Sanatçı sergisine, Karadeniz’in yerel ağızlarında “yukarı doğru” anlamında kullanılan “Başukari” adını vermiş.
Hakan Esmer bu sergisinde alışık olduğumuz renkli paleti, kat kat inşa ettiği tuval yüzeyi, özgün fırça vuruşları ve masalsı ifade biçimiyle büyülü bir Karadeniz yolculuğuna çıkarıyor izleyiciyi. Dağ gülünden (Komar çiçeği), yaylalara, Trabzon’un ünlü orta mahallesinden Sümela’ya, Zigana’nın karlı eteklerinden, balıkçıların “heyamola”sına kadar bir görsel şölen sunan sanatçı, tuvalinde her bir katmanından bıraktığı izlerle izleyiciyi kendi üretim sürecini keşfetmeye ve bu sürecin bir parçası olmaya davet ediyor. Sergi ayrıca sanatçının yerelden beslenerek ele aldığı unsurları, kendi serüveni içerisinde nasıl evrensel bir boyuta dönüştürdüğünü de gösteriyor. Doğa ve kent görünümlerini hem içerik, hem de biçim anlamında ilk kez bu çerçevede ele aldığını belirten Esmer, duygularını şöyle aktarıyor:
“Yollarından çıktığım, sisli dağlarının içinde dolandığım, denizinde azgın dalgaları gördüğüm, mayıs göçündeki yaylaların kokusunu hep içimde hissettiğim Karadeniz’de yaşam zordur. Büyüdüğüm, yetiştiğim bu topraklardan aldığım ilhamla tuvalin başına geçtim. 25 yıllık bir demleme yaşadım dalgaların arasında. Doğasını, inadına rağmen insanını, hırsını, cesaretini çok sevdim. Çok çalıştım ve yollara düştüm. Bu yolları çizdim, boyadım, karaladım. Bu sergiyle sanatseverleri Karadeniz’in dağlarında, yaylalarında, denizlerinde, ormanlarında birlikte kardeşçe, dostça, barış içinde yaşamaya katkı sağlamak için bana eşlik etmeye davet ediyorum. Evet, ‘Başukari’ bir anlamda memleketim Trabzon’a vefa sergisi niteliğinde. Bu nedenle heyecanlıyım. Bu sergiyle dostluk ve kardeşlik için horon başı olduğumu düşünüyorum. Yüreğimde horon sesleri, Karadeniz’in coşkusu, hep birlikte insanları ‘hayde’ demeye davet ediyorum.”
ARTANKARA BAŞLIYOR
Çağdaş Sanat Fuarı ArtAnkara’nın 6’ncısı 12 Mart Perşembe günü daha önceki yıllarda olduğu gibi ATO Congresium’da başlayacak. 15 Mart Pazar akşamı sona erecek fuara 150’nin üzerinde galeri, müze, eğitim kuruluşu, sanatsal malzeme üreticisi ve satıcısı katılacak. Fuarda çok sayıda eserin sergilenmesi bekleniyor. ArtAnkara’da genç ressamlara ait sergilenmeye değer bulunan 100 eser de izleyiciyle buluşacak. Sanatçı Onur Ödülü, Kurum Onur Ödülü ve Sanata Katkı Onur Ödülü’nün de verileceği fuarın bu yıl teması “sahiplenme” olarak belirlendi. Bu başlık altında, sanatçının kendi bireysel anlayışla çevresini sahiplenmesinin yanı sıra, sanatçının ve sanat eserlerinin sanat kurulları ve toplum tarafından sahiplenilmesi konularının gündeme getirilmesi hedefleniyor. Bu kapsamda fuar boyunca sanatçıların ve sanat eleştirmenlerinin konuşmacı olarak katılacakları bir dizi etkinlik de yapılacak.
