Kasım ayı sonu itibariyle TÜİK TÜFE rakamı yıllık bazda yüzde 61,98 olarak açıklandı. Bir grup akademisyenin (ENAG) araştırmasında aynı dönem için son 12 aylık TÜFE yüzde 129,27 olarak ilan edildi. TÜİK bile esas alınsa toplum çok ciddi enflasyon baskısı altında.
Mehmet Şimşek ve Gaye Erkan ekibinin işbaşına gelmesiyle “rasyonel” politikalara dönüş yaşandı. Ancak önceki makro veriler öylesine dip noktaları işaret ediyordu ki gerçekçi toparlanma OVP ile 2025 yılına kadar yaydırıldı. Ekonomi yönetimi bir yandan enflasyonu tedrici düşürmeye çalışacakken, öte yanda bu ülkenin her daim en akut ihtiyacı olan döviz rezervlerini de gözetmek durumunda. Döviz rezervi, bilindiği üzere; ihracat, kısa ve orta vadeli dış sermaye akımı, uluslararası piyasalardan bankalar marifetiyle borçlanma, dış turizm giderleri gibi birtakım parametrelere göre şekilleniyor. Özellikle ilk iki unsur için döviz kurunun baskılanmaması icap ediyor. Yabancı sıcak para hem TL’nin değer kaybetmesini, hem de TL faizlerinin yükselmesini bekliyor.
İhracat, zaten kurun yükselmesiyle ivme kazanır. Tüm bunlar tahmin edileceği üzere enflasyon üzerinde artırıcı etkiler yapar.
Bu ülke her şeyden fedakârlık edebilir ama dövizsiz kalmayı göze almaz. Enerjiden güvenliğe, böylesi bir durum, bir kâbus senaryosudur. Bu durumda ekonomi yönetimi “şah-vezir” ikileminde kalmıştır. Şu anda ne “enflasyon” programından, ne de döviz artırıcı politikalardan diğeri aleyhine vazgeçemiyorlar. İkili denge çabası da her ikisini eksik bırakıyor.
Önümüzde mart ayı sonunda seçim var. Normalde bu süreçlerde ekonominin yayları gevşetilir. Ama orta sınıfın nerede ise kaybolduğu bir ortamda, ne memur maaşlarını ne de asgari ücreti ekonomik gerçeklerden kopuk belirlemek kolay değildir. Hükümet istikrar programına bugünden başlarsa bunun seçmen nezdinde faturası ağır olacak. Ancak mart ayı geçilince ekonomiyi rayına oturtmak için 4 yıllık uzun bir seçimsiz süre olacak.
İşte o süreçler, çok muhtemel “acı reçetenin” tüm ekonomi ve toplum bileşenlerine yaşatılacağı bir dönem olacaktır. Enflasyonist beklentilerin kırılması her parametrenin hedeflenen enflasyonuna göre planlanması demek. O noktada ihracatçıdan sabit gelirliye, esnaftan, emekliye, sanayici ve tüccara... zor zamanlar yaşanacak demektir. Zaten ev-araba satışlarının düşüşü, ihracatın bazı sektörlerin zor nefes alır hale gelmesi, müthiş bir hayat pahalılığı, geniş kitlelerin tüketim taleplerini nerede ise sıfıra çekilmesi bu durumun öncü göstergeleri. Uluslararası finans kuruluşları 2024 yılı için çok minimal büyüme öngörüyor. Tekrar vurgulayalım, ekonomi politikasında bu kararlılık devam ederse, bu günler aranacaktır. Ama unutmamak lazım, hele yapısal önlemlere de girişilirse “sabrın sonu selamettir.”
Her dernek özünde bir dayanışma organizasyonudur. Ancak sivil toplum dayanışmasını, sadece ekonomik menfaatlerini koruma ve kollama esasından ziyade, öncelikli olarak “insan” paydasında, tüm toplumun iyiliğini hedefleyen, referansını evrensel demokratik ilkelerden alan bir anlayışı hayata geçirme çabası olarak anlamak gerekiyor. Kaderleri İzmir’le kesişmiş Balkanlar, Adalar, Anadolu’nun dört bir yanından insanlarımız, Akdeniz güneşi altında kıvamlanarak çok kültürlü kent dokusunu karşılıklı daha da zenginleştiriyorlar.
Demokratik toplumun alameti farikası çok renk, çok ses, çok çeşitliliktir. Değerli yazar Çetin Altan’nın dediği gibi; “Her türden ideoloji, din ve felsefenin nihai kertede, final tahlilde tek bir amacı vardır, o da tek tek her bir bireyin mutlu olacağı ortamların sayısını bir hayat çoğunluğu haline getirmek.”
