Bir erkeğin, baba olmaya hazır olması için öncelikle düzgün giden, uyumlu bir birlikteliğin var olması gerekir. Çünkü çocuk, ciddi bir yük ve sorumluluk gerektirir. Kadınlar bu duruma daha çabuk adapte olurlar ama erkekler için bu tam tersidir. Psikolog Serap Duygulu, konuyu erkekler açısından ele aldı.
Çocuk, eşlerin yaşamını kalıcı olarak, köklü bir biçimde değiştirir. Eşler, çocuk sahibi olmaya hazır olduklarını düşünseler bile hamileliğin aşamaları boyunca bir erkek çok farklı duygu durumları yaşar;
• Bazen, ikinci plana düştüğü hissine kapılabilir.
• Artık eşinden eskisi kadar ilgi görmeyeceği ve doğacak bebeğin kendisinden daha çok sevileceği endişesine düşebilir.
• Bebeğe karşı nasıl bir tavır geliştireceği konusunda ciddi bocalamalar içine girebilir.
Erkeğe yardım elini uzatın
Erkeklerin genel olarak hamilelik ve babalık hakkındaki endişelerini başkalarıyla paylaşmadıklarını bilmek gerekir. Bu durumda babaya yardım elini yine anne ve daha önceden baba olmuş yakınlar uzatmalıdır. Baba adayının;
• Baba olmakla ilgili bir kitap okuması,
Gözümüzü açtığımız, varlığımızın sebebi olan ailemizin dışında hepimizin hayatında iz bırakan en önemli insanlardır öğretmenlerimiz. Topluma yönelen, sosyal bir birey olarak dış dünyaya açılan kapılarımızdır onlar. Kendimizi ve kendimizden başka her şeyi anlamamızın mihenk taşı insanlar...
Hep söylenir öğretmenlik en kutsal meslektir diye ve biz kalıplaşmış bu cümlelerden oluşan bir kutsallık payesi içinde aslında çok fark etmeyiz üzerimizdeki etkilerini. Yıllar boyunca insan denen varlığın mimarı, mühendisi, ustası, kalfası, ağır işçisi ve eğiticisidir onlar.
Ailemizden sonra üzerimizde en fazla emeği olan sevgili öğretmenlerimiz. Hakları nasıl ödenir ki? Nasıl öderiz bize harf harf dokuyarak öğrettikleri bilginin, emeğin, şefkatin, anneliklerinin, babalıklarının hakkını? Ödeyebilir miyiz?
Öğretmen annedir, öğretmen babadır, öğretmen sırdaştır, arkadaştır, ara bulucudur ve aslında öğretmen eğiticidir. Biz klasik anlamda öğretmen diyerek kalıplaşmış bir kelimeye sığdırıyoruz belki tüm bir ömrü ve emeği ama öğretmen dediğimiz kişi bir eğitmendir. Eğitmenle öğretmen farklı şeylerdir aslında. Öğretmen öğreten insan, eğitmen eğiten insan demektir. Herkes bir başkasına sahip olduğu bir bilgiyi öğretebilir. Öğretmek bir bilginin başkasıyla paylaşılması, başkasına anlatılması ve öğretilmesi iken eğitmek, çok başka bir şeydir. Eğitmek bir süreçtir, eğitmek bir bütünü kavramak ve bireyi bütün olarak görebilmek demektir.
“Eğitim öğrenilen bilgiler unutulduktan sonra geriye kalan şeydir.” demiş Albert Einstein.
Öğrendiklerimiz, bütün o kitabi bilgiler yıllar geçip unutulduktan sonra bize güzel ve değerli bir şeyler kazandırmışsa, bizi törpülemişse,insan gibi insan olabilmişsek eğitilmişiz demektir.
İkiz olmak, hepimize son derece ilginç gelen ve birçoğumuzun merakla anlamaya çalıştığı hem güzel hem de sıkıntılı bir kardeşlik durumudur. Özellikle ebeveynler açısından ikiz çocuklar arasında dengeyi kurmak zordur. Psikolog Serap Duygulu, ikiz ailelerine yardımcı olabilecek önerilerde bulunuyor.