“Resim denen şeyi, titrek bir gaz lambasının aydınlattığı kederli kış gecelerinde, annemin yorgun dizleri üzerine başımı koyup usulca dinlediğim Acem masallarında gördüm ilk. Bir çoğunun nasıl başladığını ise hatırlayamıyorum. Masal bu ya, öyle efkârlı, öyle acılıdır ki oğlanın duyguları, duvarlara resmeder. Bütün duvarları tabandan tavana kadar resimlerle doldurur. Kuşların, kurtların, çiçeklerin, dağların, bayırların, ağaçların, sevdanın ve aşkın resmini çizer. Padişah, yıllar sonra zindandaki resimleri görür ve hayran kalır. Sanatın etkileyici kudretinden olsa gerek, padişah ikna olur ve kızını oğlana verir. Sanırım bu masaldı beni resme doğru sürükleyen. Bir de annemin oyalı yazması, nakşettiği kilimleri, dedemin mezar taşına işlenen motifler. Annemin bize anlattığı masal ve hikâyeleri yıllar sonra, antik çağda yaşamış İyonyalı Homeros ve eski İranlı yazar Firdevsi’nin Şahname’sinde görünce de çok şaşırmıştım...”
Oğuz’un çalışmalarında konu edindiği kuzgunlar, çiçekler ve portreler tarih ve zamanın ötesinde. Mekân ve zaman belli değil. Figürlerinde, “kendi iç dünyamın imgeleri” diye tanımladığı bilinçli bir deformasyon var. Sanatçı, figürlerinin vesikalık bir benzetimden öte, içinde bulundukları ruhsal durumu karakterize ettiğini söylüyor. Oğuz, çalışmalarıyla ilgili “Herkesin görebildiği biçimi değil, ötesindeki özü resmetmeye çalışıyorum. Resimlerimdeki figürler acılı ve kederlidir. Fakat aynı zamanda da coşkulu ve isyankardır. Bazen bir çığlık, bazen sessiz bir ıstırap içindedirler” vurgusunu yapıyor. Gazi Üniversitesi Resim Anasanat Dalında öğrenim görmüş olan, daha önce Türkiye’nin birçok değişik şehrinde eserlerini sanatseverlerin beğenisine sunan Oğuz, Ankara’daki son sergisine neden “Karakuşun Çığlığı” adını verdiğini de, şöyle anlatıyor:
“Figürlerim ile bazen isyan edip bazen sessiz bir ızdırap içine girdim. Ters laleler ile boynum büküldü geçmişe, hüzünlendim. Sonra kuzgun bedeni ile çığlık attım resimlerimde. Ve sonra yırtıldı sessizlik, yırtıldı zaman, karakuşun çığlığıyla...”
KENTTE NE VAR?
Hakan Esmer-21 Mart’a kadar (CerModern/Sıhhiye), Orhan Taylan-26 Mart’a kadar (Platform A/Taurus AVM), Yalçın Gökçebağ retrospektif sergi-29 Mart’a kadar (İş Sanat/Ulus), Pınar Tınç-Buğra Özer(seramik)-18 Mart’a kadar (Galeri Soyut/Yıldız), Fulya Uzer-4 Mart’ta açılacak (İsmail Altınok Sanat Merkezi/Kolej), Ceyda Güler-Huri Kiriş-M.Orkun Müftüoğlu-Zeynep Bingöl Çiftçi-18 Mart’a kadar (Fırça Sanat/Hilal Mahallesi), Nisa Kılınç-8 Mart’a kadar (Mustafa Ayaz Müzesi/Balgat), Elif Okur Tolun-6 Mart’ta açılacak (Galeri Akdeniz/Yıldız), Uğur Çalışkan-13 Mart’a kadar (Nurol Sanat/Kavaklıdere), Gültekin Serbest-18 Mart’a kadar (Valör Sanat/Yıldız), Muharrem Pire-7 Mart’a kadar (Sevgi Sanat/Hilal Mahallesi), İnga Simonyte Deniz-16 Mart’a kadar (Bilkent Üniversitesi Sanat Galerisi), Necla Tuğcu-5 Mart’a kadar (BRHD/Hollanda Caddesi), Nezafet Özlütürk-Raif Gökkuş-5 Mart’a kadar (Emin Antik/Kale), Kim Yong Moon-8 Mart’a kadar (ÇSM/Çankaya), Bağdagül Demirtürk-6 Mart’a kadar (Galeri M/Armada AVM), Nermin Alpar-18 Mart’a kadar (Medya Sanat/Çankaya), Jou-Yi Chen-10 Mart’a kadar (ÇSM/Çankaya), Kaligrafi ve Yazı Çiçekleri sergisi-21 Mart’a kadar (Kore Kültür Merkezi/Kavaklıdere).