Bu durumu temin eden süreçlerin belki de birincisi toplumu tektipleştirme fikriyatına itirazdan geçer. İnsan olmanın onur ve bilincini kısıtsız duyumsamak demokratik toplumlarda şarttır ve hiç şüphesiz temel insan hakkıdır. 21. yüzyılda demokrasilerin değerleme notu alt kültürleriyle beslenmiş özgür bireylerin varlığı ile doğrudan ilişkilidir. Özgür birey olabilme yolunda en önemli yol arkadaşlarından biri de sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla yürütülen örgütlü çabalardır. İnsan üst kimliğinin paylaşımcı, barışçı ve tabii ki bilinçli ve yaratıcı niteliklerine ulaşabilmek, bizi biz yapan, değerlerimizin temelini atan kültürel alt kimliklerimizi rezervsizce, doyasıya, yaşamamızdan geçer.
Bu anlamıyla, bu kadim coğrafyada, her biri genetik kodlarımıza yerleşmiş çok sayıda etnisik ve ruhani kültürlerden beslenen farklılıklarımız tüm kurum ve kurallarıyla kurulması hedeflenen demokrasimiz adına en kıymetli zenginliğimizdir. İzmir kozmopolit yapısıyla bu konuda çok şanslıdır. Bu muhteşem bileşimimiz, bu harika serüven, aynı zamanda herkese; şehrimiz, ülkemiz ve demokratik toplum adına önemli görevler, misyonlar yüklüyor.
Gerçek bir sivil toplum kuruluşu olarak; sosyal, siyasal, ekonomik... Hemen her konuda ve evrensel demokratik ilkelerinden beslenerek, doğrularını her ölçekte savunan, hayata geçirilmesi için mücadele eden kurumsal duruş her zaman çok değerlidir.
Uygarlık tarihi gelişmişliğin sosyolojik gereklerini adeta bir hap haline getirmiştir.
Tunç Soyer Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiği 2019 yılından itibaren alt yapıya yönelik bir hizmet anlayışı içinde olmuştur.
Esasında belediye hizmetlerinin yıllara sari stratejik planlama içermesi gerekir. Kentin geleceğini ilgilendiren altyapı yatırımları, yatırım sürecinde belde insanlarına tepkilendikleri sıkıntılar yaşatır. Aday tespitinde karar vericiler mevcut başkanların bu sorumlu tercihlerini nazara almaları gerekir. Aksi halde hiçbir başkan kent yararını önceleyen orta vadeli projeye girişmez, popülist harcamalar öne çıkar ve ihmaller, ötelemeler… zamanla hasar oluşturur.
CHP yeni Genel Başkanı Özgür Özel aday belirlemede son 5 yıllık performansın esas alınacağını ifade ediyor. Hatta mevcut başkan yüzde 70’le seçilmiş iken, anketlerde oyu yüzde 65’e düşmüş ise bu kişiyi aday göstermeyeceklerini, belirtiyor. Bu söylemi şaşırtıcı ve abartılı buluyoruz. Ayrıca, seçime 5 ay kala yapılacak anketler mevcut başkanlar için handikap içerir. Hayat normal akarken belediye hizmetlerinde halkın sıradan bir eksikliğe bile tepkisi köşelidir. Oysa “sandık” aşamasında oy tercihleri, hele İzmir’de ilave sosyolojik ve siyasi yakınlaşımlarla şekillenir. Bu sebeple şimdilerde yapılacak anketlere göre karar oluşturulması yanıltıcıdır. Bir başkanın performansı o kişinin ulusal ve uluslararası platformlarda ne ölçüde kabul gördüğünden bağımsız değildir. Tunç Soyer Avrupa Konseyi Bölgeler Meclis Başkanlığı’na oy birliği ile seçilmiş bir siyasetçidir. Bu pozisyon Türkiye’nin AB nezdinde, devletimiz de dahil, belki de etkili konumudur.
CHP’nin yeni yönetimi “Değişim” mottosuyla ve bir “Sosyal Demokrat Parti” oluşturma iddiasıyla kurultayı kazandı. Tunç Bey’in bu göreve gelmesinde Avrupa’nın tüm ülkelerinin sosyal demokratları ve sosyalistleri tam destek oldular. Sadece bu neden bile Tunç Soyer’i yeni CHP’de vazgeçilmez kılmalıdır.
