Malum kış aylarıyla beraber eve kapandık. Üstelik okullar da ara tatile girince, evde nasıl vakit geçireceğimizi, çocuklarımızı kapalı ortamlarda nasıl oyalayacağımızı düşünüyoruz. Çocuklar da haklı, anneler de. Yaz aylarının o güzel havaları, açık alanların, parkların, deniz kenarındaki oyunların hepsini önümüzdeki yaza kadar rafa kaldırmak ve çocukların içindeki bu enerjiyi bastırmak kolay değil. Üstelik kışın soğukların etkisiyle hep kapalı alanlardayız ve eve geldiğimizde de çocukları bu kapalı alanlarda zapt etmek, oyalamak, eğlendirmek durumundayız.
Ancak sağlıklı bir programlama yapabilirsek hem çocuklar hem de biz yetişkinler çok eğlenceli zamanlar yaşayabiliriz. Bu anlamda kış günlerinin çok yararlı olduğunu ve çocuklarla aramızda yeni iletişim köprüleri kurabileceğimizi de göreceğiz. Birlikte zaman geçirmek, oyunlar oynamak çocuklarla aramızdaki bağlarımızı güçlendireceği gibi, onları daha çok tanıma ve eğitme fırsatı da bulabileceğiz.
Düşündüğümüzde aslında yapılabilecek pek çok etkinlik olduğunu fark etmek hoş olabilir. Peki kısa ve karanlık kış günlerinde, erkenden evlere kapandığımızda neler yapabiliriz?
• Televizyonsuz ve bilgisayarsız günlerde biz yetişkinlerin çok iyi bildiği ama son yıllarda neredeyse sadece yılbaşlarında oynadığımız “Tombala” oyunu artık akşamların eğlenceli bir etkinliği olabilir. Özellikle küçük yaş çocuklarına sayıları öğretmenin en güzel yolu budur. Birlikte olmanın tadını çıkarmak, içimizi karartan televizyon haberlerinden uzaklaşmak ve çocuklarla beraber eğlenmek için önerdiğimiz bir oyundur.
• Yine eskilerde, çocukların severek oynadığı oyunlardan biri de “İsim-Şehir Bulma” oyunudur. Çocukların hem çok eğlendiği, hem de değişik bilgileri öğrendiği bir oyundur. Çocuğun düşünme, dikkat toplama, hayal etme, organize olma gibi pek çok zihinsel faaliyetini geliştirir. Biz yetişkinler bu oyunda değişik isimler, şehirler, bitkiler ve hayvanları çocuklarımıza kolaylıkla öğretebilir ve onların genel kültür olarak zenginleşmelerine yardımcı olabiliriz.
• Önereceğimiz diğer bir oyun, “Puzzle” olacak. Birçok yönden inanılmaz bir eğitim aracıdır ve çocukların özellikle dikkatlerini toplama, başladığı işi bitirme, algılama, parçalardan bütüne bulaşma gibi pek çok yönden gelişmelerini sağlar.
• “Kulaktan kulağa” oyunu da yine biz yetişkinlerin çok iyi bildiği ve çocukken çok oynadığı oyunlardan biridir. Aile ortamlarında çok eğlenceli bir oyundur ve sonuçlar özellikle çocuklarınızı çok güldürebilir.
• “Soğuk-Sıcak Oyunu” da tüm aileyi eğlendirecek müthiş bir oyundur. Oyunda küçük bir eşya saklanır ve aile üyeleri ya karşılıklı takımlar halinde ya da bireysel olarak saklanan eşyayı bulmaya çalışırlar. Eşyanın bulunduğu yere yaklaşıldığında ılıktan başlayarak bulunulan yerin eşyaya yakınlığına göre sıcağa kadar değişik tepkiler verilerek arayan kişinin eşyayı bulmasına yardımcı olunur. En kısa zamanda bulan kişi ya da takım yarışmayı kazanır.
Son yıllarda daha sık görülen “Alışveriş Hastalığı” ciddi bir davranış bozukluğu. “Tedavi için önce sorunun farkında olmak gerekiyor” diyen Psikolog Serap Duygulu, alışveriş bağımlılığının belirtileri ve tedavisi hakkında bilgiler verdi.
Hastalık ilk kez 1915 yılında tanımlanmıştır. İsmi Latince Onyomanya’dan, (onyos; satılık/satın alma- manya; saplantı) geliyor. Kadınların bu bağımlılığa daha yatkın oldukları biliniyor ancak kesin sayısal veriler yok. Bağımlılığın 17-30 yaşlar arası ortaya çıkıyor. Kadınlarda daha sık görülmekle beraber erkekler arasında da ciddi sayıda alışveriş bağımlısı bulunuyor. Erkekler genellikle cep telefonu, bilgisayar gibi elektronik eşyaları tercih ederken, kadınlar giysi, kozmetik, mücevher, ayakkabı ve çanta gibi genellikle dış giyim ürünlerine yöneliyorlar.
