Televizyonlardaki "tartışmalar" dikkatinizi çekiyor mu? "Tartışmalar" önce üniversitelerde türbanın serbest olmasıyla başlıyor, sonra konu birden Kemalist ideolojinin artık Türkiye’ye dar geldiği sözleriyle bitiyor.
Bir başka "tartışma" okullarda din derslerinin mecburi olup olmamasıyla başlıyor, konuşmalar sonra yine Cumhuriyet kazanımlarına yapılan ağır sözlerle bitiriliyor. Cumhuriyet devrimlerine bu düşmanlık neden? Bu sözde tartışmalara yanıt vermeye gerek var mı artık? Gelin size, Türkiye’nin aydınlanmasına harç taşımış, Cumhuriyet’in ilk kuşak öğretmenlerinden Nermin Yurdakul’un hikáyesini anlatayım. Bu sözde tartışmalara yanıt bu yaşam hikáyesinde var aslında.
YIL 2007. 94 yaşındaki Cumhuriyet’in ilk kuşak öğretmenlerinden Nermin Yurdakul, Alzheimer hastasıydı.
Yaşamına dair her şeyi unuttu, sadece iki şey hariç; piyanosunu ve Atatürk’ün ona bakan çakmak çakmak mavi gözlerini.
Hikáyemiz 1913’te başlıyor.
Hidayet Nermin, İzmir’in Nif İlçesi’nde doğdu.
Babası ülkeye bürokratlar ve askerler yetiştirmiş, şehitler vermiş Erzurumlu Timurağazade ailesinden Tevfik Bey idi.
Annesi Seniha, Avrupa’nın bir oldubittisiyle elimizden çıkardığı Girit’ten gelmek zorunda kalmış bir göçmen ailenin kızıydı.
Savaşın ve kurtuluşun yaşandığı o yıllarda ailenin mutluluğu on yıl sürü. Baba Tevfik Bey’in ani ölümüyle, Seniha ve iki kızı Nermin-Müjgan korunaksız kaldı.
Seniha Hanım mecburen ikinci bir evlilik yaptı ve kendisi gibi Girit kökenli olan Sayıştay Denetçisi İsmail Hakkı Serdaroğlu ile evlendi.
Aile bir süre sonra İsmail Hakkı Bey’in görev yeri olan Ankara’ya göç etti. Başkent Ankara, gencecik Nermin’in hayatında unutamayacağı bir olayın yaşamasına neden oldu:
Ankara Kız Lisesi öğrencisi olan Nermin, her bayram töreninde okulunun bayrağını taşıyordu.
Ve bir bayram töreninde Atatürk’ün çelik mavisi gözleriyle gülümseyerek kendisine bakmasını hiç unutamadı. Atatürk, bu dimdik yürüyen, boylu boslu güzel Türk kızını gururla seyretmişti. Ya da Nermin öyle hissetmişti.
Sadece gözleri değildi unutamadığı, Gazi’nin söylediği bir sözü de aklından hiç çıkarmadı Nermin.
Bir gün okul çıkışı kız arkadaşlarıyla dolaşırken, Atatürk’ün trenle geçeceği haberini aldılar. Hemen koşarak istasyonun yolunu tuttular. Tren hareket etmişti ancak Atatürk kendisine koşan kız öğrencileri gördü ve başını pencereden çıkararak bağırdı: "Bu vatan sizin evlatlarım, bu vatan sizin."
Bu sözleri kendisine ilke edindi Nermin. Büyük kurtarıcının başlattığı eğitim seferberliğinde bir nefer olarak katılmak istiyordu. Öğretmenlik yapmak, Anadolu’nun yoksul köylerindeki çocukları okutmak en büyük ideali oldu.
PİYANOYLA TANIŞMASI
Yatılı öğrenci olarak Adana Kız Muallim Mektebi’ne yazıldı.
Onlar Latin harfleriyle ders yapan ilk kuşaktı.
Mektep arkadaşları Nermin’e "Çalıkuşu" adını taktılar. Nermin adı neredeyse unutulmuştu!
