Uzun bir yaz tatilinin ardından okullar yeniden açıldı. Bu kadar uzun bir yaz tatili boyunca çocuklarını televizyonların başından ve bilgisayar oyunlarından kaldıramamaktan şikayet eden anne babalar için biraz rahatladıkları bir dönem gibi gözükse de aslında hem veliler hem de çocuklar açısından uzun ve zorlu bir yıl daha başlıyor. Gerek hala çözülememiş olan eğitim sorunları gerekse çocukların ve ailelerin yaşadıkları sıkıntılar, okul hayatının getireceği ek sorumluluklarla birleşince ailelerin gerçekten yorucu bir dönemin içine girdiklerini görüyoruz. Bütün bu karmaşa arasında aslında hepimizin göz ardı ettiği bir konu var:İletişim. Özellikle okul hayatına başlayan çocukla iletişimin önemini ve bu konuda ne tür bir yol izleyeceğimizi tam olarak bilmiyoruz.
Hayatlarının büyük bir kısmını okulda geçiren çocuklarımızla kuracağımız ilişkilerde temel kural bütün iletişim kanallarının açık olmasına dikkat etmek. Çünkü ancak bu kanallar açık olursa onunla sağlıklı bir ebeveyn çocuk ilişkisi kurabiliriz.
Anne babalar olarak okulların açılmasıyla beraber daha ilk günden tüm dikkatimizi çocuğumuzun akademik başarısına yöneltiyoruz ve ilk büyük hatayı burada yapıyoruz. Bütün bir hayatın içinde akademik başarı dediğimiz okul başarısı oldukça küçük bir yer kaplar ama biz gereğinden fazla bu bölümde takılıp kalıyoruz. Oysa başarı oldukça geniş içerikli bir kavramdır ve sosyal ilişkilerde başarı, insani ilişkilerde başarı,iş hayatında başarı,aile içi ilişkilerde başarı,kendini ifade etmede başarı gibi daha pek çok alt başlığı kapsar.
Çocuk yetiştirirken belki de anne babaları eğitimdeki başarı kadar yoran başka konu yoktur. Çocuklarımızın ve bizim üzerimizde inanılmaz yoğun bir toplumsal baskı var; çocuğun gireceği sınavları kazanması.
İlişkisi bittiği halde eski sevgilisinin bitmek bilmeyen ısrarlarına ve yer yer tehditlerine maruz kalanların sayısı hiç de az değil. Hürriyet Aile’nin yaptığı ankete göre katılımcıların yüzde 50’si çeşitli şekillerde eski sevgili tacizine maruz kalmış. Bunun içinde sadece sözlü (telefon/e-posta) olan da var, fiziksel şiddete dönüşen de.
Her gün gazetelerin 3. sayfasında gördüğümüz cinayet ya da darp haberlerinin nedenleri biri olan eski sevgili tacizi, psikolojik rahatsızlıkların bir uzantısı olarak da görülüyor. Psikolog Serap Duygulu’ya örnek bir durum üzerinden değerlendirme yapmasını istedik. Duygulu, bireylerin her ne kadar benzer davranışlar sergilese de birbirinden çok farklı ruh sağlığında olabileceğinin de vurgusunu yaparak, tacize maruz kalanlara genel bilgiler verdi ve yapılması gerekenleri sıraladı.
Eski Sevgili Tacizine Örnek
• Eski sevgiliniz siz onunla görüşmek istemediğiniz halde sürekli sizi arıyor, mesaj ya da e-posta gönderiyorsa,
KONFÜÇYÜS, kimi insanlara bir şey öğretmenin en iyi yolunun bunu örneklerle göstermek olduğunu biliyordu.
Bu yüzden sınıfın tam karşısına geçti. Eline bir vazo aldı, tüm öğrencilerin görebileceği şekilde vazoyu havada tuttu. Diğer elinde elma vardı.
Öğrencilerin meraklı bakışları arasında, elmayı vazonun içine bıraktıktan sonra, vazoyu yere koydu ve şöyle dedi: "Elmayı vazodan çıkarmayı başaran öğrenci, elmayı yiyebilir."
Çocuklardan biri acıkmıştı, ilk o davrandı ve elini vazonun Dar ağzından içeri soktu. Elmayı yakaladı, çıkarmaya çalışıyor ama başaramıyordu.
"Elimi çıkaramıyorum!"
Konfüçyüs "Elmayı sıkı sıkı tutmaktan vazgeçmediğin sürece, elini çıkartman mümkün olmayacaktır" dedi.
Çocuk elmayı elinden bırakmak istemiyordu; Ama sonunda zorunlu olarak bıraktı.
