Gümrük Bakanlığı müfettişinin Reza Zarrab’ın altın ticaretini soruşturduğu işlemlerde öyle bir skandallar dizisi ortaya çıkmış ki; birinde de, Türkiye’de üretilmiş külçe altınların Birleşik Arap Emirlikleri (BAE-Dubai) ile Türkiye arasında gidip geldiği anlaşılıyor. Yani, gümrük beyannamelerinde farklı bildirimler yapılarak bir nevi sahtekârlık yapılmış. İhracat gibi gönderilen altınların parasının gelmediği malum iken, Türkiye’de üretilen altınlar yeniden ithalat olarak getirilirken parası da transfer edilmiş. Türkiye’nin dış ticaret verilerinin de doğruluğunu kaybetmiş olduğu anlaşılıyor.
İran’ın petrol ve gaz parasının sadece altın ihracatı yoluyla transfer edilmediği, aynı zamanda Türkiye’de üretilmiş külçe altınların bir yandan Dubai’ye ihraç edildiği, sonra da oradan yanlış gümrük beyanlarıyla ithal edilerek, bedelinin transferinin yapıldığı ortaya çıkıyor.
Peki, ne yapılmaya çalışılmış?
Amaç İran’ın ambargo ve kısıtlamalar nedeniyle Halkbank’ta ‘tutuklu’ kalan parasını İran’ın kullanabileceği biçimde transfer etmek. Bu yüzden, ilk başlarda külçe altın ihracatına kısıtlama henüz yokken, iki yol açılmış. Birincisini biliyoruz; Halkbank’taki para ile Türkiye’ye külçe altın ithal edip gelen altınları da fiziksel olarak İran’a göndermek.
O dönemde Dubai ile yapılan altın ticaretine pek de anlam verememiştim. Öyle anlaşılıyor ki; İkinci yol da Gümrük müfettişlerince yapılan soruşturmada ortaya çıkıyor; belli bir miktar külçe altın önce Dubai’ye ihraç ediliyor, sonra aynı altınlar Türkiye’ye ithal ediliy0r. Amaç parasal bir değeri, yani altını göndermek ise ithalatın sırrı nedir? Şurada; Türkiye’ye gelen altının parası ‘ithalat yapıldığı için’ Dubai’ye transfer ediliyor. Peki, bunu kendi başlarına da altın olmadan yapamazlar mıydı? Para İran’ın olduğu için transfer yasağı nedeniyle Halkbank’tan ya da herhangi bir bankadan doğrudan transfer yapılamazdı. İşin içine altın sokularak ve de külçe haline Türkiye’de getirilen altın Dubai’den Türkiye’ye ithal edilerek para transferi yapıldığı anlaşılıyor.
Sonuç şu; kurulan çarkla, Türkiye’den giden ‘ihraç’ altınların parası gelmiyor, ortada döndürülen yani Türkiye-Dubai arasında gidip gelen bir miktar altının, ithal görüntüsü altında parası yurtdışına transfer ediliyor. Böylece içeride biriken İran parası yurtdışına çıkarılıyor.
Altın ambargosu öncesinde gayrimeşru olan bir durum yok. Kısıtlama olmadığı için altın ihracatı normal. Normal olmayan şu; Türkiye’den giden altınların yeniden ithal ediliyor olması. Bunun da bildiriminin ‘yanlış’ yapılması. Bir de, ambargoyu ithalat yapıyormuş gibi delerek para transfer edilmiş. İçeride siyasi himaye olmadan buna cesaret edilemezdi.
Yunanistan meselesinde son günlerde olan biteni en iyi anlatan özet, The Telegraph gazetesine gönderilen bir okur yorumunda idi; “Yunanistan tartışması bana şunu hatırlattı; doktor hastasına 6 ay ömür biçmiş; hasta doktora yapacağı ödemeyi geciktirince doktor bir altı ay daha ömür biçmiş.”
Tarafların hepsi eurodan çıkışa yaklaşıldığını görüyor ama öncesinde ‘elimizden geleni yaptık’ manevrasında.
Yunan parlamentosundan zar-zor onay alan adımlar ile kriz sona ermiş değil. Sadece ‘yaşatabilir miyiz?’ arayışı var. Avrupa Komisyonu’nca anlaşmanın çizilen temel çerçevesine uygun biçimde Yunan hükümeti parlamentodan onay aldı. Ancak en temel soru şu; anlaşma olacak mı, bahsedilen 86 milyar euro nasıl ve nereden gelecek?
