Hava ne kadar sıcak ve nemli olsa da ada vapuruna bindiğinizde yüzünüze çarpan esinti her şeyi geride bırakmanıza yardımcı oluyor. Demli çay, çıtır simit ve peynirle nefis bir kahvaltı yaparken karşımda bir öbek deniz kuşu yediğim simitten bir parça nasiplenebilmek için türlü oyunlara girişiyor. Şehir artık geride kaldı. Kalabalığın iç bunaltan gürültüsü yerini martı seslerine bıraktığında sanki bir ses Orhan Veli’nin dizelerini fısıldıyor kulağıma...
“Gün olur alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin bu ada benim
Yelkovan kuşlarının peşi sıra...”
İstanbul’da Büyükada’dan sonra en büyük ikinci ada olan Heybeliada, Anadolu’ya yani Maltepe kıyılarına 2.5 mil uzaktadır. Geçmişte Demonisos ve Halki gibi isimlerle de anılan ada; Heybeliada ismini, uzaktan bakıldığı zaman yere bırakılmış bir heybe görünümünde olması dolayısıyla almıştır.
Adalar kümesinin merkezinde bulunan Heybeliada’da 19 yy.a değin bir balıkçı kasabası ve üç manastır dışında pek yerleşim olmamıştır. 1846 yılında adalara vapur seferlerinin başlaması ile birlikte kademeli olarak ada nüfusunda artış gözlenmiş; vapur seferlerinden önce 800 civarında olan nüfus, vapur seferleri sonrası 2000’e kadar çıkmıştır. Aynı yüzyıl içinde birbirine yakın tarihlerde inşa ettirilen Ortodoksların tek yüksek okulu olan Ruhban Mektebi, Türkiye’nin ilk özel ticaret okulu olan Helen Ticaret Okulu ve Bahriye Mektebi adanın canlanmasında büyük rol oynamıştır. İstanbul’un varlıklı Rumları özellikle bu gelişmelerden sonra adada köşkler ve konaklar inşa ettirmiş, Rum nüfusunun artmasıyla adanın eğlenceye dönük yüzü kendini iyice hissettirmeye başlamıştır.
Bu muhteşem müze ziyareti rampadan inerken başlıyor. Rampanın duvarlarında bulunan nişlerde Troya’nın farklı katmanları; mezar taşları, büyük boy heykeller, sahne canlandırmaları ve büyük boy fotoğraflarla anlatılıyor. Müzenin giriş alanı olan, Troas ve çevresini konu alan sirkülasyon bandında ise devam eden sergi katları öncesinde ziyaretçiye bir oryantasyon sağlamak amacıyla arkeoloji bilimi; arkeolojik ve arkeometrik tarihleme yöntemleri, “neolitik, kalkolitik, tunç çağı, demir çağı, höyük, restorasyon, konservasyon” gibi terimler şemalar, çizimler, metinler ve interaktif yöntemlerle ziyaretçiye aktarılıyor.
Müzede ayrıca görsel grafik tasarımlarla birlikte diorama (anın veya hikâyenin ışık oyunlarının da yardımıyla üç boyutlu olarak modellenmesi) dokunmatik ekran ve animasyonlarla sergi ile anlatımlar da yapılıyor.
Troya, dünyadaki en ünlü antik kentlerden birisi ve Troya’da görülen 9 katman, kesintisiz olarak 3000 yıldan fazla bir zamanı göstermekte ve Anadolu, Ege ve Balkanların buluştuğu bu benzersiz coğrafyada yerleşmiş olan uygarlıkları izlememizi sağlamaktadır. Troya’daki en erken yerleşim katı M.Ö. 3000-2500 ile erken Tunç Çağı’na tarihlenmektedir, daha sonra sürekli yerleşim gören Troya katmanları M.Ö. 85 – M.S. 8. yüzyıla tarihlenen Roma Dönemi ile sona ermektedir. Troya, bulunduğu coğrafi konum nedeniyle burada hüküm süren uygarlıkların diğer bölgelerle ticari ve kültürel bağlantıları açısından daima çok önemli bir rol üstlenmiştir. Troya ayrıca gösterdiği kesintisiz katmanlaşma ile Avrupa ve Ege’deki diğer arkeolojik alanlar için referans görevi görmektedir. Bu muhteşem antik kenti müzeyi, ve yakın zamanda tüm evlerinin ve meydanının restore edildiği yanıbaşındaki “arkeoköy” Tevfikiye köyünü gezdikten sonra size tavsiyem dönüş yolunuzda arabanızı park ederek Lapseki’den gemiyle Gelibolu’ya geçerek belki de daha önce gezme fırsatı bulamadığınız bu kentin merkezinin biraz keyfini çıkarmanız, akşamüzeri küçük liman bölgesinde balık keyfi yapmanız.
