Tolga Akyıldız

O, yaş tahtaya basmaz

13 Ocak 2018
Justin Timberlake yokluğunda tahtına konan Ed Sheeran ve Bruno Mars’ı ‘Filthy’ ile alt etmeye çalışıyor. Peki başarabilecek mi?

İlk iki solo albümünün büyük başarısı sonrası en son 2013’te devamlılık arz eden son iki albümü ‘The 20/20 Experience 1 ve 2’yi tamamlayıp Billboard Top 200’e 1 numaradan giren Justin Timberlake, o gün bugündür solo kariyeri ekseninde suskundu... Rüştünü ispatladığı oyunculuk kariyerini, içinde ya da katkıda bulunduğu projeleri ve hatta Beyoncé gibi bir isim için prodüktörlük ve şarkı yazarlığı yapmış olmasını saymıyorum; çünkü şüphesiz yetenekli bir adam. Yine de geçen sürede ‘aranan şarkı yazarı’ olma pozisyonunu bir miktar kaptırdı gibi görünüyor; Ed Sheeran gibi isimler alıp yürüdüler.

Beş yıl aradan sonra önümüzdeki ay çıkacak yeni solo albümü ‘Man of the Woods’ merakla beklenmekte bir süredir. Albümden çıkan ilk tekli ‘Filthy’ ise öncü kuvvet olarak yeterince tüyo saklıyor. Öncelikle bu tekli vesilesiyle yaptığı açıklamada belirttiği üzere kişisel bir albüm geliyor. Karısı Jessica Biel ve çocuğundan ilham aldığı gibi aidiyet ilişkisi kurduğu her şeyi konu edinmiş yeni albümde.

2010’a dönüş

‘Filthy’yi dinlediğimizde hemen 2006 tarihli ‘FutureSex/LoveSounds’ sound’una bir dönüş, bir ‘Sexy Back’ havası seziliyor. Rock soslu fütüristik ritimler, 2010’lara ait süper teknolojik sesler, olarak özetlesek uygun düşer. Ama bir dolu otoritenin de onayladığı üzere Bruno Mars dediğimiz adam; dünya pop’unun bu kaliteli #tbt alanını ustalıkla doldurmakta bir süredir. Bakalım Timberlake markası beş yıl aradan sonra hak ettiği yeri açabilecek mi kendine... Ben Justin Timberlake’in yaş tahtaya basmayacağına inananlardanım. ‘Man of the Woods’un tamamını dinlediğimizde göreceğiz.


Filthy (Tekli) (5 üzerinden 3,5 yıldız)

Yazının Devamını Oku

Girdiği kabın şeklini almıyor: Deniz Tekin

11 Ocak 2018
Yeni dalga sadece; oyunu ana akımın kurallarına göre oynamak yerine alternatif çizgisini koruyan müzisyenlere işaret etmiyor. Aynı zamanda; Gaziantep’te ikamet eden gencecik bir kızın; kendi odasında yapıp internete yüklediği şarkıları sayesinde akranlarından oluşan geniş bir kitleye ulaşıp sevilmesi ve sonrasında ana akıma hizmet eden büyük bir müzik şirketinin dikkatini çekmesi de demek. Deniz Tekin’in yolu buna güzel bir örnek.

‘Yolun sonu yine büyük bir şirkete çıkıyorsa farkı nedir’ demeyin. Öncelikle gidiş yoluna puan vermeli, internete teşekkür etmeliyiz. Sonra; “Bugün 10 yıl önceden çok farklı ama yarın ‘büyük şirket’ tanımı da baştan aşağı değişecek” notunu düşmeliyiz.