O yıllarda tüm okullarda bir roman elden ele dolaştırılıyordu; Reşat Nuri Güntekin’in yazdığı "Çalıkuşu".
Çalıkuşu’nun zeki, asi, ele avuca sığmayan, öksüz öğretmeni Feride’yle, Nermin’in hikáyesini birbirine çok benzetmişti arkadaşları.
Yaşamı boyunca unutamayacağı bir sevdasıyla da o yıllarda tanıştı: Piyano.
Çocukluğundan beri müziğe ilgisi vardı. Annesi Seniha ud çalışıyordu. Nermin hep bir müzik aleti çalmayı istiyordu. Bu fırsatı ona bir Cumhuriyet okulu olan Adana Muallim Mektebi verdi.
Piyano derslerini hiç kaçırmadı; boş vakitlerinde de hep piyano çaldı. Bu sevdası yüzünden derslerini bile aksattığı oldu.
Ve okulu bitirir bitirmez ilk maaşıyla piyano aldı.
Yaşamı boyunca hayatında birçok şey değişti ama piyano oturduğu evlerin hep başköşesinde durdu.
Güldüğünde, ağladığında hep piyanosunun başına oturdu.
90 yaşında piyano çalan bir Cumhuriyet öğretmenini gözünüzün önüne getirin lütfen...
Biz ise bugün neleri tartışıyoruz! Neyse...
Nermin’e piyano aşkını veren Adana Muallim Mektebi, sadece müziği değil, güzel sanatların değişik dallarını da öğretti öğrencilerine.
Öğretmen adaylarının hemen hepsi resimle, müzikle, şiirle ve tiyatroyla ilgilendi.
Karakalem resimler yaptılar, şiirler yazıp okudular. Okulun tiyatro kolunun sahneye koyduğu oyunlarda rol aldılar.
Daha okulda iken başladılar uygarlık mücadelesi yapmaya; kıyafet yasaları çıkmadan önce başlarını açtılar.
Ve bu donanımlarla mezun olup Anadolu’nun dört bir yanına dağıldılar.
KARASU İLKOKULU
Adana Kız Muallim Mektebi’nden 1934’te ilkokul öğretmeni olarak mezun olan Nermin, mesleğine Kocaeli’nin Karasu İlçesi’nin ilkokuluna atanarak başladı. Göreve başladığı ilk gün başöğretmen Remzi Bey’in makamına çıktığında heyecandan titriyordu.
Sonra öğrencileriyle ve kasaba halkıyla tanıştı.
Burası İstanbul’un hemen yanıbaşında olmasına rağmen yoksul Anadolu kasabalarından farklı değildi. Kadınlar siyah beyaz kareli şile bezine benzeyen bir örtüye sarılıyorlar ve yolda bir erkek gördüklerinde hemen arkalarını dönüp çömeliyorlardı.
Cumhuriyet’in ilk kuşak öğretmenleri sadece çocuklara okuma yazmaktan sorumlu değildi. Hastalıklarla boğuşuyorlar, hurafelere karşı mücadele veriyorlardı.
Nermin "hocanım", belinde tabancası at sırtında tek başına korkmadan köylere kadar gidiyordu.
Bu bir aydınlanma savaşıydı. Cumhuriyetin idealist öğretmenleri o güç koşullarda her yükü omuzlamaya çalışıyorlardı.
Aynı yıl Karasu Kaymakamlığı’na İstanbul’daki Mektebi Mülkiye’den yeni mezun olmuş olan Şekip Bey atandı.
KAYMAKAM ŞEFİK BEY
Bir hafta sonra, Nermin öğretmene, yeni Kaymakam Şefik Bey’in Karasu İlkokulu’nu teftiş edeceği haberi geldi. Hazırlıklar yapıldı.
Kaymakam Bey geldi, okulu teftiş edip gitti.
Ancak iki gün sonra yine geldi. Aradan kısa bir süre geçti, Kaymakam Bey yine geldi.
