Sıla geçen yıl martta yayımladığı ‘Acı’ gibi üç EP daha yayımlayacaktı. Bu hareketi, dijital racona uygun ve akıllıca bulmuştum. Çünkü albüm bütünlüğünü dört bölüm halinde ve en güzeli, dört ayrı gündem yaratarak sağlayacaktı. Her bir EP’nin adı birleştiğinde ortaya bir cümle çıkacaktı. Ben kendisinin ‘Acı’yla başladığı bu cümleyi iyileşmeyle bitireceğine inanıyordum. Zor günlerin üstesinden gelmek için zamana güvenmek gerekiyordu.
Mümkünse açıklasın
‘Acı’nın devamı nitelikli ikinci EP’si ‘Meşk’te müziğin terapi etkisinin o müziği üreten ya da ileten kişi için de geçerli olduğunu gördüm. Diğer bir deyişle Sıla kötü günleri bir nebze geride bırakıp meşk etmeye başlamıştı. EP’den ‘Karanfil’ yaz şarkısı gibi görünse de akustik ruha ve güçlü bir nakarata sahipti, ticari başarı yakalamakta zorlanmadı.
Sıla’nın yeni çalışmasının 23 Ekim’de yayımlanacağını biliyorduk. Zira bu tarih kariyerinin 13’üncü yılını kutlayacağı tarihti. Öte yandan serinin üçüncü EP’sini bekliyorduk ancak öyle olmadı. Sıla, ‘İnandım’ adlı tekliyle geldi. Öncelikle cümle tamamlayan dört EP’lik seri havlu mu attı, ‘İnandım’ bir erken final mi onu öğrenmek isteriz kendisinden. Mümkünse sosyal medyasından bir açıklık getirsin.
13 yıl önce ilk albümünün ‘selam’ yazısına “İçinde inandığın yola varacağına dair bir güç varsa sakın vazgeçme, çünkü bundan vazgeçmek kendinden vazgeçmek demektir” yazan Sıla ‘İnandım’ın sözlerindeyse “Bugün iyi bi’ yerindeyim hayatın / Kırılmış olabilirim/ Dökülmüş olabilirim / Mevsimlerden kış öncesi bi’ baharın... / Durulmuş olabilirim / Üzülmüş olabilirim / Toplarım.../ İnandım sonuna kadar...” diyor.
Müziğinde Efe Bahadır, düzenlemesinde Ozan Bayraşa imzası olan ‘İnandım’ın videosuysa Bodrum’dan ve Bedran Güzel’in gözünü Sıla’dan almadan çektiği bir iş yine... Bağımsız bir Sıla teklisi olarak baktığımda düzeyli bir kutlama. Eğer acele etmiş bir finalse üzücü.
YILLARA MEYDAN OKUYAN ENERJİ
Bir gerçek varsa o da Mabel Matiz’in kariyer çizgisi boyunca hep daha cesur ve iddialı işlere imza attığı. Bunu sansasyon peşinde koşmadan, derinleşip kendini arayarak, bulduğunu anlatarak yapıyor. Şarkıları, konsept albümleri, özen gösterdiği videolarının hikâyesi ve görsel dili, kalite çıtası yüksek yeni nesil bir popülerlik tanımlıyor.
‘Toy’un bizzat yazdığı sözlerinde Sufi mutasavvıfların izini süren bir ‘ham’lığa gönderme yapıyor. ‘Hallarım toy ama/Sevdadır çiçeğim/Açmadım ki daha/Kendimden geçeyim/… Yol benim yüreğim/ Yol verin gideyim’ dediğinde ‘pişme’ yolunda olduğunu anlıyoruz. İnsanın kendini bulması için gereken kuvvetin özde olduğunu bir kez daha söylüyor Mabel Matiz. Şarkının bestesine Mabel Matiz’le birlikte imza atıp aynı zamanda müzik prodüktörlüğünü üstlenen DJ Artz’a da dikkatinizi çekmek isterim. Çok başarılı olmuş parçalarının gizli kahramanı... Sadece beat’ler yazan bir hiphop DJ’i olmadığını ‘Toy’da daha net görüyoruz. Hem Mabel’i hem de DJ Artz’ı bu sinerjiye inandıkları için tebrik ederim. Sonuç başarılı.