TROYA EFSANESİ
Troya’yı, Troya Savaşı’nı, tahta atı, dünyanın en güzel kadını Helena’yı duymuşsunuzdur. Ancak, antik Troya efsanesinde bunlardan çok daha fazlası var. Gelin hep birlikte şu ana kadar anlatılmış en büyük hikâyelerden birine göz atalım.
Bu muhteşem müze ziyareti rampadan inerken başlıyor. Rampanın duvarlarında bulunan nişlerde Troya’nın farklı katmanları; mezar taşları, büyük boy heykeller, sahne canlandırmaları ve büyük boy fotoğraflarla anlatılıyor. Müzenin giriş alanı olan, Troas ve çevresini konu alan sirkülasyon bandında ise devam eden sergi katları öncesinde ziyaretçiye bir oryantasyon sağlamak amacıyla arkeoloji bilimi; arkeolojik ve arkeometrik tarihleme yöntemleri, “neolitik, kalkolitik, tunç çağı, demir çağı, höyük, restorasyon, konservasyon” gibi terimler şemalar, çizimler, metinler ve interaktif yöntemlerle ziyaretçiye aktarılıyor.
Müzede ayrıca görsel grafik tasarımlarla birlikte diorama (anın veya hikâyenin ışık oyunlarının da yardımıyla üç boyutlu olarak modellenmesi) dokunmatik ekran ve animasyonlarla sergi ile anlatımlar da yapılıyor.
Troya, dünyadaki en ünlü antik kentlerden birisi ve Troya’da görülen 9 katman, kesintisiz olarak 3000 yıldan fazla bir zamanı göstermekte ve Anadolu, Ege ve Balkanların buluştuğu bu benzersiz coğrafyada yerleşmiş olan uygarlıkları izlememizi sağlamaktadır. Troya’daki en erken yerleşim katı M.Ö. 3000-2500 ile erken Tunç Çağı’na tarihlenmektedir, daha sonra sürekli yerleşim gören Troya katmanları M.Ö. 85 – M.S. 8. yüzyıla tarihlenen Roma Dönemi ile sona ermektedir. Troya, bulunduğu coğrafi konum nedeniyle burada hüküm süren uygarlıkların diğer bölgelerle ticari ve kültürel bağlantıları açısından daima çok önemli bir rol üstlenmiştir. Troya ayrıca gösterdiği kesintisiz katmanlaşma ile Avrupa ve Ege’deki diğer arkeolojik alanlar için referans görevi görmektedir. Bu muhteşem antik kenti müzeyi, ve yakın zamanda tüm evlerinin ve meydanının restore edildiği yanıbaşındaki “arkeoköy” Tevfikiye köyünü gezdikten sonra size tavsiyem dönüş yolunuzda arabanızı park ederek Lapseki’den gemiyle Gelibolu’ya geçerek belki de daha önce gezme fırsatı bulamadığınız bu kentin merkezinin biraz keyfini çıkarmanız, akşamüzeri küçük liman bölgesinde balık keyfi yapmanız.
TROYA EFSANESİ
Ülke turizmine yön verenler Turizmde hareketlilik Haziran gibi başlayacak dedi olmadı, Temmuz dendi olmadı, umutlar Ağustos hatta sonbahar aylarına kaldı. Turizm sektöründe en çok sıkıntı çeken emekçilerin başında turist rehberleri geliyor. Rehberler sessiz sedasız ama bir o kadar da endişe içinde başına gelecekleri bekliyor.
1992 yılından beri aktif olarak sahada çalışan, ömrünü yollarda geçiren, Bursa ve İstanbul Rehber Oda ve Derneklerinde yıllarca emek vermiş, İRO-İstanbul Rehberler Odası Delegesi olduğum süreçte dönemin TUREB (Türkiye Rehberler Birliği) Başkanı Şerif Yenen önderliğinde yürütülen çalışmalarda yıllarca beklenen Rehberlik Meslek Yasası’nın çıkarılmasında Ankara yollarını defalarca aşındırarak çorbada tuzu olan biri olarak süreci ve yaşananları çok iyi biliyor, yaşıyor ve yakından takip ediyorum.