Deniz Tekin, 19 yaşındaki bir kızın dünyasından şarkıları aracılığıyla seslenirken samimi. Girdiği kabın şeklini almıyor. Müzikle anlattığı hikâyesi de bu açıdan Kalben’inkine benziyor. Kendisini; Daphead takma adıyla paylaştığı ve Youtube’ta 7 milyona varan tıklamalara ulaşan cover parçaları döneminden beri izliyorum. Bu yıl çıkan ‘Kozakuluçka’ albümünün müzikal direksiyonunu sevdiğim gibi, Deniz’in tek gitarlı akustik yaklaşımını da seviyorum. 16 yaşından beri cafe’lerde şarkı söylüyor olmanın; müzikle yatıp kalkmanın ve içtenliğinin ödülünü de alıyor bana göre. Ancak bundan sonrası için daha önemli kararlar alması gerektiği kesin. Bodoslama biçimde yapıldıktan, belki 5 dakika sonra dinleyicisine internetten ulaşan şarkıların ruh güzelliğine dair şüphemiz yok. Ancak o şarkılar ikinci albümde nasıl bir elbise giymeliler, hafif makyaj doğal durur ama yeterli olur mu diye özenle düşünülmesi gerekiyor.

<iframe src="https://open.spotify.com/embed/track/37g8IhMHjXMbDmbYcpTkmQ" width="300" height="380" frameborder="0" allowtransparency="true"></iframe>

Deniz Tekin - Hep Oturup Bekledim (Tekli)5 üzerinden 3,5 yıldız

Yazının Devamını Oku

Ekmeğinin peşinde bir Romanyalı

6 Ocak 2018
Biz Inna’nın şarkılarını dijital platformlarda, radyolarda dinlerken dünya hit’i muamelesi yapıyor olabiliriz ancak kendisi sadece Türkiye ve Romanya’da doğru dürüst tanınıyor henüz.

Romanya da tıpkı Türkiye gibi dünyaya büyük pop starlar ihraç edebilen bir ülke değil. Türkiye’nin bu anlamda en az televizyon dizileri için olduğu kadar şansı olmasına karşın cesaret ve vizyondan yana hem yapımcı hem de sanatçı tarafında zafiyeti çok. Özetle; sineğin yağını çıkardığımız iç pazarı bir konfor alanı sanıyor, bindiğimiz dalı da itinayla kesiyoruz.

Romanya’dan, en azından Inna gibi umut vaat eden isimler çıkabiliyor. Beşinci stüdyo albümü ‘Nirvana’dan çıkan üç tekli ‘Gimme Gimme’, ‘Ruleta’ ve ‘Nirvana’, kendisinin daha büyük oynamaya hazırlandığının habercisi. Ancak büyük resme baktığımızda asıl çelişkinin şu olduğunu görüyoruz: Biz bu albümün şarkılarını dijital platformlarda, radyolarda dinlerken dünya hit’i muamelesi yapıyor olabiliriz ancak kendisi sadece Türkiye ve Romanya’da doğru dürüst tanınıyor henüz.
Peki bu albüm onu bir dünya starı yapacak mı? Pek sanmıyorum. Ama doğru hamleleri yapacak olursa potansiyeline inanıyorum. Dinleyene hızlıca çengel atan nakarat melodileri, Amerika’yı yeniden keşfetmeyen ama formüle uygun düzenlemeler, dünya sathından beslenmiş karma bir sound, vaat ettiği eğlence, kafa yormayan romantizm ve yüksek enerji artıları olarak sayılabilir.

Ama artıları aynı zamanda engel teşkil ediyor kendisine. Çünkü içinde bulunduğu büyük coğrafyanın müzikal geleneğinden bihaber kendisi. Ya da daha kısa anlatımıyla; İngilizce ve İspanyolca şarkılar söyleyen bir Latin yıldızıymış gibi yaparak ekmeğinin peşinde koşan bir Romanyalı diyelim. Ekmek uğruna da, neyin tutacağına inanıyorsa hoyratça katıyor işin mayasına... Reggaeton, R&B, Hint ezgileri, Karayip havaları, dans, elektronik... Böyle yapıldığında bu işin adı Romanya’nın dans popu olmuyor ne yazık ki... Çünkü bu işleri Inna’dan çok daha iyi yapan sayısız insan var dünyada ve Inna nasıl kendi olacağını henüz keşfedememiş durumda.

Inna’nın bugüne kadar yaptıkları bakışlarımızı Romanya’ya çevirmemize yeterli olabilir. Ancak dünyanın bakışlarını çevirmesi için kariyerinin geri kalanında daha yaratıcı ve yenilikçi olması şart. Elbette bu uzun bir yol ve Lady Gaga, Kesha, Rihanna gibi isimler de buralardan geçti. Ama bir noktada fark yaratmayı başardılar. 