‘Toy’un mesajıyla bütünleşip güçlü bir görsel hikâye anlatan yönetmen Osman Özel’in katkılarını unutmamak gerek. Elektronik altyapıya sahip ilahi duygusu yaratan bir şarkıya modern zikir imgeleri katmış, etnik unsurları beslemiş. ‘Yücelik’ vurgusunu detaylar, geniş alanlar ve drone kamerası yardımıyla gerçekleştirmiş. Sözün kısası ‘Toy’, olgun bir ekip çalışması, söyleyecek sözü olan bir şarkı.
SİHİRLİ BİR ŞARKI
Lana Del Rey hem sofistike hem gerçek, hem samimi hem derin şarkılar yazıyor. Albümleri bir bağlam üzerine gelişiyor. Son albümü ‘Norman Fu….g Rockwell’ bana göre bir başyapıttı ve Del Rey’in Amerika’nın en iyi çağdaş kadın şarkı yazarlarından olduğunu kanıtladı. ‘NFR’nin nostaljik radyolardan çalıyor gibi duyulan ve kederli olduğu kadar pozitif hisler geçiren şarkıları insan gibi yaşamaya çalışırken aldığımız yaralardan ve özgürlük arayışımızdan söz ediyordu. Kendine has vokaliyle caz, psikedelik rock, trip hop gezmeleri yapıyordu. Duygusaldı ve dinleyeni buna inandırıyordu.
Şimdi bir sonraki albümü ‘Chemtrails Over The Country Club’ın tadım gününü yaparak ilk tekli ‘Let Me Love You Like A Woman’ı yayımladı. Sevinerek görüyorum ki Lana Del Rey artık ‘NFR’deki çizgisinde yürüyecek. Yine Kaliforniya hikâyeleri dinleyeceğiz ve Del Rey kamyonetiyle tepelerden, vadilerden geçip gördüklerini anlatacak. Yeni tekli bu anlamda ‘NFR’ye girecekken dışında kalmış bir yedek gibi görünüyor sanmayın. Zaten Lana Del Rey de bu parçanın kendisine heyecan verdiğini ve albümle ilgili bir sihir yarattığını belirtiyor. Jack Antonoff’un piyano ve gitar tınıları, fısıldayan geri vokaller, davuldaki fırça baget dokunuşları ve Del Rey’in hüzünlü sesi güçlü bir şarkıda birleşmiş.
Ceyl’an Ertem’in iki yeni şarkısı damakta kalan tadıyla ‘Keşke albüm olsaymış’ dedirtiyor. Bu dijital racona uygun işlerden geri kalmadan ‘albüm insanı’ olma tavrını koruyabilen müzisyenlerde ve ne yazık ki artık nadiren rastlanır bir durum.
‘Dünya Heveslisi’ndeki iki parçadan ‘Datlım Gıymatlım’, Ceyl’an Ertem’in hem cover’larını söyleyerek hem de bir mentor olarak beslendiği Sezen Aksu’ya ait. Ceyl’an’ı Sezen Aksu’nun vârisleri sıralamasında kendine haslığı ve çizgisiyle en tepeye koyuyorum. Aksu’nun da buna bir itirazı olacağını sanmıyorum.
Düzenlemeyle kotarılmış...