Kaymakam Bey geliyor, Nermin öğretmenin sınıfına gidip en arka sıraya oturarak dersi izleyip gidiyordu.
Mesele anlaşıldı: Kaymakam Şefik Bey, at sırtında köy köy dolaşan, evinde piyano çalan Nermin öğretmene áşık olmuştu.
Aşk karşılıklıydı. Ancak...
Cumhuriyet’in çocukları yüzlerce yıllık tabuları da yıkmak zorundaydı.
Kaymakam Şefik Bey, Sivaslı zengin bir aile olan Muhasebecioğulları’nın çocuğuydu.
Aile, çocuklarının bir öğretmene áşık olmasından rahatsız oldu.
Yok, öyle gerici bir aile filan değillerdi. Muhasebecioğulları, Kurtuluş Savaşı’na maddi manevi destek vermişti.
Kaymakam Şekip Bey’in amcası Abidin Bey, Sivas Kongresi üyesiydi, Meclis’in ilk döneminden 1950’ye kadar milletvekilliği yapmıştı.
Şekip Bey’in babası Rıza Bey de Sivas Kongresi’ne katılmış, daha sonra da Sivas Belediye Başkanlığı yapmıştı.
Ancak evlilik söz konusu olduğunda geleneklerine son derece bağlıydılar; malların bölünmemesi için daima aile içi evlilikten yana olmuşlardı.
Üstelik Kaymakam Şekip Bey’in, yakın akrabalardan birinin kızıyla beşik kertmesi de vardı.
Oğullarını öğretmenden ayırmak için neler neler yaptılar.
Olmadı. Ayıramadılar.
Sorun ancak bir yıl sonra Kandıra’nın ünlü ailelerinin devreye girmesiyle çözüldü.
Şekip Yurdakul, 1935 yılında Karasu’dan, Kandıra Kaymakamlığı’na atandı. Bu ilçenin köklü ailelerinden Erimler ve Güneşler ile yakın dostluk kurdu. Raif Erim (Nihat Erim’in babası) ile Hurşit Güneş (Turan Güneş’in babası) genç áşıklara kol kanat gerdiler.
Bu iki aile büyüğünün önayak olmasıyla, Şekip Bey ile Nermin Hanım 12 Haziran 1936 tarihinde Adapazarı’nda evlendiler.
KÜTÜPHANEDE ÇALIŞTI
Nermin öğretmen artık tek başına değildi.
Cumhuriyet’in iki çocuğu Nermin ve Şefik, zamanın şartlarına inat, Anadolu’nun en ücra yerlerini dolaştılar; yeni kurulan Türkiye’nin temeline harç taşıdılar.
Şekip Yurdakul, sırasıyla Kocaeli, Ağrı ve Muş valilikleri yaptı.
Danıştay üyeliği yaptı. Ne yazık ki Şekip Bey 1961 yılının son günü geçirdiği bir kalp krizi sonucu hayata veda etti.
Nermin öğretmen yoluna bir başına devam etti.
Savunucusu olduğu Cumhuriyet ilkelerinden de, modern yaşam tarzından da hiçbir zaman kopmadı. Yaşamı boyunca elinden kitap düşürmedi.
İleri yaşlarında Ankara Belediyesi’nde kütüphane memureliği yaptı.
CHP kadın kollarında, Yardımseverler Derneği’nde, Sanatseverler Derneği’nde ve son yıllarda da Atatürkçü Düşünce Derneği’nde hep en ön saflarda oldu.
Nermin öğretmen, geçen hafta Ankara’da hayata gözlerini kapadı.
Cumhuriyet devrimcilerinin başı sağ olsun.
Nermin Yurdakul’un ÖRNEK çocukları
KOCASINI çok erken kaybeden Nermin Yurdakul, aynı zamanda kendi çocuklarını da iyi yetiştirerek örnek bir Cumhuriyet kadını oldu.
