Bir grup düşünün; 90’ların ortasında kurulmuş; 1999-2005 yılları arasında üç stüdyo albümü çıkarmış; o albümlerden çıkan ‘Bu Sabahların Bir Anlamı Olmalı’, ‘Alışamadım Yokluğuna’, ‘İz Bırakanlar Unutulmaz’, ‘Sustum’, ‘Serzenişte’, ‘Bihaber’, ‘Elimde Değil’ gibi en bilinenleri başta olmak üzere, birçok kıymetli şarkısıyla kalbimize dokunmuş; bütünüyle kendine has bir sound ve üslup üretmekle kalmayıp sadece bu üç albümle klasik hatta kült olmayı başarmış olsun...
Yıl olmuş 2017... Tam 12 yıldır albüm çıkarmıyor Vega. Biz yeni albüm beklerken neler neler oldu dünyada... Her şeyden önce hepimiz fena halde büyüdük. Vega için de durum farklı değildi. Grubun iki elemanı Deniz ve Tuğrul evlendi. Bebekleri oldu...
Onları tanımasak, içlerindeki müzik aşkını bilmesek, beş yıldır stüdyoda olduklarından haberdar olmasak, Vega’yı beklemekten vazgeçmek için bolca sebebimiz vardı yani. Ama biz umudumuzu kaybetmedik. Sebebini de şarkılarıyla ifade etmek gerekirse; Vega’nın yokluğuna alışamamıştık ve tabii iz bırakanlar unutulmuyordu.
12 yıl çok uzun süre... 12 yıl sonra yeni bir albüm yapmak; “Beklediğimize değdi” dedirtecek şarkılar biriktirmek çok zor iş. Ama gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki Vega, ‘Delinin Yıldızı’yla bunu başarmış. Albümü dinledikçe 10 yeni şarkıyla bağlarınız ayrı ayrı güçleniyor. İlk birkaç dinleyişte sizin için hızla öne çıkan kimi şarkıları sevmeye devam ederken, bir süre sonra diğerlerinin de kalbinize girişini hayranlıkla izliyorsunuz. Albüme adını veren ‘Delinin Yıldızı’, ‘Sevgilim’, ‘Komşu Işıklar’, ‘Sonunu Söyleme Bana’, ‘İsim-Şehir’ derken ‘Dertler İri Kıyım’, ‘Arzuhal’, ‘Dünyacım’, ‘Ve Tekrar’ hatta ‘Man-yak-lar’; hepsini çok sevmekten alamıyorsunuz kendinizi. Duygularımın esiri olmadan bir şeyin altını çizmek isterim; uzun süredir bir albümle bütün olarak bu kadar güçlü bağ kurmamıştım.
Hem Vega diskografisi hem de Türk pop rock tarihi içinde kuşkusuz başyapıt albümlerden biri olarak anılacaktır ‘Delinin Yıldızı’... Bu sebepledir ki; tereddütsüz 5 yıldız... Albümün ilk konseri bu akşam IF Performance Hall Beşiktaş’ta...
YENİ DALGAYA YAŞLI AMCA
Ezhel, aslında uzun süredir ‘Ais Ezhel’ olarak tanınmakta ve ilgi görmekteydi. Müzik platformlarının en çok dinlenenler listesinde, viral dolaşımda, YouTube’da öne çıkmaktaydı. Kendileri, bir ‘Angara Bebesi’ olarak çocuk yaştan beri müziğin içinde; reggae’yle başlayıp hiphop’a kaymış gibi gözüken çizgisi, aslında iki ayrı hatta eşzamanlı sürmekte. İlk grubu ‘Afra Tafra’ ile girdiği reggae macerası halihazırdaki grubu ‘Kökler Filizleniyor’la sürerken mayıs sonunda çıkardığı albümü ‘Müptezhel’le içinde Anadolu, reggae, R&B, hiphop bulunan ‘Trap’li solo kariyerini artık sadece ‘Ezhel’ olarak şekillendiriyor.