Özetle Tunç Soyer yıpratılmayı hak etmeyen bir başkandır, döneminde yüzlerce olumlu icraat yapılmıştır, onun değişime dair daha haziran ayında kamuoyu ile paylaştığı “Yeni Siyaset Belgesi” CHP için silkinmenin ilk işaret fişeğidir. Diyeceğimiz, Tunç Soyer’in siyasi hesaplaşmalara konu ediliyor izlenimi en fazla partiye zarar verir. Çok sayıda İzmirlinin de anlamakta zorluk çektiği bir durum olarak değerlendirilir.
* Yediklerimiz, içtiklerimizden her zaman mutlu olunur. * Fiyatları makuldür. * İşletmenin sahipleri, hele aile işletmesi ise sahiplenicidir. * Mekânın garsonları tecrübeli, sıcakkanlı, mesafesini ayarlayan ve o işletmenin kıdemlisidir. * Ortamın ışıklarının rahatsızlık vermemesi, diğer müşterilerin gürültücü olmamalarının sağlanması, sandalyenin, masanın rahatlığı, çatal, bıçak, tabak, bardak temizliği, tuvaletin her daim hijyen tutulması, bahşiş beklentisinin hissettirilmemesi, araçla gelinmişse park yapılmasına yardım gibi çok sayıda zihinsel konfor ve huzur sağlayan detaylar hep istikrarlıdır. * Mutfağın servis zamanlaması, aşçının kepçesinin ve elinin lezzetli olması, malzemelerin temininde hiç bitmeyen bir özen, kılık kıyafetin üzerine yemek kokusunun sinmemesi için aspiratörlerin çalıştırılması, menünün geleneksel lezzetlerini korurken aynı zamanda sürpriz yeniliklerle monotonluğa düşülmemesi, buzun iyi suyla yapılması, ekmeğin masaya, sabahtan alınmışsa kızartılarak ve ufak dokunuşlarla lezzetlendirilmesi, mezelerin mutlaka günlük ve mutfakta yapılması, dışarıdan kiloyla hazır meze alınması rezaletine sapılmaması, aynı menüde hem deniz ürünü hem de et ürünlerine beraberce yer yerilmemesi, hele sabahları ayrıca kahvaltı verilme yoluna gidilmemesi, boş masalara rezervasyon tabelası koyup tanımadıkları müşterilerin tuvalet önündeki masalara yönlendirilmemesi, bol bahşişli müşteriye, diğerlerini rencide edecek şekilde aşırı ilgi gösterilmemesi...
Listeyi uzatmak mümkün.
Sözünü ettiğimiz mekanlar tabii ki elit restoranlar değil. Ancak halkın teveccühünü kazanmış ve bu sayede de “yerel efsane” olmuş yerler. Saydığımız pek çok özellik esnaf lokantaları için de geçerli. Hiç şüphesiz tüm bunların yanında güleryüzlü ve size kendinizi değerli hissettirecek bir huzur ve keyif ortamı mutlaka sağlanmalıdır.
Geçenlerde Michelin Rehberi’ne İstanbul’un yanında İzmir ve Bodrum’da dahil edildi. Bu rehberde “yıldızlanma” şüphesiz daha bir üst seviye kalite gerektiriyor. İzmir’de değişik kategorilerde on işletme rehbere girdi. Bu olağanüstü bir başarı. Bazı işletmeler Michelin müfettişleri ile yabancı dilde iletişim kuramadıkları ve lezzet istikrarı yakalayamadıkları için bu ödüllerden mahrum kaldılar. Bu arada Osman Sezener hem Urla hem Bodrum işletmesinde iki ayrı yıldız alarak, ancak dünya çapındaki şeflerin erişebildiği bir başarıya ulaştı.
Kısaca şunu belirtelim ki; bu sene kapsama dahil işletmeler çok kıymetli bir değer yaratmışlar ve bölgemizin gastronomik açıdan çekim merkezi olmasının taşlarını döşemişlerdir. Bahse konu rehbere girebilecek daha pek çok işletmemiz söz konusuydu. Yine tavsiye boyutunda bırakılan bazı mekanlar yıldızlanabilirlerdi de. Yurtdışında pekâlâ “bir yıldız” yukarıda çerçevesi çizilen mekanlara da verilebiliyor. Sözünü ettiğimiz sıradan görünen özel yerler Michelin dedektiflerinin gözünden kaçmıştır. Ancak bu sebepten bir eleştiri getirmeye gerek yoktur.
