ADALAR –Prens Adaları
Batılıların ‘Prens Adaları’ diye bildikleri Adalar, İstanbul’un şarkılara, şiirlere konu olmuş en güzel mevkilerinden biridir. İstanbul’dan, özellikle de Çamlıca tepesinden ve Anadolu yakasından çok güzel görünürler. İstanbul’un ve Türkiye’nin tarihinde önemli yerleri, acı tatlı hatıraları olan bu adalar, iç ve dış turizm açısından da önem taşırlar. Adalar’dan İstanbul’un seyri de, alışılmışın dışında, farklı bir güzelliktir. Turizm sezonunun sıkıntılı geçtiği 2020 yaz mevsiminde bir gün adalara , en azından Büyükada’ya kaçmak siz rahatlatabilir. Adaların atmosferi her zaman rahatlatıcıdır.
Adalar, İstanbul’un Anadolu yakası açıklarında, 9 ada ile iki kayalıktan oluşurlar. Sözünü ettiğimiz 9 ada, Bostancı ile Kartal’daki Dragos sahili açıklarındadır. Diğer iki kayalık ise Maltepe açıklarındaki sığlıktadır. Bu kayalıklarda, Batmaz ve Vordonoz fenerleri yer almaktadır.
Marmara Denizi’nin Güneydoğusuna isabet eden bölgede bulunan bu adalar; Büyükada, Heybeliada, Burgazadası, Kınalıada, Sedefadası, Yassıada, Kaşıkadası, Sivriada ve Tavşanadası’dır. Toplam nüfusu 20 binin üzerindedir. Ancak, yaz mevsiminde yazlıkçıların gelmesiyle bu rakamın 100 bin üzerine yükseldiği tahmin edilmektedir.
Adalar, 1453 yılında, İstanbul’un fethiyle sonuçlanan kuşatma öncesinde Osmanlı egemenliğine geçmiştir. Fetih sırasında büyük ölçüde terk edilen Adalar, Fetih’ten sonra yeniden canlanmıştır. Adalar’da, Patrikhane’ye toprak kullanım ve mülkiyet hakları verilmiştir. Evliya Çelebi, 17. Yüzyılda Adalar üzerinde bağlık bahçelik köyler bulunduğunu, köy sakinleri arasında zengin balıkçı reisleri bulunduğunu yazar. Yine 17. Yüzyılda, Evliya Çelebi, Adalar’ın güzel ve mamur yerler olduğunu, buralara gezmeye gidildiğini, bazı adalarda ziyaret yerleri, Rumlara ait kilise ve manastırlar bulunduğunu kaydeder. Adalar, özellikle 19 ve 20. Yüzyıllarda, daha çok sayfiye ve mesire yerleri olarak kullanılmaya başlanmış, görkemli ahşap konaklar inşaa edilmiştir.
Nüfusunun büyük çoğunluğunu Rumlar’ın oluşturduğu Adalar’da nüfus yapısı 20 yüzyıl başlarına kadar önemli bir değişikliğe uğramamıştır. Ancak, Cumhuriyet’in kuruluşunu takip eden yıllarda gerçekleştirilen mübadeleden sonra Rum nüfus İstanbul’un ve Anadolu’nun bir çok yerini terk ettiği gibi Adalar’dan da ayrılmıştır.
ADALAR –Prens Adaları
Batılıların ‘Prens Adaları’ diye bildikleri Adalar, İstanbul’un şarkılara, şiirlere konu olmuş en güzel mevkilerinden biridir. İstanbul’dan, özellikle de Çamlıca tepesinden ve Anadolu yakasından çok güzel görünürler. İstanbul’un ve Türkiye’nin tarihinde önemli yerleri, acı tatlı hatıraları olan bu adalar, iç ve dış turizm açısından da önem taşırlar. Adalar’dan İstanbul’un seyri de, alışılmışın dışında, farklı bir güzelliktir. Turizm sezonunun sıkıntılı geçtiği 2020 yaz mevsiminde bir gün adalara , en azından Büyükada’ya kaçmak siz rahatlatabilir. Adaların atmosferi her zaman rahatlatıcıdır.