Trap, rap’in yolculuğunun son döneminde popüler olmuş, Amerika’nın güneyinden gelme bir alttür. Ezhel, elektronik altyapılarla bütünleşik düşünülebilen; vokalin biraz geride olduğu; sample’ları bolca tekrar eden, katmanlı olarak synth’ler içeren ve ritmik algılaması kolay olan bu türün Türkiye uyarlamasını yapıyor kısaca. Buna bizzat yazdığı gitar ve yaylılar; beat’ler ve tabii en önemlisi etkili sözler eklenince; işin içinde de rock’n roll bir ruh olunca hızla kabul görmesi zor olmuyor. En önemli sırrı samimiyeti ve koruduğu sokak çocuğu kalbi. Bu kalp, çevresinde olup bitene duyarlı ama kendi dünyasından yola çıkıyor. Türünün dünyadaki örneklerinde olduğu gibi ve Türkçe olarak seks, uyuşturucu ve suçtan söz ediyor. Argoyu geçtim, bipsiz olarak küfrediyor sözlerinde. Belli ki dürüstlüğüne gözü gibi bakmak istiyor. Benim dileğim de bu yönde.
Bu samimiyet ve netlik neticesinde ‘Müptezhel’ neredeyse hiçbir reklam yapmadan geniş kitlelere ulaşmaya başarıyor. Başta ‘Alo’, ‘Geceler’, Küvet’, ‘Nefret’, ‘Şehrimin Tadı’, ‘İyi Bil’, ‘Benim Derdim’ olmak üzere genelinde bütünlük arz eden; sizi eğlendirirken ‘sert’ duygular uyandıracak albümdeki çocuk, 2Pac’e ve Orhan Gencebay’a saygıda kusur etmeyen; bir yönüyle Snoop Dogg, diğer yönüyle Kendrick Lamar; hayat gibi küfürbaz, herkes kadar zevk düşkünü ve isyankâr biri. En güzeli de hiç ‘miş gibi’ yapmayan bir Ankara mahallesi çocuğu... Müzisyenliğine doğru puanı vermek için YouTube’daki akustik kayıtları da izlemenizi öneririm. Ezhel’in albüm lansman konseri, memleketi Ankara’da If Performance Hall’de yarın akşam... İstanbullularsa onunla perşembe akşamı DorockXL’de buluşabilecek.
Lise yıllarındaki okul orkestrası deneyimi üzerine konservatuvar ve caz vokal eğitimi; ‘Broadway Patchwork’ ve ‘Grease’ müzikallerinde aldığı önemli roller; animasyon dublajları, jingle seslendirmeleri, Emre Aydın’a geri vokal; Alessandro Safina, Sezen Aksu, Ajda Pekkan, Sertab Erener, Volkan Konak, ENBE Orkestrası, Işın Karaca gibi önemli isimlerle sahne alışı derken 30’larına geçen yıl ilk teklisi ‘Dönsün Dünya’ ile girmişti Merve Deniz. Sesi ve kendisi pek güzel Merve Hanım bu yıl ikinci teklisi ‘İnziva’yı çıkardı. Her iki şarkısı da Türk popu ekseninde kalite çıtası yüksek işlerdi. Ancak daha sağlıklı değerlendirebilmek adına daha çok şarkı beklemekteyim kendisinden.
‘İnziva’ya EP demek doğru olmaz; olsa olsa maksi tekli zira aynı şarkının 2 versiyon ve 3 remix’ini içeriyor. Yavaş ve emin adımlarla ilerliyor diyeceğim ama kariyer adımlarını biraz daha hızlandırması gerekiyor Merve’nin. Potansiyeli yüksek ancak hem düzenleme hem remix’lerde farklılaşmanın yolunu aramalı. Nice iyi şarkının dinleyicisiyle buluşamadığı bu dijital ummanda boğulmamak için...
EFKÂRI GİZLİ ANCAK POZİTİF
Mehmet Erdem’in; dün gösterimdeki ilk haftasını tamamlayan
‘Cenaze İşleri’ adlı komedi filmi için yaptığı şarkıdan aldığımız ilk izlenimler şöyle: Öncelikle Erdem; şarkının film şarkısı olduğunun bilinciyle ve senaryo ruhuna uygun olarak kalender, efkârı gizli ancak pozitif bir şarkı yapmış. Genel havası; MFÖ şarkılarını andırıyor ki bu tespitin Mehmet Erdem’i rahatsız edeceğini sanmıyorum. Eğer filmin gişesi memnuniyet verici bir düzeye gelirse ya da radyolar parçayı severse; üstüne bir de konserlerinde bol bol çalarsa Mehmet; ‘Yatacak Yerimiz Yok’ hep bir ağızdan söylenecek kıvama gelebilir.