İlginçtir çünkü biz tekil bireyler çoğul kardeşlikleri anlamakta zorlanırız. Aynı anda doğmuş olmak, aynı süreçlerden aynı anda geçmek gerçekten bizim için anlaşılmaz ve şaşırtıcı bir konudur.
İkiz kardeşler için de muhtemelen bizim gibi tekil olmak anlaşılmazdır. Onlar dünyaya gözlerini açtıkları andan itibaren yanı başlarında bir başka kardeşin varlığını görmeye alıştıkları için onlar açısından tuhaf bir durum yoktur. Bu muhteşem kardeşlik ilişkisi en çok anne babaları zorlar.
İkiz anne-babası olmak
İkiz çocuk sahibi olacağını duyan pek çok anne-babanın yaşadığı ilk duygu panik, korku ve şaşkınlıktır. Durumun kabullenilmesiyle beraber büyük bir heyecan da bu duygu karmaşasına eklenir.
Hem bebeklerin sağlıklı büyümeleri hem de psikolojik olarak sağlıklı bireyler olarak yetişmeleri için öncelikle anne-babanın sağlıklı bir ruh hali içinde olması gerekir. O nedenle küçük öneriler işlerine yarayabilir:
• İkiz çocuklar sürekli hareket, zaman zaman kavga, gürültü demektir. Her zaman adil olmak mümkün değildir, kendinizi zorlamayın.
• Çocuklar arasında rekabet duyguları olacaktır. Bu duyguyu kullanarak onları eğitmeye çalışmayın, kardeşler arası çatışmaya yol açabilirsiniz.
İkiz çocuk sahibi olacağını duyan pek çok anne babanın yaşadığı ilk duygu panik, korku ve şaşkınlıktır. Durumun kabullenilmesiyle beraber büyük bir heyecan da bu duygu karmaşasına eklenir.
Çocuk sahibi olmak başlı başına doğanın bir mucizesi iken bir de çoğul gebelikler olayın heyecan boyutunu daha çok büyütürler. İkiz anne babası olmak gerçekten son derece zordur. Hem bebeklerin sağlıklı büyümeleri hem de psikolojik olarak sağlıklı bireyler olarak yetişmeleri için öncelikle anne babanın sağlıklı bir ruh hali içinde olması gerekir. O nedenle küçük öneriler işlerine yarayabilir:
•İkiz çocuklar sürekli bir hareket, zaman zaman kavga, gürültü demektir. Her zaman adil olmak mümkün değildir, kendinizi zorlamayın.
•Çocuklar arasında rekabet duyguları olacaktır. Bu duyguyu kullanarak onları eğitmeye çalışmayın. Kardeşler arası çatışmaya yol açabilirsiniz.
•Çocukları başkalarının önünde eleştirmek, yanlışlarını vurgulamak ve kıyaslamak gibi bir hataya düşmeyin.
•Mükemmel anne baba tutumu yoktur. Zaman zaman yanlış davranabilirsiniz ama asla suçluluk hissine kapılmayın.
•İkiz annelerinde genellikle iki çocukla aynı anda ilgilenemediği duygusu ve yetersiz kaldığı düşüncesi ortaya çıkar. Çocuk sayısından bağımsız olarak sadece olabildiği kadar onlarla vakit geçirmeye çalışın. Süre önemli değildir, önemli olan onlara vakit ayırmaktır.
•İkiz oldukları için birbirine benzer isimler koymak, aynı kıyafetleri giydirmek, aynı kurslara göndermek, aynı sınıfta eğitim almalarını sağlamak, maalesef çok doğru bir davranış değildir. Onların birey olarak farklı özellikler geliştireceklerini unutmayın.
