Yüksek fire, bir yanıyla sonucu içine sindiremeyenlerin sanılandan çok fazla olduğunu kanıtladı, diğer yanıyla da AKP için bir yüzleşme nedeni doğurdu.
Çünkü, ‘yolsuzluk, yoksulluk, yasaklarla mücadele’ sözüyle iktidar olan, yolsuzlukla mücadele için programına, ‘savcıların yetkileri artırılacak’, ‘milletvekili dokunulmazlığı TBMM söylemleriyle sınırlandırılacak’ maddelerini koyan bir partiydi AKP.
Önceki dönemlerin yolsuzluk iddiaları üzerine giderken de bunu anımsattılar.
Sözcüleri TBMM kürsüsünden, “Bu çatı altında şaibe barınamaz, gidin Yüce Divan’da aklanın” dedikçe, başbakan-bakan dinlemeden siyasileri tek tek, Ahmet Necdet Sezer’in seçtiği isimlerden oluşan Yüce Divan’ın önüne yolladılar.
‘UZAKLAŞTIRMA YETERLİ’ DEVRİ
Bugünse,
Tersi çok olağanüstü bir gelişme olur, çünkü en tepelerden gelen telkin/baskılar; medyasından STK’larına, iktidara destek veren çevrelerin AKP milletvekilleri üzerinde estirdikleri rüzgârlar, malumun ilanıydı.
Ancak, siyasetin kararı ne olursa olsun, bu soruşturma birçok yanıyla hem toplumun yüreğine hem de tarihin sayfalarına derin biçimde kazındı artık.
Kazınanlar arasında manevi duygular da var, yolsuzluk algısı da. Ama bir şey daha var ki, ‘Allah kimsenin başına vermesin’ demeli!
BULDU BELASINI ÇOK DA İYİ OLDU
Kastım, siyasetçi babalarla evlatlarının ilişkisi.
Soruşturma sürecinde bu konuda öyle ibretlik tablolar yaşandı ki, ‘Allah kimsenin başına vermesin’ demek zorunda kaldık. Yoksa bir baba, komisyonda oğlu için şu lafı eder miydi?
“Buldu belasını işte, çok da iyi oldu.”Ne tutanaklardaki bu alıntıda ne de yazının tamamında bakan veya oğul adı kullanacağım, çünkü sorgulanması gereken isimler değil, anlayış. Peki, bir baba yukarıdaki ‘beddua’ gibi sözleri neden etmiştir?
HDP’nin seçime bağımsız adaylar yerine parti olarak girmesi üzerinde epeyce duruluyor, olası sonuçları kafa karışıklığı yaratıyor.
MHP, muhalefet içinde ‘hani en rahat’ parti dense yeridir, çünkü seçmeni MHP’yi, misyonu açısından çok da sorgulamaktan yana değil.
Her zamanki gibi en çok eleştiri yine CHP’ye geliyor; seçime nasıl gireceği, alacağı oy oranı üzerindeki tartışma/kaygı/kuşkuların sonu gelmiyor.
Bunu sadece CHP’yi eleştirme kolaycılığı diye de görmemeli; asıl neden ‘anamuhalefet’, yani iktidara en yakın parti olmasından kaynaklanıyor.
İDDİANIN GEREKÇELERİ
Haziran seçimini yaşamsal gören muhalif seçmen gözünde CHP, bu seçime hem daha zor hem de daha elverişli ortamda giriyor.
Komisyonun bu kararı üzerindeki yorumlar, tartışmalar sürüp gidiyor; ama o karar için en doğru değerlendirme artık tarihe yazıldı.
Tarihin yazacağı, kararı verenlerin çocuk ve torunlarına da mirası kalacak.
Komisyon başkanı Haklı Köylü için ise belki özel bir bölüm açılacak.
Bunun nedenini tutanak dışı bazı örneklerle anlatmak isterim.
YETERLİ KANAAT OLUŞMUŞTU
Malum, çalışmaları sona yaklaşırken komisyonu yakından izleyen herkeste kanaat,
En azından, Amin Maalouf’un “Çivisi Çıkmış Dünya” kitabında cesaretle dile getirdiği eleştiriler üzerinde Batı dünyası da Türkiye de epey düşünmeli.
