanı sökemedi Sivas’tan. Terim’in cevaplaması gereken bir numaralı soru sanırım şu: 2-2’den sonra neden oyunu rakip yarı alana yığamadılar? Neden pozisyon sürekliliği sağlayamadılar?
İKİ EMRE'NİN HİKAYESİ
Dün iki teknik adam, belki de top ayaklarına en çok yakışan iki oyuncularını, iki Emre’yi kulübede başlattılar. Terim’in Emre Akbaba’lı 4-2-3-1’le orta sahada eksik kaldığını düşündüğünü zannediyorum. Anlıyorum ve hak veriyorum da hatta zaman zaman. Ancak gerek Fenerbahçe maçında, gerekse dün Emre Akbaba’yı oyuna almakta neden bu kadar geç kaldığına anlam veremedim. Kadıköy’de rüzgar lehine dönmesine rağmen uzatmalara kadar sokmadı Emre-Adem’i. Dün de skor 59’da 2-2 oldu. Ama Emre girdiğinde dakika 77, Adem sahaya ayak bastığında ise 82’ydi. Bu değişiklik dakikaları biraz daha geriye çekilebilirdi gibi geliyor bana.
RIZA ÇALIMBAY'IN PENALTICISI KİMDİ?
Sanırım Rıza Çalımbay’ın dünkü maçın 11’ini bir daha yapma şansı olsa, başlangıç tercihini Yasin’den değil, Emre Kılınç’tan yana kullanırdı. Emre’nin oyun aklı eksikliği 50 dakika boyunca hissedildi, Yasin de o zannedilen geniş alanı ilk 5 dakikadan sonra hiç bulamadı. Ancak 56’da kazanılan penaltıyı oyuna henüz girmiş Emre’nin atması da enteresandı doğrusu. Takımın tahtaya yazılan penaltıcısı muhtemelen Mert’ti. Kariyerinde 11 başarılı penaltı atıp ilk kez geçen hafta kaçırdı diye bu hiyerarşide geriye düştüyse üzücü. Ayrıca Emre’nin de maça girer girmez, topa 3 kez dokunmuşken, dördüncüde penaltıyı kullanması da tartışmalı. Hep söylüyorum, futbol ciddi bir iştir. Penaltıcı seçimi de öyle. Emre penaltıyı kaçırdıktan sonra tamamlayamasa, muhtemelen Sivaslılar çok tartışacaklardı bu konuyu.
SERI'NİN TEK ZAAFI BUYDU
Klopp’un eski yardımcısı Buvac da ondan 5 yaş büyüktü. Şu anda Dinamo Moskova’nın sportif direktörü. Klopp’un şimdiki yardımcılarından Lijnders, iki sezon önce NEC takımını çalıştırdı. Halen de sayısız kulüpten birinci adamlık teklifi alıyor. Zidane Ancelotti’nin, Arteta Guardiola’nın yardımcılığını yaptılar.
Varacağım nokta şu: Dünyada teknik direktörler yanlarına güçlü profilde yardımcılar bulundurmaktan çekinmezken, Türkiye’dekiler kendilerine alternatif yaratmaktan çekiniyorlar. Şimdi soruyorum size: Terim’in, Güneş’in, Yanal’ın ekiplerinden neden Buvac’lar, Arteta’lar, Lijnders’lar çıkmaz? Daha doğru soru belki de şu: Çıkma potansiyeli olanlar neden oralarda hiç konumlandırılmaz? Türkiye’de yardımcı antrenörlük kurumu artık çok daha farklı ele alınmalı. Ali Koç yönetimi de, konunun ciddiyetini sezon içinde kavradı ve Volkan’la Emre hamleleri yapıldı peş peşe. Ancak sezon başında konu aynı ciddiyetle ele alınmadığı için şu anda Fenerbahçe, hem Avrupa kupaları bileti, hem de Türkiye Kupası hedefi varken önemli bir açmazda. Bu teknik kadronun söz konusu hedeflere varıp varamayacağı, gelecek sezonun planlarını da doğrudan etkileyeceği kesin. Dün teknik ekip tarafından Tolgay’a orta ikilideki kesicilik rolü verilmesi, zaten geliyorum diyen felaket gibiydi. 40 dakikada 3 faul yaptı. Ardından da top keseyim derken atıldı. Kruse sakatlandığında girmesi gereken adam Mevlüt’tü. Planlar kenar ortaları üzerine kuruluyken, hava topunda 13-4 galipken o dakikada olması gereken oydu. Dün yanlış tercihler, ev sahibine puan kaybını getirdi doğal olarak.