Adalar, İstanbul’un Anadolu yakası açıklarında, 9 ada ile iki kayalıktan oluşurlar. Sözünü ettiğimiz 9 ada, Bostancı ile Kartal’daki Dragos sahili açıklarındadır. Diğer iki kayalık ise Maltepe açıklarındaki sığlıktadır. Bu kayalıklarda, Batmaz ve Vordonoz fenerleri yer almaktadır.
Marmara Denizi’nin Güneydoğusuna isabet eden bölgede bulunan bu adalar; Büyükada, Heybeliada, Burgazadası, Kınalıada, Sedefadası, Yassıada, Kaşıkadası, Sivriada ve Tavşanadası’dır. Toplam nüfusu 20 binin üzerindedir. Ancak, yaz mevsiminde yazlıkçıların gelmesiyle bu rakamın 100 bin üzerine yükseldiği tahmin edilmektedir.
Adalar, 1453 yılında, İstanbul’un fethiyle sonuçlanan kuşatma öncesinde Osmanlı egemenliğine geçmiştir. Fetih sırasında büyük ölçüde terk edilen Adalar, Fetih’ten sonra yeniden canlanmıştır. Adalar’da, Patrikhane’ye toprak kullanım ve mülkiyet hakları verilmiştir. Evliya Çelebi, 17. Yüzyılda Adalar üzerinde bağlık bahçelik köyler bulunduğunu, köy sakinleri arasında zengin balıkçı reisleri bulunduğunu yazar. Yine 17. Yüzyılda, Evliya Çelebi, Adalar’ın güzel ve mamur yerler olduğunu, buralara gezmeye gidildiğini, bazı adalarda ziyaret yerleri, Rumlara ait kilise ve manastırlar bulunduğunu kaydeder. Adalar, özellikle 19 ve 20. Yüzyıllarda, daha çok sayfiye ve mesire yerleri olarak kullanılmaya başlanmış, görkemli ahşap konaklar inşaa edilmiştir.
Nüfusunun büyük çoğunluğunu Rumlar’ın oluşturduğu Adalar’da nüfus yapısı 20 yüzyıl başlarına kadar önemli bir değişikliğe uğramamıştır. Ancak, Cumhuriyet’in kuruluşunu takip eden yıllarda gerçekleştirilen mübadeleden sonra Rum nüfus İstanbul’un ve Anadolu’nun bir çok yerini terk ettiği gibi Adalar’dan da ayrılmıştır.
Özellikle 19. Yüzyıldan itibaren edebiyata da konu olmuş, Mehmed Celal, Yahya Kemal, Halit Fahri, Sait Faik, Hüseyin Rahmi, Halit Ziya gibi şair ve yazarlarımız, Adalar’ı konu alan şiirler, konuları Adalar’da geçen hikaye ve romanlar yazmışlardır. Adalar, Boğaziçi’nin güzel mevkileri ve Lale Devri’nin gözdesi Sa’dabad gibi mevkilerle birlikte, şarkılara da en çok konu olan İstanbul mevkilerinden biridir.
Adaların eski zamanlardaki isimleri:
Bir ressamın tablosundaki tüm renkler vardı sanki önümde. Deniz kenarında oturduğum ahşap banktan kalktım, rüzgar şimdi saçlarımı hafifçe yüzüme doğru savuruyordu. Deniz kenarında rıhtıma bağlanmış tekneler eşliğinde bir taraftan yürüyor diğer taraftan da “Foça denize aşık bir ressamın canlı renklerle boyadığı bir tablo olmalı” diyordum kendi kendime. Kimdir bilinmez ama denizi ve Ege’yi seven bu ressam, küçücük koyları güzel burunlarla şekillendirmiş. Karşısına adacıklar serpiştirmiş. Denizi parlak maviye boyayıp, üzerini rengârenk teknelerle süslemiş. Bu güzel tabloya tam da olması gerektiği gibi devam etmiş; kıyıda yanyana sıralanmış balık lokantaları, küçük kahvehaneler ve eski taş evler. Aralarında minicik, maket gibi bir kale. Ağlarını temizleyen balıkçıları, Ege’ye korkmadan açılabilecek büyüklükte balıkçı teknelerini ve avdan dönen balıkçıları bekleyen kedileri de ekleyince tablo tamamlanmış.
