Arjantin’de doğan, Küba’da devrim yapan ve Bolivya’da kurşuna dizilen efsanevi devrimci Che Guevara, ölümün 40. yılında tüm dünyada etkinliklerle anılıyor.
Peki Osmanlı topraklarında doğup bir başka ülkedeki devrimci ayaklanmalara katılan "Che Guevara"larımız olduğunu biliyor muydunuz? Fransa’da cumhuriyeti korumak için gönüllüler ordusuna katılanlardan, İran’da meşrutiyet için dağa çıkanlara kadar... İşte Osmanlı’nın devrimci "Che Guevara"ları.
ADI Ömer Naci’ydi. Askeri künyesinde
"1878-Beylerbeyi İstanbul" yazılıydı. Aslında doğum tarihi ve yeri bilinmiyordu.
Kafkas göçmeni bir ailenin çocuğuydu. Ailesini daha kundakta iken kaybetmişti.
Kafkasya’dan dönen Defterdar
Cemal Bey, yolda bulduğu bebeği evlatlık aldı. Onu öz evladı gibi sevdi. Çok iyi eğitim olanakları sundu.
Ömer Naci, küçük yaşta Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi.
MUSTAFA KEMAL’İN ARKADAŞI
Ömer Naci ilk siyasal görüşlerle Bursa Işıklar İdadisi’nde tanıştı. Devrimci Jöntürkler’in yayınlarını gizli gizli okumaya başladı.
Korkusuzdu. Görüşlerini arkadaşlarına anlatırken hiç sakınmıyordu. Çok iyi hatipti ve askeri öğrencileri çok çabuk etkisi altına alıyordu.
Hürriyetperver fikirleri yüzünden birkaç kez hapse kondu Babasının torpiliyle kurtuldu hep.
Okul yönetimi başedemedi. Manastır Askeri İdadisi’ne sürgüne gönderildi. Burada da kısa zamanda askeri öğrencilerin lideri oldu.
Yakın arkadaş olduğu isimlerden biri
Mustafa Kemal’di.
Ömer Naci, Mustafa Kemal’in sadece ilk siyasi öğretmeni değildi; ona edebiyatı da sevdiren arkadaşıydı.
Namık Kemal’in,
Tevfik Fikret’in şiirlerini
Mustafa Kemal’e o tanıtmış, o sevdirmişti.
Ömer Naci okul çağlarında şair oldu. Şiirleri devrin önemli edebiyat dergilerinde yayımlandı.
Ömer Naci ateş topu gibiydi; yerinde duramayan bir gözüpekti.
Ama aynı zamanda soğukkanlılığı hiç elden bırakmıyordu. Arnavutluk’ta çıkan bir isyanı bastırmak için orduya gönüllü katılmak isteyen
Mustafa Kemal’in de arasında bulunduğu arkadaşlarını uyaran da oydu:
"Muayyen bir kemale erişmeden yapılacak ataklıklar fayda yerine zarar getirir. Sabırlı olmak lazımdır."
Sabırlı olmayı öğrendiler mi? Dönem buna uygun zamanı verecek gibi değildi.
PARİS’E KAÇIYOR
Ömer Naci 1902’de Harbiye’den Mülazım (Teğmen) olarak mezun oldu. Üsküp’e tayin oldu. Bir yıl sonra, komutanı Binbaşı
Mehmed Ali Bey’in 17 yaşındaki kızı
Emine ile evlendi. Bir yıl sonra oğlu
Hikmet dünyaya geldi.
1905’te Jandarma teşkilatını organize etmek için Selanik’e gelen İtalyan komutan
Generali Georgi’nin yaveri olması, yaşamını toptan değiştirdi.
Devrimci fikir hareketlerinin merkezi olan Selanik’te, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin temeli olan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin kuruluşunda bulundu.
Selanik’te aynı zamanda edebiyat çevreleriyle tanıştı;
"Çocuk Bahçesi" isimli edebiyat dergisinde makaleler yazdı.
Bir makalesi yüzünden dergi kapatıldı.
Ömer Naci tevkif edilmemek için 1907’de Paris’e kaçmak zorunda kaldı. İkinci çocuğu
Müzeyyen henüz yeni doğmuştu.
Paris’teki muhalif Osmanlılar iki gruba ayrılmıştı: Liberal
Prens Sabahaddin ile İttihatçı
Ahmed Rıza.Dr. Nazım’ın konuşmalarından etkilenerek İttihatçı ekipte yer aldı. Grubun Bonaparte Sokağı’ndaki lojmanında yaşamaya başladı. Sürgünde çıkan meşrutiyet yanlısı yayın organlarına makaleler yazdı.