Ferdi ve Mevlüt neden önemli?
Dikkatli sporseverler, Galatasaray’ın 2014-15 sezonu şampiyonluğunu hatırlayacaklardır. O şampiyonluğun “x faktör”ü Yasin Öztekin’di... Yasin, Türkiye Kupası maçlarındaki başarısıyla zorla girmişti lig 11’ine. Aynı şekilde Emre Çolak da kupada parlayarak, ligde Hamza Hamzaoğlu’nun sürpriz kozlarından biri haline gelmişti. Bu kupalar boşuna oynanmıyor. Kupada bulduğu şansları iyi değerlendiren oyuncular, ligde ödülünü almıyorsa zaten antrenöre de, kadro adaletine de inanmazlar. Daha 3 gün önce Guardiola, kupada yıldızlaşan Foden’ın ligde kesin olarak oynayacağını söyledi basın toplantısında. Fenerbahçe’nin kupa yıldızı Ferdi’nin, yine iyi performanslar gösteren Zajc ve Mevlüt’ün bir türlü hak ettikleri şansları bulamamasıydı aslında Yanal’ın elini daraltan. Dün Ferdi kötü oynadı. Ancak Ersun Yanal bu isimlere zamanında, hak ettikleri dakikaları verseydi hem kadrosu genişleyecek, hem de bu adamların martta dizleri titremiyor olacaktı. Kupa deyip geçmemek gerek.
Korona mesajı bize de lazım
Dün bizim maçlarla aynı saatlerde oynanan İngiltere Premier Lig müsabakalarında futbolcular tokalaşmadı. Kimi çevrelerin mutlulukla, kimilerinin de alaycı bir şekilde yaklaştığı bu kararı, canı gönülden destekliyorum. Rakip teknik adam Chris Wilder’ın elini sıkmakta bir sakınca görmediğini açıklayan Norwich menajeri Daniel Farke'nin de konuyu tam olarak algılayamadığını düşünüyorum. Mesele burada zaten rakip menajerin Wuhan virüsü taşıyıp taşımadığından ziyade, İngiliz halkına ve hatta dünyaya verilen hassasiyet mesajı. “Bakınız biz bile bu kadar hassasız, lütfen siz de hassas olunuz” mesajı bu. Süper Lig’de de acilen uygulamalıyız bence bu metodu.
Altay Çiftyumruk
Geride yedili blok halinde çok iyi duruyorlar, rakibin tamamlayamadığı hücumlarda üç süratliyi kullanarak ikinci bölgeyi adeta uçarak geçiyorlar. Savunmasını fazla öne çıkarmayan Sivas ve Gençlerbirliği, Ankara ekibinin bu tuzağına sık düşmedi. Ama Fenerbahçe’yi paramparça ettiler, Beşiktaş’ı da zaman zaman çok zor durumlara düşürdüler.
ELNENY ACI ÇEKTİ!
İlk bir saat itibariyle oyun adeta Michalak’ın oyunuydu. Başlangıçta sağdaydı, iki kez Caner’in arkasına sarktı. 25’te sola geçti, önce Sedat’ın aldatmadan sarı kart gördüğü pozisyonu yarattı. Sonra Lens’e sarı kart aldırttı. Akçay, Lobjanidze’yi biraz daha erken soksa, bulduğu fırsatları realize etme şansı
artardı bence. · Sergen Yalçın’ın bu oyuna karşı iki hamlesi olabilirdi: Birincisi, atakları tamamlamak. Golle, autla ya da taçla, her atağı tamamlamak. Geri koşmak zorunda kalmamak. Bunu çok fazla başardıklarını söyleyemem. O yüzden de ikinci hamle devreye girdi zaten. Karşı atak başlangıcında sert müdahaleler. Özellikle Elneny acı çekti dönüşleri kesebilmek için. 30 dakikada üç faul yaptı. 40’ta kenara gitti, Sergen Yalçın’a isyan etti. 50’de sarı kart gördü. Mısırlı’nın kariyerindeki en zor maçlardan biriydi muhtemelen bu. · Sergen Yalçın görevdeki ilk 5 maçına hükmetmişti, oyunun vitesi hep onun elindeydi. Bu maça hükmedemedi. Zaten hem savunmayı öne çıkarıp, hem de bir Ankaragücü maçına hükmetmek zor iş. Hükmetmeden kazandı bu kez Sergen Yalçın.