En baştan şunu not edelim; 86 milyar euroluk kurtarma parasının ortaya çıkması biraz çetrefilli. Neden? Bunun 50 milyarının Avrupa İstikrar Mekanizması’ndan (ESM) geleceği açıklandı. Ama asıl sorun orada; 50 milyar gelecek de, Yunanistan’ın o fon için verebileceği teminat var mı? Yok.
Pazar gecesi sonuçlanan Euro Bölgesi liderler zirvesi sonrasında yapılan Avrupa Komisyonu’nun açıklamasında, Yunanistan’ın ön koşulları yerine getirmesinin anlaşmanın tamam olacağı anlamına gelmediği vurgulanmıştı.
Yunanistan parlamentosundan her 4 Syriza üyesinden birinin hayır dediği anlaşma geçerken, Komisyon AB kaynaklarından Yunanistan’a 7 milyar euroluk 3 aylık geçici bir kaynak sağlıyordu. Bununla IMF’ye yapılması gereken ve ödenmeyen iki kalem borç ile 20 Temmuz’daki ECB’y eyapılacak 3.5 milyar euroluk borç ödemesi yapılabilecek. Ağustos için de ilave 5 milyar euro gerekiyor. Anlaşma yapılana kadar 7 milyar euro gibi köprü finansman sağlanacak gibi. Böylece kısa süreli bir ferahlama olacak. Ancak bankaların açılması yakın gelecekte mümkün değil.
Üç yıl için 86 milyar euro olarak tasarlanan mali ihtiyacın, 50 milyar eurosu ESM’den, kalan kısmının ise IMF ve diğer kanallarından geleceği beklentisi var. ESM Başkanı Klaus Regling’e göre ESM’in üç yılda 50 milyar euro verirken, kalan 35 milyar euro IMF, özelleştirme ile Yunanistan’ın sermaye piyasalarına dönüşü ile borçlanabileceği kısımdan oluşacak.
Böyle bir plan varsa Yunanistan’ın eurodan ne zaman çıkacağına dair bahisçilerin giderek artması beklenir.
Pazar gecesi çıkan bir AB-Yunanistan anlaşması değil, ‘anlaşma için yol haritası’ oldu. Hâlâ masada iki seçenek var; biri, Yunanistan parlamentosu iki günde bu acı kararları onaylayacak, pazartesiye kadar da adım adım her şey yolunda gidecek ve Yunanistan kurtarma paketindeki en azından ilk aşamada köprü mali yardımı alacak. Onaylamazsa işte o zaman kesin biçimde eurodan çıkıştan başka yol kalmayacak. Bu kadar net.
Bugünden sonra şu sorunun yanıtı en önemlisi; bu anlaşmanın siyasi sahipliğini kim üstleniyor olacak? Kemer sıkmayı gevşetmek için yola çıkıp iktidar olan Syriza mı? Yoksa siyasi sahipliği yüz kızartıcı bulup kimsenin üstlenmediği geniş tabanlı bir hükümet mi? Siyasi sahiplik olmazsa; bugün anlaşıyor gibi görünen Yunanistan, en zayıf anında koşar adım eurodan çıkmak zorunda kalıverir.
Türkiye’de 2001 krizine gidişimizin nedenlerinin başında, IMF ile yürütülen bir ekonomi programının, bunu bizatihi yürüten koalisyon hükümetince siyasi olarak sahiplenilmemesi idi. Yunanistan’da da eğer, Pazar gecesi AB tarafından deklarasyon gibi hazırlanan ‘anlaşmanın yol haritası’ Syriza tarafından siyasi olarak sahiplenilmezse yeniden eurodan çıkışı konuşuyor olacağız.
Pazar gecesi Euro liderler zirvesinden Yunanistan’a çıkarılan karar şu; Çarşambaya kadar 4 ana başlıktaki reformlar Yunan parlamentosundan geçirilecek, Pazartesiye kadar da 11 ana başlıktaki konularda da adım atmış olarak masaya gelinecek. Masaya oturmak anlaşmanın garantisi değil, Avrupa İstikrar Mekanizması’ndan (ESM) verilecek para da teminatsız olmayacak.