Cezmi Orhan, Galeri Akdeniz’de (Yıldız) 29 Şubat’a kadar sürecek sergisini, bu kez sembolizm akımının öncüsü Fransız şair Stéphane Mallarmé’in “Zarla Şans Dönmeyecek” şiirinden esinlenerek hazırlamış. Sergiyi gezdiğinizde, Mallarmé’in “şiir gizem dolu olmalı” görüşünün Orhan’ın resimlerine de yansıdığını görebiliyorsunuz. Gelin isterseniz, ne demek istediğimi daha iyi anlatabilmek için sergiyle ilgili hazırlanmış manifestoya özetle bir göz atalım:
“Sergi, metin ve görselliğin karşılıklı duruşu ile ortaya çıkan dinamik ilişkinin görselleri, anlatımcı bir ifadeye dönüşmeden çağrışımsal ve sezgisel düşüncenin ekseninde oluşturulmuş iki ve üç boyutlu çalışmalardan oluşuyor.
Cezmi Orhan için sanat insana ve yaşama dair sorunların çözüm ve yüzleşme alanı. Bu nedenle sanatçının eserlerinde başat imge insandır. Tanımsız, ifadesiz ve cinsiyetsiz olarak ele alınan, tuvale sığmayan, yarımlık hissi veren insan imgeleri, portrenin ifadeci görevinin bedensel devinimlere yüklendiği anıtsal ifadelere dönüşen figürler olarak karşımıza çıkıyor. Tuval yüzeyinin radikal biçimlenişine göre konumlanan figürler, tekil varoluşları ile özgürlük taşıyıcısına dönüşen izleyici ile güçlü bağ kuran görsellikteler. Bu yaklaşım insanın varoluşuna dair birçok soruya yanıt arama çabasıdır, sanatçının varoluş tavrının eser üzerinden yansıması ve kışkırtıcılığıdır. Sergi, arkasında durulabilen bir savunma ile oluşturulmuş, radikal biçimlendirmeler, iki ve üç boyutlu çalışmalar ile orkestra gibi. Sergi, izleyiciye görünenin arkasını okumaya davet eden ritmli bir izleme serüveni sunuyor. Cezmi Orhan’ın çalışmaları, yaşamın bir yerinden atılan bir çığlığın duyulması ve hissedilmesi gibi.”
Peki soyut resmin önemli isimlerinden Orhan şövalede boş bir tuvalin başına geçtiğinde ne hissediyor, ne düşünüyor, sonuca nasıl ulaşıyor? Bu soruların yanıtını da Orhan’ın geçmişte verdiği bir röportajda buldum:
85 eserin yer aldığı sergide sanatçılara ait özel defterler, el yazmaları, fırça, palet ve desenlerin yanı sıra Selim İleri’nin el yazısını mekana eriştiren özel alıntılar, Ali Kotan’ın cömert, büyük ve albenisi olan, çekim gücü çok büyük soyut imgeleriyle biraraya gelmiş. Ankaralı izleyiciler, ilk olarak İzmir’de Folkart’da açılan ve geçen yıl Türkiye’nin en önemli sanat etkinlikleri arasında gösterilen sergiyi 15 Mart’a kadar CerModern’in Kuzey Hangar Galerisi’nde görebilirler. İzmir’de açılmış sergiyle ilgili yorumlar harmanlandığında, ortaya çıkan değerlendirmeleri şöyle özetleyebiliriz:
“Gece Sirenleri, yaklaşık 3 yıllık bir çalışmanın sonucu. Sergi iki sanatçının birbirinden aldıkları ilham ve etkiyle ortaya çıkmış. Selim İleri’nin büyüleyen metinleri Ali Kotan’ın resimlerine etki etmiş. Sergi sürecinde Ali Kotan’ın resimleri Selim İleri’ye, Selim İleri’nin metinleri de ressam Ali Kotan’a emanet edilmiş. İki usta isim izole edilmiş eserlerde hissettiklerini, gördüklerini, algıladıklarını, kendi sanat dallarında eserleriyle yorumlayarak izleyicinin karşısına çıkmışlar. İyi ve güzelden yana imge ve harflerin tanıklığından oluşan sergi, iki odaklı hayata karşı çıkışı ortaya koyuyor. Sergi, kalem ve fırçanın ortak dansında, içi içine sığmayan, çoşkulu bir hayal gücünün ortaklaşan yoğunluğunu ve saflığın, temizliğin dünyasını temsil ediyor. İki sanatçının izleyiciyi bambaşka bir farkındalık çizgisine taşıdığı bu ortak sergi; bir bakıma yaşamda çektiğimiz acılarla yüzleşmemizi de sağlıyor. İleri ve Kotan bu projeyi, “metin ve imgenin dünya karşısındaki çevre ve hiçlik kavgası” olarak betimliyor.”