Üç çocuğundan altı torunu ve altı da torun çocuğu vardı. Kısa biyografileri şöyledir:
Sevil Yurdakul: Notre-Dame de Sion Fransız Kız Lisesi ile Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdikten sonra Dışişleri’ne girdi. Paris Başkonsolosluğu’ndan emekli oldu. CHP’den milletvekili aday adayı oldu, listeye alınmadı. Bugünlerde anılarını kaleme almaktadır. İki oğlu, dört torunu vardır.
Uğur Yurdakul: Ankara Bahçelievler Deneme Lisesi’ni ve ODTÜ Mühendislik bölümünü bitirerek Yüksek Makine Mühendisi oldu. Halen dünyanın dört köşesinde inşaatlar yapan Türkiye’nin en büyük müteahhitlik şirketlerinden GAMA Holding’in ortağı ve yönetim kurulu üyesidir. İki kızı, bir oğlu, iki torunu vardır.
Doğan Yurdakul: Ankara Bahçelievler Deneme Lisesi’ni ve Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Paris Sorbonne ve Vincennes Üniversiteleri ile Cenevre Üniversitesi’nde lisansüstü eğitim gördü. 35 yıl gazetecilik yaptı. Mesleğini yazar olarak sürdürmektedir. Bugünlerde Türkçe-Fransızca sözlük kitabı üzerine çalışmaktadır. Bir kızı vardır.
Torunları
Ahmet Avcıoğlu: İngiltere Boston College Finans mezunudur. Defne ve İdil adlarında iki kızı var.
Murat Avcıoğlu: ODTÜ Makine Mühendisliği mezunu. Deniz adında bir oğlu, Aylin adında bir kızı var.
Deniz Yurdakul: Hacettepe Üniversitesi İngilizce Mütercim Tercümanlık bölümü mezunudur. Yunus ve Kanat adlarında iki oğlu var.
Berrak Yurdakul: New York Üniversitesi Bankacılık ve Finans Bölümü mezunu. İki öykü kitabı var.
Reyhan Yurdakul: Sorbonne Üniversitesi Edebiyat Bölümü mezunudur.
Ufuk Yurdakul: Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğrencidir.
DoĞan AvcIoĞlu’nun kayInvalİdesİ
NERMİN Yurdakul, eşini kaybettikten birkaç yıl sonra kendi gençliğindekinebenzerbir ikilemlekarşı karşıya kaldı.
Kızı Sevil, ünlü yazar Doğan Avcıoğlu ile evlenmek istediğini söylüyordu. Aslında onu kaygılandıran, müstakbel damadın kişiliği veya YÖN Dergisi’ni çıkarıyor, Sosyalist Kültür Derneği’ni yönetiyor olması değildi.
Onu endişelendiren, o güne kadar hep hariciyeci olmasını istediği kızının, tam bu amacına ulaşmış ve SBF’yi bitirip Dışişleri’ne girmişken, bu evlilik yüzünden mesleğinden ayrılmak zorunda kalma olasılığıydı.
Ama kendi eşi onunla evlenmek için aile geleneklerini çiğnememiş miydi? Kendisine akıl danışan bütün gençlere aşklarını doya doya yaşamalarını, bu konuda hiçbir engel tanımamalarını öğütleyen de kendisi değil miydi?
Şimdi kendi kızı söz konusu olunca bunun tersini nasıl yapabilirdi?
Sonunda dayanamayıp düşüncelerini öğrenmek üzere aile dostları Nihat Erim’e gitti. Sonuç damadın lehineydi; Doğan Avcıoğlu Paris’te ekonomi politik eğitimi görmüş, 27 Mayıs askeri döneminde TBMM’de kurulan Kurucu Meclis üyeliği yapmıştı.
Nermin Hanım öylesine ikna olmuştu ki, kızının Bursa’da yapılan mütevazı nikáh töreninde başköşeye kurulmuştu. Daha sonra da damadına her zaman kol kanat gerdi.
O kadar ki, Avcıoğlu’nun Yön-Devrim hareketindeki bütün arkadaşlarına evini, sofrasını açmaktan hiç korkmadı.