Çünkü onlar bırakın TEOG’a son vermeyi, sınavlarda “ucu açık sorular aşamasına geçiş” hazırlığı içindeydiler.
TEOG sistemini geliştirerek olgunlaştırmak yerine, birdenbire “yeni sistem” gündeme gelmişti; ne olduğu henüz bilinmeyen yeni sistem.
‘BİLGİ NOTU’
Bakanlığın üst düzey görevlileri hemen bir “bilgi notu” hazırladılar; Cumhurbaşkanı’na sunması için bakana vermek üzere.
Şöyle diyorlardı:
“Bir değişikliğe gidilecekse örneğin e-okul üzerinden velilere, öğrenci ve öğretmenlere yönelik anketlerle görüş alınması ve nihai kararın bu anketlerin sonuçları ile verilmesi sürecin demokratik yönetilmesi açısından büyük önem arz etmektedir.”
Fakat maalesef bu “bilgi notu” bir işe yaramadı. Bakan İsmet Yılmaz dün TEOG’un bu sene uygulanmayacağını açıkladı.
Veli ve öğrencilerin onca emeği bir tarafa, alelacele hazırlanacak yeni sistem daha büyük sorunlar yaratmayacak mı?
“Ortadoğu’ya baktığınızda eski sınırlar sadece kâğıt üzerinde kalmış. Bölgedeki yeni gerçekler Ortadoğu haritasını yeniden çiziyor” (14 Mart 2016)
Barzani’nin “Kerkük’ün savunması için elime silah alıp Peşmerge olmaya hazırım” sözü de önemli bir işarettir. (21 Haziran 2014)
Barzani’nin vurguları dikkat çekicidir: Lozan’dan beri diyerek ifade ettiği özlem, Ortadoğu’da mezhep kaynaklı kanlı çatışmalar, sınırların yeniden çizilmesi ve Kerkük iddiası...
LOZAN’IN DEĞERİ
Evvela Lozan’ı bilgisizce çekiştirenler Lozan’ın değerini anlamalıdır: Birinci Dünya Savaşı sonunda çizilip de İkinci Dünya Savaşı’nı aşarak bugüne kadar devam eden, böylece bölgesel istikrarın da en temel unsuru olan bir antlaşmadır Lozan.
Barzani’nin ikinci vurgusu Ortadoğu’da sınırların yeniden çizilmesi olgusudur.
Hangi açıdan bakılsa Irak’ın Suriyeleşmesi tehlikesi görünüyor.
Avrupa’da ise Çekler ve Slovaklar tokalaşarak ayrıldılar.
Bu açıdan ülkemiz uluslararası camiada çok sıkıntılı bir görüntü veriyor.
İşte AİHM gazetecilerin başvurularını kabul etti, Adalet Bakanlığı’ndan savunma istedi.
AYM Ahmet ve Mehmet Altanların başvurusunu “pilot dava” olarak kabul etti; bakalım ne karar verecek.
Bugün meslektaşlarımız Şahin Alpay, Ali Bulaç, Mümtazer Türköne ve Ahmet Turan Alkan duruşmaya çıkacaklar, sıraları gelirse ilk savunmalarını yapacaklar.
Salı günü Nazlı Ilıcak’la Ahmet ve Mehmet Altanların duruşması var.
İKTİDARIN GÖRÜŞÜ
İktidar açıklamalarında “Bunlar gazetecilik yapıkları için tutuklanmadılar” diyor. Fakat dava dosyalarında “yazı, haber, konuşma” dışında tek delil yok.
Can Dündar ve Erdem Gül
Çanakkale’de kimlerin yan yana yattığını anlatarak “milli birlik ve beraberlik” demiyor muyuz?
Merhume Hatun Hanım Ankara’ya defnedilmesini vasiyet ettiği halde bunu engelleyenler sadece insanlık dışı bir barbarlık yapmadılar, “milli birlik ve beraberliğimize” bir dinamit de atmış oldular.
MEZARLARI AYIRMAK
HDP’li Sırrı Sakık’ın genç eşi Gülsima Sakık 2007’de vefat ettiğinde Ankara’da Gölbaşı Mezarlığı’na defnedilmişti. Nisan 2010’da, Gölbaşı Belediye Meclisi’nin aşırı sağcı birkaç üyesi ”teröristlerin toprağımıza gömülmesini” kınayarak açıklamalar yapmıştı!
Çok üzücü gerilimler çıkmıştı... Ahmet Türk ve Sırrı Sakık olgun davranmış, itidal çağrısı yapmışlar ama partilerinden “sabrımız taşarsa Karadeniz’de, Ege’de, Marmara’da taşar” gibi laflarla tahrikçi açıklamalar da yapılmıştı.