Bu resmi bir yerlerden hatırlar gibi oldunuz değil mi? Hangimiz yapmaya çalışmadık ki büyük şehirlerde, iş hayatında orada burada bunaldığımız zamanlarda bir benzerini? Küçücük hayal dünyamızda çizmeye çalıştığımız resim Foça’nın resmiymiş meğer.
Günümüzde biraz da turistik bir balıkçı kasabası Foça. Foça’nın esintisi meşhur. Hatta en meşhurlar listesinde ilk üçe giriyor. Foçalılara göre “Foça’nın kedisi, delisi bir de yeli ünlüdür. “Foça kedisiyle, Foça delisi bir yana; yeli adeta bir doğal vantilatör görevi yaparak, bu güzeller güzeli ilçeyi bunaltıcı sıcaklardan koruyor. Sadece 1.5 saat mesafede olduğu halde, İzmir’in sıcaklardan kavrulduğu günlerde Foça’da insanlar rahat bir yaz geçirebiliyor. Zaten burası çoğunlukla İzmirlilerin tatil mekânı, tepelere doğru tırmanmaya başlamış yazlık evleri görünce dudak bükmeden edemiyorum. Yerli halk Foça’nın artık değişik bölgelerin tatilcileri tarafından da keşfedilmesini istiyor, konaklama tesisleri ve butik oteller sayıca az ama öz, ziyaretçilere yetiyor. Gittiğiniz her yerde güler yüzlü ve misafirperver karşılanıyorsunuz.
DENİZ TEMİZ
Foça turizm açısından her şeye sahip. Tüm güzelliklerinin yanı sıra, yaz turizminin vazgeçilmezi olan deniz de bu şirin ilçeye cömert davranmış. Foça’nın dışındaki koylar, mükemmel plajlara ve kumsallara sahip, ayrıca isteyenler merkezden kalkan tekne turları ile günübirlik deniz keyfi yaşayabiliyor. Ancak en güzeli yerleşim bölgesinden de tertemiz denize girilebiliyor olması. İlçe merkezinde geniş kumsallar olmasa bile, deniz, yüzerken suyun dibindeki gölgenizi görebileceğiniz kadar berrak. Üstelik bu temizlik sadece görüntüde değil. Mikropsuz olduğu kanıtlanmış olan denize her yerden gönül rahatlığıyla girebilirsiniz. Mersinaki ve Hanedan Plajları’nda mavi bayraklar yıllardır dalgalanıyor. Geniş kumsallı bu plajlar merkeze 3-4 kilometre mesafeden başlıyor ve 22 kilometre uzaklıktaki, daha çok yazlık evlerin bulunduğu Yeni Foça’ya kadar uzanıyor. Bahsettiğim yerlere özel aracınız yoksa bile minibüslerle kolayca ulaşabilirsiniz. Küçük bir dipnot; Kozbeyli Köyü’ne de uğrayarak dibek kahvesinin tadına da bakmalısınız.
KEYİFLİ YÜRÜYÜŞLER…
Boğazköy, Bayramdere köyleri sınırında bulunan Karacabey longoz bölgesine gitmek için Bursa’dan bir süre İzmir yolunu takip edip daha sonra Bayramdere-Boğaz tabelasını takip etmeniz gerekiyor. Yol üzerinde içinden geçeceğiniz köylerde çay molası verip, taze yumurta alabilirsiniz.
YEMYEŞİL BİR ÖRTÜ
Longoz, denize doğru akan derelerin getirdiği kumların birikerek kıyıda set oluşturması ve dere ağzını kapatması sonucu akar suyun biriktiği geniş alanda oluşan özel bir ekosistem. Sulak alanlarla iç içe olduklarından yağmurların etkisiyle orman tabanındaki su seviyesinin hemen yükselmesiyle farklı bir doğa harikasına dönüşüyor. Delta oluşumlarında meydana gelen longozlar yağışların başlamasıyla birlikte giderek suyla doluyor ve yılın büyük bölümünü sular altında geçiriyor. Nehirlerin taşıdığı alüvyonlarla zenginleşen toprak yapısı suyla buluşunca muhteşem bir doğa harikası ortaya çıkıyor ve bölge her mevsim farklı renk ve canlılara ev sahipliği yapıyor. Yaz aylarında sular çekilince longozun tabanı yemyeşil bir örtüyle kaplanıyor.