Evlilikler her zaman arzu edildiği biçimde devam etmeyebiliyor ve maalesef hiç istenmemesine rağmen ayrılıkla sonlanabiliyor. Özellikle yaşı küçük olan çocukların boşanma sonrası anneyle kaldıklarını ve babalarıyla belirli zamanlarda görüşme fırsatı bulabildiklerini biliyoruz. Bu durumda baba ve çocuk arasındaki ilişkinin nasıl ilerlemesi gerektiğini Psikolog Serap Duygulu anlatıyor.
Ayrılık olsa da olmasa da aile olma kavramı içinde öncelik her zaman çocuklarda olmalıdır. Yaşanılan mutsuzluğun boyutu ne olursa olsun eşler birbirlerinden boşanabilirler ama çocuklardan boşanmak söz konusu değildir.
İki tip boşanma vardır
Ayrılıkların kaderini iki ayrı şekilde ele almak gerekiyor. Birinci grup ayrılıklarda anne baba velayetin kimde olduğuna bakmaksızın çocuğun her iki tarafla da istenilen sıklıkta ve istenilen zamanda görüşmesine destek olurlar ki doğru olan yol budur.
İkinci grup ayrılıklarda ise taraflar, çocukları birbirlerini yıpratmak ve üzmek amacıyla koz olarak kullanırlar ve yasal görüşme sürecinde dahi görüşmelere engel olmaya çalışırlar ki burada asıl yıpranan, hasar gören çocuklardır. Ama hırs ve öfke o kadar gözlerini karartmıştır ki anne babalar bu durumu görmez ya da maalesef umursamaz davranırlar.
Genellikle boşanma sonrası küçük yaşta çocukların babalarıyla sadece hafta sonları görüştüklerini biliyoruz. Bu noktada babanın ister kız, ister erkek çocuk olsun önemli bir figür olduğunu unutmadan bir aile tutumu oluşturmak en doğrusudur.
Babalar, çocukların gizli kahramanlarıdır
Özellikle erkek çocuklar gelecekteki kişiliklerini ve kimliklerini oluştururken ilk ve en önemli model olarak babayı örnek alırlar. Üstelik bir erkek çocuğun büyüme aşamalarında babasından öğreneceği pek çok şey vardır.
Kelime anlamı olarak baktığımızda eskiden özellikle savaş zamanlarında insanlar göremedikleri yerlerden, arkalarından gelebilecek saldırılara karşı sırtlarını sağlam bir kayaya, taşa dayarlarmış. Arkadaşlık kelimesinin buradan türediği düşünülür. Küçücük bir kelimedir ama anlam olarak pek çok şeyi içinde barındıran sonsuz bir evrendir aslında. Derler ki, “Kardeşlik zorunlu bir arkadaşlık, arkadaşlık seçilmiş bir kardeşliktir.” İnsan hayatında belki de güven ve sevgi ihtiyacından sonra en etkili ve belirleyici ilişkidir arkadaşlık ilişkisi. Hayatımızın her anında birileriyle arkadaşlığımız vardır. Arkadaşlık, tekil bir anlam içermez.
Dikkat etmiyoruz belki ama o kadar çok arkadaşlık ilişkisi yaşıyoruz ki: Hayat arkadaşlığı, okul arkadaşlığı, iş arkadaşlığı, mahalle arkadaşlığı, çocukluk arkadaşlığı, kader arkadaşlığı, yol arkadaşlığı, asker arkadaşlığı, dert arkadaşlığı ilk sayabileceklerim.
Mevlana “Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.” der. Aynı duyguları paylaşmaktır gerçekten de arkadaşlık. Aynı duyguları paylaşmak demek, birbirinizin düşüncelerini, duygularını anlayabilmek demektir. Arkadaşınız üzüldüğünde neden üzüldüğünü hissedebilmektir. Özellikle empati dediğimiz duygu, en çok arkadaşlık ilişkisinde görülür. Arkadaşınızın hissettiklerini anlamak, sıkılıp bunaldığında çözümler üretebilmektir, onun görmediği çıkış yolları bulmaktır.