INNA-NIRVANA (5 üzerinden 2,5 yıldız)

Yazının Devamını Oku

Mahzuni yâr benim halimi anlasaydı...

30 Aralık 2017
Âşık Mahzuni Şerif’le ilgili söylenecek söz çok, yerimiz dar. Hayatı mücadeleyle geçmiş, büyük haksızlıklara uğramış bir halk ozanı. Ona ithafen yayımlanan saygı albümündeki yorumlarda sanatçıların büyük özen gösterdiği de çok belli.

Ceylan Ertem’in okuduğu ‘Zalım’; yorumuyla, düzenlemesiyle vurucu bir iş. ‘Çukur’ dizisinde öne çıkan şarkılarından biri oldu eşzamanlı olarak. Mustafa Ceceli ve Yiğit Mahzuni’nin okuduğu ‘Merdo’, Kurtalan Ekspres’ten ‘Bu Mezarda Bir Garip Var’ dikkat çekici. Ziynet Sali’nin ‘Deli miyim Ben’ ve Jülide Özçelik’in ‘Gel Gizli Gizli’deki düzenleme yaklaşımları takdire şayan. Aylin Aslım’ın, Gripin’in, Neyse’nin türküyü kendi güzergâhlarında anlayıp yorumlamaları güzel.

Kubat, Mehmet Erdem, Koray Avcı, Funda Arar, Kardeş Türküler, Feridun Düzağaç, Cem Adrian, Burcu Güneş, Hayko Cepkin, Şevval Sam, Işın Karaca; herkes kendi ekseninde elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmış. Teoman, ‘Boşu Boşuna’yı öyle bir okumuş ki türkü ‘fazla’ Teoman olmuş. Yorum önemli ama özden de çok uzaklaşmamak lazım.

‘İşte Gidiyorum Çeşm-i Siyahım’ı dizi müziği (‘Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’) olarak dinlemiştik Demet Akalın ve Ahmet Aslan’dan. İlkin Candan Erçetin düşünülmüş bu yorum için. Ancak iş takvimi izin vermeyince Demet Akalın’a teklif götürülmüş. Candan Erçetin duruma biraz bozulmuş ancak Demet Akalın’a da hakkını teslim etmek lazım.

Selda Bağcan daha önce ‘Sarı Saçlı Mavi Gözlüm’ü, ‘Nem Kaldı’yı, ‘Yuh Yuh’u, ‘Bu Yıl Benim Yeşil Bağım Kurudu’yu okumuştu. Bu projede ben olsam Mabel Matiz’e ayrı şarkı okutur, Selda’yı başka biçimde onore ederdim. Düet iyi fikir gibi görünse de ikisini ‘Yuh Yuh’a sığdırmak çok da doğru olmamış. Daha önce aynı türküyü yorumlayan Hayko, Cemali, İbrahim Tatlıses, Haluk Özkan ve Şevval Sam’ı da dinleyin.


5 üzerinden 3 yıldız

‘Ortak ruh’ eksikliği

Genel sorunu özetleyeyim... Yöntem olarak ısmarlama yapılıyor bu işler. Herkes türküsünü seçiyor; paşa gönlü isteyince stüdyoya girip okuyor ve yolluyor. ‘Ortak ruh’ eksik oluyor bu nedenle. Buna da şükür. Emeği geçenlere teşekkürümüz bir borçtur.

Yazının Devamını Oku

Eksik bir şey mi var?

23 Aralık 2017
Eminem’in dokuzuncu albümü ‘Revival’ı uzun süredir bekliyorduk ama sonuç umduğumuz gibi olmadı. Maalesef adının söylediği gibi bir ‘yeniden uyanış’ ya da ‘diriliş’ albümü değil bu.