ÇİZGİ ROMAN SANATI
CerModern’de, çizgi roman sanatının önemli isimlerinden Jean “Moebius” Giraud ve Enki Bilal’in ölümsüz eserlerini de görebilirsiniz. Murat Cem Şerbetci’nin koleksiyonundan seçilmiş litografi, serigrafi, heykel, obje, katalog ve anı ürünlerden oluşan sergi, çizgi romanın kültür kökeni ve yapıtaşına bir koleksiyon üzerinden eşsiz bir serüven sunuyor. Ankaralı koleksiyoner Şerbetci, 1970’li yıllardan bu yana bir yaşam tarzı haline getirdiği çizgi roman serüvenini sadece eser toplayıcılığıyla sınırlı kalmadan kültürel bir fenomen olarak içselleştirmiş, her iki sanatçıyla da yakın dostluk kurmuş, sanat hayatlarına tanıklık etmiş bir isim. Serginin ilk bölümünde Moebius’a ait Arzach, Starwatcher ve ünlü Ten Ten’in yaratılışındaki çizimleri görebilirsiniz. İkinci bölümde ise Enki Bilal’in özellikle “Transit” çizgi romanına ait çizim ve heykeller karşınıza çıkıyor. CerModern’in ana galerilerindeki bu ilginç sergi 18 Nisan’a kadar açık.
Bu hafta Alpar’dan bahsetmemizin nedeni, “Sevgililer Günü”nün kutlanacağı 14 Şubat’ta Medya Sanat’ta (Üsküp Caddesi) “Düşsel Kadınlar” adını verdiği sergisinin açılacak olması. Alpar’la geçen yıl Bilkent Sanat Festivali sırasında tanışmıştım. Kısa süreli sohbetimizde, aslında onun kendisini ve çalışmalarını anlatmayı sevmediğini fark etmiştim. Bu kez atölyesinde ziyaret ettim Alpar’ı. Bir öncekine göre çok daha uzun süreli ve sanat içerikli sohbet etme fırsatı bulduk.
Alpar, özellikle deniz kıyısında sandal keyfi yapan, balık tutan kadınlarının ilgi duymasından memnun. Kendisinin birbiriyle benzer resimler yaptığı görüşüne katılmıyor. Resimlerindeki kadınların gülümsemeleri, hüzünlü ve melankolik bakışlarıyla farklı konuları tuvale taşıdığını ifade eden Alpar, kafe, park veya deniz kenarı gibi mekanlarla da farklılık yarattığını düşünüyor. Salon veya oturma odası gibi ev içinden görüntüleri de resimlerine yansıtmaya başladığını vurgulayan Alpar, bu sergisinde İstanbul peyzajlı sürpriz de hazırladığını ifade etti. Sergiyle ilgili bir manifesto yazan ressam Himmet Gümrah da, Alpar’ın resimlerindeki farklılıklara dikkat çekmiş:
“Alpar’ın resim yapma serüveninin başlarında daha renkli, gerçekçi iken zaman içinde edindiği bilgi, görgü ve deneyimler sonrası çalışmalarında daha az detaycı, deformasyonlara ve illüstrasyon tarzına başvuran bir yol izlediğini gözlemleyebiliriz. Yüzeysel bakışta birbirlerine çok benzettiğimiz kadın tiplemelerine daha detaycı baktığımızda her birinin ayrı bir kişilik barındırdığını keşfederiz. Alpar’ın kadınları durağandır, idealize edilmiş tiplerdir. Onun için gerçeklik önemli değildir. Ten rengi ile birebir ilgilenmez ama onlara giydirdiği kıyafetlerle, takılarla kadınının dişiliğini de öne çıkaracak kendi kreasyonlarını renklendirir. Onun resimleri bir objektife poz veren bir anı belgeleyen fotoğraf kareleridir, anlık ve kurgusal kompozisyonlardır. Mekan anlayışı yüzeysel ve hayalidir. Alpar’ın resimlerini tanımak kolaydır. Çünkü kendine has bir anlatımı oluşturmuştur. Alpar’ın resimlerine bakmak öyle çok ilgimizi çeker ve keyif verir ki, tablo içindeki kadınlarla önce göz göze geliriz ve devamında tüm tablo içinde gezinir tekrar kah kırık kalpli kadınların hüznü ile, kah fettan kadınların alaycı, baştan çıkarıcı bakış ve tebessümlerine geri döneriz.”