Batılı kulakların 70’lere ait psikedelik Anadolu rock’a ilgi duyması 2000’lerin ortasına denk geliyor. Hem eski şarkıların yeniden basım CD’lerde yer alması hem plakların yeniden doğuşu hem de koleksiyonerlerin sayısının günden güne artışı bunda etkili oldu. İlgi gören isimlerin başında Mustafa Özkent, Edip Akbayram ve kuşkusuz Selda Bağcan geliyordu.
Önümüzdeki yıl 70 yaşından gün alacak Selda; bugün çok ciddi müzik mecralarında ‘70’li yıllarda Türklerin Joan Baez’e cevabı’ olarak tanımlanmakla kalmıyor; yarattığı özgün protest psikedelik folk’u o dönem ne denli büyük bir ustalıkla Türk popüler müziğinin parçası haline getirdiğinin de altı çiziliyor.
Selda Bağcan, söz ve müziğinde yakaladığı farklılığının fark edilmesinin yanı sıra bir kadın vokal olarak Time dergisinin ‘Yaşayan Efsane Kadın Şarkıcılar’ listesinde yer almaktan geri kalmıyor. ‘Yüzüklerin Efendisi’ filminin Frodo’su Elijah Wood başta olmak üzere birçok ünlü hayranı var dünyadan. Primavera Sound gibi çok büyük bir Avrupa festivaline davet edilebiliyor. Kısaca Selda; 70’li yaşlarının başındayken; 70’li yıllarda ektiğini biçiyor.
Sadece 70’lerin Türk psikedelik rock’una ilgi duyanların değil, Türkiye ve dünyadan önemli DJ’lerin de ilgi alanında Selda Bağcan uzunca bir süredir. Tel Aviv’li rock grubu Boom Pam’le ortak canlı performanslarının yanı sıra; bizden Hey Douglas’ın (Veyasin) ve Cartel’den tanıdığımız Kâbus Kerim’in remix ve edit’lerini; ünlü DJ Lefto’nun dokunuşlarını; Berlin kültür hayatının eklektik DJ’lerinden İpek İpekçioğlu’nun ‘Anadolu deep house’ yaklaşımlı remix’lerini, Mos Def’in Selda’dan aldığı sample’la ünlü ettiği ‘Supermagic’ parçasını heyecanla dinlemekteydik.
Şimdi İpek İpekçioğlu ve Onur Özışık’ın süpervizörlüğünde Majör Müzik etiketi ve Selda Bağcan’ın özel izniyle bu remix’lerin bazıları bir albüm çatısı altına girdi. ‘Kâtip Arzuhalim’, ‘Gesi Bağları’, ‘Dam Üstüne Çul Serer’, ‘Gine Haber Gelmez’, ‘İnce İnce’, ‘Nem Kaldı’, ‘Yan Yana Olunca Güzel’, ‘Yaz Gazeteci’, ‘Ziller ve Piller’ gibi kült mertebesindeki Selda Bağcan şarkılarına Acid Pauli & Jamie, Ambassadors, Catwork, Cafi, Fattish, Hey Douglas, Moguz, Kozmonotosman, Doğukan Manço ve İpek İpekçioğlu gibi Türk ve yabancı DJ’lerin yaptığı 10 remix’i içeren albüm size farklı bir bakış açısı katacaktır diye umuyorum. Selda Bağcan adına yakışır bir iş olmuş.
Selda’yı dünyanın en iyileri arasına sokan eşsiz vokali; distortion’lı sazlar, bulanık gitarlar ve helezonik efektlerden geçip bugünlere gelen psikedelik ruh bugün artık bambaşka bir galakside kıymet görüyor. İşin ilginç yanı, müzikal çıktıları ve yaşam tarzları çok farklı da olsa aynı anda Gaye Su Akyol ve Aleyna Tilki gibi iki genç kadın müzisyenin ilham perisi olabiliyor Selda Bağcan. Ve bence bu şahane bir şey...
