Hatta o zamanki açıklamalarına bakarsak adeta mucizeler başarıyorlardı. Fakat gelinen yer çok endişe vericidir.
Baştan beri iktidara karşı çıkanların temel endişesi ise “İran olmak” korkusuydu. Başımızı zorla kapatırlar mı endişesi bile vardı.
İktidarın da muhaliflerinin de öngörüleri yanlış çıktı. Türkiye artık bunalımlı bir ülkedir, “şeriat tehlikesi”nden de kimse söz etmiyor.
NİYE ENDİŞELİYİZ
Hem de “dokunulmazlık” gibi gelişmiş demokrasilerde genel bir anlayış birliğinin bulunduğu bir konuda bile uzlaşamıyoruz.
Gelişmiş demokrasilerde dokunulmazlık yasama faaliyetleri içindir, zaten adı da “yasama dokunulmazlığı”dır. “Kürsü dokunulmazlığı” da deniliyor.
Bizde böyle genel bir prensip olmadığından dokunulmazlıklar her zaman siyasi kavga konusu oluyor. İşte 17 Aralık soruşturması Meclis’e geldiğinde AK Partililerin oylarıyla reddedildi. Şimdi AKP terör suçlarında dokunulmazlıkların kaldırılmasını istiyor, MHP destek veriyor, CHP ve HDP ise “bütün dokunulmazlıklar kalksın” diyerek “kürsü dokunulmazlığı” fikrini savunuyorlar.
HAMLE, KARŞI HAMLE
Partilerin durumu makul ve kalıcı bir çözüm arama değil, konjonktüre göre “hamle” ve “karşı hamle” tavırlarıdır maalesef.
Hukuken referandum konusu olmaz ama denemek için referandum yapılsa mutlaka büyük çapta evet denileceğini sanıyorum. Öyle bir durumda “halk böyle istiyor” diye popülist bir demagoji de kolaylıkla yapılabilir.
Fakat yanlış olur.
Soğukkanlı düşünmek, atılan adımların uzun vadede ne gibi sonuçlar doğuracağı konusunda rasyonel bir analiz yaparak karar vermek zorundayız.
Bir yandan otuz yıldır yok edilemeyen terör artık şehirlerdedir. Öbür yandan Ortadoğu’da sınırlar sarsılıyor.
Dahası, dış politikada dost bulmakta çok başarılı olduğumuzu söylemek de zordur.
Terörle mücadelede istihbarat ve tedbir ne kadar önemliyse, intihar eylemleriyle terör yaptıran mariz psikolojiyi gevşetmek, bunu başarabilmek de o kadar gereklidir.
Çözüm süreci iyi yönetilseydi ve Suriye’deki gelişmeler PKK’ya güç ve moral vermeseydi bu mümkün olabilirdi.
Üstelik “Ankara’ya has, başkent güvenlik anlayışı ve konsepti bağlamında tedbirler” alınacağı 20 Şubat’ta resmen açıklandığı halde...
Terör meydan okurcasına üçüncü katliamını yaptı. Bu satırlar yazılırken hayatını kaybedenlerin sayısı 35 idi.
Ölen her can insani bir faciadır. Hele de çocuk yaşında ya da gencecik bedenlerin “gök ekini biçer gibi” toprağa düşmeleri, geride kalan annelerin, babaların, evlatların tarif edilemez acıları...
Ancak terör barbarizmi bu faciaları siyasi bir eylem sayacak kadar vahşileşmiş olabilir.
HDP’NİN VEBALİ
Niye böyle diyorum? Çünkü AYM’nin tartışılan kararlarını okuyorum ve bunları AİHM içtihatlarıyla mukayese ediyorum.
Mahkemeler adli hata yapabilirler, öyle durumlarda bile “dürüst olmamak” gibi aşağılayıcı ifadelerle değil, hukuki kavramlarla eleştirmek lazımdır.
Bugün AYM’ye yöneltilen eleştirilerden özellikle vurgulanan iki hususu ele alacağım.
GEREKÇELİ KARAR
Bunun değerini anlamak için bizim tarihimizin nasıl kırılmalarla dolu olduğunu hatırlamak gerekir. Savaşlar, işgaller, farklı sert rejimler, değerler dünyasında radikal değişiklikler ve çatışmalar... Hatta vatan coğrafyamız bile değişmişti.
Değişmemiş ve daima “biz”i ifade eden iki temel değerimiz var: Biri iki yüzyıl önce şekillenmeye başlayan kırmızı zemin üzerine ay-yıldızlı bayrak... Plevne’de, Çanakkale’de ve Sakarya’da aynı bayraktır. Aynen devam edecektir.
Milli Mücadele ruhunun tam ifadesi olan İstiklal Marşı bir asırdır aynıdır; bazı marjinal eleştiriler olduysa da yüreklerimizdeki yeri bayrağımız gibi değişmeden aynen devam edecektir.
YIL 1921
Hele de Ankara’da toplu katliam yapan intihar bombacısına masum bir insanın ölümü gibi taziyeye gitmek asla hoş görülemez.
HDP’liler buna “insani bir davranış” diyor. Fakat Suruç katliamının intihar bombacısı için de “insani davranış” olarak taziyeye gittiler miydi?! Ankara Garı önünde yine toplu katliam yapan intihar bombacısının ailesine taziyede bulundular mıydı?!
Hayır, çünkü onlar IŞİD’ci teröristlerdi...
Öbürü ise “bizim teröristimiz”dir!
Bu hastalıklı zihniyetle taziyeye gittikleri besbelli.