İngiltere’de Hertfordshire Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre alışveriş alışkanlıklarımız öğrenilen bir davranış ve bunu annemizden öğreniyoruz. Çocukların kıyafetlerinin çoğunu alan anne olduğu için de, onları model alan kız çocukları anneleriyle birlikte alışverişe çıkmayı seviyorlar ve alışverişe daha yatkın oluyorlar. Araştırmayı yapan uzmanlara göre, toplum kadınların dış görünüşlerine o kadar çok önem veriyor ki kız çocuklarına erkeklere alınandan daha fazla kıyafet alınıyor. Babalar oğullarını futbol maçlarına götürürken, anneler kızlarıyla alışverişe çıkıyorlar, kız çocuklarının hayatları boyunca moda ve alışverişe duyduğu ilgi de böylelikle başlıyor.
Tipik depresyon belirtileri ile kendini gösteririr
Alışveriş yapmayı sevmeyi, alışveriş bağımlılığıyla karıştırmamak gerekiyor. Zira alışverişi sevmek başka şey, alışveriş bağımlısı olmak başka şeydir. Alışveriş yapmayı seven kişi, ihtiyaçlarını karşılamak için mağazaları dolaşmaktan, bütçesine uygun ürünleri arayıp bulmaktan keyif alır ve normal sınırların dışına çıkmaz. Ancak alışveriş bağımlılığında kişi, ihtiyacı olmayan şeyleri alır ve fiyat konusunda dengeli değildir.
Bağımlı olduğu düşünülen kişilerde tipik depresyon belirtileri görülür. Kişi kendisini yalnız hisseder, kırılgan ve alıngandır, kendisini ifade edemediği ya da başkalarının kendisini anlamadığı düşüncesine sahiptir. Genellikle kendine güveni düşüktür. Kaybolan güven duygusunu sürekli bir şeyler alarak kazanmaya çalışır, iyi ve güzel göründüğüne, her şeye sahip ve layık olabilecek kadar değerli olduğuna inanmak ister. Alışveriş bağımlıları her gördüklerini alırlar ancak kısa süre sonra çok büyük pişmanlık ve suçluluk duyarlar. Evdeki tüm dolaplar etiketleriyle duran yeni ürünlerle doludur. Bu tip bir davranış bozukluğu sadece kişinin kendisiyle sınırlı kalmaz ve evlilikler büyük yara alır. Çünkü alışveriş bağımlısı olan kişi aile bütçesini epeyce aşan maddi kayıplar yaşatır.
Alışveriş bağımlıları bir sorun olduğunun farkında olmazlar
Alışveriş bağımlılığı toplum içinde oldukça yaygın ancak kişiler kendilerinde bir sorun olduğunun bilincinde olmadıkları için uzman desteği almayı düşünmüyorlar. Bu bağımlılıkla ilgili tedavi olma isteği, artık aile bireyleri de durumdan rahatsız olmaya başladıklarında ve kapanması zor maddi kayıplara uğradıklarında gelebiliyor. Maalesef günümüzde kredi kartı kullanımının aşırı düzeyde artması, kolayca ulaşılabilmesi de bu bağımlılığı artıran ve tetikleyen en önemli etken.
Bir çoğumuzun hiç beceremediği şeydir hayatın tadına varmak. O kadar meşgulüz ki günlük telaşelerle, burnumuzun dibinden akıp giden hayatı fark edemiyoruz. Çünkü o arada mutlaka yetiştirmemiz gereken işler vardır. Ya bir fatura ödenecektir ya bir randevuya geç kalınmıştır. Oysa görmüyoruz, fark etmiyoruz asıl hayatın kendisine geç kalıyoruz. Üstelik hayat beklemiyor da kendisini yaşamamız için.
Dalgaların üzerinde uçuşan martıları görmüyoruz mesela, ayaklarımızın ucunda kırıntı toplayan serçeleri görmüyoruz. Ağustos böceklerinin sesini duymuyor, karıncaların koşuşmasını görmüyoruz. Bir avuç gökyüzümüz kaldı ama onu bile görmüyoruz. Yıldızları görmeyeli ne kadar uzun zaman oldu?
Bilim adamları uzun yaşamanın sırrını araştırıyorlar yıllardır. Sigarayı bırak, içki içme, günde sekiz saat uyu, az ye, çok spor yap! Eee, ne zaman mutlu olacağız? Ne zaman keyif alacağız?