İlişkilerin bir enerjisi vardır, bir ortama girdiğinizde fark edebilirsiniz bu enerjiyi. Hiç tanımadığınız insanların olduğu ortamlar bile olsa, bazı insanlar sizi yakalar enerjileriyle, içiniz ısınır, ışıltıları sarar her yeri. Arkadaşlık ilişkisinde de durum tam olarak budur. Hiçbir ortak yönünüz olmasa bile, seversiniz, kanınız kaynar, moda deyimle yıldızınız barışır, elektriğiniz tutar. O elektiriği aldığınız an arkadaşlığınızın başladığı andır. Kadın, erkek, genç, yaşlı fark etmez. Sevdikleriniz, sevmedikleriniz, ortak yönlerinizin olup olmadığı fark etmez. O andan itibaren kendi ortaklığınızı oluşturursunuz çünkü.
Arkadaşlık dediğimizde o kadar çok anlamı vardır ki, hakkında o kadar çok yazılar yazılmıştır ki. Yine de yazılan hiçbir şey yeterli değildir, tamamlamaz anlamları.
Arkadaşlarımız aslında bizim dışarıya açılan pencerelerimiz, aynı zamanda kendimizi gördüğümüz aynalarımızdır. Üzüntümüzde bölüşüp hüzünleri azaltan, mutluluğumuzda, sevinçleri çoğaltan can yoldaşlarımızdır arkadaşlarımız. Her şeyin çıkış noktasıdır arkadaşlıklar. Birlikte çıkılan yol ya dostluklara gider, ya kırgınlıklara, ya mutsuzluklara... Ya bütün bir ömür sürer, ya sizi yarı yolda bırakır gider. Ne kadar emek harcadığınızla, ne beklediğinizle ve verdiğiniz anlamlarla biçimlenir. Üstelik en çok yaraladıklarımız ve bizi en fazla yaralayanlar da arkadaşlarımızdır. Çünkü en yakınımızdadırlar, en ölçüsüz, en dengesiz anlarımıza tanıklardır. En zayıf yönlerimizi bilirler. Arkadaşlık iki ucu keskin kılıç gibidir. Yola çıktığımız herkes bir gün bütün her şeyi kötüye kullanabilir. Arkadaşlıklar, olumlu ya da olumsuz birlikteliklerdir. Bu birlikteliğin içini nasıl dolduracağınız size bağlıdır. Arkadaşlarımızı seçebiliriz ama gidişatını belirlemek her zaman elimizde değildir. Bazen o bizim akıntımıza kapılır, bazen biz onun. Bazen o çeker gider, bazen biz.
Arkadaşlık bütün beraberliklerin ilk adımıdır. Eskilerin dediği gibi sırtınızı dayadığınız yere dikkat edin. Savaşta ilk yenilgiyi görmediğiniz, beklemediğiniz yerden almamak için, sırtınızı dayamadan önce daha dikkatli bakın. Bilin ki hayatınıza aldığınız her insan, bundan sonraki hayatınızda az ya da çok etkili olacaktır. Arkadaşınız sizi toplum içinde temsil edecek kişidir. Bir anlamda sizi anlatan görünmez sözcüklerinizdir. Hayatlarımıza birileri girer, birileri gider. Bazıları kalıcıdır
Çocukların bazen yanlış davranışlar sergileyebileceklerini biliyoruz. Bütün mesele çocuklar, davranış ve uyum bozuklukları yaşadıklarında anne baba olarak sizin nasıl davrandığınızdır. Aşağıdaki testle, kendi davranışlarınıza uzaktan bakmaya ne dersiniz?
1. Çocuk yanlış davranışlarda bulunduğunda ilk olarak kızmak ve bağırmak yolunu seçmem.
a) Evet
b) Hayır
2. Çocuk arkadaşlarına ya da çevresine zarar verdiğinde müdahale ederim.
a) Evet
b) Hayır
Çocuklarının sorumluluk almadığından, okul ve ödevle ilgili sorun yaşayan ve yaşatan çocuklarından yakınan, ne çok anne var farkında mısınız?