LONGOZDA YÜRÜYÜŞ ŞART
2000 hektarlık alana sahip Kocaçay Deltası, ana hatlarıyla Kuş Gölü’nden gelen Karadere, Uluabat Gölü’nden gelen Uluabat Deresi, Bursa’dan gelen Nilüfer Çayı ve diğer derelerin toplanarak birleşmesi sonucu oluşmuş bir alan olan Karacabey Longozu’nda özellikle ilkbahar ve sonbaharda güzel manzaralar sizi bekliyor. Deltanın batı yarısında toplam alanı 194 hektar olan Dalyan ve Poyraz gölleri, 600 hektar alan sazlıklar, 730 hektarlık alanı kaplayan Su Basar Ormanları bulunuyor. Deltanın doğu bölümünde de 391 hektarlık Arapçiftliği Gölü, tarım alanları, kumullar, sazlıklar, deniz börülcesi ve ılgın ile kaplı geniş çamur düzlükler yer alıyor. Karacabey Longozu, Avrupa’da artık tamamen yok olan ve bahar aylarında altında kaldığı sular yaz aylarında çekilince özellikle sonbaharda güzel görüntüler sunan Su Basar Ormanları’nın Türkiye’deki canlı örneklerinden biri. Longozun ev sahipliği yaptığı 217 farklı kuş türü arasında yalıçapkını, ak pelikanlar, sürmeli kum kuşu, kıyı çamurculuğu, yılan kartalları gibi türler bulunuyor. Bölge dişbudak, kızılağaç, söğüt gibi belli türdeki ağaçlar ile göl soğanı, su menekşesi, nilüfer gibi özel bir bitki örtüsünü de içinde barındırıyor.
YAPILAŞMA SORUNU!
Sabah erken saatte hareketle önce İstanbul’un oksijen depolarından biri Polonezköy-Adampol’a uğrayabilir. Polonezköy’ün yeşillikleri arasında kaybolacağınız yürüyüşünüzde Madam Zosia adına düzenlenmiş küçük müzeyi gezip, köyün kuruluş hikayesini dinleyerek köy meydanındaki kahvehanede çay molası verebilirsiniz. Polonezköy sonrası rotanızı İstanbul’un Karadeniz kıyısındaki tek ilçesi, deniz feneri-dokumaları ve bezi ile meşhur Şile’ye çevirebilirsiniz.
Muhteşem manzaralarla dolu Şile, öğle yemeği molanızı verebileceğiniz, Karadeniz’den ağları dolu gelen balıkçıların limanı doldurduğu, taze balık yiyebileceğiniz durağınız olabilir. Tepeden Şile liman bölgesini, ilginç kayalıkları, kaleyi seyretmek ülkemizin büyük deniz fenerlerinden biri olan Şile Deniz Feneri’ni görmek, altındaki küçük müzeyi gezmek keyifli olacaktır.
DÖNÜŞ KANDIRA ÜZERİNDEN
Şile’den Ağva’ya gideren sahil yolunu kullanırsanız ahşap evlerle güzel Karadeniz köylerini, ilginç kayalıklara sahip koyları görme şansınız olabilir. Bunlardan biri pek çok filme plato olmuş Akçakese köyünün geniş kumsala sahip koyudur. Günün en güzel saatleri için, akşam üzeri Ağva’ya gittiğinizde Göksu üzerinde tekne turuna katılarak yeşillikler içinde esintili ve keyifli anlar geçirmeyi, Yeşil Çay’ın denizle buluştuğu noktada bulunan deniz fenerine kadar yürümeyi unutmayın. Bursa’ya dönüş yolculuğunuzu güzel manzaralı küçük köyler arasından geçerek, Kandıra üzerinden yapmanızı tavsiye ederim. Belki Kandıra’da da bir manda yoğurdu molası verirsiniz.
İSTANBUL’UN ARKA BAHÇESİ POLONEZKÖY & ADAMPOL
Özellikle İstanbul’luların şehirden kaçıp nefes almak için tercih ettiği şirin ve yemyeşil bir köy Polonezköy.