Sohbetimizin sonunda Alpar’a “Kim bu resimlerinizdeki kadınlar” diye sordum. Sanatçının yanıtı “Ben de varım, anneler de var, çalışan kadınlar da, kız kardeşler de, sıkıntılarını dışa vuramayıp, içine atan kadınlar da. Benim gibi çok konuşmaz kadınlarım. Dikkat edin ağızları kapalıdır. Gözleriyle konuşur onlar. Benim gibi. Mutlular mı, hüzünlüler mi, endişeleri var mı, yok mu, gözlerine bakarak anlayabilirsiniz” oldu.
KENTTE NE VAR?
Bu haftaki konuğumuz Halil Coşkun. Coşkun’un büyük boy paletler (51.5x32.5 cm.) üzerine yapılmış eserlerinden oluşan sergisi geçen cuma günü Galeri Soyut’ta (Yıldız) açıldı. Coşkun’un sergisi 19 Şubat’a kadar sürecek. Coşkun’la birlikte, Duygu Aydoğan, Lütfü Kaplanoğlu ve Fidan Tonza’nın da (seramik çaydanlık) eserleri sergileniyor.
Sivas-Divriği’de doğan Halil Coşkun, Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim Bölümünden mezun olduktan sonra Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Anasanat Dalında yüksek lisans programını tamamlamış bir sanatçı. Çağdaş Türk resminin en önemli isimlerinden Turan Erol’un öğrencisi olmuş. Kaligrafik anlayışdaki kuş figürlerinin Halil Coşkun’la özdeşleştiğini söylemek yanlış olmaz. Coşkun’la ilgili kapsamlı tarama yaptığımda, kuş çalışmalarıyla ilgili şu sözleri dikkatimi çekti:
Genç sanatçının bazı çalışmalarında ilk etapta yalın veya birbiriyle karıştırıldıktan sonra kurumaya bırakılmış akrilik boyaların oluşturduğu “kütle veya kütlelerinin” tuvale yerleştirildiğini görüyorsunuz. Bu kütlelerin çoğunlukla üç boyutlu olması esere farklı bir hava da katmış. Ayrıntılı bakıldığında ise resmin dokusundaki sürprizler karşınıza çıkıyor. Gizlenmiş yüzler veya fırça darbelerinin doğallığı ile oluşmuş, farklı teknikler uygulanarak ortaya çıkmış ilginç figürler görebiliyorsunuz. Gizlenmiş yüzleri fark edebilmeniz için ise çoğunlukla tuvalin sergileniş şeklini değiştirmeniz gerekiyor. Atölyesinde ziyaret ettiğim Günler’e, “İzleyici ilk başta gizlenmiş yüzü tuval düz, yani normalde olması gerektiği gibi asılınca fark edebiliyor. Sen ise ters asmayı tercih ediyorsun. Neden?” diye sorduğumda, verdiği yanıt, “Normal olanı herkes yapıyor. Farklılığı ön plana çıkarmak için bunu tercih ediyorum” oldu.
Günler’in resimlerinde “kütle” olarak adlandırdığı parçalarda sıcak pastel renkler hakim. Ancak bu kütlelerin üzerine oturduğu büyük ebatlı tuvallerin zemini ise koyu, soğuk renklerle kaplanmış. Günler bunun nedenini, “Çünkü ben mutlu olduğum zaman değil, ruh halim karamsarlığa daha yatkın olduğu zamanlarda resim yapıyorum. Bundan da şikayetçi değilim. Karamsar bir haldeyken şövale başına oturduğumda, sıcak renkler kullanmam mümkün değil” diye açıklıyor.