Hep kurallı yaşamakla uzun yaşanıyorsa bu yapılmaması gerekenleri yapan ama en az 100 yaşına kadar yaşayan insanları ne yapacağız? Elbette sigara içmeyi önermiyoruz. Gidin kendinizi içkiye vurun demiyoruz. Peki hayatın tam içine dalarak nasıl yaşayacağız? Bu her şeyi araştıran bilim adamları bir de hayattan keyif almanın kesin yöntemlerini bulsalar ne hoş olurdu!
Aslında mesele ne yediğiniz ne içtiğinizden çok, nasıl yaşadığınız ve hayata nasıl baktığınızla ilgili. Başımıza gelenleri başa gelen felaketler olarak ya da bir an önce halledilmesi gereken sorunlar olarak görüyorsak, başına gelenleri hayatın sürprizleri olarak görenle aynı düzeyde yaşamayı ve keyif almayı beklemek aptallık olur.
Hayattan keyif almak kaç yıl yaşadığımızla olacak iş değil, ya da içtiğimiz sütle yoğurtla alakalı bir durum değil. İçiniz kapkaraysa çamaşır suyu içseniz fayda etmez. Hayata güneş gözlükleriyle bakıyorsa insan, korkuyorsa hayattan, uçuk kaçık hayalleri yoksa, beklentileri yoksa önce keyif sözcüğüyle hayat sözcüğünü yan yana kullanmayı öğrenmesi gerekir.
Uzun yaşamak herkes için bir hedef ama mutsuz bir uzun yaşamı ne yapacağız ki? İçtiğimiz suya, aldığımız nefese şükretmeliyiz önce, sağlıkla uyandığımız her güne şükretmeliyiz. Ne yiyorsak ne içiyorsak severek, tadını alarak yiyip içeceğiz. Günü yaşamak dedikleri şey, yani anı yaşamak denilen şeyi yapacağız.
Bu söylendiği kadar kolay değil diyenler var mutlaka, ben de diyorum ki ‘Evet! Söylendiği kadar kolay!’
Nasıl besleneceğiniz, nasıl bir hamilelik geçireceğiniz, eşinizle olan ilişkileriniz, bebekle ilgili beklentileriniz doğacak bebeğin sağlığını doğrudan etkileyecek unsurlardır. Sağlıklı anne demek, hamilelik ve doğum süreci konusunda bilinçli anne demektir. Peki, siz ne kadar bilinçlisiniz? Gelin, test edelim.
1.Bebek sahibi olmak planladığınız ve istediğiniz bir karar mıydı?
a) Evet
b) Hayır
2.Bebek sahibi olmadan önce sağlık kontrollerinizi yaptırdınız mı?
a) Evet
b) Hayır
Avustralya’da yaşayan Şeniz Erkan, hayatını kabusa çeviren siber saldırılar yüzünden geçtiğimiz gün intihar ederek yaşamına son vermişti. Benzeri durumların aslında her gün farklı ölçeklerde birçok kişinin başına gelmesi üzerine Psikolog Serap Duygulu ve Forensas Adli Bilişim Hizmetleri Genel Müdürü Cem Günal’dan özellikle ailelerin alacağı önlemler üzerine görüşler aldık.
Sanal ya da siber zorbalık nedir?
Şeniz Erkan vakası ile birlikte sanal zorbalığın ne olduğunun anlaşılmaya ve öğrenilmeye başlandığını söyleyen Serap Duygulu şöyle devam ediyor:
“Oysa bu konu çok yeni değildir. Türkiye ve birçok Avrupa ülkesi için henüz yeni bir konu olarak düşünülse de aslında son 8-10 yıldır özellikle ABD ve Kanada’da hem eğitim bilimciler hem de psikologlar tarafından ciddi şekilde araştırılan tartışılan bir sorundur.
Ortalama bir insan her gün yaşadığı 24 saatin aslında en fazla 18 saatini bilinçli olarak geçirir, geri kalan minimum 6 saatlik uykuda bilinci tamamen kapalıdır. Bu açıdan bakınca karşımıza şöyle çarpıcı bir rakam çıkar: Ortalama 60 senelik bir yaşamın en az 1/4'ü yani 15 senesi "bilinçsiz" olarak geçmektedir.
Bunun yanı sıra yaşamın ilk 5-10 yılı olan çocukluk dönemi de aynı şekilde bilinçsiz olarak geçmektedir.
Her gün kişisel bakım, temizlik, giyim, ev işi gibi işler, günde 2 saatten, ortalama 60 senelik bir yaşamda toplam 5 yıl sürer.
Her gün 3 öğün yemek temin etme ve yeme günde 2 saatten yine 60 senelik bir yaşamda 5 yıl sürer.
Her gün trafikte geçen zaman ortalama 2 saatten yine 60 senelik bir yaşamda 5 yıl sürer.
Her gün iletişim ve haberleşme amacıyla geçirilen süre de yine 2 saatten 60 senelik bir yaşamda 5 yıl sürer.