Elini vazodan çıkardığında, yüzünde şaşkınlık okunuyordu.
Genellikle bütün evliliklerde eşler aralarındaki çatışmaları çözemediklerinde birbirlerinden uzak durarak birbirlerini cezalandırırlar. Bir diğer deyişle, cinsellikten uzaklaşmak ya da cinselliğini kullanarak eşini cezalandırmak belki de bir evlilik için en korkutucu olan davranış türüdür.
“Özellikle hamilelik döneminde anne adayı, hem hormonal faaliyetler nedeniyle hem de karnındaki çocuğunun zarar göreceği endişesiyle cinselliğe karşı ilgisini kaybedebilir ya da tamamen soğuyabilir” diyen Psikolog Serap Duygulu, anne adaylarının asıl problemlerini anlattı.
Anne Adayının Eşinden Uzaklaşmasının Asıl Nedenleri
• Erkeğin fiziksel görünümünde herhangi bir değişikliğin olmaması,
• Erkeğin kadına göre daha rahat hareket edebilmesi,
• Kadının erkeğin yanında kendini yetersiz ve ağır hissetmesi,
• Hamileliğin ilerleyen dönemlerinde kadının ağırlaşması,
• Çirkinleştiğini düşünmesi,
Sir Edmund Hillary 29 Mayıs 1953 tarihine değin zirvesini kimsenin göremediği Everest’e tırmanan ilk kişiydi.
Bunu o başardı ve bu başarısı nedeniyle Kraliçe Elizabeth tarafından kendisine şövalye unvanı verildi. Hillary bu başarısının altındaki öyküsünü ve gizini, “High Adventure” (Yüksek Serüven) adlı kitabında okyucularıyla paylaştı.
Sir Hillary, 1952 yılında da Everest’e çıkma girişiminde bulunmuş, fakat bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Bu girişiminden birkaç hafta sonra İngiltere’de bir okulun öğrencilerine konuşma yapmak için çağrılmıştı. Konuşmanın konusu, onun zirveye tırmanış girişimiydi. Edmunt Hillary, bu girişiminde başarısız olduğunu kabul ettikten sonra bir süre durdu ve mikrofonu bırakıp, konuşma kürsüsünün yanında duran Everest’in büyük boy fotografı önüne doğru yürüdü.
Sonra fotografa dönüp, yumruğunu havaya kaldırarak, yüksek sesle koca zirveye meydan okudu: “Beni bu ilk denememde yendin ama, seninle davam bitmedi, ey Everest. Bekle beni, sana yine geleceğim ve seni bu kez ayaklarımın altına alacağım…” diye haykırdı.
Everest’e bu meydan okumasından sonra Hillary salondaki öğrencilere döndü ve onlara, bir yıl sonra ulaşacağı başarısının gizini o gün açıkladı: “Beni bu kez yendiği için Everest gözümde şimdi daha da büyüdü ama benim bunu bildiğim gibi, o da şunu iyi bilmek zorundadır: Onu yenemediğim için, bendeki inanç ve azim de daha büyüdü, daha güçlendi…" dedi.
Bu konuşmadan bir yıl sonra Everest, Hillary’nin ayakları altındaydı…
Çocuk sahibi olamayan çiftlerin psikolojileri ortak bir noktada buluşsa da aslında kadın ve erkeği psikolojisi ayrı ayrı etkileniyor. Psikolog Serap Duygulu, çocuk sahibi olamayan ve tüp bebek gibi yöntemlere başvuran çiftlerin ruh hallerini anlattı.
Kadının Yükleri
Tüp bebek işlemleri sırasında aslında en ağır yük kadının üzerindedir. Bu yük bazen kadının eşini yargılamasına ya da suçlamasına sebep olabilir. Gerçekte bir çocuğunuz olmamasının sebebi doğrudan eşinizden kaynaklansa bile onu bu şekilde suçlamak hem ona hem size ve dolayısıyla da evliliğinize çok zarar verecektir.
Eşinizi suçlayarak, yaşadığınız fiziksel ve psikolojik rahatsızlıkların acısını telafi etmeniz mümkün olamayacağı gibi boş yere ilişkinizde tamiri zor hasarlara yol açarsınız. Üstelik tüp bebek işlemlerinden artık çok yüz güldüren sonuçlar alındığı da bir gerçek. Bu işlemler sırasında bu kadar çok kırdığınız eşinizin gönlünü almak ilerde çok da kolay olmayabilir. Bir bebek sahibi olduğunuzda onu eşinizle birlikte büyüteceğinizi unutmayın. Bütün işlemler bittiğinde geride hatırladıklarınızın hep olumlu şeyler olmasını istiyorsanız dikkatli olmak zorundasınız.