Bu daha birinci sene. İyi yerler mutlaka hakkını alır. Esasında İzmir Gurme Guide (İGG) uzun yıllar boyu böylesi mekanları tek tek tespit edip, “Bir adım öne çıkanlar” ödülleriyle teşhis ve teşhir etti. Özetle; İzmir’de, Bodrum’da ve tüm Ege’de Michelin gibi rehberlerin radarına girecek, keşfedilmeyi bekleyen yüzlerce hazinemiz var. Bunlar şikemperverlerin zaten çok iyi bildiği yerlerdir. Lezzet avcıları için çoktan referansları oluşmuştur. Rehbere girmeleri kuşku yok ki Michelin’i daha da değerli kılar.
Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu’nun başını çektiği hareket “değişim” mottosu ile yarışa başlamıştı. Şimdi, “değişim” olgusunun nasıl şekilleneceğine dair bir “Tüzük Kurultayı” yaşanacak. Parti artık bahse konu beklentiyi tatmin edici bir şekilde karşılamaya odaklanmalı. Bu sebeple parti içi çekişme ortamı yaratılmaması gerekir. Zaten Özgür Özel de durumun bilincinde ve birleştirici mesajlar veriyor. Önümüzdeki bir-iki ay içinde Parti Meclisi yerel seçimler için adayları belirleyecek. Beklenir ki Özgür Özel’in “beyaz bir sayfa açılmalı” anlayışına uygun olarak yeni yönetim bir hesaplaşma tutumu içinde olmaz.
Başa dönersek; CHP’de Kurultay sonrası ikili bir liderlik yapısı oluştu denebilir. Özgür Özel her ne kadar Genel Başkan seçildiyse de, Ekrem İmamoğlu’nun ayrıca “güç odağı” olduğu aşikar. Şimdilik taraflar arasında bahar havası egemen. Umarız bu uyumlarını bozmazlar. Görünen o ki, 2028 yılında CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı İmamoğlu’dur. Ama öncesinde Ekrem Bey’in İstanbul Büyükşehir sınavı var. Orada yaşanacak bir hüsran Ekrem İmamoğlu’nu siyaseten oyundan düşürmese de zedeler.
Hakikaten Egeli ve Karadenizli bileşimi ülke siyasetinde ilginç bir deneyimin başlangıcı gibi duruyor. Kemal Kılıçdaroğlu eski bir genel başkan olarak her zaman saygıyla anılacaktır. Deniz Baykal’ın dar bir alana sıkıştırdığı ve tembelleştirdiği bir partiye yeni açılımlar getirdi. “Başörtüsünü sorun olmaktan çıkardı, helalleşme yaptı, mezhebi siyasetinin ayıbını ortaya koydu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da CHP’yi tekrar tomurcuklandırdı, Ülkücülerle ilişkileri yumuşattı...” Özetle CHP’nin olumsuz bagajını, katılığını büyük ölçüde değiştirmeye çalıştı. Ama çabaları iktidar olmaya yetemedi.
Demokrasilerde yenilgilerinin faturasını “lider” in ödemesi beklenir. Nitekim kamuoyu artık onun değişmesini istedi.
Kurultay delegeleri de, mesajı alarak, gereğini yaptı. Şimdi Özgür Özel ve ekibinden bir beklenti oluşmuş durumda.
“Değişim” sloganının içini doldurmak zorundalar. Bu konuda en derli toplu çalışmayı Tunç Soyer yapmıştı. CHP’de neyin nasıl olması gerektiğini bilen çok sayıda birikimli insan var. Tüm mesele ortaya bir “değişim iradesi” koymak ve partinin programını çağdaş bir “sosyal demokrat” anlayışa büründürmek. Liderlerin en kuvvetli olduğu dönem seçildiği ilk zamanlardır. Bu yönüyle, merkez seçmeni de kavrayacak, merkez sağın gerektiğinde desteğini alabilecek, sosyal politikaları önceleyen bir parti yapısı için hemen kollar sıvanmalıdır.
İzmir özelinde en merak edilen konulardan biri de Kurultay sonrası İzmir Büyükşehir ve İlçe Belediye Başkan adaylarının kimler olacağı. Kim Genel Başkan olursa olsun kararlar Parti Meclisi’nin onayı ile belirleniyor. Kuşkusuz seçilen Genel Başkan’ın tavrı büyük oranda belirleyici. Tunç Soyer öyle anlaşılıyor ki “taraflar üstü” bir mutabakata dayanıyor.
Nitekim değişimcilerden yana tavır oluşturan Milletvekili Murat Bakan’da bu durumu teyit eden açıklamalarda bulundu.