Bu oldukça ağır, hatta onur kırıcı çerçeve; ‘güvensizlik’ teması üzerine kurulmuş durumda. Yunanistan’ın istatistiklerinde hile yapmasından başlayan eski geçmişte kökleri olan bu güvensizlik, pazarlık masasından kalkarak bunu referanduma götüren ve sonra da ‘şartları kabul ediyoruz’ diyen Syriza’ya ‘taahhütleri yerine getireceğiniz ne malum?’ biçiminde yeni bir beden buldu. Bu, nihai olarak çok aşağılayıcı bir durum. Ocak ayında Yunan hükümetini devralan ve anlaşmaları yeniden gözden geçirerek sıkılan kemerleri gevşetme iddiasında olan Syriza, pazarlıklardaki hataları ile bu duruma düştü.
‘El değmeden’ borç ödeme
Cumartesi işler karıştı. Yunanistan, kreditör Troyka’nın kendisinden istediği programı teklif olarak sunmasına rağmen, hemen kabul alamadı. Yetersiz bulundu.
Görünen şu; önce reddettiğinden daha sıkı bir programı kendisinin teklif olarak getirmesi istenen Yunanistan, şimdi de yeni mali yardımı alabilmesi için yokuşa sürülüyor; bu teklifle, taahhüt ettiklerini açık bir takvim çerçevesinde, ön yüklemeli adımlarla peşinen yapması ve sağlam güvenceleri sağlaması isteniyor.
Bunun için muhtemelen, 2001’de krizle çökmüş Türkiye’nin daha da çökmeden IMF yardımı alabilmesi için Meclis’ten “15 günde 15 yasa” çıkarmasına benzer bir ön koşul Yunanistan’ın önüne konuluyor.
Cumartesi günü basına sızan iki haber vardı; Biri, Troyka raporu olduğu iddia edilen raporda, IMF raporunda 53 milyar euro finansman ihtiyacı olduğu hesaplanan Yunanistan’ın aslında 74 milyar euroya ihtiyaç duyduğu tablolaştırılmıştı. Peki, neden 20 milyar artmıştı? Bankalar çökmüştü. Yılbaşından bu yana çekilen para 45 milyar euroyu geçti. Kredilerdeki batık da yüzde 30’u geçti. Bu yüzden bankacılık kesimine ilave sermaye konulması şarttı.
Diğeri de Alman hükümeti içinde dahili bir not olarak hazırlandığı iddia edilen belge ortaya çıktı; ya Yunanistan 50 milyar euroluk teminat verecekti ve siyasetten ayrı sıkı bir idari yapı kurulacaktı, ya da 5 yıl süre ile geçici olarak euro dışında tutularak borçlarının yeniden yapılandırılması seçilecekti.
Bir nevi Düyun-u Umumiye
Yunanistan, referandumda reddettiği anlaşmanın karbon kopyasını bir hafta sonra kreditörlere teslim etti.
Referandumdaki ‘hayır’ sonrası, ‘tribünlerin sıcaklığı’ ile Çipras’ın manevrasını ‘halkların zaferi’, ‘Merkel dağıldı’, ‘Şimdi Merkel’in sorunu’ olarak adlandırmak mümkündü. Ancak, aldığı referandum kararı ve sonucu ne kadar anlamlı ve değerli olursa olsun, pratikte Çipras’ın ya yeni bir felaketin eşiğinde, ya da ‘U dönüşünün’ eşiğinde olduğu en baştan belli idi.
Başbakan Çipras, referandum sonrasında yapılan Euro Bölgesi liderler toplantısına girerken masada çekilen görüntülerde, kahkaha atarken güvenli biçimde fotoğraflanmıştı. İki sıra sağında oturan Merkel’in yüzünde ise ‘’son gülen iyi güler’ ifadesi vardı.
O toplantıda, borç silmenin olmayacağı ve de referandumun AB açısından hiçbir şeyi değiştirmeyeceği, Troyka’nın Yunanistan’ın önüne koyduğu ve Çipras’ın referanduma götürdüğü metnin ötesinde bir anlaşma teklifini Yunanistan’ın getirmesi gerektiği söylenmişti. Aksi halde euro dışına atılacaktı.