Bursa’nın günümüzde de vazgeçilmez merkezinin, kalbinin attığı tarihi çarşı ve hanlar bölgesinin temelinin de atıldığı yıllardır 1330’lu yıllar.. Orhan Gazi’nin kendi adına yaptırdığı Külliyesi’nin etrafı onu takip eden her padişah döneminde ilave edilen binalarla zamanla şehrin ticari merkezi haline gelmiş ve günümüze de ulaşarak, İstanbul’un meşhur Kapalıçarşı bölgesinden de eski bir tarihi çarşı ve hanlar bölgesine dönüşmüştür. Bu bölgedeki tarihi yapılar 14. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar geçen zaman dilimi içinde yapılmıştır. Biz bölgeye, konumuz turizm olduğu için, şehrin en gözde mekanında turizm için yapılması gerekenler ve bölgeye gelen ziyaretçileri rahatsız eden konular açısından yaklaşacağız. Amacımız turizmden hakkettiği payı günü kurtararak değil uzun yıllar boyuna yayılacak düzenlemeler ve farkındalıkla alması.
Kuruluşundan bugüne yıkıcı afetlere, depremlere ( en önemlisi 1855 depremi) ve yangınlara ( 1958 yangını) maruz kalan çarşı, her yıkımdan sonra yeniden doğmuş, yeniden inşaa edilmiş ve hayatını sürdürmüştür. Özellikle son yaşanan 1958 Çarşı yangını bölgeyi çok yıpratmış, yangının söndürülebilmesi için dinamitlerin patlatılması sonucu özgün halinden çok şey kaybetmiştir.. Orhan Bey’in kendi adına surlar dışında yaptırdığı ilk cami, klasik ters T planlı Bursa camilerinin en eskisi, Yıldırım Beyazıd’ın Niğbolu zaferi sonrası yaptırdığı Ulucami sadece şehrin değil, tüm ülkenin mücevheridir.
Modern alışveriş merkezlerinin yapılması ile yıpranmaya başlayan geleneksel çarşıların en önemli silahı belki de tarihi kimliği, insan samimiyeti ve huzurlu ortamıdır. Bitmek bilmeyen esnaf ve alışveriş gelenekleriyle, bir insanın, bir evin ihtiyacını karşılayacak her şeyi bulabileceği Bursa çarşısı, atmosferinde geçmişe yolculuk yapmanıza da izin verir. Ve geçmişten günümüze bu çarşıyı ayakta tutan en önemli unsur yerli ve yabancı turisttir. Bursa’ya gelen turistlerin şüphesiz %90 lık bölümünün ziyaret ettiği çarşı bölgesinin turizm görüntüsü hep tartışılmış, bölgede yaşayan esnafın günü kurtarmaya yönelik kişisel girişimleri yüzünden de zarar görmüştür.
TURİZM İÇİN NELERE DİKKAT EDİLMELİ
Gerçekten de bitmeyen esintisi, avuç içi sıcaklığında koyları, adaya yaklaşırken sizi karşılayan kalesi, dar sokakları süsleyen taş evleri, lezzetli şaraplarıyla Kuzey Ege’de küçük bir huzur adası Bozcaada.
Adalarda yaşam zordur, sizin öyle yaz aylarında birkaç günlüğüne ziyaret ettiğiniz günlerdeki gibi her zaman günlük güneşlik zamanlar yoktur adada. Özellikle kış zor geçer, sessiz geçer, fırtına koptuğu zaman gemi çalışmaz. Adalılar alışkındır her koşula ve bu sene dünyayı etkileyen virüs salgını sürecinde de ada kendini kapattı ve korumaya aldı.
Tüm Ege adaları öyle yaptı aslında ve bu şekilde koronavirüs vakasının rastlanmadığı bir yer olmayı başardı.
'YENİ NORMAL’LE AÇILDI
Bozcaada’da tüm konaklama tesisleri virüs salgınına karşı tedbir olarak 19 Mart’ta kapatılmıştı. Yaklaşık 3 aydır kapalı olan konaklama tesisleri, lokantalar kafeler normalleşme süreci kapsamında yeniden açıldı ve müşterilerini bekliyor.
Şu günlerde yaşanan ufak hareketlilik ada esnafına heyecan veriyor.