Kendisinin; henüz 20’li yaşlarının başında; ‘Country söyleyen masum kız’ olarak Grammy adayı gösterilmesinden ve ödülleri, milyonluk satışları kucaklayan; rekorlar kıran ve hatta Amerika’nın ‘sweet heart’ı olmasını sağlayan kariyer adımlarından sonra bugün yeni albümü ‘Reputation’a iki buçuk ay kala yeni tekli ve video’su ‘Look What You Made Me Do’ bomba gibi düştü önümüze... Önce şarkı sözü video’su 43 milyon; arkasından video’nun kendisi 1 günde 32 milyon kez dinlendi.
Neydi bomba etkisini yaratan? Şarkının adıyla başlıyor hikâye; ne diyor Taylor? ‘Bana yaptırdığına bak!’ Önce videoyu inceleyelim: Gotik göndermeler içeren ve bağımsız film yönetmeni Joseph Kahn tarafından çekilen (Kendisi Blank Space ve Bad Blood videolarını da yönetmişti) video bir mezarlık ortamında başlıyor. Mezardan emekleyerek çıkan Taylor’ın mezar taşında “Burada Taylor Swift’in ‘Reputation’ı yatıyor” yazıyor. Yani bir anlamda kendi şöhret geçmişini tamamen gömüp yeni ve vahşi bir Taylor’ın doğuşunu müjdeliyor. Videoda bir süre ‘zombi’ olarak takıldıktan sonra sırayla eski ‘persona’larına bürünüyor Swift. Kedi maskeli kadın, banka soyguncusu kadın, kadın robot çetesinin lideri, paparazzilerden kaçan ünlü kadın bunlardan sadece birkaçı. Ama asıl mesaj video’nun sonunda: Tüm persona’lar bir araya geliyor ve birbirlerini ‘sahte’ olmakla yeni Taylor’ı da sürekli mağduru oynamakla itham ediyorlar. Ama yeni Taylor; belki bir Haç belki de Taylor’un T’si olan şeklin en tepesinde, bütün ihtişamıyla zaferini kutluyor. Bir başka okumayla geçmişinin parodisini yaparak büyük dönüşümünü kutsuyor.
Polemiklerle başı belada...
Neden değişti derseniz, Taylor’ın girdiği sosyal medya polemikleriyle başı belada. Bildiğimiz en büyük düşmanları Katy Perry ve Kanye/Kim Kardashian West. Katy, Taylor’ı kameralara oynayan bir yalancı; Kim ise ‘yılan’ olarak betimliyor. Katy ile mevzuları ortak eski sevgilileri müzisyen John Mayer’e kadar uzanıyor. Ayrıca Swift ve Mayer’in de arası pek iyi değil. Derinine bilgi sahibi olmak için Taylor Swift’in ‘Dear John’ ve John’un cevabı niteliğinde ‘Paper Doll’ şarkılarının sözlerine bakmanız lazım. Ayrıca Nicki Minaj’la yanlış anlaşmaya dayalı bir ‘Cılız, beyaz kadın’ polemiği de mevcut Taylor’ın. Sonraki sevgilisi Calvin Harris’se; Taylor ayrılıktan 1 hafta sonra aktör Tom Hiddleston’la birlikte olunca epeyce bozuldu. İşte bu genel tablo psikolojisini bozdu Taylor Swift’in. Dedikodu yapıyorum sanmayın, çünkü bu şarkının ve yeni albümde göreceğiniz değişimin oluşma sebeplerini anlamak için ayrıntıları bilmeniz gerek.
Önceki albümden ‘Bad Blood’ şarkısının videosunu Katy Perry’ye taahhütlü olarak yollayan Swift ‘Look What You Made Me Do’nun video’sunda da Kanye West’in ‘Famous’ video’sunu ve yılan göndermeleriyle Kim Kardashian West’i çılgınca iğneliyor. Özetle net biçimde diyor ki: “Ben o eski ben değilim, bildiğiniz Taylor öldü; korkun benden...”
Alt yapılarıyla 80’lere gönderme yapan az buçuk elektro pop bir sound’u var ama karanlık ve endüstriyel haliyle ‘habercilik’ görevini yerine getiriyor yeni şarkı. Haberse şu: 10 Kasım’da yayımlanacak yeni Taylor Swift albümü ‘Reputation’ı dinleyince fena halde şoke olacaksınız. Yani sizi sert, ters ve sürprizli bir Taylor Swift bekliyor.