İşte o merakla beklenen anlaşma Perşembe akşam saatlerinde Troyka’ya Yunanistan tarafından iletildi. Aynı zamanda da, Yunan parlamentosuna sunuldu. Bu anlaşma teklifi ile Avrupa İstikrar Mekanizması’ndan (ESM) mali yarım talebinde bulunuldu. Dün sabah bu anlaşmanın maddeleri yayımlandığında da görüldü ki; Yunanistan’ın sunduğu bu teklif, Troyka’nın Yunanistan’a dayattığı teklifle aynı idi. Sıralaması aynı, cümleler, paragraflar hepsi. En baştaki gibi, bu yıl GSYH’nın yüzde 1’den başlayarak 2018’de yüzde 3.5’i kadar faiz dışı fazla hedefi konulmuş. Bu, milli gelir düşerse nominal olarak daha çok fazla sağlaması, kemer sıkması demek.
Yunanistan hükümeti, sadece birkaç ilave madde eklemiş o kadar. Eklenen maddelerde 5 metreden büyük yatlara ilave vergi gibi ‘bakın zenginlerden de vergi alıyoruz’ rötuşları yapılırken, önceki anlaşmadan daha fazla bir gelir artırıcı, masraf kısıcı paket olduğu gözleniyordu.
Euro masasında çıkış kumarı ne yazık ki Yunanistan Başbakanı Çipras’ın sandığı gibi gitmedi. Referandum kartı işe yaramadı. Önceki gün yapılan Euro Bölgesi liderler toplantısında Yunanistan’a ‘el mi yaman, bey mi yaman?’ denildi; reddettiği anlaşmayı kendi elleriyle yazarak Avrupa Komisyonu’na getirmesi istendi. AB’deki politik ve ekonomik tercihler, vicdani ve insani terazinin üzerinde seyrediyor.
‘Hayır’ çıkan referandum sonrasında top Euro Bölgesi’nin liderlerine geçti. Onlar da Salı akşamı şu reçeteyi koydular Çipras’ın önüne; ‘hafta sonuna kadar kendi teklifinizi getirin, referandum öncesinde Troyka’nın size sunduğu ama referandumda reddettiğiniz anlaşmayı esas alın. Borç silme diye bir beklentiniz olmasın, olmayacak’.
Çipras, referandum kazancıyla çıktığı Euro Bölgesi liderlerinin önünde, reddettiği üçüncü anlaşmadan belki de daha acısını yutmak zorunda kalacağı bir pozisyonla imtihan ediliyor olacak.
Bu teklif, Cumartesi maliye bakanlarınca (Euro Grup) incelenecek. Pazar günü de AB-28 yani tüm Avrupa Birliği liderlerince değerlendirilecek. Bugüne kadar ortak paraya dahil ülkelerin (Euro Bölgesi-19 ülke) liderleri ile yapılırken, en geniş kapsamda AB-28 liderlerinin toplanması epey manidar. Yunanistan’la ilgili potansiyel bir radikal karar alınabileceği iması demek bu. Daha açık yazalım; Yunanistan’ın Euro Bölgesi dışına alınması, yani eurodan kovulması için karar alınabilir.
Peki, bugüne dek Yunanistan’ın euro içinde kalmasını cansiperane savunan ülkeler şimdi neden vazgeçmiş olsunlar? Tek bir nedenle, Yunanistan artık euro için fazlasıyla istikrarsızlık kaynağı. Yani tüm ortak parayı aşağı çekiyor. Bu yüzden euro dışına ‘park etmesi’ daha arzu edilir hale gelmiş olabilir. Çünkü Yunanistan, kuruluşunun en başında nihai hedef olarak siyasi birlik hedefleyen Avrupa Birliği gibi bir çatı altında iken, birliğin sağladığı program koşullarını ulusal egemenlik mesajı çıkan bir referanduma götürmüş oldu. Kredi alanın referanduma götürmesi ve bunu demokratik meşruiyetle, ulusal egemenlikle konumlandırmasına karşılık; borç verenlerin de kendi ülkelerinde demokratik seçimle geldikleri ve Yunanistan’a borç verilen vergi mükelleflerinin parasının hesabını verdikleri hesaba katılırsa euro masasındaki restleşmede elin yükseltilmesi kaçınılmazdı.