Erkeğin Yüklendikleri
İşin fiziksel kısmında ağır yük kadındayken psikolojik kısım erkekte biraz daha ağırdır. Hem eşine bazı sıkıntılı uygulamalar yapılırken bir şeyler yapamamanın verdiği huzursuzluk ve eziklik hem de çocuk istediği için bütün bunlara sebep olan tarafın kendisi olduğunu düşünerek yaşanılan suçluluk.
Erkek aslında bir ölçüde daha çaresiz bir durum içindedir. Sadece izleyici olmak ve sürece müdahale edememek gerçekten her iki taraf içinde gerginlik yaratır. O nedenle bir erkek olarak tüp bebek tedavisi gören eşinizin bütün aşamalarda yanında olmanız çok rahatlatıcı olur. Üstelik bu tip sorunlara beraber çözüm aramak evliliğinizde daha fazla bir yakınlaşma getirebilir. Tüp bebek tedavisi önce olumlu bir bakış ve düşünce ister. Bu bir sınav değildir. Birbirinize meydan okuma ya da birbirinizin sinirlerini test etme konusu da değildir. Bu bundan sonra da ortaya çıkabilecek sorunlara karşı nasıl duracağınızı görmenize yarayacak iyi bir fırsattır. Tüp bebek tedavisi sonuçları olumludur, büyük ihtimalle çocuk sahibi olacaksınız. O nedenle gerginliğe yer bırakmadan tadını çıkarmaya bakın.
Son zamanlarda bilmem farkında mısınız siz de, ne kadar vahşileştik. Vurup öldürmekten, zarar verip kırıp dökmekten başka yapabildiğimiz bir şey yok. Biri bir söylenti atıyor ortaya, nasıl oluyorsa bir anda onlarca kişi toplanıyor ve tek bir kişi gibi hareket ederek saldırıya geçiyor.
Üstelik niye saldırdığını, kime saldırdığını da bilen yok içlerinde. Bir söylenti yetiyor, insanların içlerindeki kini kusmaları için.
Halbuki saldırdığı da kendi insanı, zarar verdiği de kendi malı ama bilmiyor. Vahşileştiğinde ilkel ne kadar duygu varsa ortaya çıkıyor. Binlerce belki milyonlarca yıllık evrimleşmeden nasibini almamış bir yaratık oluveriyor bir anda.
Bu linç psikolojisi gerçekten ilginç bir durumdur. Bir insana saldırırken doğrudan doğruya öldürmek üzere saldırılır, bir canlıyı yok etmek amacındadır eylem. Oysa o insanın suçlu bile olsa yargılamasını yapacak kişiler saldıranlar değildir. Bir canlı, bir başka canlıyı niye öldürmek ister ve bu yolla neyi düzelteceğini düşünmektedir?
“Linç Psikolojisi” dediğimiz şey bir grubun tek bir kişiye ya da birkaç kişiye saldırması değildir aslında. Sivas olaylarında yakılarak öldürülen insanlar da, töre cinayetleri olarak bildiğimiz olayların kurbanları da bu psikolojinin kurbanlarıdır. Çünkü bu “Linç Psikolojisi” esir aldığı insanları, insanlıklarından çıkaran, karşısındaki insanın bir insan olduğunu unutturan sağlıksız bir ruh halidir. Bu öyle bir ruh durumudur ki, kişi ya da kişiler tek karar verici ve uygulayıcının kendileri olduğuna inanırlar ve bir canlıyı gözü kapalı olarak yok edebilirler. Bir insanı yok etmekten, vurarak, döverek ya da silah kullanarak bir canlıyı öldürmekten bahsediyoruz. Aslında son derece inanılmaz bir olaydır, ya da öyle olmalıdır ama “Linç Psikolojisi”nde işler böyle yürümüyor işte. Suçlu dahi olsa o anda savunmasız durumda olan bir canlıyı öldürmek konusunda kendisini tamamen haklı görebilen insanlar bu insanlar.
Bu nasıl bir nefrettir, nasıl bir kin ve yok etme duygusudur, inanılır gibi değil gerçekten.Oysa yok edip öldürmek üzere saldırdıkları insan da bir annenin çocuğu, onun da bekleyeni, seveni ve sevdikleri var.