Mabel Matiz beş yıl kadar önce tamamen orijinal bir tavırla; sesinin sınırlarına rağmen; samimi, karakteristik vokali ve bu vokale uygun şarkı yazarlığıyla hayatımıza girip hak ettiği bir başarı kazandı. Sözleri, besteleri ve kendini ifade biçimiyle kent ozanlığına göz kırptı. O çok sevdiğimiz şarkılarına sığdırmayı başardığı hikâyelerin bizdeki duygusal karşılığı gerçekti. Çoğumuz Mabel Matiz’in kim olduğunu sorgulamadık. Diş Hekimi Fatih Karaca’yla ilgilenmedik. Çünkü tıpkı Mabel adını aldığı ‘Kumral Ada Mavi Tuna’ romanında olduğu gibi bir hayal kahramanı gibiydi tavrı. Şarkılarıyla bizi ‘matiz’ etmeye gelmişti...
Gereken sevgi ve saygıyı da gördü Mabel. Duygusallığı elden bırakmadan ekibiyle birlikte kariyerini ustalıkla yönetti. Müzikle yatıp kalkan, işini ciddiye alan, bolca konser yapıp mekânları dolduran, iyi nakaratlarla, şairane sözlerle haşır neşir bir müzisyen olmayı başardı.
KÜÇÜK BİR HATIRLATMA...
Daha ne olsun? Belki şu olabilirdi; piyasa beklentileri doğrultusunda tekrara düşme riskinden kaçınmak için daha sık ‘içeri’ye dönebilirdi. Mete Özgencil’li ‘Zor Değil’ ya da Ah Kosmos!’la yaptıkları ‘Mavi’ için duyduğum heyecanı devam ettirmesi bu şekilde mümkün olabilirdi. ‘Ya Bu İşler Ne’yi, Mabel Matiz diskografisi ve yaz ayları için yanlış bulduğumdan değil, daha fazlasını yapabileceğini bildiğimden söylüyorum. Sevdiğimiz birçok Mabel şarkısını tek tek saymaya da gerek görmüyorum. Söylediklerim Mabel Matiz’in kariyer yolculuğuna ve potansiyeline dair küçük bir hatırlatma notundan ibaret.
‘Ya Bu İşler Ne’nin video’sunu dikkatlice izleyin. Renk ve desenler değişirken Mabel’in dans koreografisi üzerinden ne anlatmak istediğiyle de ilgilenin. Bu algı, şarkıyla bağınızı kuvvetlendirecektir. Parçanın ticari anlamda başarılı olmasının önünde herhangi bir engel görmüyorum, dinleyeni çabucak sarıp sarmalayan bir nakaratı ve düzenlemesi var. Ancak ben, ‘Bu şarkıyı sadece Mabel Matiz’den dinlerim, başkası söylerse aynı hissi vermez’ dedirten şarkılarını tercih ediyor ve o tür işlerin kariyerinin geri kalanın yolunu aydınlatacağına inanıyorum.
ena Şener yeni dalganın en dikkat çekici kadın vokallerinden biri. Benim hayatıma, 80’lerde âşık olduğumuz Laura Branigan’ın ‘Self Control’unu yorumlayarak girdi. Yorum dediysem; gerçekten ‘yorum’. Kendine has bir vokal üslubu var Sena’nın. Sadece şarkıcı değil; şarkı yazan, enstrüman çalan, genç ve çok yetenekli bir müzisyen.
Sena’nın kadın ozan tavrı dışında vokaliyle ses getirdiği iki proje daha var: Dünyaca ünlü DJ Mahmut Orhan’ın hit’i ‘Feel’de yaptığı vokalle 227 milyon kez tıklandı Sena’nın sesi. Mahmut Orhan’ın daha sonraki işlerinde de Sena’yı istediği ancak Sena’nın işi biraz yokuşa sürdüğü kulağıma gelenler arasında. Diğer proje de Emre K & Emin Acar’la yaptığı ‘Solid Ground’. Oysa burada kendi yolunu yürürken, dünyadaki kariyer adımlarına da devam etse çok güzel olmaz mıydı?
