Türkiye’deki darbe girişimine karşı Batı dünyasının daha kararlı bir vaziyet almasını istiyoruz, değil mi?.. Bu darbe ile gerçek yüzü ve gizli örgütlenmesi ortaya çıkan FETÖ’yü Batı’nın görmesini, ona göre davranmasını, mesela Gülen’in iadesini talep ediyoruz, değil mi?..
Hâkimler, savcılar, gazeteciler ve işadamları dahil, bir kısmı gerçek delillerle fakat bir kısmı da normal zamanlarda ifadeye başvurmayı bile gerektirmeyecek sebeplerle 19 bin kişi gözaltında, 10 bin kişi tutuklu...
İktidar yetkilileri “kuruyu, yaşı ayırmak gerekir” diyor, değil mi?...
Böyle bir tabloda idam cezasını getirmekten ve üstelik geçmişe yürüterek uygulamaktan bahsetmek Türkiye hakkında nasıl bir izlenim verir?
Türkiye’den Amerika’ya darbeyi desteklediği ve Gülen’i iade etmediği için sert eleştiriler yöneltiliyor. Amerika tarafından yapılan beyanların en vahimi Merkez Kuvvetler Komutanı Joseph Votel’in darbe sebebiyle tutuklanan generalleri “IŞİD’le mücadele konusunda ABD ordusunun yakın müttefikleri” olarak nitelemesi ve tutuklanmalarının “Türkiye ve ABD arasındaki işbirliğinin seviyesini etkileyebileceğini” söylemesidir.
Müttefikler arasında da eleştiri ve tartışmalar olur elbette. Fakat General Votel’in sözleri vahimdir, ayıptır. Türk Amerikan ilişkileri tarihe, hukuki antlaşmalara ve NATO prensiplerine değil de tutuklanan generallere mi dayanıyordu?! IŞİD’le mücadele eden, İncirlik Üssü’nü açan Türkiye devleti değil de tutuklanan generaller miydi?!
Hak ettiği için bu kelimeyi kullanmaktan sakınmayacağım, generalin sözleri Amerika açısından da aptalca beyanlardır.
Putin ve Ruhani derhal darbeyi kınadığı halde Obama’nın üç gün gecikmesi tipik bir örnektir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 9 Ağustos’ta Moskova’ya gidiyor; Batı’yla böyle bir temas yok.
Dostumuz Batı değil de Rusya ve İran mıymış?!
Bu konu ‘dostluk, düşmanlık’ meselesi değildir. Türkiye ile Batı arasındaki sorunlar darbeden önce de önemli boyutlardaydı. Rusya Türkiye’yi yanına çekme düşüncesiyle birdenbire yumuşadı... Yoksa Putin’in kızdığı zaman nasıl davrandığını ‘uçak krizi’ döneminde gördük.
Dünyada da en saygın Osmanlı tarihçisidir. TV’lerde hayat hikâyesi anlatıldığı için ben merhum hocamızın tarihçiliği üzerinde duracağım.
Evvela en az 80 yıl boyunca arşivlerde ve literatürde araştırmalar yaptı. Kendisinin dediği gibi “cumartesi, pazar günleri bile tatil yapmadan” bütün ömrünü tarihe adadı. Arşivlerde binlerce belgeyi incelediği gibi, başta sosyoloji ve hukuk tarihi olmak üzere akraba bilimlerde uzmanlık derecesinde bilgi sahibiydi.
Kendi araştırmalarına da gömülmemiş, önde gelen dünya üniversitelerinde dersler vererek ve araştırmalar yaparak ufkunu genişletmişti.
Gerçek bir bilim insanı olmak için nasıl bir enerji ve ufuk gerekiyor, görüyor musunuz?
EKONOMİK VE SOSYAL TARİH
Görüşmenin en önemli sonucu başta yargı olmak üzere anayasa değişikliğini ele alma konusunda mutabakata varılmasıdır.
Fakat hemen şunu belirteyim: Beştepe’de oluşan güzel tablonun eksiği HDP’dir. HDP dışlanmıştır. Bu partinin PKK ile ilişkisi apaçık bellidir. Peki niye devlet HDP’nin kapatılması için bir girişimde bulunmuyor?
İşte aynı sebepten, yani HDP’ye oy veren 5 milyonu aşkın vatandaşımızda siyasi sistemden dışlanma duygusu yaratmamak için HDP’yi bu tür görüşme ve müzakerelerden de dışlamamak gerekir.
YARGIDAKİ SORUN
Kitaplarından veya konuşmalarından etkilenmenin ötesinde, nasıl oluyor da körü körüne itaat ediyorlar.
Hepsi modern eğitim almış insanlar.
OHAL Kararnamesi’yle kapatıldığı belirtilen kuruluşlara ilişkin “Ek Liste”ye baktım. Toplam 934 adet çeşitli düzey ve alanlarda okul ve sağlık tesisi... Bir tane imam hatip okulu açmamışlar, hepsi Anadolu lisesi, fen lisesi, ilkokul veya teknik okul.
109 tane öğrenci yurdu... 104 tane vakıf...
Demokrasi tarihimize altın harflerle geçecek şu tablo gelecekte de zihinlerden silinmemelidir: Darbeciler bomba yağdırırken Meclis’te AK Partili, CHP’li,
MHP’li ve HDP’li milletvekilleri ölümü göze alarak demokrasiyi savunmak için orada hazır bulunuyordu!
Geçmiş darbelerde hiç böyle olmamıştı.
DARBE VE PARTİLER
CNN Türk’te Nevşin Mengü’nün programında önceki gün sıkıyönetim beklemediğimi, özellikle ordudaki Cemaat örgütlenmesi karşısında olağan hukuki usullerin yetersiz kalacağını, muhtemelen OHAL ilan edileceğini söylemiştim.
Sıkıyönetim ilanı Türkiye’nin imajını büsbütün sarsacağı gibi olağanüstü yetkilerin valilere değil kumandanlara verilmesini gerektirirdi, mümkün değildi.
OHAL, normal hukukun yetersiz kalacağı olağanüstü şartlarda Anayasa’nın ifadesiyle, “temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması”dır.
Temel hak ve hürriyetlerin ortadan kaldırılması değil, belirli ölçülerde “kullanılmasının durdurulması”dır.