- Hakkâri ve Şırnak’ın ilçe yapılması...
- Terör ilişkisi sebebiyle görevden alınacak belediye başkanları yerine İçişleri Bakanlığı’nın kayyum ataması...
- Üniversitelerde rektör seçimlerini kaldırarak rektör atamalarında yetkiyi tamamen YÖK’e ve Cumhurbaşkanı’na bırakan kanun teklifi...
Bunlardan en azından şimdilik vazgeçildi.
DHA’dan ağustos ayının 18 günü içindeki şehit sayısını rica ettim; PKK saldırılarında bu on sekiz gün içinde verdiğimiz şehit sayısı 57’dir!
Elbette etkisiz hale getirilen terörist sayısı daha fazladır... Ancak “çözüm süreci”nin bozulmasından sonra PKK terörüne karşı operasyonlar 25 Temmuz 2015 günü başladığına göre, geçen bir yıllık zaman içinde PKK’ya karşı çok yoğun kara ve hava operasyonlar yapıldığı halde terörün henüz “beli kırılmış” değil.
HAMASET VE GERÇEK
Terör üzerine bir kitap da yazmış olan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un şu sözü önemlidir:
“Şerif Mardin’in ‘çevre’ olarak ifade ettiği daha önce dışlanmış, ötekileştirilmiş tüm kesimleri merkeze taşıma çabamızdan bu kesimin de istifade etmesini sağladım...”
Osmanlı’dan devraldığımız, Cumhuriyet döneminde de ideolojik olarak keskinleşen “merkez” ile “çevre” (periferi) arasındaki sosyolojik farklılaşma, hatta çelişki, Türkiye’nin temel dinamiğidir.
Ben “çevre” yerine daha anlamlı olan “kenar” terimini kullanırım.
Batı’da Max Weber’in, bizde Şerif Mardin ve Sabri Ülgener hocalarımızın geliştirdiği bu teori, “modernleşme” tarihimize ışık tutuğu gibi, bugün de “kutuplaşma” dahil pek çok sorununu izah edebilecek niteliktedir.
OHAL güvenlik ve soruşturma yetkileri genişletilmiş bir hukuki rejimdir. Fakat bu genişletilmiş yetkiler aşırı kullanıldığında “cadı avı” denilen tedirginlikler yaygınlaşır.
Hükümet de bunun farkında. Arkadaşımız Nuray Babacan yazmıştı, Bakanlar Kurulu’nda bir bakanın söyledikleri şöyle:
“Bir rektör birini ihbar ediyor, FETÖ’cü diye. Araştırıp bakıyorsunuz, üniversitede rektörlük için yarıştığı rakibi çıkıyor. Adamın Cemaat’le hiçbir ilgisi yok...”
Başbakan Yıldırım da “bilgi, belge ve vicdanı unutmayın” diye uyarılarda bulunma ihtiyacını duyuyor. (Hürriyet, 12 Ağustos)
ENDİŞE VERİCİ OLGULAR
İktidarın kutuplaştırıcı ve çatışmacı dilini ben 2010 yılının sonlarından itibaren sürekli eleştirdim. O üslubun pek çok örneği vardır, burada tekrarlayacak değilim. Zaten parti içinde ‘kurucu ilkelere dönelim, fabrika ayarlarına dönelim’ şeklinde sağduyulu seslerin yükselmesi de bu üsluptan şikâyet niteliğindeydi.
15 Temmuz’daki kanlı ve vahşi darbe girişimden itibaren Cumhurbaşkanı ve hükümet yetkilileri muhalefete karşı saygılı, kapsayıcı bir dil kullanıyorlar. Bunu desteklemek ve teşvik etmek gerekir.
NE DİYORLAR
AK Parti’nin 15. kuruluş yıldönümünde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu sözleri fevkalade önemlidir:
Bir fikri ya da siyaseti tercih etmekle bağımlı hale gelmek arasındaki farkı kendi tecrübemle anlatmak istiyorum.
1965 yılı; hukuk fakültesi ikinci sınıf öğrencisiyim. MHP, o zamanki adıyla CKMP’nin İstanbul Gençlik Kolları başkanıyım. Milliyetçi ve muhafazakârım, Menderesçiyim.
Sonradan partiden ayrılan ihtilalci subaylardan birinin konuşması muhafazakâr ve Menderesçi duygularımı rencide etti, itiraz ettim, tartıştım...
Soğumuştum.
Önceki akşam Beştepe’de kalabalıklar idam istediğinde, Cumhurbaşkanı bir adım daha attı, ileride getirilecek idam cezasının 15 Temmuz darbesinin faillerini kapsayacak şekilde yasalaştırılabileceğini söyledi.
Bunun anlamı, ileride idam cezası getirilirse geçmişe doğru uygulanmasıdır. Cumhurbaşkanı bu görüşte fakat hükümet hayli mesafeli duruyor.
Tespitlerimde bir yanlış yoksa, hükümetten sadece Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak dün CNN Türk’te “şahsi görüşüm” diyerek idam cezasının getirilmesini savundu, geriye yürüyüp yürümemesi sorununa değinmedi.
HÜKÜMET VE PARTİ
Bu tür olaylarda bir “büyüleyen” bir de “büyülenenler” vardır.
İşte, NBA oyuncusu Enes Kanter’in yaşadıkları... Ailesi onu FETÖ ilişkisi sebebiyle evlatlıktan reddetti, soyadını değiştirmesini istedi. Enes “Gülen” soyadını aldığı gibi, “Hocaefendi yolunda anam, babam, kardeşlerim, tüm sülalem feda olsun” diye açıklama yaptı!
Bu nasıl bir büyülenme?
Bu psikolojiyi analiz etmek için “hocaefendi” ve “yol” kavramları anahtar kelimelerdir. Enes’in psikolojisinde “hocaefendi” saygı ifadesinin çok ötesinde mistik bir ululaştırmayı yansıtıyor. “Yol” kavramı ise ululaştırılmış bir “dava”yı... Mariz bir adanmışlık psikolojisi, “Anam, babam, kardeşlerim, tüm sülalem feda olsun!”