Amerika operasyonun neresinde?

Türkiye’de dönen komplo teorilerine göre, rüşvet ve yolsuzluk operasyonunun arkasında ABD var. Peki iddialar ne kadar gerçek?

Haberin Devamı

Mavi Marmara olayı yaşanmış. Türkiye-İsrail krizi patlamış. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, dokuz gün sonra, nükleer programı yüzünden İran’a ilave yaptırım paketini oyladı. 9 Haziran 2010.
Türkiye, Brezilya’nın da katkısıyla 17 Mayıs’ta Ahmedinecad’ı uranyum takasına ikna ettiği Tahran Anlaşması dikkate alınmadığı için köpürdü elbette. Ve konseyin geçici üyesi olarak yaptırımlara “Hayır” dedi.
Oylamadan bir saat sonra Blackberry’mde bir mesaj. ‘Acil’ kodlu bir Beyaz Saray daveti. Saat 15.00’te brifinge çağırıyorlar.
Gittim. Beyaz Saray’ın yüksek tavanlı çalışma ofisinde yaklaşık 10 Türk gazeteci aynı odada toplandık. Karşımızda da iki Amerikalı üst düzey isim ve bir basın sözcüsü.
İyi çalışmıştım. Hikâyeyi iyi biliyordum. Ben ve şimdi gazetecilik yapmayan başka bir Türk, Amerikalıları epey bir terlettik. Çünkü Türkiye ve Brezilya’ya, Tahran Anlaşması’nda sağlanan şartları içeren ve altında Obama’nın imzası olan bir mektubu daha birkaç hafta önce, 20 Nisan’da vermiş olmalarına rağmen şimdi Tahran mutabakatını hiçe sayıp neden böyle bir yaptırıma gittiklerini anlamamıştım.

Haberin Devamı

AMERİKA’NIN ROLÜ

İşte Amerika’nın rüşvet operasyonundaki rolünün başlangıcı aslında bu anlattığım olaydır.
İran’ın bütün bölgeyi riske atan nükleer programının elbette denetime alınması gerekiyordu. Ve alternatifin askeri çözüm olduğu bir durumda yaptırım rejimi, elbette ehven olandı. Ama her ilacın bir yan etkisi vardır. Ve o noktaya gelinceye kadar Tahran Anlaşması gibi yeterince değerlendirmedikleri fırsatların da etkisiyle… Amerikalıların en büyük kusuru, sürekli genişlettikleri yaptırım sisteminin bölgede çok büyük başka bir soruna daha neden olacağını hesaplayamamış olmasıdır. İran’ın yaptırımları aşma çabasının sonucu olarak yolsuzluğa zemin hazırlayan devasa bir kayıtdışı ekonomi...

HALKBANK HABERİ

Bu ilk teşhis kısmı. Şimdi zurnanın zırt dediği yere gelelim.
Bu rüşvet operasyonunun arkasında ABD’nin olduğunu savunan teorilerin en büyük dayanağı, benim 21 Nisan 2013’te yazdığım ‘ABD’li vekiller Halkbank’a yaptırım istedi’ haberi oldu. O haber yüzünden Hürriyet’e ateş püskürdüklerini ve beş ay boyunca gazeteye Halkbank ilanı verdirtmediklerini ekonomi şefi Sefer Levent geçen hafta yazdı zaten. Şimdi o beğenmedikleri haberin kendi teorilerine dayanak olması ayrı bir ironi. Ama onun ötesinde, lütfen söyler misiniz, ne bekliyordunuz? Yaptırımları Kongre’den geçirecekler sonra takip etmeyecekler, süs diye bırakacaklar mı?
Kongre her zaman istim üstündeydi. Daha şubat sonunda Kongre’nin en önemli isimlerinden biri bana Türkiye’de İran’la iş yapan bazı şirketlerin isimlerini vermişti. Ben de bu şirketlerle konuşup, henüz konu resmi bir suçlamaya dönüşmediği için isimlerini yazmadan konuyu 6 Mart’ta Hürriyet internette bir blog yazısı olarak kaleme almıştım.
Fakat yönetim olaya nasıl yaklaşıyordu, derseniz. Notlarıma bakıyorum. O dönem 15. Sokak üzerindeki Starbucks’ta yönetimde bu işten sorumlu bir yetkiliyle buluşup konuşmuşum. Ve ısrarla üzerine gitmeme rağmen Türkiye’nin İran yaptırımlarındaki işbirliğine dair tek bir şikâyette bulunmamış. Zorladığım halde… Kongre’nin kaygılarını sorduğum halde… Tek olumsuz laf yok.
Peki Başbakanlık bunu bilmiyor mu? Yönetimin, İsrail konularında hassas olan Kongre’yle nasıl fikir ayrılıkları yaşadığının farkında değiller mi? Obama’nın yeni başlattığı İran’la diyalog politikasını bile ilave yaptırım tasarılarıyla nasıl dinamitliyorlar. Elbette biliyorlar. O zaman niye böyle davranıyorlar?
Diyor ya Başbakan, “Burası muz cumhuriyeti” değil diye. Başbakanlık da Kartal İmam Hatip’in yatakhanesi değil. Niye ancak ergenlerin muhabbeti olacak işler, iki ülkenin ilişkilerini tehlikeye atacak, 70 küsur milyonluk bir ülkenin menfaatlerini zedeleyebilecek bir boyuta taşınıyor! Popülizm uğruna değer mi!