‘Datlım Gıymatlım’ın en önemli özelliği dinler dinlemez 1990’ların Sezen Aksu’sunu anımsatması. Esas kıymetiyse o yıllardan medet ummak yerine döneminin ruhunu sahiplenip çıtası yüksek ve güçlü bir düzenlemeyle kotarılmış olmasında. Tam bu noktada düzenleme ve miksin altına imzasını atan Serhat Şensesli’ye hakkını teslim etmek gerek. Müzisyen bir aileden gelen, özellikle de babası Ruhat Şensesli’nin (Yıldız Tilbe’nin sözlerini yazdığı ve bana göre en iyi Tarkan şarkısı olan ‘Kış Güneşi’nin bestecisi, Laço Tayfa ve İBB Kent Orkestrası’ndan bildiğimiz basgitarist) genetik mirasına layık bir prodüktör/müzisyen olduğunu gösteriyor.
İkinci parçanın düzenleme ve miksiyse Yelda Karataş’ın şairane sözleriyle ve Ertem’le birlikte besteyi yapmış Cenk Erdoğan’a ait. İçe dokunur bir balad ve Alanson’un ‘Yalnızlık Ömür Boyu’suna selam çakarak ‘Yalnızlık Ölüm Boyu’ adıyla hemen merak uyandırıyor. Dinledikçe de rüştünü ispat ediyor. En güzeli, iki ayrı telden çalsa da ‘Datlım Gıymatlım’la oluşturduğu bütünlük. İki şarkılık tekli de yapsa bu bütünlüğe dikkat eden de kalmadı. Sözün kısası, Ceyl’an Ertem’in dünyaya heveslenme biçimini yeni nesil için ilham verici buluyorum.
ANADOLU RAP’E DOĞRU...
Eypio, diğer adıyla Apo, Burak King’le yaptıkları ‘Günah Benim’le iddialı bir başlangıca imza atmıştı. Başlangıç dediğime bakmayın, kendisi hiphop âlemimizin bildiği, tanıdığı ‘ağabey’lerden biridir aslında. Diğer bir deyişle ‘Günah Benim’ onu yeraltından çıkarıp popüler isimlerin şarkılarına eşlik etmesi için peşinde koştukları bir konuma taşıdı. Bu durumun müzisyenliği ve kariyeri açısından olumlu etkileri olduğu gibi sırtına yükledikleri de oldu. Ancak Eypio dünkü çocuk değil. Onun için en riskli alanın ‘arabesk rap’in melez olamayan ‘piyasa’ tavrı yerine arabeskten beslenen özgün bir Anadolu rap sound’u yaratmak olduğunu düşünüyorum.
Hande Yener dünya trendlerini yakından takip etti, etkilendi, denedi; kimi zaman başarılı oldu, kimi zamansa umduğunu bulamadı. Ancak kendisini Hande Yener yapan en önemli özelliği cesaretiydi ve sahip olduğu şöhretin hakkını verdi. Yaşadığı kafa karışıklıkları, düzenlemeleri ya da görsel tavrı açısından esinlenme sınırları dışına taşan seçimleri, kendini tekrar etmesi falan çok da önemli değil. Önemli olan kariyerinin 20’nci yılı şerefine ‘Carpe Diem’ gibi bir albüm yapabiliyor ve azımsanmayacak bir beklenti yaratabiliyor olması.
‘Carpe Diem’ 10 yeni şarkı içeren (son tekli ‘Bela’ dışında) Yener’in uzun süredir üzerinde Misha ve Berksan’la (Mete Özgencil’i de unutmayalım) çalıştığı ve pandemi koşulları nedeniyle ertelenen bir 20’nci yıl kutlaması.
Milano ya da Mahmutpaşa fark etmez
Albümle aynı adı taşıyan ilk video için Milano’ya giden, stilist Gabriele Papi’yle çalışan, Le Corbusier’nin meşhur şezlong sandalyesini kullanan, İtalyan bir model seçen ve sosyal medyada havalı şapkalarıyla konuşulan Hande Yener’e öncelikle söyleyeceğim şu: Bu görsel çağda dijital teknolojiler sayesinde oluşan sınırsız video fikri var. Görsel albüm dediğimiz şey de sadece styling, saç, makyaj ve aksesuarların ‘havalı’ olması anlamına gelmiyor. Milano ya da Mahmutpaşa fark etmez, yönetmen Aytekin Yalçın’ın yaratıcı fikirlerini yansıtabildiği bir videoyu yeğlerdim.