Eğer Süper Lig’de gelecek sezona verecek bir isim arıyorsanız, benim size şimdiden süper bir önerim var: “Süper Lig 2020-21 Hakem Atışı Sezonu”. Zira ben 150 yıllık futbol tarihinde hiçbir ligde, hiçbir sezon bu kadar çok hakem atışı yapıldığını sanmıyorum. Hakem atışının, taç gibi, aut gibi, faul gibi sıradanlaştığı bir lig olduk bu sıralar. Sebebi de basit: Yere düşen kalkmıyor. Yere düşen kalkmadığı için tribünü provoke ediyor, akan oyunu baltalıyor ve hakemi maçı durdurmaya zorluyor. Hakem oyunu kesince de, bir maçta 8-10 taneye kadar hakem atışı yapılmak zorunda kalınıyor. İnanılmaz...
ELMA ÇALMAKLA AYNI
Yaklaşık iki ay önce bir mertlik çağrısı yapmıştım sporculara. Pazardan elma çalmakla, rakipten taç atışı çalmanın hiçbir farkı yok. İkisi de kendi iaşenize, yani moda deyimle çocuğunuzun rızkına şüphe getiriyor. Çünkü sizin rakibiniz de ailesinin iaşesi için ter döküyor; sizin haksız yere elde ettiğiniz bir galibiyet primi, onun banka hesabından çalınıyor aslında.
Ama Türkiye’deki mertlik sorunu, maalesef taç atışı, korner veya penaltı çalmaktan ibaret değil. Yeni moda, zaman çalmak. Rakibin hücumunu ya da maçın geri kalan süresini yerde yatarak çalmak. Bu noktada futbolculara, antrenörlere, hakemlere ve federasyona önemli görev düşüyor:
MERTLiĞi GÖRMEK İSTİYORUZ
Futbolcular, her darbede yerde kalarak oyun zamanından çalmamalı. Bu utanç verici. Yeteneğiniz, fizik kaliteniz, aklınız ölçüsünde oynamalısınız. Çalmak, sporculuk değildir. Asker selamı ya da maç sonu demeç verirken gösterdiğiniz o muazzam mertliği, esas işinizi yaparken yani ayakta kalıp futbol oynarken de görmek istiyoruz aynı seviyede.
YERDEN KALKMAYANI UYARIN
Antrenörler, futbolcuların genelde babası yaşında. Hatta bazıları dedesi yaşına da yakın. Yere düşüp kalkmayan oyuncuyu uyarmanız gerek. Çünkü bugün zaman çalarak puan almanızı sağlayan o oyuncu, 2 ay sonra siz başka bir takıma geçtiğinizde rakibiniz olup puanınızı çalıyor.
Dünkü maçın teknik analizi bir yana, seçilen 11’in dahi, Ersun Yanal’ın sonunu getiren sebeplerin bir küçük demosu olduğunun altını çizmek gerek. Prensipli olmakla takıntılı olmak arasında ince bir çizgi var. Doğrularında ısrarcı olmakla, onlara tapmak farklı şeyler. Ersun Yanal, bu sezon zaman zaman doğrularına inanmaktan ziyade tapma sınırını zorladı. Dün de bu doz aşırı inancın küçük örneklerini gördük: İlk 11’inde kenar oyuncusu olmamasına rağmen, iki adamı (Mehmet ve Kruse’yi) çizgiye devşirerek maça yine 4-3-3 başladı. Bu sezon Türkiye Kupası’nda 540 dakika oynamış ve her saniyesinin hakkını vermiş Ferdi’ye yapılmış bir ayıp bu. Oysa göreve veda ederken bari, sezon boyunca alamadığınız bazı riskleri alsaydınız keşke: Mevlüt-Muriç ikilisiyle ve 4 merkez oyunculu baklava orta sahayla pekala 4-4-2 de deneyebilirdiniz dün. Ferdi ve Mevlüt’ün yanı sıra sezon boyunca kupada son derece namuslu bir futbol oynamış, hafta sonu gol atmış Zajc da dün 15 dakikadan fazlasını alabilirdi.