Zamanında, siyahların domine ettiği rap âleminde ‘beyaz çocuk’ olarak kabul ve saygı görmüş Eminem’in dokuzuncu albümü ‘Revival’ hayranlarını ikiye böldü... İlk kısım, albümü ‘büyük bir hayal kırıklığı’ olarak tanımlayanlar. Ancak geriye kalanların da onu bir başyapıt olarak gördüğünü söyleyemeyiz.

40’lı yaşlarında, zeki ve nevi şahsına münhasır bir adam Eminem. ‘Revival’sa uzun süredir beklememize değecek kadar uzun (19 parça) ve kimi parçalara eşlik eden ünlü isimler düşünülünce (Beyoncé/Walk on Water; Ed Sheeran/River; Alicia Keys/Like Home; Pink/Need Me), iddialı bir vitrine sahip. Ancak dükkâna girip ürünleri dikkatle incelediğinizde bir sıkıntı olduğunu hissediyorsunuz.

‘Revival’ın birkaç temel meselesi var. Bütüne bakınca enerjisiyle yaratıcı, rock sample’larıyla sert, modaya uygun trap ritimleriyle genç, perküsyonla zenginleştirilmiş sound’uyla olgun gibi değerlendirilebilir.

Beyoncé ya da Ed Sheeran hatırına mı dinlenecek?

Eksik olan; Eminem’i 2000’lerin başında Eminem yapan sofistikasyon ve hızlı zekâ. Sözün, kafiyenin ve ritmin çok önemli olduğu bir zeminde bunu başaramazsanız gerisinin çok önemi kalmayabiliyor. Sheeran, Beyoncé ve Pink gibi çözüm ortakları da varken yanında, daha güçlü bir ‘cümle’ kurma şansını heba etmiş Eminem. Sözlerin çoğu zaman sakil kaldığını, derinlikten yoksun olduğunu belirtmek durumundayım.

İkinci mesele, albümdeki politik elektrik yükü... Trump’ın ‘Black Live Matter’ (Siyah Hayat Önemlidir) hareketine karşı olumsuz tavrı; kişisel silahlanmayla ilgili umursamazlığı gibi konulara öfkelenen Eminem, kendisine açıkça “Ülkemin temel değerlerine saldıramazsın hasta ruhlu” şeklinde hitap ediyor ve Nazi göndermesi yapıyor.

Trump’a sürüler halinde oy verenin, bir zamanlar Eminem’in şarkılarında temsil ettiği ve hakkını alamamaktan mustarip beyaz Amerikalı işçi sınıfı olduğu düşünülünce, bu nefret söylemi ve ayrımcılığa net biçimde karşı durması güzel.

Vazife bilinciyle ve samimi hislerle kotarıldığına şüphem yok ‘Revival’ın. Ancak adının ima ettiği gibi Eminem açısından bir ‘yeniden uyanış’ ya da ‘diriliş’ albümü olamayacak ne yazık ki. Koskoca Eminem’in sadece Beyoncé ya da Ed Sheeran eşlik ediyor diye veya bu kişilerin eşlik bölümlerinin albenisi vesilesiyle dinlenecek olması, kendisinin eski bir hayranı olarak beni üzüyor.

Yazının Devamını Oku

Gripin formda döndü

16 Aralık 2017
Gripin, tam beş yıldır albüm yapmamıştı. Geçen yıl bu albümde yer alan ‘Beni Boş Yere Yorma’ teklisini haberci olarak yolladılar. Ve ‘Nasılım Biliyor musun’ dün itibariyle tüm dijital platformlarda yerini aldı.

5 yıldır albüm yapmamış olmasına karşın konser sıkıntısı yaşamayan Gripin’in kariyeri açısından önemli bir dönemeç olduğuna inandığım ‘Nasılım Biliyor musun’ birçok açıdan doğru bir adım olmuş. Bir müzik prodüktörü olarak sound’da ve şarkı yapım aşamasında bir grup elemanı kadar katkı sahibi Haluk Kurosman’ın motivasyonunun yüksek olduğu belli. Bunca aradan sonra, albümün en büyük meselesi; geniş bir kapsama alanını gözetirken, Gripin’i Gripin yapan renklerden uzaklaşmadan yeni şeyler söylemesi olmalıydı; bunu hep birlikte başarmışlar.