İttihatçıların amacı Sultan
II. Abdülhamid’e meşrutiyeti ilan ettirmekti.
Ama bu arada İran’daki gelişmeleri de yakından takip ediyorlardı.
Mehmed Ali Şah, İran parlamentosunu kapatmış, meşrutiyete son vermişti. İttihatçılar İranlı devrimcilere yardım etme kararı aldılar.
İRAN’DA TÜRK KOMİTACI
Devrimci
Ömer Naci gizlice İran’a gitti. Paris kıyafetlerini çıkarmıştı artık. Miskin günleri geride kalmıştı.
Türklerin yoğun olduğu Hoy kentine yerleşti. Sırat-ı Müstakim adında dergi çıkardı. Ama İran’daki karışıklıklar Hoy şehrine de ulaşınca dağa çıktı. Elinde artık kalemi yoktu.
O, elinde tüfeği, başında kalpağı, ayağında çizmeleri ve yerel kıyafetiyle İranlı ihtilalcilerden farklı değildi.
Elli kişilik bir çeteyle geziyordu. Şah taraftarı köylere bile gidip camilerde propaganda yapıyordu. Kimi zaman keskin nişancı bir silahşor, kimi zaman fedakár bir misyonerdi.
Bir gün Şah’ın güçlü bir takip kolu,
Ömer Naci çetesini pusuya düşürdü.
Ömer Naci, altı arkadaşıyla birlikte yakalandı. Diğerleri kurtulmayı başardı.
Şahın askerleri,
Ömer Naci ve arkadaşlarını tek bir direğe bağladılar. Günlerce aç susuz bıraktılar.
Ömer Naci ve arkadaşları konuşmadılar. Hatta
Ömer Naci, "İranlılar Şii’dir" diye adının
"Ömer" değil
"Ali" olduğunu söyledi.
Konuşmayacakları anlaşılınca İranlı devrimciler bir savaş topunun önüne konuldu ve top ateşlendi. Sıra
Ömer Naci ve arkadaşı
Hüsrev Sami’ye gelmişti. İranlılar, Osmanlı tebaasına bağlı oldukları için öldürmeye karar veremiyorlardı. Hapishaneye götürdüler.
Şans
Ömer Naci’ye güldü: Bu olayların yaşandığı sırada Osmanlı’da II. Meşrutiyet ilan edildi. İttihatçılar devrim yapmıştı.
Diplomatik temaslar sonucu
Ömer Naci ve arkadaşı serbest bırakıldı.
Ömer Naci’yi sınırda, İttihatçıların Doğu ve Güneydoğu cemiyetlerini kurması için görevlendirdikleri Binbaşı
Vehip Bey karşıladı.
Söz açıldı yazayım; Binbaşı
Vehip (Kaçı)
Bey, yıllar sonra 1935’te, İtalyanlara karşı bağımsızlık mücadelesi veren Habeşistan’a (Etiyopya) gönüllü olarak gitti. İşgale direnen Habeşlilerin komutanlığını yaptı!..
O nesil başkaydı.
Biz tekrar
Ömer Naci’ye dönelim...
İhtilalci
Ömer Naci, Erzurum, Muş, Trabzon’da seyyah bir derviş oluverdi; meşrutiyet devrimini öven ateşli nutuklar söyleyerek İstanbul’a gitti.
İstanbul’da fazla kalmadı; tekrar yollara düştü. Yurdun dört bir yanında konferanslar verdi, mitinglerde konuşmalar yaptı.
BABIÁLİ DARBESİ
1910’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin merkez komitesine seçildi. Kırkkilise (Kırklareli) mebusu olarak Meclis’e girdi. Adı bakan olacaklar içinde geçiyordu.
Ama
Ömer Naci koltuklarda oturarak, Meclis’e giderek politika yapmayı sevmiyordu.
O bir serdengeçtiydi. Eski Türk akıncılarının ruhunu taşıyordu sanki. Kendini vatanına adamıştı.
1911’de İtalyanlar Trablusgarp’a saldırınca, günlerce aç susuz çölleri aşıp cepheye koştu. Yol parasını bir arkadaşından ödünç almıştı.
Enver’den
Mustafa Kemal’e;
Ömer Naci’den
Yakup Cemil’e kadar hepsi, Osmanlı İmparatorluğu’nu bir arada tutabilmek için var güçleriyle cepheden cepheye koşuyorlardı. Bir mucizeyi gerçekleştirmek istiyorlardı.