Geçenlerde iş dünyasını temsil eden en önemli STK’larla Kılıçdaroğlu’na ziyaret yapıldı. Bahse konu toplantıda Kılıçdaroğlu Kurultay’da çok önemli tüzük değişiklikleri önereceğini söyledi. Bir kere “üç dönem” kuralını tüzük maddesi haline getirmek istediklerini, belirtti. Diğeri, ki en önemlisi, fermuar sistemiyle yüzde 50 Kadın Kotası’nı önereceklerini ifade etti. Fermuar sistemi, bir erkek, bir kadın esasında seçimlerin yapılmasıdır. Bu öneri Kurultay’dan geçerse hakikaten büyük bir devrim olur.
Bu arada Kılıçdaroğlu, şayet kazanırsa yerel seçimlerden sonraki bir tarihte, yerine bir sosyal demokrat kişi hazırladığını açıklamıştı. Bu anlamıyla Tunç Bey’in haziran ayında kamuoyu ile paylaştığı “Yeni Siyaset Belgesi’nin” tam bir sosyal demokrat program olduğunu hatırlatalım.
Bakalım, tüm bu gelişmeleri hep birlikte yaşayacağız.
----------------
MICHELIN İZMİR’E GELİYOR
Ama üçlü kutuplaşmış toplumun muhafazakâr ve Kürt kesimleri aynı heyecanı duymuyor.
Atatürk ve arkadaşları tarafından yeni bir devlet kurulduğunda aynı anda yarış başlattılar.
Ülkede yaşayan insanlar “Cumhuriyet Devriminin” değerlerine göre bir çoğunluk oluşturabilecek ve hakim kültür haline gelecekler miydi?
Cumhuriyetin orta vadede kalıcılığını belirleyecek ana faktör buydu.
Gelinen noktada kurucu değerlerin yetiştirdiği insanlar azınlıkta kaldı.
Bu neden böyle oldu, aksi mümkün müydü... Ancak akademik birikimle ve önyargısız bir bakışla tartışılabilecek konular.
Şimdi an itibari ile cumhuriyetin, “dine nispeten mesafeli seküler kitleleri” 2000’li yılların başlarına kadar süren ve onları güvence altında tutan düzenin değişmesi nedeniyle endişeli olsalar da “yenilmişlik duygusu” içinde değiller.
Asgari ücret, neyse ki, siyasi iktidar tarafından TÜİK enflasyonu bir kenara bırakılarak ciddi seviyede yükseltilmişti.
Ama o kesim bile kısa sürede hayat pahalılığı karşısında nefes alamaz hale geldi. Bu süreçte “beyaz yakalı” çalışanlar mavi yakalılardan farklı olarak TÜİK enflasyonuna mahkûm edildi. Neticede enflasyon bu insanları da giderek çaresiz kılıyor. Gelişen bu durumlar henüz “zenginlerin” yaşam tarzlarına doğrudan bir etki yaratmış durumda değil. Ancak onlar da tedirgin olmaya başladılar. Bu aşamada şimdi sıra “kaliteli orta direk” diye nitelendirilen kesimlerde. Özellikle üst düzey ücretliler ağır ağır “geçinme” baskısı altına girmeye başladılar.
Yerel seçimlerden sonra OVP gereklilikleri adına seçimsiz uzun bir dönem söz konusu. Enflasyon tek hanelere düşürülecekse, ücretler hedef enflasyona göre artırılır. Bu bağlamda kamu çalışanları yönünden çok zor zamanlar geliyor. Özel sektörün de bu gelişmelerden bağımsız olmaları beklenemez. Zenginlerin dünyasında da mutsuzluk rüzgarları esiyor. Servetini dövizde tutanlar bizzat dolar ve euro enflasyonu nedeniyle bir varlık erimesi yaşıyorlar. Bu sebeple “gayrimenkule” yönelenler iç piyasanın daralmasına paralel artık bu cephede de randıman alamamaya başladılar.
Gayrimenkul fiyatları döviz bazında yüzde 20’ler mertebesinden aşağıya süzüldü. Hükümetin OVP kararlılığı sürerse dövizde bir duraklama olması çok muhtemel. Şu anda faiz ve borsa seçeneği daha bir gündemde. Borsa, yabancı sermaye gelirse, özellikle BİST 100 ve 30 için bir reel getiri vaat edebilir. Tüm bu senaryolar mevcut ekonomik politikalardan vazgeçilmemesi hali için geçerlidir.