RADİKAL DEĞİŞİKLİK
Ersun Yanal’ın inançlarının (ya da takıntılarının) ağır bastığı Fenerbahçe 11’inin renksizliği, Trabzonspor’un çok yönlü kadrosuna karşı çaresizdi dün ilk bir saatte. Bordo-mavili ekip ilk devrede N’diaye’nin on numarada tercih edilmesi sebebiyle daha düşük viteste kalırken, onun yerine yetenekli Guilherme’nin girmesiyle oyun aklını tazeledi. Trabzonspor 46 ile 70 arası oyunun hakimiydi, pozisyonları da golleri de o bölümde geldi zaten. Son çeyrekte Fenerbahçe’nin oyununu radikal biçimde değiştiren faktörse Ferdi ve Zajc’ın yarattıkları hareketlilikti. Ersun Yanal, Fenerbahçe kariyerinin son 15 dakikasında Ferdi ve Zajc’lı akıcı Fenerbahçe’yi izlerken ne düşünmüş, aklından neler geçmiştir çok merak ediyorum doğrusu. Mesela tek bir maç daha şansı olsa, yine Tolga’yla mı başlardı oyuna? Çizgilerde devşirmeler mi oynardı yine? Bilmek güç.
2018 FİNALİNDE LUIS GUSTAVO- ADIL RAMI
Dün Luis Gustavo, Simon Falette’in sakatlığı sonrası sol stopere geçince, zihnim beni 2018 Avrupa Ligi finaline götürdü. Atletico Madrid’le Marsilya arasında oynanan o finalde, Marsilya savunma tandemi kimlerden oluşuyordu biliyor musunuz: Rami ve Gustavo’dan! Rudi Garcia’nın elinde Rolando gibi önemli bir stoper de olmasına rağmen Fransız teknik adam Rami-Gustavo ikilisini tercih etmişti.
Luis Gustavo’nun çok yönlü bir oyuncu olduğunu hepimiz biliyoruz. Marsilya’da da, Wolfsburg’da da, Bayern Münih’te de stoper oynadı. Ancak Rami ile ikisinin o sezon Salzburg’la oynanan iki yarı final maçında da, finalde de savunma göbeğinde beraber görev yapmaları önemli. Fenerbahçe maalesef ikilinin bu deneyiminden faydalanamadı. Zaten Adil Rami’nin Fenerbahçe kariyerini bitiren Ankaragücü maçındaki 45 dakikasındaki sorun da sol stoper oynamasıydı. Rami sağda, Gustavo ise solda oynamaya alışık zira.
ERCE'NİN ÖNÜ AÇIK
Trabzonspor'un kalesinde bu sezon bir süper yıldız, Uğurcan Çakır oynuyor. Ama arkasında da son derece akıllı, medeni ve potansiyeli yüksek bir genç adam var. Erce Kardeşler’in Türkiye Kupası’ndaki iyi performansının yanı sıra açıklamalarındaki takımdaşlık duygusu ve kalite çok dikkat çekici.
Nasıl yani, oynamadıkları (ya da çok az oynadıkları) halde mi? Evet, aynen öyle. Sebebi de hayatın basit bir prensibi: Şu hayatta hangi mesleği icra ediyorsan et, alternatifin kadar güçlüsündür. Linnes, Galatasaray saflarına katıldığından beri Mariano’nun çıkışı ortada. Emre ve Adem’in muhteşem Ocak-Şubat performansları, Falcao’yu, Ömer’i, Feghouli’yi istim üstünde tutuyor. Galatasaray devre arasında üçü dışarıdan, dördü içeriden yedi transfer yaptı: Saracchi, Onyekuru, Sekidika, Linnes’le birlikte sakatlıktan dönen Emre-Falcao ve Antalya maçıyla futbolla tanışan Taylan... Ve bu 7 adam öncesi ligin elit kadroları arasında olmayan Galatasaray, bugün ülkenin en iyi kadrolardan biri. Belki de en iyisi. Sarı-kırmızılılardaki en büyük değişim bu.