TURİST REHBERLERİ KORONAVİRÜSE KARŞI
Koronavirüs salgınının, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de birçok iş alanını olumsuz etkilediği bir gerçek. Her yıl milyonlarca liralık ekonominin kaynağı turizm sektörü de salgının en çok vurduğu iş alanlarından biri oldu. Peki ya her yıl binlerce yerli ve yabancı turistin geldiği, ülke turizm pastasından payını arttırmaya çalışan Bursa’da gelen ziyaretçileri karşılayarak onları gezdiren Bursalı Kültür ve Turizm Bakanlığı kokartına sahip turist rehberleri bugünlerde ne yapıyor? Şehirde bulunan BURO-Bursa Turist Rehberleri Odası Başkanı Denizhan Sezgin ve Profesyonel Turist Rehberleri Bilal Çağatay Erentürk (Buro Bşk yrdcısı), Kürşat Özen (Buro Yön. Kur. üyesi), Nuri Arslan (Buro Yön. Kur. üyesi) ve Hatice Şen ile salgının turizme etkisini ve turist rehberlerinin zorlu süreçteki durumlarını konuştuk. Turizm Bakanlığı, turizm faaliyetlerinin güvenli bir şekilde gerçekleştirilebilmesi amacıyla, turist rehberliği hizmetinde hangi önlemlerin alınması ve sürekliliğinin sağlanmasıyla ilgili bir genelge yayımlasa da gezdirecek grup bulamayan rehberler için süreç sıkıntılı geçiyor. Başka işlere yönelen rehberler, ailelerini geçindirme noktasında zorlanıyor.
DESTEK KREDİSİ GELDİ AMA
Sezonluk çalışma ve yevmiye sistemi dolayısıyla düzensiz geliri olan profesyonel turist rehberleri, Türkiye’de Mart ayında başlayan virüs-karantina sürecine hazırlıksız yakalandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı virüs salgını sürecinde 10 bin liralık düşük faizli, altı ayı ödemesiz 30 ay taksit ödemeli- kredi olanağı sunarak, rehberlerin bir kısmına can suyu olmuştu ancak bu destek binlerce çalışanın yer aldığı sektör için yeterli olmadı. Profesyonel olarak turist rehberliği yapan pek çok kişi bu süreçte sektör dışı iş arayışlarına başladı.
Lapseki-Gelibolu feribot geçişi sonrası çok vakit harcamadığınız, karşıya geçecekseniz yoğun iskele meydanından sıkıldığınız için ve biraz da feribot kuyruğunda beklediyseniz bir an önce kaçmak istediğiniz şehirden; Gelibolu’dan bahsedeceğim. Ben birkaç gün önce oradaydım. Sizlerin kalabalık, yüksek sesli müziklerin çalındığı popüler sahil kasabalarına gittiğiniz dönemde ben kendimi Gelibolu’nun esintisine teslim ettim.. Evet biliyorum belki de artık Çanakkale Boğazı’na köprü şart oldu. Gelibolu sahilinde yürürken deniz içinde yükselen köprü ayaklarına bakıyorum uzaktan.. Tek endişem o güzel coğrafyanın, günebakanların süslediği tepelerin bundan birkaç yıl sonra binalarla dolma ihtimali... Dolmaz değil mi?
İyi ve güzel şehir anlamına gelen Galli Polis adıyla anılan Gelibolu’nun tarihte ilk kez Hitit İmparatorluğunun M.Ö. 1200’de parçalanmasından sonra, Frigler ve onları izleyen Lidyalıların Anadolu’ya geçişleri sırasında önem kazandığı görülüyor. Stratejik bir nokta da bulunan şehrin neden bu kadar çok taliplisi olduğuna şaşırmamak lazım. Gelibolu Spartalıların, Makedonyalıların, Bergamalıların, Romalıların, Bizanslıların ve en son da Türklerin şehri olmuş.