İkinci olarak; Yener bir dönem İngilizce söz kullanmakla kazanabileceğine inandığı yurtdışı başarısının asıl sırrı olacak; ‘bizden’ unsurlar kullanmayı unutuyor. 1980’ler pop sound’uyla ya da çağdaş dans altyapılarıyla bizim ezgileri buluşturarak yeni bir Hande Yener sound’u yaratmak yerine Berksan ya da Mete Özgencil şarkılarına Misha tarafından falanca yabancı şarkıyı anımsatan altyapılar yazılmasına göz yumuyor. Belki bizzat öyle istiyor. Bence onun kıvamında bir müzisyenin aracıya ihtiyacı yok.
Üzüldüğüm nokta şu; tek tek incelediğinizde iyi şarkılarla karşı karşıya olduğunuzu hemen anlıyorsunuz. Ancak Hande Hanım ‘konsept’e gereğinden fazla takılıyor. Ya da 20 yılın gerçek mucizesinin sadece ‘Hande Yener konsepti’ olduğunun farkında değil ki yeniliği ‘dışarda’ arıyor.
Ben Fero adıyla tanıdığımız Ferhat Yılmaz müzik kariyerinin başında rap stili, vücut geliştirme merakı, fenomen ve ünlü rap’çi arkadaşları hatta ‘Demet Akalın’ isimli şarkısının videosunda Demet Akalın’la birlikte rol almasıyla kazındı aklımıza. Konserleri doldu taştı. Khontkar’la ‘Jenga’sı ilgi gördü. Ezhel, Ceza ve Killa Hakan’la birlikte yazdığı sözlerle kendilerini hedef alan Norm Ender’e karşı saf tuttu. ‘Orman Kanunları’ albümünden sonra ‘Arkadaş’ı yaptı. Demoları, feat’leri hep çok ilgi görü.
Az arabeskli trap
Ben Fero, farklı bir karakter. İzmir-Atlanta usulü, az arabeskli trap yapıyor. Heceleme stili başta garipsenmiş olsa da bu onun alameti farikası. Böylece konserlerde kendisine eşlik etmesi de kolay olmuştu, ki bu da çok sevilme nedenlerinden biri. Hayran kitlesiyle sosyal medyada çok güçlü; röportaj vermiyor, pek ortalarda gözükmüyor. Rap yapma heveslisi gençler için farklı bir yol öneriyor.
Ticari tutumu da net. 2018’den beri tüm çalışmalarını kendi yayımlıyor. Menajerlik müessesesinden uzaklaştı. Yani konserden de dijital dinlemelerden de zorunlu olanlar hariç kesintisiz, komisyonsuz para kazanıyor. Ben Fero şirketinin tek patronu kendisi.
Gelelim geçen günlerde yayımladığı beş şarkılık yeni EP’sine... Acemilik döneminde yaptığı az tekerleme, bol hecelemeli stilinden müzikal anlamda daha derli toplu bir yöne evrildiğini görüyorum. Genç hayranları memnun olmayabilir ancak bu doğru bir adım.
Bu yeni EP’sinde de ‘Ferhat Yılmaz’, ‘Beni Anlasana’ ve Ezhel’in feat yaptığı ‘Kramp’ öne çıkacaktır. ‘Engerek’ ve ‘2020’yi de beğendim. Ben Fero kendisinin patronu bir müzisyen olarak pandemi koşullarına en hazır isimlerden biriydi belki. Konserler durdu ama şarkılarından para kazanmaya devam edecek.
