Paylaş
İktidarın kutuplaştırıcı ve çatışmacı dilini ben 2010 yılının sonlarından itibaren sürekli eleştirdim. O üslubun pek çok örneği vardır, burada tekrarlayacak değilim. Zaten parti içinde ‘kurucu ilkelere dönelim, fabrika ayarlarına dönelim’ şeklinde sağduyulu seslerin yükselmesi de bu üsluptan şikâyet niteliğindeydi.
15 Temmuz’daki kanlı ve vahşi darbe girişimden itibaren Cumhurbaşkanı ve hükümet yetkilileri muhalefete karşı saygılı, kapsayıcı bir dil kullanıyorlar. Bunu desteklemek ve teşvik etmek gerekir.
NE DİYORLAR
AK Parti’nin 15. kuruluş yıldönümünde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu sözleri fevkalade önemlidir:
“15 Temmuz’a kadar AK Parti’ye oy verenlerden aldığımız güçle tüm Türkiye’ye hizmet etme çabası içindeydik. 15 Temmuz’dan sonra hangi partiye oy vermiş olursa olsun, artık Türk milletinin tamamına karşı kayıtsız şartsız sorumluluğumuz vardır.”
Cumhurbaşkanı, muhalefetin davranışından da takdirle bahsediyor.
Başbakanlığı sırasında Davutoğlu da muhalefetle iyi ilişkiler kurmak istemişti.
Başbakan Binali Yıldırım, hükümetini kurduğu andan itibaren gerilimi düşürme yanlısı oldu. Anıtkabir’i ziyarete gittiğinde “Aziz Atatürk” diye seslenmesi böyle bir mesajdı. Başbakan, ‘içeride de dostlarımızı artıracağız’ diye özetlenen önemli konuşmasını 15 Temmuz’dan önce yapmıştı. (11 Temmuz)
Şu sözler de Başbakan Yardımcısı Numan Kurtuluş’un:
“Dini veya seküler fark etmez, devlet kadrolarında ehliyet, liyakat, millete sadakat esastır. İçki içen de içmeyen de, başını örten de örtmeyen de gelecek.”
Bunlar çok doğru ifadelerdir. Önemli olan uygulamaya ne kadar yansıyacağıdır.
‘BİZDEN OLANLAR’ DEVLETİ!
15 Temmuz darbesi, ‘devlet içinde kadrolaşma’ olgusunun ürünüydü.
Bu musibet hepimize ‘liyakat’ prensibinin önemini hatırlattı.
Devlette kadrolaşan ‘bizimkiler’in bir mistik yapının ‘müritleri’ olması ile bir partinin fanatik yandaşları olması çok mu fark eder? Her iki halde de liyakat ilkesi çiğnenmiş, devletin gücü tüm kamuya değil, belli bir zümreye tahsis edilmiş olur.
‘Bizden olanlar devleti’ bu çağda hayal bile edilemez.
Bundan dolayı, iktidardan duyduğumuz ümit verici beyanların ve liyakat vurgusunun mesela rektör atamalarında görülmesi gerekir. Kamudan çıkarılan elli bin kişinin yerine yenilerini alırken, en önemlisi yılbaşına kadar alınacak sekiz bin yeni hâkim ve savcıyı yazılı sınavdan sonra ‘sözlü mülakat’tan geçirirken mutlaka ‘bizden’ değil, ‘liyakat’ ilkesi uygulanmalıdır.
Böyle davranıldığına toplumda güven yaratılmadan Başbakan’ın vurguladığı ‘çetelerden arındırılmış, tarafsız, bağımsız yargı’ inşa edilemez.
Uygulanan “cadı avı”nın endişe verici boyutlara ulaştığını ayrıca yazacağım. Başbakan da bu konuda endişeli olmalı ki, uyarılarda bulunuyor.
BİR TAVSİYE
Devlet kurumlarının ‘bizden’ değil, her eğilimden vatandaşlara karşı tarafsız olmasının ne kadar önemli olduğuna dair akademik bir araştırmayı herkese tavsiye etmek istiyorum: Gabriel Almond ve Sidney Verba’nın ‘Civic Culture’ adlı anıtsal eseri...
ABD, Almanya, İtalya, İngiltere ve Meksika’da yaptıkları araştırma şu gerçeği gösteriyor: Kamu kurumlarının ve özellikle yargının tarafsız olduğuna güvenilen ülkelerde siyasi istikrar var, bürokrasi iyi işliyor. Ama bu güven yoksa o ülkelerde gerilim katsayısı yüksek oluyor, bürokrasi de verimsiz!
Sayın Başbakan, biliyorum vaktiniz yok ama lütfen bir danışmanınız bu kitabı inceleyerek size yarım saatlik bir brifing versin.
Paylaş