O günlerde “Kürtçü ve Türkçü milliyetçilikler birbirini besliyor” diye yazmış, bu davranışları kınamıştım. Merhume Aysima Hanım’ın mezarını ziyaret edip Fatiha okuyarak çiçek bırakılmasını önermiştim. (Milliyet, 16 Nisan 2010)
Mezarları bile ayırmak gibi bölücü bir davranış yine hortladı; PKK’nın ekmeğine yağ sürdüler.
SİYAH-BEYAZ KÖRLÜĞÜ
Neticede, sanayileşmiş devlerin vuruştuğu savaşta, nüfusunun yüzde 80’i köylü olan Osmanlı maddeten ve manen tükenmişti. Prof. Metin Ayışığı’na göre, kâğıt üzerinde 1.5 milyon asker görünen Osmanlı ordusunun fiili mevcudu 70 bine düşmüştü.
Firarlar korkunç boyutlardaydı.
MONDROS MÜTAREKESİ
18 Ekim 1918’de Ahmet İzzet Paşa hükümetine brifing veren Alb. Nuri Bey şöyle diyordu: “Memleketin hiçbir noktasını müdafaa edecek kuvvetimiz yoktur. Belki birkaç gün sonra Halep’i, Adana’yı, Musul’u işgal edeceklerdir. Belki İstanbul’a, Boğazlara, İzmir’e hücum edeceklerdir. Bir avuç eşkıyanın bile memleketi işgal edebileceği bir hale geldik.”
Ne duruma düşülmüş, görüyorsunuz.
İşte bu vahim çöküş sebebiyledir ki Milli Kurtuluş İstanbul’dan çıkmayacak...
İzzet Paşa hükümeti 30 Ekim’de Mondros Mütarekesi’ni imzaladı.
İtilaf devletleri Mütareke şartlarını da ihlal ederek işgaller yapacaklardı.
Dinsel olsun, pozitivist olsun, dogmatizm.
Tarihçi Mete Tunçay, 1980’lerde “Türkiye’de bütün akımlar dogmatiktir” demişti; çok değişmedi.
Siyasi hayatımıza ideolojilerin ağır bir surette hükmetmesi ve bağımsız düşüncenin cılız kalması da aynı problemin diğer bir tezahürüdür.
Yargı gibi bilim hayatımız da “el değiştiriyor” ama kendi kurallarıyla bağımsız halde ayakta duran bir kurumlaşma düzeyine yeterince ulaşamıyor.
Konuya “din-laiklik” gibi yahut “şanlı atalarımız” ve “Batı taklitçiliği” gibi klişeler açısından bakmak, iki taraf için de siyasi ezberlerden öteye geçmez. Düşünülmesi gereken çok soru var:
Osmanlı’nın hiçbir döneminde bilim, hatta dini bilimler bile, İslam medeniyetinin 12. yüzyıla kadar olan parlaklığına ulaşamadı. Neden?...
Batı ortaçağında kiliselere bağlı özerk üniversiteler evrimleşerek modern üniversitelere dönüştü, tüzel kişiliği olmayan medreseler bu evrimi gösteremedi.
Neden?...
İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Kazakistan’ın başkenti Astana’da “Bilim ve Teknoloji Zirvesi”ni açan Erdoğan eğitimin önemini vurguladı. İslam dünyasında nüfusun yüzde 55’inin okuryazar olmadığını hatırlattı, beyin göçünden yakındı.
Cumhurbaşkanının bu duyarlılığı elbette memnuniyet vericidir ama Türkiye’nin durumuna da bakmak gerekir.
TÜRKİYE’NİN DURUMU
AK Parti iktidarında eğitim yatırımları, okul ve üniversite sayıları, AR-GE’ye milli gelirden ayrılan pay arttı.
Bu nicelik gelişmelerinin yanında, şu vahim gerçekleri de görmeliyiz:
- Bilimsel yayın sayısında çok gerilerimizden gelen İran 2010 yılında Türkiye’ye yetişti ve Türkiye’nin önüne geçti.
- THE’ye göre, dünyadaki başarılı üniversiteler sıralamasında bizim üniversitelerimiz seviye kaybediyor. Dünyadaki 30 bin üniversiteden ilk 1000’e giren üniversitelerimizin sayısı 18’den 8’e düştü. İlk 350’ye giren 4 üniversitemiz vardı, bunlar 350’nin altına düştüler.
-