Bu arada muhalif Hürriyet ve İtilaf Fırkası, askeri gücü cephede olan İttihatçıları iktidardan uzaklaştırdılar.
Balkan hezimeti, devletin üzerine bir kara bulut gibi çökmüştü. Devlet yönetimine kargaşa hákimdi.
Ömer Naci’nin de aralarında bulunduğu bir avuç idealist, bu kötü gidişe dur demek için ihtilal yapmaya karar verdi.
1913’te Babıáli’yi basıp iktidarı devirdiler.
Bu darbede halkın desteğini almalarında
Ömer Naci’nin heyecanlı nutuklarının büyük payı vardı kuşkusuz.
Feylesof
Rıza Tevfik ve (adı spor salonlarına verilen)
Selim Sırrı ile birlikte, at üzerinde mahalle mahalle dolaşarak nutuk atmışlardı.
Bir ihtilal devriyesiydi onlar!
KERKÜK’TE BİR ŞEHİTLİK
Birinci Dünya Savaşı’nda
Ömer Naci, Teşkilat-ı Mahsusa’nın bir neferiydi.
Mezopotamya bölgesinde görevlendirildi. Görevi İran’daki Azeri Türklerini ayaklandırmaktı.
Bir avuç fedai müfrezesiyle bir yanda mahalli güçleri örgütlüyor, diğer yanda Rus ordusuna baskınlar, sabotajlar yapıyordu.
Ölümle alay ediyordu.
"Ölüm nereden gelirse gelsin hoş geldi sefa geldi" diyordu sanki.
1915’te emrindeki fedailerle Tebriz’e girdi. Hüveyze ve Ahraz’daki petrol borularını havaya uçurdu. Urumiye civarında Ruslara büyük kayıplar verdirdi. Bahtiyar aşiretini İngilizlere karşı ayaklandırmaya çalıştı.
Cepheden cepheye koşarken tifüse yakalandı. 29 Temmuz 1916’da, ateşin ve barutun arasında hayata gözlerini kapadı.
Kerkük’e defnedildi. Mezarı halen, Kerkük Türk Şehitliği’ndedir.
Dünya
Che Guevara’yı tanıyor; anıyor.
Peki biz
Ömer Naci’yi biliyor muyuz?
Geçmişini bilemeyen geleceğini kuramaz.
PARİS KOMÜNÜ’NDEKİ TÜRKLER
DOKUZ kişiydiler:
Reşad Bey, Nuri Bey, Agáh Efendi, Rıfat Bey, Mehmed Bey, Hüseyin Vasfi Paşa, Ziya Paşa, Ali Suavi ve
Namık Kemal.Avrupa’ya kaçmak zorunda kalmışlardı. 1867 Mayıs’ında İstanbul’dan ayrılmalarının nedeni, hürriyet aşkıydı. Meşrutiyetin ilan edilmesini istiyorlardı.
Avrupa’ya kaçtıklarında ilk yaptıkları gazete çıkarmak oldu.
"Muhbir", "Hürriyet", "İttihat" vs.
Ancak yıllar geçtikçe dokuz ihtilalci arasında kişisel ve ideolojik ayrışmalar yaşandı. Grup dağıldı. Kimi Londra’ya, kimi Cenevre’ye, kimi de Brüksel’e gitti.
Genç Osmanlılar’ın ilk kurucuları;
Reşad, Nuri ve
Mehmed birbirlerinden kopmadılar, Paris’te kaldılar. Aslında bu üç isim, başından beri diğerlerinden farklıydı.
Öncelikle onlar, meseleyi sadece Saray’dan mevki kapmak olarak gören Mısırlı Prens
Mustafa Fazıl’ın teklifiyle yurtdışına çıkmamışlardı.
Bu nedenle
Namık Kemal, Ziya Paşa ve diğerleri gibi
Mustafa Fazıl’dan para/maaş almamışlardı. Onlar ihtilalcilikle parayı birleştiremiyorlardı.
Meseleyi sistem sorunu olarak görüyorlardı.
"Sadrazamların veya bürokratların değişmesiyle sorun çözülemez" diyorlardı.
1870 yılında Genç Osmanlılar kendi sorunlarıyla boğuşurken, Fransa’yı da hiç iyi günler beklemiyordu.