TÜRKLERİN RUMELİ’YE GEÇTİĞİ NOKTA
Türklerin Anadolu’dan Rumeli’ye geçişi ile ilgili birçok rivayet olsa da Gelibolu’nun fethinde
Her yerde olduğu gibi Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı Assos Antik Kenti civarındaki turizm işletmeleri, turizm sezonuna koronavirüs tedbirleri kapsamında gerekli önlemleri alarak hazırlandı. Tesislerde, dezenfeksiyon çalışmalarıyla beraber sosyal mesafe kurallarına göre düzenlemeler yapıldı. Haziran ayı ortalarında müşterilerine kapılarını açmaya başlayan turistik tesisler, doğruyu söylemek gerekirse sezonun nasıl geçeceğini pek kestiremedi, umutta vardı, umutsuzlukta..Korkulan olmadı.. Hatta Assos bölgesi yerli turistlerin çoğunlukla tercih ettiği bir bölge oldu. Bayram tatilinde doluluk yüzde 100’lere vardı hatta otelciler eylül ayında da talebin süreceği görüşünde. Denizin soğuk ve taşlık olması nedeniyle bazı insanların tercih etmediği bölge sanırım virüsün ekonomik anlamda daha az olumsuz etkilediği bölgelerden biri..
ASSOS YOLUNDA
Eğer sizde benim gibi sadece deniz & plajda vakit geçirmek istemeyenlerdenseniz hem yol güzergahında hem de Assos civarında kaldığınızda çevreyi gezebilirsiniz.
Efsanelerin yurdu, oksijen deposu Kazdağları eteklerinde vereceğiniz kısa molalarla mesela Zeytinliköy ‘de vereceğiniz sabah çayı molası ile başlayıp, Tahtakuşlar köyüne uğrayarak etnografya müzesini gezebilirsiniz. Yol üzerinde Antandros antik kenti ve çok bilinmeyen antik kentin gün ışığına çıkmış kalıntılarını ve yer mozaiklerini görebilir, restore edilmiş evleri ve camisi ile görülmeye değer Yeşilyurt ve Adatepe köylerine, zeytinyağı müzesine uğradıktan sonra Assos’a gidebilirsiniz.. Muhteşem gün batımı manzarasını için Assos antik kentine giderek Athena tapınağına çıkmak, Ege denizi ve Midilli adası eşliğinde güneşi uğurlamak olmazsa olmazlardan. Midilli Adası’nın tam karşısında yer alan antik kent Behramkale Köyü’ndedir ve sönmüş bir volkanik tepe üzerinde, andezit kayalıkların arasındadır. Kendin inşaatında da andezit taşlar kullanılmıştır. Assos mistik havasıyla, antik kent kalıntılarıyla bir açık hava müzesidir, antik limana inerken yapılan yeni kapı ile de kente giriş yapabilir, köyün içinde dolaştığınızda deniz manzaralı restoranlar, yöreye özgü lezzetli ve doğal yemeklerin tadına bakabilirsiniz, antik sütunları masa olarak kullana köy kahvesinde kahve içmenizi tavsiye ederim. Assos, tarihi güzelliklerinin yanı sıra, Kadırga Koyu, Sivrice Koyu ve Sokakağzı koyları ile de deniz severleri kendine çekiyor.
ASSOS / BEHRAMKALE
Beyrut 7 bin yıllık tarihinde belki bin kez yıkılıp iki bin kez yeniden kuruldu. Kadim ve bilge şehrin hala diri bir ruhu, dünyaca ünlü mutfağı, Akdeniz’in büyülü mavisi ve Feyruz’un kalbinize dokunan şarkıları vardı... Yine olacak.. Bu şehir yaşadığı son patlamanın ardından tekrar ayağa kalacak; ama neden hep bu şehir?
Beyrut hayatınızda gördüğünüz hiçbir şehre benzemez, “Dünyayı gördüm” diyenler Beyrut’a ayak basmadıysa halen eksikler bu dünya üzerinde.. Beyrut haritadaki yerine tekrar döndü, mutlu ve huzurlu yazacakken, klavyemde geri gidip, satırı siliyorum.. Şehirde bu günlerde konuşulan tek şey liman bölgesini ve şehri harap eden patlama.. Bu hafta sizi birkaç yıl önce ziyaret etme şansı bulduğum ve beni çok etkileyen Beyrut’a götüreceğim..