Bu olayda başka faktörler de var elbette. Örneğin suçluların çabuk ve adil yargılanmasını sağlayacak olan kurumlara ve kolluk kuvvetlerine olan güvensizlik. Çünkü maalesef ülkemizde suç her zaman karşılığını bulmuyor. Suçlu her zaman beklentilere uygun biçimde yargılanıp ceza almıyor. Hatta serbest kalabiliyor ya da tutuksuz olarak yargılanmasına devam ediliyor. Suçlunun kimin yakını olduğuyla doğru orantılı olarak alacağı cezanın ya da ceza alıp almayacağının değişeceğini düşünen önemli bir kitle var. Haksız da sayılmazlar. En son vahşice öldürülerek cesedi bir konteynıra atılan gencecik bir kızın katil zanlısının uzun süre yakalanamamış olması sıradan vatandaşın kurumlara olan güvenini büyük ölçüde yaraladı. Zanlınında adı sanı bilinen ve güçlü bağlantılarının olduğu düşünülen bir aileye mensup olması insanların bu düşüncelerini pekiştirmiş durumda.
Aslında bu tip olayları ve sürüncemede kalan pek çok konuyu hatırlıyoruz. Dolayısıyla insanların ilgili kurumlara olan güveninin neden bu kadar sarsıldığını anlamak zor değil. Bir ülkede insanların adalet duyguları zarar görmüşse yerine koyacakları şey işte bu kendi adaletini oluşturma duygusu yani “Linç Psikolojisi”dir. Çünkü genel duygu durumu şudur: Zarar gören benim, öyleyse o da zarar görmelidir.
Bir davranış bozukluğu olarak anılan tırnak yeme alışkanlığı, altında birçok neden barındırabiliyor. Çok sayıda çocuğun ortak sorunu olan bu bozuklukların bazıları, kolaylıkla tedavi edilirken bazılarında tedavi için daha uzun sürelere ihtiyaç duyuluyor. Psikolog Serap Duygulu, tırnak yeme alışkanlığının olası nedenlerini ve çözüm yollarını anlattı.
Tırnak yeme davranışı genellikle 3 ya da 4 yaş civarı görülür. Daha küçük çocuklarda sıklıkla rastlanan bir durum değildir. Tırnak yiyen çocuğun bu davranışının ardında güvensizlik duygusunun yattığı düşünülmelidir. Aşırı baskı görerek büyüyen çocuklarda ve öz güven sorunu yaşayan çocuklarda sıklıkla görülür. Aynı şekilde sürekli eleştirilen, ilgisiz ve sevgisiz bir ortamda büyüyen çocuk, yaşadığı gerginliği tırnak yiyerek ortaya koyar.
Genellikle çocukların yarısında görülen bir bozukluk olduğu bilinmelidir. Üstelik bazı durumlarda ortada hiçbir neden yokken sadece modelleme yoluyla da çocuğun tırnak yemeye başladığı görülmektedir. Ailesinde ya da yakın çevresinde tırnak yiyen birisini gören çocuk bu davranışı taklit etme yoluna gidebilir. Tırnak yeme konusunda yapılabilecek en doğru şey özellikle küçük yaşlarda bu davranışı görmezden gelmektir. Diğer bütün sorunlarda olduğu gibi davranışa yol açan nedenler saptanmalı ve çözüm buna göre oluşturulmalıdır.
Ailelere Öneiler
Tırnak yeme davranışının altında, kesin olarak kaygının yattığı ya da bir başka kişiyi görerek modellemek olduğu biliniyor. Ek olarak başka bazı kaygı bozuklukları da bu duruma eşlik edebiliyor. Dolayısıyla bu sorunu çözümlemeye giden yolda öncelikle bu kaygıyı azaltmak gerektiği, ilgi ve sevgi açlığının doyurulmasının şart olduğu bilinmelidir. Üstelik olay kesin olarak bir alışkanlık haline gelmişse çözüm her zaman zorlayıcı olur.
Özellikle ailenin ya da çevrenin baskısı olayı durdurmaktan daha çok, bireyin üzerindeki kaygıyı ve baskıyı artıracaktır. Bu yoğunluk da davranışa yansıyarak tekrarlanma ve perçinlenme olasılığını yükseltecektir.
Bu tip bir davranış bozukluğunda mutlaka bir psikolog desteği almak çok yararlı olur. Aile içindeki çatışmaları önlemesi ve kişilere bir yol haritası vermesi bakımından da son derece olumlu katkıları olacağı bilinmelidir.
Sonuç olarak yapılması gereken, yanlış davranışın ve alışkanlığın değiştirilerek yerine yeni ve sağlıklı olan davranışı yerleştirmektir. Buna ‘davranış biçimlendirme’ diyoruz ve bu biçimlendirme işi profesyonel destek alınmadan el yordamıyla yapılacak bir iş değildir. Dolayısıyla bir uzman desteğiyle ve kararlı, ilgili, olumlu yaklaşımlarla sorunun çözümü mümkündür. Bütün mesele, sorunu çok ileri yaşlara varmadan çözümleyebilmektir.