III. Napolyon’un başlattığı, Fransız-Prusya Savaşı, Fransızların yenilgisiyle sonuçlandı. Prusyalılar Paris’i kuşattı.
Parisliler Cumhuriyetçi General
Louis Adolphe Thiers liderliğinde direnme kararı aldı.
Paris’teki üç Jöntürk;
Reşad, Nuri ve
Mehmed, bir akşam Saint-Michel’deki bir kahvede oturup ne yapacaklarını konuştular.
Üçü de aynı fikirdeydi. Parisliler gibi onlar da cumhuriyeti koruyacaklardı.
4 Eylül 1870’te General
Thiers’e mektup yazdılar. Üç mektubun da metni aynıydı:
"General, Türk’üm ve vatanıma Fransa’nın yaptığı hizmetleri unutmadım. Minnet duygusunun ve büyük bir millete zaruri olan demokratik ruhun heyecanıyla yazıyorum.
General, sizden rica ederim; Fransız cumhuriyetinin düşmanlarıyla harp etmek için beni gönüllü olarak Fransız ordusuna alınız.
Vatanseverliğiniz hakkındaki hayranlığımı ve cumhuriyetçi Fransa için beslediğim bağlılık duygularımı lütfen kabul ediniz General."
Yanıt olumluydu.
Üç Jöntürk, Fransız Ordusu’na katıldı.
Prusya işgaline karşı direnen Parislilerin yanında üç de Türk vardı artık.
Karargáhtan kendilerine askeri giysiler verildi. Üniformaları giydiler.
Ama, bir tek başlarındaki kırmızı fesleri çıkarmadılar. Onlara,
"kırmızı fesli Türk gönüllüleri" adı verildi.
İşgal, Paris’i gün geçtikçe zora soktu. Yemek ve su stokları tükenmişti.
Prusyalılar kenti sürekli topa tutuyordu.
General
Thiers, Prusya ile anlaşma imzalamak zorunda kaldı.
Paris düştü.
Ancak Paris’in bu kadar rahat elden çıkarılmasını yoksul mahalleler kabul etmedi. Direnişe devam kararı aldılar. 1871 Mart’ında Paris Komünü yönetimi devraldı.
Yoksulların, işçilerin Paris’i ele geçirmesine karşı çıkan Fransız burjuvalar, Versay Ordusu’yla Paris’e saldırdılar.
Tüm bu kargaşalar sürerken
Reşad, Nuri ve
Mehmed, Brüksel’deki Jöntürk
Agáh Efendi’nin yanına gittiler. Yol parasını
Reşad’ın baba yadigárı saati satarak bulabilmişlerdi.
Sonraki aylarda yine Paris’e döndüler ama Paris eski Paris değildi artık. İstanbul’a dönüp dönmeme konusunda aralarında tartışma çıktı.
Mehmed, diğer ikiliden ayrıldı.
Reşad ve
Nuri Bey, İstanbul’a dönmenin yollarını aramaya başladı.
Yurda döndüklerinde cezaevine girmek istemiyorlardı. Akrabaları ikisi için seferber oldu. Ama işler kolay yürümüyordu.
Bekleme günleri geçmek bilmedi.
Reşad ve
Nuri beş parasız kaldılar. Paris’in o soğuk günlerinde sobasız bir odada ısınmak için güreş tuttular!
Sonuçta affedilen
Reşad ve
Nuri, İstanbul’a döndüler.
"İbret" Gazetesi’nde Paris komününü destekleyen makaleler kaleme aldılar.
Yine sürgüne gönderildiler.
Ama hayatlarının sonuna kadar Paris komününe, enternasyonale bağlı kaldılar.
Mehmed, Paris’te kalmayı sürdürdü.
Mehmed Bey’in amcası
Mahmud Nedim Paşa sadrazam olunca, iyi bir görev vereceği teminatıyla yeğenini İstanbul’a çağırdı.
Mehmed Bey’in yanıtı bir ihtilalci yanıtı oldu:
"Meşrutiyet olmadıkça İstanbul’a gelmem!"Jöntürkler arasında en radikal oydu.
Paris’te gazetecilik yapmayı sürdürdü. Fransa’nın ünlü gazetesi Liberte’de makaleler yazan tek Türk oldu.
1874 yılında nedeni bilinmeyen bir sebeple İstanbul’a döndü. Aynı yıl vefat etti.
Bildik şiiri biraz değiştirerek yazımızı noktalayalım:
Bizim de devrimcilerimiz var Che Guevara
Kendi topraklarında tanınmasalar da...