Daha önce ‘Gül Güzeli’, ‘Yolcu Yolunda Gerek’, ‘Dalgalandım da Duruldum’ ve ‘Komşu Kızı’nı yorumlayan Gripin, bu albümün cover’ı olarak ‘Gündüzüm Seninle’yi seçmiş. Çıkış şarkısı dışında; ‘Elini Korkak Alıştırma’, ‘Acemisiyim Mutluluğun’ ve ‘Nasip Diye Yazdı Kâtip’ adlı parçaların kendiliğinden ve hızla öne çıkacağına inanıyorum. Konuya ‘piyasa’ tarafından bakmayacak olsam en beğendiğim şarkılar; ‘Bir Sebep Söyle Bana’ ve ‘Avaz Avaz’ derdim. Bir Murat Başdoğan bestesi olan akustik kafalı ve türkü tadındaki ‘Sor Bana Sor’ ise albümün iddiasız gizli kahramanı. 


GRİPİN Nasılım Biliyor musun (5 üzerinden 3,5 yıldız)

Yazının Devamını Oku

Görkemli sonuçlar almak üzere ince ince hesaplanmış ticari bir iş

9 Aralık 2017
U2’nun yeni albümünü dinlerken Ajda Pekkan’ın Demet Akalın sound’una özenmesi bana ne hissettiriyorsa aynen öyle hissettim. Koskoca U2, bu albümde U2 şarkılarını kendilerine göre yorumlamış gruplardan bir seçki yapmış gibi...

2014’te ‘Songs of Innocence’ı yayımladıklarında ‘Songs of Experience’ın devam albümü olacağı bilgisine sahiptik. Ancak ona kavuşmamız üç yıl sürdü. Grup bunun nedenini Trump’ın başkan seçilmesi ve Brexit sonrası, parçaları elden geçirmek gibi gösterse de bence konu başkaydı.

2014’te Apple’la işbirliği yapıp o albümü neredeyse gezegendeki tüm telefonlara gizlice bırakan, daha kötüsü -nasıl bir egodan kaynaklanıyorsa- tüm kullanıcıların bundan mutlu olacağına inanan U2, duvara tosladı. Gördükleri tepki bir yana albüm piyasaya çıktığı ilk haftada sadece 28 bin kopya satabildi. Hal böyleyken devam albümü için acele etmek akıllıca olmazdı. Öte yandan gecikme nedeni, Trump ya da Brexit olsaydı, bu albümün ‘politik’ olması gerekmez miydi? Oysa bu albüm çocukluktan ve aşkın gücünden söz ediyor (‘The Blackout’u tenzih edebiliriz).


U2 hep gençlerin satın alma alışkanlıklarını hesap ediyor.

Faul sonrası sakatlığa merhem

U2 öteden beri adım atarken öncelikle gençlerin satın alma alışkanlıklarını hesap ediyor. Bir önceki faullü hareket de bu çabanın bir göstergesiydi. Bu hamleyse faul sonrası yaşanan sakatlığa merhem koşturuyor gibi. Nedir o merhem? Öncelikle içinde Kygo’nun, Lady Gaga’nın, Kendrick Lamar’ın, Haim’in izleri olan bir albüm konsepti ve dünya kaos içindeyken ‘Her şey çok güzel olacak’ diyen bir ana tema. Daha önemlisi; albümün lokomotifi olarak planlanmış şarkıların, modern indie rock ya da synth pop gruplarının sound ve şarkı matematiğinden yola çıkmış olması. Bu; ilgili şarkıları kötü yapmıyor ama koskoca U2’yu, U2 şarkılarını kendilerine göre yorumlamış gruplardan bir seçki yapmış gibi gösteriyor. Bir bakıyorsunuz Coldplay, bir bakıyorsunuz Bastille ya da One Republic gibiler. Bazı şarkılarda solistlerini Bono’yla değiştirseniz hangisi, kimin şarkısı anlamayabilirsiniz. Teşbihte hata olmasın ama zaman zaman Ajda Pekkan’ın Demet Akalın sound’una özenmesi bana ne hissettiriyorsa aynen öyle hissettim. Çünkü ortaya çıkan yenilikçi ve ruhu olan bir albümden ziyade, ince ince hesaplanmış ticari bir iş.