Marmara Bölgesinin iklim hareketlerini yönlendiren, doğası, rüzgarları ve su kaynakları ile başta Bursa olmak üzere tüm Marmara Bölgesine hayat veren bu yüce dağın tepesine çıktınız mı hiç? Haziran ayı tam zamanıdır. Siz bir de güzel bir havada bölgede uzman rehber veya alan kılavuzları eşliğinde Uludağ’ın zirvesine çıkarak tüm Marmara bölgesini, yaşadığınız coğrafyayı şöyle bir ayaklarınızın altına almalısınız. Zirve’ye çıkmak, Uludağ’ı tanımak bu şehirde yaşayan herkesin hayatında en az bir kez yaşaması gereken bir tecrübe. Sadece Uludağ mı?
Yaşadığınız şehrin köylerini, kasabalarını, kültürünü bilmek, gezmek ve tanımak ta.. Bursa’da yaşayanlar Uludağ’ı şehirden gördükleri kadarıyla bilirler. Heykelde yürürken mevsim sonbaharsa, hele bir de aylardan Kasımsa arada bir dağın eteklerine kadar inen kar örtüsü şehre bir soğuk verir, kışın habercisidir. O zaman kaldırıp başlarını bakarlar Uludağ’a. Halbuki Bursa’nın sırtını yasladığı bu dağ sadece şehirden görünen kısmı kadar değildir, çok daha fazlasıdır. Zirvesi, popüler kayak merkezi, doğası ve güney yüzünde bulunan Türkmen Yörük köyleri hepsi ayrı ayrı bir yazı konusudur böyle tek bir sayfaya sığdırmak mümkün değildir..
Ben bugün sizi zirveye çıkarmak istiyorum, başka bir yazıda da Uludağ’ın arka yüzüne, güney tarafındaki köylere gideriz. Hafta arası, 1979’dan bu yana Uludağ’a gönül vermiş, her yerini sürekli karış karış gezen “360 derece Uludağ” kitabının yazarı, Uludağ Milli Parkı Alan Kılavuzu Hasan Ören ağabey ile Kent Müzesi önünde bir araya geldik, sohbet ettik eski teleferik kabini önünde bir fotoğraf çektirdik. Bu buluşmadan esinlenerek bu haftaki sayfamızın konusu ortaya çıktı. Hasan ağabey Uludağ konusunda çok hassas, gezdirdiği gruplara önce doğaya saygıyı sonra da Uludağ’ı anlatıyor ve uyarılarda bulunuyor. Özellikle kışın Uludağ’a çıkacaklara ; gerekli izinleri almadan, kimlik ve iletişim bilgilerinizi yetkililere (Jandarma vs) vermeden parkura başlamamaları gerektiğini, yürüyüşe katılacakların kıyafetlerinin kış şartlarına uygun olması gerektiğini, katılımcıların vücut performanslarının üst seviyede olması gerektiğini, Harita-Pusula, GPS gibi aletleri yanında bulundurmalarını, bunları en iyi şekilde kullanma becerisine de sahip olmaları gerektiğini söylüyor..
Doğa da her türlü risk ile karşı karşıya olduğunuzu düşünerek, risk anında yetkililere yerinizi nasıl bildireceğinizi bilmelisiniz, kışın en az 3 kişi ile doğa veya zirve yürüyüşüne çıkmalısınız diyor (İz açarken kara saklandığınızda, bir kişi diğer bir kişiyi kardan çıkaramaz) Yaz veya kış Uludağ’daki yürüyüş parkurlarının harita üzerinden gidiş ve dönüş pusula açı değerlerini bir küçük deftere not ederek, GPS bile kullansanız, bir sefer de aldığınız pusula açı değeri ile yön kontrolünüzü yapmak gerektiğini vurguluyor Hasan Ören. Tüm bu uyarılardan da anlayacağımız üzere aslında ani değişen doğa şartlarının yarattığı tehlike açısından hiç te küçümsenecek bir yükselti değil. 1960-70’li yıllarda Uludağ’da kayakçı ve dağcı olarak çok emek veren ve bir yabancı turisti donmaktan kurtaran Büyükbabam Rafet Çelikkol’un ve babamın hikayeleri ile büyüyen biri olarak “Dağ” ile oyun olmayacağını çok iyi bilenlerdenim. Çok uzağa gitmeye gerek daha geride bıraktığımız aralık ayında İstanbul’dan gelen iki dağcı tedbirsiz şekilde başladıkları zirve yolculuğu sırasında bastıran sisten dolayı kayboldu ve maalesef donarak vefat ettiler.