SİHİRLE DEVAM EDİYOR
Sena Şener’in şarkı yazarı olarak kendini iyi ifade ettiği alanlar, yalnızlık ve düşünce ayağa kalkmayı bilen bir kadının aşkla mesaisi olarak sıralanabilirdi bir süre öncesine kadar. Ancak bu yılın başında öyle bir tekli yayımladı ki, kendi adıma şaşırdığımı itiraf edeyim. ‘Teni Tenime’ nispeten sert gitarlarıyla enerjik ve melodik bir pop rock şarkısı olduğu kadar küçük bir dokunuşla dansa davet etmesi an meselesi olan bir şarkıydı. Eğlencelik değil mutluydu.
‘Teni Tenime’nin ardından gelen ‘Kapkaranlık Her Günüm’ü dinlediğimde Sena Şener’in fabrika ayarlarına döndüğünü anladım. Acaba ‘Teni Tenime’ gibi şarkılarla nadiren mi karşılaşacaktık yoksa şarkı yazarı olarak mutlu bir eşikte miydi? Çünkü iyi şarkı yazarları kendine duygu ısmarlamaz, şarkılar sadece gelir. Şimdi ‘Affetmem’i dinlediğimde gönül rahatlığıyla Sena yeni bir eşikte diyebiliyorum.
‘Affetmem’, ‘Teni Tenime’ gibi gitar ve vokal performansı üzerine kurulu, yine rock kafasında ve dans pistlerine meyilli.
Sena Şener’in söz ve müzik dışında düzenlemesine de imza attığı şarkının videosundaysa samimi olmayan adamı bağışlamayacağını net biçimde ifade eden orman savaşçısı bir kadın olarak görüyoruz kendisini.
EFSANEYE SAYGI DURUŞU
Yıllardan 1971... BBC’nin efsanevi Top Of The Pops programında Marc Bolan adlı bir adam solisti ve lideri olduğu T Rex grubuyla sahnede. Bolan; parıltılı giysileri, makyajı, androjen görüntüsüyle ‘glam rock’ müjdesini veren ilk kişi kabul edilmesini sağlayacak performansını veriyor. ‘Bang A Gong (Get It On)’ adlı şarkıysa dönemin ikonik hitlerinden biri oluyor. Bolan, T-Rex’in her anlamda esas adamı. Sadece albenili bir vitrin, bir öncü değil, disiplini ve vizyonuyla grubu bir arada tutan kişi. Ne yazık ki 30’uncu doğum gününden önce geçirdiği bir trafik kazası sonucu bu dünyadan ayrılıyor.
Metallica için gelmiş geçmiş en büyük heavy metal grubu demek mümkün. Tüm zamanların en iyi gruplarından biri de aynı zamanda. Heavy metal’in tavrını ve sınırlarını yeniden belirlediler, bunu yaparken de özlerini yitirmediler. Billboard satış listelerinde arka arkaya beş albümle bir numara olmaları da, tüm kıtalarda kapalı gişe konser verebilmeleri de bundan.
En ilham verici albümlerden biri
Son 30 yılı ‘süper lig’de olmak üzere yaklaşık 40 yıldır üreten Metallica’nın yetenek ve performans başarısının yanı sıra kendisini bu denli büyük yapan bir özelliği daha var: Konfor alanlarında kazandıkları paraları saymak yerine yeni fikirlerin peşinde koşan, değişen, riske giren, başarısız olduğunda özeleştiri vermeyi de bilen bir grup olmaları. Kâğıt üzerinde harika görünen ancak sonucuyla hayal kırıklığı yaratan Lou Reed’le kaydettikleri ‘Lulu’ buna güzel bir örnek. Ancak sahip oldukları iştah ve cesareti de gösteriyor.
Sonucu güzel ancak doğası gereği riskli bir işe Nisan 1999’da da girişmişlerdi. Metallica’nın ‘S&M’i (Senfoni ve Metallica) benim için son 25 yılda yaptıkları en ilham verici albümlerden biri. Ancak o yıllarda bunu yapacak güçte de olsa bir metal grubunun bir senfoni orkestrasıyla eşleşmesi çok yeni bir fikirdi. Bu nedenle de farklı bir algı yarattı. Metallica’nın da etkilenmiş olduğu Deep Purple’ın ‘Concerto For Group And Symphony’siyle birlikte senfonik rock tarihinin mihenk taşlarından oldular. Ancak geçen yıllar içinde Kiss, Scorpions, Dream Theater gibi gruplar birçok canlı senfonik iş üretti.