Son yıllarda sıklıkla bu tür şikayetleri olan annelerle görüşüyorum. Çocukların yaşı değişiyor. İlkokul üçüncü sınıfa giden de var, liseye giden de. Bütün anneler sanki ağız birliği etmişcesine aynı sorunları anlatıyor ve ‘Ne yapabiliriz?’ diye yardım istiyorlar. "Ne yapabiliriz?" sorusunu cevaplamadan önce ben soruyorum: Ne yaptınız? Özellikle anneler bu soruya çok şaşırıyorlar ve anlatmaya başlıyorlar: "Neler yapmadık ki, o yeter ki okusun diye, neler yapmadık ki?"
İkinci sorumu soruyorum:"Çocuğunuz ne yaptı?" Yanıt genellikle şöyle oluyor: "Hiçbir şey, yapması gereken şeylerin hiçbirini yapmadı."
Tekrar soruyorum: "Peki siz ne yaptınız?" "Yani derslerine yardım ettim, her gün ödevlerini takip ettim, odasını, eşyalarını topladım, bir kaşık fazla yesin diye peşinden koştum, sabah okula gitmesi için saati kurdum, yalvar yakar kaldırdım, ödevini unuttu, okula ben götürdüm, arkadaşlarıyla arası bozuldu öğretmenle görüştüm, sınavların sonuçlarını ben öğrendim, arkadaşlarından görüp özeniyor diye istediği her şeyi aldım, sürekli elim üzerinde olsun diye en çok istediği telefonu bile aldım, inanın kendime almadığım ne varsa ona aldım. Çocuktur canı bir şey ister, başkalarından almasın, hırsız olmasın diye para verdim, arkadaşında gördüğü markalı ürünleri aldım, inanın hiçbir şeyden mahrum etmedik ama gelin görün ki bu çocuk ne kural tanıyor, ne dediğimizi yapıyor, ne ders çalışıyor, okul, ödev umurunda değil. Ben zorlamasam kitabın kapağını açmıyor."
Ne kadar tanıdık şikayetler değil mi? Muhtemelen bir çoğunu hepimiz yaşadık ya da yaşıyoruz. Yaşıyoruz ama bu yaşananlar normal değil. Olması gerekenler bunlar değil.
Bu şikayetleri olan annelere ben ‘Çocuğunu Büyütmeyen Anneler’ diyorum.Yaşadıkları da aslında bir tür sendrom: Çocuğunu Büyütmeyen Anne Sendromu. Üstelik bu durum son 15-20 yıldır böyle ve o kadar alıştık ki, doğal ve normal olanın bu olduğunu sanıyoruz. En son bugün bir danışanımdan ilkokul 5.sınıfa giden kızının okul sevisiyle ilgili anlattıklarını duyunca nutkum tutuldu ve bu haftaki yazımı bu konuya ayırmak istedim. Anne, servisin ilk önce kızını aldığını ve okula ulaşma süresinin bir saati geçtiğini, dolayısıyla kızının uykusunu alamadığını ve bu nedenle servisin arka koltuklarına bir yastık ve battaniye vermek istediğini, böylece kızının okula gidene kadar uyuyabileceğini ifade ediyor. Üstelik bunu ciddi ciddi servise söylemiş. İlk fırsatta dilekçeyle de okul yönetimine başvuracakmış.
Bu kadar gözü kararmış bir anne olmak, çocuk açısından büyük felaket. Eş açısından da öyle olduğunu düşünüyorum. Anneye sorsanız o hayatını eşine ve çocuklarına adadığını söylüyor. Onlar için hayatından vazgeçtiğini, ailesinin çok önemli olduğunu savunuyor. Oysa tehlikeli kelime ‘adamak’ farkında değil.
Kendini çocuklarına adamak değil ki amaç. Amaç çocuk yetiştirmek olmalı. Çocuk yetiştirmek demek bir adanmışlık gerektirmiyor. Kurban değilsiniz siz. Kişiliğinizden, kimliğinizden vazgeçtiğiniz her an o vazgeçilmiş bütün olasılıklar çocuğunuzda olmasını istediğiniz hırslara dönüşür. Mükemmeliyetçi anne tutumları da böyle oluşur.