Bekaa vadisinden gelip Baalbeck üzerinden, Beyrut’a ulaşmak için önce yüksek bir tepeyi ağır ağır tırmanıyorsunuz. Tepenin arkasında, deniz kenarında kurulmuş Beyrut’u kafanızda canlandırmaya çalışırken inişe başlıyorsunuz. Yeni Beyrut’un genellikle dağ yamaçlarına kurulduğunu anlıyorsunuz. Akdeniz manzaralı lüks evler, önlerinde park etmiş son model arabalar merakınızı daha da artırıyor. Halbuki tepenin diğer tarafında çadırlarda, döküntü evlerde yaşayan, eski püskü arabalar kullanan bir halk var. Bol virajlı muhteşem Akdeniz manzaralı yol sizi yavaş yavaş Beyrut merkezine ulaştırıyor. Savaşın izlerini taşıyan hüzünlü binalar yerini lüks ve ışıklı binalara terk etmeye başlamış. Pırıl pırıl parlayan Akdeniz Beyrut’a göz kırpıyor, sürprizlerle dolu ve uyumayan bir kent size “Hoş geldin” diyor. Balkonlarını bez ve brandalarla kapatmış bir evden müzik sesi geliyor... Fairouz (Feyruz)... İçim ısınıyor... Biraz tuhaf hissediyorum.
YIKINTILAR VE LÜKS YAN YANA
İznik’e giderken kuzey yolunu kullanmak için Orhangazi’ye kadar devam ederek oradan göl yoluna saptım, güney yolundan da Bursa’ya dönüş yaparım diye düşündüm, böylece gölün tüm çevresini gezmiş olurum. İznik’e ulaşmak için kullanacağınız her iki yol da doğa açısından güzel. Özellikle güney yolu benim favorim. Yol boyu size eşlik eden zeytin ağaçları meyve bahçeleri inanılmaz.. Kuzey yolu daha düz olduğu için ağır vasıta araçlar tarafından da tercih ediliyor, zira onlar için bu yol Mekece -Orhangazi arası bir kestirme yol, bu yüzden biraz kalabalık. Sıcak suların yol kenarına aktığı Keramet Köyü’nü geçerken yol boyu taze domates, biber, erik, şeftali satan köylüler görüyorum, o kadar bol ki.. Birinde duruyorum. Bursa’da marketlerde gördüğünüz fiyatların tam yarısı... Üstelik istemediğiniz kadar... Biraz alışveriş yapıyorum, dolduruyor adam gram hesabına bakmadan, ikramda bulunuyor. ‘Bursa Ovası eskiden böyle bir şeydi işte’ diyorum kendi kendime... Her geçen gün betonlaşıyor... Boyalıca’yı geçip Elbeyli’ye doğru uzanırken bir zeytin Ormanı eşlik ediyor bana...
SURDA RESTORASYON SÜRÜYOR
Kente İstanbul Kapı’dan giriş yapıyorum. Geçmişte Roma dönemi İznik tiyatrosundan getirilen taşlarla güçlendirilen İstanbul kapıyı diğerlerinden ayıran hoş detay, iki tiyatro maskı barındırması. İstanbul Kapı’nın restorasyon çalışmaları devam ediyor. 4 bin 970 metre ile Türkiye’nin en uzun ayakta kalmış surlarından olan, 12 tali kapısı ve 114 kulesi bulunan İznik surlarında bölüm bölüm restorasyon devam ediyor. Lefke kapı yakın geçmişte temizlenmiş, orijinal yer seviyesi ve yolları temizlenerek ortaya çıkarılmıştı.
Sıra İstanbul kapıda, çalışmalar kapsamında, farklı dönemlere ait yollar tespit edilip ortaya çıkarılıyor, güncel röleve çizimleri ile restorasyon projesi revizyonu, çıkan bulgulara göre yapılarak devam ediyor fakat biraz zamana ihtiyaç var.
Selam vermek için İstanbul Kapı’nın hemen yanında atölyesi olan Adil Can ustaya uğruyorum. Usta, eşi Nursan Hanım’la birlikte salgın süreci nedeniyle yavaşlayan dönem sonrası hızlı bir çalışma temposuna girmiş. Atölyesi İznik’in farklı dönemlerine ait çinilerle dolmuş, taşmış meraklısını bekliyor. Bu günlerde İznik’e gelen ziyaretçi sayısının az olduğunu belirtiyor, ‘tek tük gelenlerle idare ediyoruz’ diyor. İznik’te yapılan restorasyonların daha özenli olması gerektiğine dikkat çekerek çalışmaların daha kısa sürede bitirilmesi gerektiğini vurguluyor.
NİLÜFER HATUN İMARETİNDEN İZNİK MÜZESİNE