Haberin Devamı

ABD’YE BİLGİ AKIŞI

Kabul, bu operasyona dışarıdan bilgi sağlanmış da olabilir. Örneğin hafta içi İran konusunda uzman bir isimle buluştuk. Bana Kongre’den verilen isimlerin aynısının onda da olduğunu öğrendim. “Size kim verdi bunları” dedim. Gülerek, “Bir zamanlar Türkiye’nin bölgedeki stratejik ortaklarından biri verdi” dedi.
İyi de söyler misiniz? Bu soruşturmaya destek olacak bilgilerin, Amerika veya dolaylı biçimde İsrail’den gelmiş olmasının ne sakıncası var? Amerika ve Türkiye arasında, Afganistan’dan uyuşturucuyla mücadeleye her gün birçok konuda yüzlerce yazışma yapılıyorken… Olamaz mı? Türkiye ve İsrail düşman oldular da bizim mi haberimiz yok? Amerikalılar ulusal güvenliğe tehdit mi sayılıyor artık? Böylesine vahim bir yolsuzluk soruşturmasında, olduysa eğer, bilgi akışı suç mu?
Hayır, suç değil elbette. Ancak asıl sorun… Son beş yıldır Türkiye’de gazeteciler, bazı subaylar tartışmalı delillerle hapse atılırken… Ve herkes bu işler yüzünden polis ve yargıdaki yapılara işaret ediyorken… Hükümetin bu söylenenlere kulak tıkamasıdır. Bundan yararlanması, şimdi iş kendine dokununca uyanması ama oy da kaybetmemek için suçu dışarıya atma telaşıdır.

Haberin Devamı

NOEL BABA’YA BIÇAK

Gördünüz mü, hafta içi Türkiye’de şişme bir Noel Baba bıçakladılar. Noel Baba içki, esrar, ölüm getiriyor diye. Tabii Amerika’da da birçok televizyon kanalı bu sürreal öyküyü kullandı.
Haberi izleyen yönetimden bir dostum da dalga geçmek için aynen şöyle bir mesaj yazdı bana: “Noel Baba’nın geyiklerine tuzak kurup işkence yapmaya ne dersin? Belki de geyiklerden Rudolph’un burnunu olgunlaşmış bir kiraz gibi kopartabilirsiniz. Sıradaki ne? Paskalya tavşanını bıçaklamak mı?” İzin verirseniz ben de aynısını Ankara’dakilere sormak istiyorum. Almanya, İngiltere bitti, şimdi başka coğrafyalara saldıranlara… Sıradaki ne?
Söz konusu olan Türkiye’deki insanların yaşam koşulları, ülkenin ekonomik dengeleriyse…
Artık bu yatakhane muhabbetini bitirme vakti gelmedi mi? Yazık değil mi?

Yazarın Tüm Yazıları