Bunlar U2 külliyatına hâkim ve bir dönem hepimizi etkilemiş, muhalif duruşlarına saygı göstermiş orta yaşlı birinin görüşleri. Peki U2’nun bu atraksiyonu, dijital gençlerde karşılık bulacak mı? Bence bulacak. Çünkü U2’nun evveliyatıyla ilgilenmeyen, sadece şarkıyla bağ kuran nesli hemen yakalayacak güçte birçok şarkı içeriyor yeni albüm. Bunlar, “U2’yu çok severim” derken ‘The Joshua Tree’ albümünden üç meşhur şarkısını kastedenleri tavlamak için yeter de artar bile. İlk haftasında Billboard Top 200’de 1 numaraya oturması ve 170 bin kopyalık satışa ulaşması da bunu gösteriyor.

U2’nun ‘Songs of Experience’ta söz ettiği ‘deneyim’ şöyle bir şey olsa gerek: ‘Biz piyasanın nabzını çok iyi tutarız. Gençler ne istiyorsa onu verir, hep popüler kalırız. İşin içinde tutku, tavır, kısaca rock’n roll kalmaz belki ama öyle ya da böyle stadyumları doldurmayı biliriz.’

Yazının Devamını Oku

İçinde bir orman olan kadın

2 Aralık 2017
Bir önceki albümünde yaralandığı bir aşk ilişkisinin izleri vardı. Aradan geçen iki yılda Björk, kendini ütopyanın kollarına attı. ‘Utopia’, onun için de taze bir başlangıcın ilk nefesi gibi.

Björk’ün 2015 yılında yayımlanan bir önceki albümü ‘Vulnicura’nın, son derece kişisel olmakla kalmayıp sözlerden şarkı matematiğine kadar, bir yalnızlıkla uzlaşma çabası olduğunu söyleyebiliriz. Sanal gerçekliğin avantajlarıyla genelde tek başına görüldüğü albüm videolarında Björk, paylaşılamayan yalnızlığın birçok duygusal katmanına yolculuk yapar. Bu yolculuk, esasen kalp ve zihin arasındadır. Uzun süreli bir aşk ilişkisinden elbette kocaman yaralarla çıkan Björk; ‘Vulnicura’da acı çeker, kendini dış dünyadan yalıtır ve sonunda iyileşmeye karar verir.

Aradan iki yıl geçer. Derin olup içine dönen insanların bu mesaisinin bir ütopyayla sonuçlanması şaşırtıcı olmayacaktır... Björk’ün, ortak yapımcı Alejandro Ghersi’yle kotardığı 2017 model albümü ‘Utopia’ böyle bir mesainin sonucu işte. Demek istediği de şu: Birilerini hayatımıza almakla ilgili ihtiyacımız kaçınılmazken, zaman içinde bu duygunun sürekliliğini sağlamak amacıyla aşkımızı kutsarken, kurmak istediğimiz iki kişilik dünyanın dış dünyaya ait korkularımızı azaltacağını hayal ederken, işler istediğimiz gibi gitmeyebilir. Birilerini doğru dürüst sevebilmek için de yalnızlık mesaisini ihmal etmemek gerekir. Ne yaparsak kendimize ve kendi kendimize yapacağız, orası kesin.

İki kişilik dünyalar

Tutkusu ve asaleti yerli yerinde şarkılarıyla sıradan romantizmin değil, bütünlüğü ve fikri olan bir aşkın albümü ‘Utopia’; Björk için de taze bir başlangıcın ilk nefesi gibi. Hatta ‘Claimstaker’ parçasında söylediği gibi, Björk’ün içinde bir orman var.
Her ne kadar ‘Utopia’sında sadece kadınlar, çocuklar, flüt ve kuş sesleri varsa da, şiddetin erkekten erkeğe bulaşan bir bela olduğunu düşünse de, iki kişilik dünyalardan vazgeçmiş değil kendisi. Çünkü gayet iyi biliyor ki geçip giden de, olacak olan da aşka dair...


Yazının Devamını Oku