2010’da Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünü derece ile kazanan, 2012-2013’de Erasmus programı kapsamında İspanya’nın Sevilla Üniversitesi’nde bulunan, lisans eğitimini tamamladıktan sonra geçen yıl da yine Hacettepe’de onur öğrencisi derecesiyle yüksek lisansını tamamlayan Günler, sergisine neden “Ruhun Dokusu” adını verdiğini özetle şöyle açıklıyor:
“Belki de kararları beynimiz veriyorken ‘ruhumuzun süzgecinden’ geçiyordur. Bu kadar yoğun hissedip ama gözümüzle göremediğimiz için yok saydığımız ya da unuttuğumuz bir şeyin hayatımıza kattığı renk bu kadar barizken bunun bir dokusu olmaz mı? Çalışmalarımda gözlem ve deneyim sonucu oluşan çeşitli duyguların beyinde yarattığı etkiyi din ve felsefede insanın özü olarak kabul edilen ruh ontolojisi ile bağdaştırdım. Maddesel dünya olan doğa merkez alınarak doğanın ritminden ve toplumsal bazı olaylardan etkilenerek kişisel deneyimlerle ilişkilendirdim. Doğumdan ölüme kadar bizimle birlikte olan ve yaşlanan sadece beynimiz değil, ayrı zamanda fikirleri, duyguları, hisleri süzgecinden geçirdiğimiz ruhumuzdur. Bu koşullar altında ‘ruhun dokusu’nun olmadığını söylemek kendimizi inkar etmekten başka bir şey değildir.”
KENTTE NE VAR?
Güzin Atıl Akdemir-15 Şubat’a kadar (Nurol Sanat/Kavaklıdere), Kayıhan Keskinok-30 Ocak’ta açılacak (Keskinok Sanat Vakfı/ Cinnah Caddesi), Ardan Özmenoğlu-17 Şubat’a kadar (Siyah Beyaz/Şili Meydanı), Yalçın Gökçebağ retrospektif sergisi-29 Mart’a kadar (İş Sanat Galerisi/Ulus), Söbütay Özer-31 Ocak’a kadar (Fırça Sanat/Hilal Mahallesi), Halil Coşkun-Duygu Aydoğan-Lütfü Kaplanoğlu-31 Ocak’ta açılacak (Galeri Soyut/Yıldız), Ekin Kılıç Ezer-16 Şubat’a kadar (CerModern/Sıhhiye), Nur Koçak-16 Şubat’a kadar (Çağdaş Sanatlar Merkezi (ÇSM)/Çankaya), Svetlana İnaç-29 Ocak’ta açılacak (Sevgi Sanat/Hilal Mahallesi), Ali Rıza Kanaç-5 Şubat’a kadar (Artsürem/Hilal Mahallesi), Muhammed Aliyev-9 Şubat’a kadar (Alev Sanat/Park Caddesi), Genco Gülan-5 Şubat’a kadar (ÇSM/Çankaya), Beata Zalewska-31 Ocak’a kadar (Galeri Sanat Yapım/Şenyuva), Monad Balkan-31 Ocak’a kadar (İsmail Altınok Sanat Merkezi/Kolej), Sezai Kara-Ataç Elalmış-6 Şubat’a kadar (Emin Antik/Kale), Hyeseung Lee-31 Ocak’a kadar (Kore Kültür Merkezi/Kavaklıdere), Metin Kılıç (heykel)-6 Şubat’a kadar (Platform A/Taurus AVM), Uğur Avcı-7 Şubat’a kadar (Kent Sanat/Yıldız), Fatih Kahya-30 Ocak’a kadar (Zülfü Livaneli Kültür Merkezi/Yıldız), Yeni başlangıçlar-8 Şubat’a kadar (Galeri Akdeniz/Yıldız), Pınar Arslan-31 Ocak’a kadar (Ata Sanat/Kale), Hülya Sayın-30 Ocak’a kadar (BoHo Art/Kale), Aynur Pehlivanlı anı sergisi-10 Şubat’a kadar (Armoni Sanat/Yıldız).
