Bu, Anayasa Mahkemesi’nin Can Dündar ve Erdem Gül hakkında verdiği “ihlal” kararından ziyade, bu karara ve mahkemeye gösterilen tepkilerdir.
Bir hukuk devletinde suçlar da işlenebilir, hak ihlalleri de olabilir. Fakat devlet hukuk devletiyse bağımsız yargı organları hem suçun üstünü örtmez hem hak ihlallerini ortadan kaldırır. Rutin bir işlemdir bu.
Fakat bizde bu yüzden koca bir siyasi kavga çıkıyor, mahkemeye ve başkanına hakaretler yağdırılıyor. Bunlar henüz olgunlaşmış bir hukuk devleti kalitesine ulaşamadığımızın belgesidir. İşte hukuk tarihine geçecek olan budur!
Bunu yazdım da.
Çünkü AİHM’nin ve bizim Anayasa Mahkememizin fikir, basın ve ifade özgürlüğüne ilişkin içtihatlarını biliyordum. Birkaç defa bu sütunda AYM’nin şu kararını emsal olarak gösterdim:
“Sadece toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü ‘haber’ ve ‘düşüncelerin’ değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekir.” (Başvuru No. 2014/3986, Paragraf No. 35)
Çok açık değil mi?
YARGI BAĞIMSIZLIĞI
2010 referandumundan beri Anayasa Mahkememizin evrensel hukuka bağlılığına güveniyorum. Bir şeye daha güveniyorum; Anayasa Mahkememiz bağımsızdır.
İslamcı Prof. İhsan Süreyya Sırma şöyle yazıyor:
“Tanzimat, Osmanlı devletinin sonunu hazırlaması bakımından son dönem Osmanlı tarihinin en önemli hadiselerinden birisi, hatta en önemlisidir denilebilir.” (Müslümanların Tarihi, cilt 5, s. 263)
Tarihçi merhum Yılmaz Öztuna ise şöyle yazıyor:
“Tanzimat’ın ilan şerefini çeşitli bakımlardan Sultan Mahmud, Sultan Mecid ve Mustafa Reşid Paşa paylaşmaktadır. Bu üç şahsiyetten biri olmasaydı, Tanzimat ilan edilemez ve muhtemel olarak Türk imparatorluğu 19. asrın ortasında dağılıp giderdi.” (Türkiye Tarihi, cilt 7, s. 23)
Ne kadar zıt! Ne kadar kutuplaşmışız!
Peki gerçek nedir?
İşte hayati derecede önemli olan budur: Zihnimizde “Gerçek nedir?” sorusunun bulunması veya bulunmaması! Olmak ya da olmamak!
Hatta üçü de gelecek için saygıdeğer kültürel miras ve çok önemli dersler de bırakmışlardır.
Çağımızda ise neo-Osmanlı, Panislamcı, Pantürkçü düşünceler devlet siyaseti olamaz.
Tarihle ilgili her konuda olduğu gibi bu konularda da iki yanlıştan sakınmalıyız: Çağımızın şartlarına bakarak bu akımları tarihte de suçlamak... Ya da tarih romantizmiyle bu akımların çağımızda da devlet siyaseti olabileceğini sanmak!
DEVLETİ SAVUNMAK İÇİN
Evvela bu akımların hepsi savunmacıdır, amaçları devletin varlığını savunmaktır. Son iki asırda bu akımlar uğruna girdiğimiz tek savaş yoktur. Enver Paşa’nın Turan ve İslam hayalleriyle bizi savaşa soktuğu sanısı safsatadır. İngiliz-Rus ittifakının konularından biri Osmanlı toprakları olduğu için, Alman ittifakıyla kendimizi savunabileceğimiz düşüncesiyle savaşa girildi.
PKK’nın “Hendek ve barikat”larının ve devletin yaptığı “operasyon”ların Kürt vatandaşlarımızı nasıl etkilediğini araştırmış.
Araştırma alanı Hakkâri, Silopi, Cizre, İdil, Nusaybin, Şanlıurfa, Mardin ve ağırlıklı olarak Diyarbakır... En sıcak yöreler.
Bugün Panislamizm ve Pantürkizm akımları üzerine yazacaktım. Araştırmayı okuyunca bu konuyu yazmaya karar verdim.
Bunun iki sebebi var; birincisi bir Müslüman olarak istiyorum ki dinim adına ileri sürülen fikirler ‘haddeden geçmiş’ yani araştırmalara dayalı ve tartışılarak olgunlaşmış, kalite kazanmış olsun...
İkinci sebep, muhafazakâr bir iktidar tarafından yönetiliyor olmamızdır. İslamcılık düşüncesi Türkiye’nin nasıl yönetileceğini etkiliyor.
Üstelik, son dört-beş yılda iktidarın ideolojik yönelişi daha da arttı.
Biz bugünkü aşamada iki tarafın açıklamalarında öne çıkardığı hususlardan geneli hakkında bir fikir edinebiliriz.
Cumhurbaşkanlığı’nın açıklamasında vurgulanan husus, PYD’nin “toprak kazanma” eylemlerine Obama’nın karşı çıkması ve bu yönde uyarılar yaptığını söylemesidir.
Bu elbette Türkiye için olumludur. Çünkü Türkiye Suriye sorununda devamlı gerilediği gibi, PYD de kendi coğrafyasını devamlı genişletiyor ve hâkim olduğu yerlerde etnik temizlik yapıyor.
BM’deki Rus Daimi Delegesi Vitali Çurkin, Esad’ın “Suriye’nin tamamı” diye konuşmasını eleştirdi. Çurkin’in şu sözleri Moskova’nın Suriye’ye bakışını yansıtıyor:
“Rusya’nın hava akınları Esad rejiminin çökmesini önledi ve gidişatı Esad lehine çevirdi... Eğer Suriyeli yetkililer bu krizin çözümünde Rusya’nın önderliğini izlerse krizden haysiyetli bir şekilde çıkma şansları olacaktır. Ama bir şekilde yoldan çıkarlarsa, bu Suriyeliler için de sıkıntılar yaratacaktır. Çünkü Suriye ordusunun kapasitesi ne olursa olsun, Rusya’nın yaptığı etkili hava operasyonları muhalifleri Şam’dan uzaklaştırdı.”
Çurkin, Esad’ın “Rusya’nın gösterdiği muhalefet figürleriyle masaya oturmasını” istiyor, Rusya’nın çizgisinden çıkmaması için tehdit ediyor.
ORTADOĞU’DA RUSYA
Çurkin’in sözlerinden anlaşılıyor ki, Rusya Suriye’nin geleceğine hâkim olmak için bu “siyasi, diplomatik, askeri” operasyonları yapıyor. Putin, Şam’da Rusya’ya bağımlı bir iktidar ve PYD gibi “güvenilir müttefikler”den oluşacak bir Suriye istiyor.