Paylaş
Bu sonucu yaratan ise “Sorun bizim değil” diyen iktidar partisi oldu.
Tutuklu isimlerin adaylığını doğru bulmayan benim gibi isimler dahi ilk bakışta AKP’nin bu yaklaşımını doğru bulabilir; ancak kazın ayağı öyle değil.
Bir kere; her sözünde ‘milli iradeyi’ anan bir partiden, halk, bu isimlerin çoğunun durumunu bile bile oy vermişse, böylesi bir yaklaşım beklenemezdi.
İkincisi, Başbakan Tayyip Erdoğan da bir yargı kararıyla milletvekili olamadı. O günün TBMM’deki tek muhalifi CHP, “Sorun bizim değil, yargının” demedi; Anayasa değişikliğine dahi onay vererek Erdoğan’a Başbakanlık yolunu açtı.
Çifte standardın alası
Hani kimse çıkıp, ‘Canım suç nitelikleri farklı’ da demesin; çünkü herkes kendi penceresinden baktığı için kimi de, “Başbakan da şiir okuduğu için değil, ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ iddiasıyla mahkûm edildi” diyebiliyor.
Başından beri yazıp çizdiğim bir noktayı daha anımsatmak isterim.
Yargıçların başı diye bakacağımız HSYK 1. Başkanı, seçimin ertesi günü çıkıp, “Milletvekilleri dosyası benim önüme gelseydi, ben tutuksuz yargılanmalarına karar verirdim” dediği bir Türkiye burası.
Yani sorun, yasal düzenleme yapılmadan, yargı eliyle çözülebilecekken, ‘milli irade’ bir kez daha hesap dışı tutulduğu için bugüne gelindi.
Yargının bağımsız olduğuna atıfla, “Ne alaka” eleştirisi yapanlar çıkabilir; ancak bu noktadaki sorun, yargıdan çok muhafazakâr dünyanın bakışında.
Bugüne kadar defalarca, bazı mahkeme kararları üzerine, “Milli irade ayaklar altında” diye ayaklanan bu dünyanın şimdiki sessizliği çok düşündürücü.
İnanıyorum ki iktidara destek veren muhafazakâr çevreler, örneğin seçimden önce YSK, bu tutuklu vekillerinin bazılarının adaylığını ‘veto’ ettiğinde sergiledikleri kamuoyu baskısını yineleseydi sorun çoktan çözülmüş olurdu.
Ancak bu çevreler Başbakan’ın, “Bizim sorunumuz değil” yaklaşımını aynen benimseyince yargı bir kez daha ‘milli iradeyi’ unutma yoluna gitti.
Mahkeme kararları karşısındaki bu farklı yaklaşımı çifte standardın alası olarak nitelemek ise pek haksızlık sayılamaz.
Hak sadece benim için
Sonuçta darbe, sadece milli iradeye değil, adalet de vurulmuş oluyor.
Çünkü tutuklu kişiler iktidara yakın bilinen isimler ise kamuoyu baskısının alası yapılıp, gerektiğinde yasal düzenlemeye gidilerek sonuç alınabiliyor, konu muhalif isimler olunca “Bana ne” deniyorsa bu sonuç çok normal.
Erdoğan’a Başbakanlık yolu açılması, MİT Müsteşarı’nın yargıdan korunması, Deniz Feneri e.V sanıkları tahliye edilirken savcılarının mahkeme önüne çıkarılması da bu algıyı yaratan basit gerekçeleri oluşturuyor.
“Hak, sadece benim içinse haktır” anlayışı da böyle yerleşiyor işte.
Sanıkların 3 yıldan fazladır tutuklu olduğu ve kaçma şüphesinin savunulamayacağı bir durum varken yargının ‘tutukluluk ısrarına’ iktidar çevrelerinin böylesi desteği, nereden bakılırsa bakılsın, ‘milli iradenin’ kimileri için sadece çoğunluk anlamında kullanıldığının göstergesi olur.
‘Cemil Çiçek ne diyecek’ diye bekleyen de ‘Yargı bu kez düğümü çözecek’ diyen de çok ve umalım ki asıl doğru olan bu yol işletilir.
Ancak görünen köy kılavuz istemez; AKP mevcut bakışını korudukça Türkiye, ‘milli iradenin’ temsilcilerini cezaevinde tutma rekorunu sadece egale eder.
Yok, AKP’nin amacı bu sıkıştırmayla Anayasa değişikliğinde istediğini almak ise bu yöntem ne kadar doğru ve etik bulunur, ayrıca tartışmak gerek.
Paylaş