Bilen bilir, Aynur hanım kedilere olan hayranlığını sevgiyle yansıtırdı tuvale. Yakalandığı amansız hastalığı nedeniyle Pehlivanlı’nın yarım kalan bir kedi resmini, tanınmış sanatçılar kendi anlayışlarına göre yorumlayarak muhteşem bir sergi hazırlamışlar. Geçen cuma günü Armoni Sanat’ta açılan ve 10 Şubat’a kadar sürecek olan bu özel sergi için Aynur hanımın eşi Faruk Pehlivanlı da çok güzel bir kitabın yayınlanmasına öncülük etmiş. Aynur hanımın yarım kalan son resmi nedeniyle, “Yarım” isimi verilen bu sergide 35 sanatçının eseri sergileniyor. Kitapta da tüm sanatçıların eserlerinin görsellerinin yanısıra el yazısı notları var. Alfabetik sıraya göre bu sanatçıların isimlerini vermek isterim:
Aslı Kutluay, Ayten Timuroğlu, Başak Ballı, Bülent Aytaç, Bünyamin Balamir, Daver Darende, Ekrem Kadak, Ergin İnan, Erhan Lanpir, Fevzi Karakoç, Gamze Şiriner, Gürbüz Doğan Ekşioğlu, Habip Aydoğdu, Hakan Esmer, Hasan Pekmezci, Işık Gör, Lütfü Günay, Malik Bulut, Metin Yurdanur, Nihat Kahraman, Orhan Taylan, Raşit Altun, Savaş Camgöz, Sema Boyancı, Sera Uzel, Süleyman Saim Tekcan, Şükran Pekmezci, Tunç Tanışık, Vecdi Raşidov, Veysel Günay, Yalçın Gökçebağ, Zafer Gençaydın, Zahari Kamenov, Zahide Yükseler ve Zahit Büyükişliyen.
Armoni’deki anmaya ben de katıldım. Gerçekten muhteşem bir kalabalık vardı. Hoş kısa bir film gösterisi de ilgi çekiciydi. Armoni Sanat’ın sergiyle ilgili duyurusunun da son derece duygu yüklü olduğunu belirtmeyelim:
“19 Ocak 2016’da bu tablo yarım kaldı. Biz de öyle... Ve herkesin aklında hep aynı Aynur kaldı. Binbir rengiyle, çizgisiyle Aynurumuz. Ve bugün bir yanımız sizlerle yeniden hayat buldu. 35 muhteşem el, en içten dokunuşlarıyla, çok sevdiği kedisinin hikâyesini, şövalesinde yarım kalan tablosunu yorumladı. Her gün tamamlamaya çalışıyoruz yarım kalan yanımızı. Baktığımız boş pencerede...Bir eksik çay saatinde... Kırmızının en canlı halinde... Hikâyenin en komik yerinde... Ve yarım kalan bir resimde...”
SÖBÜTAY ÖZER’İN RENK COŞKUSU
Bu hafta yer vereceğimiz bir diğer sanatçı da 2007’de kaybettiğimiz Söbütay Özer. Ankaralı sanatseverler, 13 yıl önce hayata veda eden çağdaş Türk resminin önemli isimlerinden Söbütay Özer’in resimlerinden oluşan sergiyi bu ay sonuna kadar Fırça Sanat Galerisi’nde (Hilal Mahallesi) görebilirler. Çoğunlukla bisikletliler, dolmuşlar, leylekler, güvercinler, içlerine çiçek yerleştirilmiş kömür ütüsü veya mavi sırlı çinko çaydanlık süsler Özer’in resimlerini. “İz” adıyla açılan bu sergide de Özer’in renge olan düşkünlüğünü daha yakından hissedebilirsiniz. Söbütay Özer’in fırçasının maviyi, kırmızıyı, sarıyı, yeşili, pembeyi, eflatunu, kahverengiyi nasıl coşturduğu görmek gerçekten insanda farklı bir iz bırakıyor. Çizgi, renk, leke ve beneğin ritmiyle soyut resmin sınırlarında gezinse de, bu sergide de Özer’in hedefinin gerçekcilik olduğunu görmek mümkün. Sanatçının kızı Gözde Özer’in “Söbütay Özer’e göre resim, gece gidilen bir yol gibidir. Arabamızın farları ne kadar aydınlatırsa o kadar görürüz” sözleriyle bitirelim yazıyı. Haftanız sanat dolu olsun.