Metallica, fikrin miadını doldurduğunu düşünmemiş olacak ki geçen yıl ‘S&M2’ performansını gerçekleştirdi hemşerileri San Francisco Senfoni Orkestrası’yla. Olumlu taraflarından başlayacak olursak James Hetfield’in canlı kayıtta tabanca gibi şarkı söylediğini görüyoruz.
Şarkı listesinin yarısı ilk konserle aynı
Hatta 1990’lar ve 2000’lerde sahnedeyken zaman zaman aksayan kısık ve hırıltılı vokali bu albümde asgari hata veriyor. Özellikle ‘The Unforgiven 3’ baladında orkestrayla tek başınayken çok iyi. Sözün kısası ilkinin 20’nci yılında gelen kıymetli bir devam konserinin albümü ‘S&M2’. Öte yandan şarkı listesinin yarısı ilkinin aynı ve bu anlamda daha önce senfonik uyarlaması yapılmış şarkılarla tekrar oynamak bana biraz gereksiz geldi. Ayrıca senfonik enstrümanlar, gitar, davul ve vokalin birbirine üstün gelmek için kavga ettikleri intibaına kapılıyorsunuz ve bu miksajla ilgili bir sorun. İlk çalışma gibi bir heyecan yaratacağını düşünmesem de benim gibi Metallica sevenleri mutlu edecektir.
Konfor alanından ömür boyu çıkmasa bile yaptıklarıyla başarılı kariyer çizgisini ve küresel şöhretini sürdürebilecek müzik markaları var. Bu markaların çoğu, kariyerlerini ‘tekrar’ yoluyla beslemeyi tercih ediyor. Ancak iyi şarkılar ve pırıltılı prodüksiyonlarla da olsa kendini tekrar etmek, tutarlılıkla aynı şey değil ne yazık ki.
Bugün 30 yaşına gelen ve geçen 16 yılda pop, rock, country, elektropop, hangi sound’da karar kılmışsa kendini kanıtlamayı başaran Taylor Swift ise denemekten ve kendini aramaktan çekinmeyen, cesur ama tutarlı olmayı başarmış bir isim. Başta ülkesi ABD olmak üzere dünya genelindeki şöhreti tesadüf değil.
İşte yeni albüm ‘Folklore’ de bunun şahikası. Hatta global müzik endüstrisinin yıldızı olan bir sanatçının ustalıkla anaakım dışına çıktığı, kendi ‘indie/alternatif’ rüyasını gerçekleştirdiği bir çalışma diyebiliriz. Hayranlık uyandıran, duygusal; biraz da karanlık bir Swift başyapıtı.
Albüm sanki şarkıları hiçbir konserde, stadyumda söylemeyecekmiş gibi, radyolar hiç çalmayacakmış gibi içten, sade ve çabasız. Yaz mevsiminde yayımlanmasına karşın bir kış albümü. Loş bir odada piyano çalıp şarkı söyleyen Taylor Swift’in bu enfes performansını birileri gizlice kaydetmiş gibi.
The Beatles, Elvis Presley, The Rolling Stones...
Taylor Swift ‘Folklore’da söz yazarlığının da şahikasına ulaşmış. Aşk yaşadığı ve mutlu olduğu için hüzünlü sözler yazamayacağını iddia edenleri utandıracak, derin birkaç hikâyenin ayrı ayrı şarkılara bürünmüş sözlerini kaleme almış. İyi bir hikâye anlatıcısı olduğundan görselleşebilen bir duygu yaratmış. ‘Folklore’ adeta filmini arıyor.
Deluxe versiyonda ‘The Lakes’ adlı ekstra şarkı, altı şarkının EP hali de dijitalde ilginizi bekliyor.