Kitaptaki temel vurgu şöyle özetlenebilir:
“Batılı güçler, müdahale ettiği ülkelerde kendilerindeki gibi demokrasi, özgürlük, insan hakları, hukuk uygulamak yerine, oradaki kötü örnekleri daha vahşi şekliyle sürdürüyorlar.” Maalouf o nedenle, bu ülkelerdeki insanların, yıkılan diktatörlüklerle yeni rejimler arasındaki farkı yaşamadığını, bunun da radikalizmi beslediğini anlatmaya çalıştı.
ARAP DÜNYASINI YANLIŞ OKUMAK
Konuya Türkiye açısından bakıldığında ise işe, yanlışları görerek başlamalı.
Türkiye’nin, özellikle de Ortadoğu ülkelerindeki gelişmelerde, Batılı güçlerin müdahalesi yönünde tutum alması, hatta Suriye örneğindeki gibi, ısrarla teşvik etmesinin sonuçları artık açık ve net ortada.
Demokrasiye darbe, TBMM’ye tehdit içeren o ilandan sonra ikinci işareti, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu verdi. İstihbarat, yargı ve polis eliyle darbe yapılmak istendiğini iddia edip, “AK Parti kendi değerleriyle çürüğünü yine kendisi temizleyecektir” dedi.
(Dün Başbakan Davutoğlu da benzer sözler söyledi.)
Tek kelimeyle, bunlar vahim sözler. Sanki 13 yıldır ülkeyi başkaları yönetiyordu, sözünü ettiği üç kurumu da baştan aşağı o başkaları değiştirmiş, AKP ise kenarda seyirci kalmış gibi.
‘Saflık’ denen bu seyirci konumu artık kabak tadı verdi de, ‘çürüğe’ cezayı, yargı yerine parti kesecekse artık, ne yargı ne de hukuk devleti var demektir.
SEZER’E GÜVEN GÜL’E ASLA
Türkiye’de akıl sağlığını korumak birinci görev haline geldi.
AB ülkelerine bakarak oranı makul bulan iktidar sözcüleri var; ancak sanırız, Türkiye’nin yükselen ülkeler liginde olduğunu unuttular.
Bu unutkanlık, yıllık büyüme ortalaması 1923-2002 arası yüzde 4.6, İkinci Dünya Savaşı sonrası yüzde 5.1 olan bir ülke için hiç hayra vesile görülemez.
Çünkü 13 yıl sonra, hem de tek parti iktidarında, büyük ekonomiler arasında iki basamak gerileyip 19’uncu sıraya düşen bir ülkeyiz artık. İşsizlik ve yoksulluk daha fazla yaygınlaşsın istenmiyorsa, bu tablonun nedenleri derinlemesine sorgulanmalı.
UYUMU DÜŞÜK TÜRKİYE
Görmek isteyenlere perşembenin gelişi çarşambadan belliydi.
Bir diğerinin manşetinde ise ben dahil 360 bin ismin dinlendiği vardı.
Başbuğ tutuklanırken, milyonlar dinlenirken hem de tüm uyarılara rağmen, o günlerde hangi manşetleri attıklarını hiç sormayalım.
Bu ülkede 13 yıldır büyük bir illüzyon yaşandığını yazıp çizdiğim için, sadece ‘paralel’ konusunda olsa da birilerinin gözündeki perde kalkmışsa sevinelim!
Ama ne ironi değil mi; Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın itiraf ettiği gibi o perde, tam 11 yıl sonra, büyük yolsuzluk iddialarına kaynaklık eden 17/25 Aralık soruşturmaları üzerine kalktı.
HİÇ DEĞİLSE NEDAMET
Yani, o gün bugündür yolsuzluk iddiaları iktidara, ‘vatan haini, terörist, ajan’ ilan ettiği ‘paralel’, devleti nasıl ele geçirmiş, görme şansı verdi!
Onca yıllık mutlu-mesut beraberliğin, evliliklerde yaşandığı gibi, akçeli konularla bitirildiği, itirafların da bunun üzerine geldiği yönünde algısı doğması da ayrı bir ironi.