Avrupa için hangisi daha büyük risk? Kemer sıkma programları altındaki ülkelerin Yunanistan gibi referanduma giderek bu çatıyı sarsmaları ve euronun ortak para olarak yakın geleceğini çökertmeleri mi? Yoksa bir ülkenin çıkması mı? 2011’e göre öncelikler değişti, sorunların bir bölümü yeni bir raya sokulduğu için Avrupa’nın seçim seçenekleri de değişti. Devasa bir kredi ve borç silmeli üçüncü bir kurtarma paketinin yapılarak, potansiyel diğer ülkeleri kapıya dizmek daha büyük bir kabus haline geliyor.
Yunanistan’a sağlanan kredilerin vadelerini değiştirmek, bir bölüm anapara borcunu silmek yapılamayacak bir kolaylık değildi. En başından bu yola gidilebilirdi. Ancak bunun referandum sonrası hiç de oluru kalmamış görünüyor. Çünkü diğer Akdeniz borçlularına ‘yol açılması’ istenmiyor. Bu, belki de Yunanistan’ın eurodan çıkmasından daha tehlikeli görülmeye başlanmış olmalı.
Şimdi Yunanistan öyle bir ‘yokuşa’ sürüldü ki; ya referandum öncesinde reddettikleri program eşdeğeri bir teklifi kendi elleriyle getirecekler, ya da eurodan çıkmak zorunda kalacaklar.
‘Yunanistan halkı ‘hayır’ dedi; sorun, artık AB’nin sorunu’ doğru bir sonuç değerlendirmesi mi? Hayır, sorun hala Yunanistan’ın sorunu olmaya devam ediyor. Derinleşerek. Yunanistan halkı, ne yapılmayacağının kararını verdi o kadar.
Peki, Yunan halkı neye hayır dedi? Referandum sonrası ‘Yunan halkı kemer sıkmaya hayır dedi’ biçiminde yorumlara çokça rastlandı ama ‘Yunan halkı kemer sıkmanın en yüksek dozuna hayır dedi’ demek daha doğru. ‘Hayır’ kararı, ‘halk arkamızda; yüksek doz kemer sıkma daha fazla mümkün değil’ mesajı idi. Kemer sıkma bitmiş değil, sona erecek de değil. Tek koşulda sona erer; Yunanistan AB ile tüm ipleri koparıp borçları da tek taraflı erteler ve kendi parasına geçer ise kemer sıkma sona erer. Ya sonrası? Yeniden ikinci bir yoksullaşma dalgası, hiperenflasyon dalgasıyla.
Troyka ile Syriza hükümetinin anlaşamadığı; çoğu kalemlerde kemer sıkma önlemlerinin dozu. Bir bölümünde de kapsamı ve yürürlük zamanlaması. Örneğin emeklilik reformu çerçevesinde yapılacak kesintilerin, Troyka GSYH’nın yüzde 1.05’i kadar olmasını talep ederken, Yunan Syriza hükümeti GSYH’nın 0.25-0.50’si kadar olmasına razı idi. Troyka gelir artırıcı, harcama kısıcı önlemler talep ederken Yunan tarafının pazarlıkta beklentisi bir kısım borçların silinmesi ve ötelenmesi idi.
Ne yapılmayacağının kararı
Syriza hükümeti pazarlıkta aradığını bulamadı, ‘acı ilaçsız’ görece başarılı bir formül yaratamadığı için, başarısızlığın ve işlerin daha da kötüleşmesinin bedelini siyasi olarak üstlenmemek için de referanduma gitme ve halkı buna ortak etme kararı aldı. Yüzde 36 oyla iktidar olan Syriza, yüzde 60’la ne yapmayacağının onayını aldı. Peki, ne yapacak? Bunu bilmiyoruz. Muhtemelen Çipras da bilmiyor.
Pazarlıkları başından bu yana yürüten ‘kötü adam’ Yunan Maliye Bakanı Varoufakis’in istifası, Troyka’ya ‘yeni bir sayfaya yeni bir teklif bekliyoruz’ mesajı. Ancak Troyka’nın politik duruşunu belirleyen Almanya’dan gelen açıklamalar ‘yeni bir kurtarma programı için gereken ön şartların yerine getirilmediği, borç silmenin gündemde olmadığı’ şeklindeydi.
Yunanistan’ın dünkü referandum sonrasında ekonomide karşı karşıya kalacağı ana ve tek bir sorun var; zaten sorunlu olan bankacılık sistemi daha da kilitlenmiş olacak. Bunun sadece Yunanistan’daki mevduat sahiplerine değil, ticaret kesiminde de, hatta Yunanistan’la iş yapan ülkelerin ticaret kanallarında da olumsuz sonuçları ortaya çıkacak. Ticari kanaldaki işleyişlerdeki sorunların şiddetlenmesi de muhtemel görünüyor.