OYUN ZENGİNLEŞTİ
Elbette Galatasaray’daki radikal değişimin tek nedeni kadronun zenginleşmesi değil. Kadronun yanı sıra oyunun da zenginleşmesi söz konusu. Ligin ilk yarısında pozisyon üretme konusunda olağanüstü kısır olan, ligin şut sıralamasında ilk 10’un dışında kalan Galatasaray, bugün pozisyon ve şut rekorları kırıyorsa, bunun sebebi oyun değişimi. Onyekuru, Galatasaray’a katıldığından beri oyun repertuarına çok önemli bir boyut kazandırdı. Sarı-kırmızılılar artık savunma arkasına top atabilen bir takıma dönüştüler. Fenerbahçe bunu sadece Rodrigues sahadayken yapabiliyor.
Sivasspor Fernando dönünce, Beşiktaş da N’koudou form tutunca tekrar başladılar savunma arkasına denemeye. Ama ligin ikinci devresi itibariyle en fazla fark yaratan oyuncu Onyekuru. Futbolu özlemiş. Asist yapmayı, gol atmayı özlemiş. Galatasaray için sadece yeni bir sol açık değil, yeni bir oyun tipi enjeksiyonu olan Onyekuru, dün de Gençlerbirliği’nin sağını felç etti uzun bir süre. Sol bek Saracchi ve sol iç Ömer’in de katılımıyla orada bir asimetri yarattılar; Ankara ekibinin sağ stoperi Ramos ve sağ beki Ahmet’in arkasında cirit attılar bir saat boyunca. Galatasaray’ın süper sol organizasyonuna, Mariano-Feghouli’nin sağda, ÖmerDonk’un da havadaki uyumları eklenince çok rahat oldu sonuca gitmeleri zaten.
RADAMEL FALCAO ÜZERİNE
Falcao'yu Porto yıllarından beri yakından takip ediyoruz. Elbette, şu anda Porto’daki seviyesinde değil. Ancak zaten 34’ünde bir adamın, 24’üyle aynı seviyede olması pek kolay değildir. Ancak şunu biliyorum ve geldiği günden beri de söylüyorum: Falcao iyi profesyoneldir. Futbolu çok sever ve oynadığı her bir maç için yüzde yüzünü sahada bırakır. Oynadığı 5 ülkenin (İngiltere dışında) dördünde muazzamdı: Arjantin, Portekiz, İspanya ve Fransa’da. Geçmiş istatistiklerini bir kenara bırakın, son 3 sezonda Monaco ile 120 maça çıkıp 70 gol attı bu adam. 2018-19 sezonunun son 5 maçını Monaco ile eksiksiz oynadıktan sonra hiç tatil yapmadan Copa America’ya gitti. Kolombiya ile de sürekli oynadı, çeyrek final yolunda kaptanlık yaptı. Ve sonunda (sanırım) tükenmiş biçimde geldi İstanbul’a. Ve oynamak için biraz acele etti sadece. Hepsi bu. Falcao’yu beğenirsiniz/ beğenmezsiniz bu ayrı konu. Ama bildiğim bir şey var, o da bu adamın iyi profesyonel olduğu.
CLASURA LİGİ USTASI GALATASARAY
Son çeyrek asrın Süper Lig’de en başarılı takımı 12 şampiyonluk ve 8 Türkiye Kupası ile Galatasaray’dı. Ve bu başarıya ulaşırken çok önemli de bir meleke kazandılar: Bir sezonda Galatasaray son bölüme yarış içinde girerse şampiyon oluyor. Galatasaray’ın genetiği oldu artık adeta bu. Galatasaray’ın son 12 şampiyonluğunun sadece beşinde ilk devreyi lider bitirdiğini görüyoruz. Tam yedi kez devreyi lider bitirmediği halde, ikinci yarılarda geri dönüp şampiyon oluyor. Hatta bunların beşinde devre sonunda ilk ikide bile değil. Tabii ki çeyrek yüzyıllık bu geleneği, o 25 yıla damga vuran Fatih Terim’den ayrı okuyamazsınız. Bu yıl da Terim’li Galatasaray, ilk devreyi yedinci tamamladı; ama Mart başı itibariyle zirvenin ortağı. Bizde ligin iki devresi bazen birbirinden o kadar farklı oluyor ki, birine apertura (açılış), diğerine clausura (kapanış) ligi deseniz yeridir. Bu ülkenin ‘clausura ligi’ ustası da Galatasaray.