YETENEĞİNE DİYECEK YOK
‘Bak Bana’yı, ‘Yalnızım’ı, ‘Ona’yı, ‘Sonraki Gün’ü, ‘Şehrin Işıkları’nı, ‘Parya İçin Hep Gün Öte’yi, ‘Çirkin Dünya’yı; Evrencan Gündüz ve Ceyl’an Ertem’le yaptığı cover düet’leri dinleyin. Bu, nev’i şahsına münhasır 19 yaşındaki müzisyen kadına hayran olma garantinizi ben veriyorum. Birçok anlamda, çölde açan çiçeklerden biri...
Her ne kadar ‘yorumdur, tercihtir’ demek mümkün olsa da Sena’yı eleştirdiğim tek konu; özellikle Türkçe şarkı söylerken harflerini gereğinden fazla kapalı tutuşu. O güzeli ses rengini şiveli söylüyor gibi gözükmeden de kullanabilir bana göre.
Son teklisi ‘Sevmemeliyiz’ çok iyi bir balad; her kesimden müzikseveri hızlıca yakalayacak çok doğru bir seçim. Söz güçlü, beste güçlü; Sena’nın vokali anlattığım gibi... Sena’yı tanımalısınız; kendisi umudunuzu taze tutmada yardımcı olacaktır.
Lana Del Rey’in, pekâlâ komplike diyebileceğimiz şarkı kurgusu ve vokali; karanlık, depresif hallerine rağmen şahsına münhasır bir pop ikonuna dönüşebilmiş olmasının iki temel nedeni var. İlki, kimi kültürlerde böyle ürünlerin de popüler olabilmesi; ki bu genel tüketici içinde müzik gustosu sahibi çok sayıda insan olduğunu gösterir. İkincisi de Lana Del Rey’in ‘gerçek’liğinin ve göz alıcılığının yarattığı samimiyet, büyü. Sesinde bir sürü hikâye gizli. Hikâyesi anlamdan yana yüklü, referanslarla süslü. Sinematografik hisler yaratan bir müzisyen...
Bugüne kadar yaptığı albümlerde hep bir konsept üzerinden ve tabii kendi çizgisinde yalpalamadan yürüyen Lana, Amerika gibi bir ülkede hem popüler hem de şarkısıyla sofistike öyküler anlatan güzel bir kadın olarak kabul görmeyi başardı.
Dördüncü albümü ‘Lust For Life’ın önceki albümlerinden farklılaştığı alanlardan söz edelim: Her şeyden önce bu albümde daha rahat ve mutlu görünüyor Del Rey. Bu, pop ikonu olma durumuyla ilgili iddiasını bir adım ileriye götürüyor, çünkü söz konusu pozitif durum dinleyiciye ışık hızıyla geçiyor. Bana sorarsanız “En iyi, en ‘temiz’ Lana Del Rey albümü” de derim hiç tereddüt etmeden.
Bu mutluluk durumu biraz mecburi bir geçişin göstergesi mi yoksa ‘Born To Die’ albümünün kapağında; önünde durup somurttuğu kamyonun ‘Lust For Life’ kapağında da yer alması ve bu kez Lana’nın gülüyor olması daha açık bir mesaj mı? Demek istediği şu olabilir: “O günden sonra çok değiştim, daha mutlu bir kadınım. Hikâyemin kahramanı benim ama sizi gözlerinizin içine bakıp gülümseyerek muhatap alıyorum...”
Neyse ki politik olmaktan vazgeçmemiş. Özellikle albüme adını veren şarkıda, fütursuzca kentleşen toplumların röntgenini çekiyor. Amerika’nın otoyollar, benzin istasyonları, oteller gibi sosyal simgelerinden söz ediyor. Bir toplumun geçmişi ve geleceği arasındaki gerilimin altını çiziyor. Amerikan tipi hayatın bünyedeki izdüşümlerini anlatıyor.
Albümün en iyi şarkısı ‘Love’ ve ‘Lust For Life’ dışında; ASAP Rocky & Playboi ile featuring yaptığı ‘Summer Bummer’, Sean Ono Lennon’lı ‘Tomorrow Never Came’, Stevie Nicks’li ‘Beautiful People Beautiful Problems’ ve ’13 Beaches’e de dikkat edin ve baştan sona dinlemeye koyulun. Samimi olduğu gibi ‘basit’ ve çıtası yüksek bir albüm.