En kritik konu şu; Avrupa Merkez Bankası’nca Yunanistan Merkez Bankası’na yeni ilave likidite imkânı sağlamazsa ki olasılığı yüksek, ya da sağlanır da Yunan bankalarının bunu kullanabilmek için vereceği teminat kalmazsa; bankaların, bırakın nakit ödeme yapma, elektronik ödeme sistemleri üzerinden transfer yapma, akreditif açma imkânları bile kalmayacak. Bu durumda Yunanistan, ya kendi parasını basmaya zorlanacak ya da sorunları çözene dek bir süre kupon ya da nakit dışı tahvil basarak ‘paralel ödeme aracı’ yaratacak.
Müzakereler yeniden başlasa da bankacılık sistemi mevduat sahiplerinin güvenini hemen geri kazanamayacak. Çıkan mevduat hemen geri dönmeyecek. Uluslararası bankacılık çevrelerinde de Yunan bankalarına tahsis edilen kredi limitleri artmayacak, tersine ‘bekleyelim görelim’ havası olacak. Ta ki Yunanistan borç ödemelerini yapabilecek, kamu harcamalarının ödeme döngüsünü normalleştirecek bir patikaya girene kadar. Bu da kreditörlerle anlaşmanın dar ve zorlu patikası, zaman alacak uzun bir süreç demek. Ayrıca, bugüne dek Avrupa Merkez Bankası tarafından sağlanan ve her defasında limiti artırılarak 89 milyar euroya kadar yükseltilen acil likidite kolaylığı (ELA), eskisi kadar bonkörce artırılamayabileceği gibi, Yunan bankalarınca verilecek teminat kalmadığı için ilave kullanma olanağı da kalmamış olabilir.
Sonucun hayır çıkmasıyla ülkenin işi daha da zorlaşacak. Çünkü kreditörlerle anlaşamayan ve halkın da hayır dediği bir anlaşmanın pazarlıkla yeniden düzenlenmesi ya da eurodan çıkışın kapısı seçenekleri masada olacak. Bu durumda da likidite koşulları tamamen kilitlenmiş bir bankacılık sisteminin çalışması olanaksız.
‘Hayır’ sonucu, likidite olanakları kalmayan bankaları sıkıştırdığı kadar, nakit hareketini çeviremeyen Yunanistan hazinesi için de zorlu bir süreç demek olacak. Bu potansiyel gelişmeyi hesaba katan analistler, Yunanistan’da ödemelerin bir süre kuponlarla ya da kısa vadeli nakit dışı tahvillerle yapılabileceğine dikkat çekiyor.
Yunanistan, bu sonuçla sermaye kontrollerini artarak devam ettirmek zorunda kalabilir. Bu, gündelik yaşamda mevduattan para çekmekten başlayarak, kredi kartlarından çeklere, para transferlerine, ithalat ve ihracata kadar uzanan ticari yaşamı da etkileyecektir.
Dış ticaret işlemlerinin bir kredi tahsis işlemi ile başladığı dikkate alınırsa Yunan şirketleri ithalat ve ihracat işlemlerinde de zorluklarla karşılaşacaklardır. Nitekim ilk aşamada, referandum öncesinde firmaların hammadde alımlarında sorun yaşamaya başladığı haberleri basında yer almaya başladı bile.
2008 öncesinde kabaca 700 milyon euro ithalat yapıp 1.6 milyar euroluk ihracat yaptığımız Yunanistan’la dış ticaret ilişkimiz küresel krizle birlikte iki defa değişti; küresel krizle, Yunanistan’ın bugün hiç çıkamadığı durgunluğa girerek iç talebi daraldığından Türkiye’nin ihracatı düşmeye başladı. 2009-2015 arasında ihracatımız yıllık olarak kabaca 1.1-1.2 milyar euro arasında seyrediyor. İthalatımız ise 2010’dan itibaren 1 milyar euroyu aşarak yükseldi. Eylül 2013’de 3.2 milyar euro ile zirve yaptı. Bunda, motorin ithalatının Yunanistan’dan yüklü alımlarla yapılması etkili oldu.