Cumartesi-pazar ve resmi tatil günleri, özel izinler hariç 1 yılda 138 gün eder. Bu durumda bir yılda 227 iş günü kalır. Günde 8 saatten, 60 senelik yaşamda 12 yıl çalışarak geçmektedir.
Yani; 60 senelik yaşamın;
Günlük hayatın içinde çok kullandığımız bir sözcüktür depresyon. Kendimizi baskı altında hissettiğimiz hemen her sefer rahatlıkla depresyonda olduğumuzu söyleriz. Ya da sıkıntılı olduğunu fark ettiğimiz bir arkadaşımız için depresyona girmiş olduğu yorumunu yapabiliriz. Bu kadar kolay günlük konuşmalarımızda yer verdiğimiz depresyon adını söyleyebildiğimiz kadar kolay bir problem değildir. Kişinin günlük hayatını ciddi olarak aksatır, zorlayıcıdır ve tedavisi uzun sürebilen bir rahatsızlıktır.
Tek başına depresyon uğraştırıcı bir sorunken bir de “Manik Depresyon” hastalığını yaşamak gerçekten de kişiyi inanılmaz sıkıntılara sokar. Genellikle çok bilinmez, çevremizde çok duyulmamıştır ancak aslında pek çok insanın yaşadığı bir sorundur. Tanısı bazen geç konulabilir. Tanı konulduktan sonra da öncelikle hastanın kendisi tarafından sonra da yakınları tarafından durum saklanır ve diğer insanlarla paylaşılmaz.
Peki “Manik Depresyon” nedir? Depresyondan farklı mıdır ya da “Manik” bölümü ne anlama gelir? Konuyu en azından daha bilinir kılmak için işin çok da kuramsal boyutuna girmeden açıklamak gerekiyor.
Manik Depresyon; İki Uçlu Mizaç Bozukluğu ya da Bipolar Duygulanım Bozukluğu olarak da bilinen bir rahatsızlıktır. İki uçlu denmesinin sebebi de hastalığın kendisinden kaynaklanıyor. Çünkü kişi ya çok coşkulu ve hareketli bir dönem yaşıyor ki bu “Mani” dönemidir ya da çok içe kapalı, durgun ve karamsar bir döneme giriyor, bu da “Depresyon” dönemidir. Her iki duygu durumunun ortası olmuyor bu rahatsızlıkta. Her şey aşırı uçlarda geziyor. Bu iki duygu durumu arasındaki gel-gitler ise kişiyi ve dolayısıyla yakınlarını da çok yoruyor. Mani dönemindeki coşkuyu bildiğimiz coşkuyla karıştırmamak gerekiyor. Bu rahatsızlıktaki coşku başka bir şey. Normal ötesi bir durumdan söz ediyoruz. Aşırı para harcayan, bazen cinsel anlamda da aşırılıkları olan, kontrolsüz cinsel ilişkilere giren, sevincini ve üzüntüsünü oldukça abartılı yaşayan, son derece neşeli ya da sinirli, kırıcı ve bazen saldırgan, az uyuyan, neredeyse sürekli konuşan, ilgileri sık sık değişen, kural tanımayan, sürekli hareket halinde ve kendine aşırı güven duyan ve çok ciddi bir kişilik farklılaşması yaşayan bireyden söz ediyoruz. Kişi kumar oynamaya başlayabilir ya da alkol ve madde kullanımına yönelebilir. Bu mani dönemi atakları özellikle hastanın yakınları açısından yıpratıcıdır. Aile maddi ve manevi olarak çok sarsılır ve bu aşırılıklar sonucu durumun basit bir neşe ya da asabiyet olmadığı fark edilerek bir uzmana başvurulur. Mani dönemini takip eden dönem ise depresyon dönemidir. Bu dönemde bilinen depresyonun belirtileri görülür. İçe kapanma, karamsarlık, bazen ölüm ve intihar düşünceleri, insanlardan kaçış, uyku ya da uykusuzluk hali, iç sıkıntısı, hiçbir şeyden zevk alamama, eskiden ilgi duyulan konulara karşı ilgisizlik gibi tipik depresyon belirtileri burada da söz konusudur. Bir kaç gün öncesinin neşeli, kıpır kıpır, enerjik insanı gitmiş yerine bambaşka biri gelmiştir. Dönemlerin birbirinden farkı, depresyonda kişi tam anlamıyla dibe vurur, manide ise enerjisinin ve duygularının zirvesine çıkar şeklinde açıklanabilir. Manik depresyonda kişiler aşırı uçlarda yaşarlar demiştik. Depresyon dönemindeki bir bireyde de normal depresyon durumlarından farklı olarak intihar etme eğilimi daha yüksek olabilir. Aslında bu dönemleri ataklar olarak sınıflandırmak daha doğru olur. Atakların kendisi zaten çok olumsuz sonuçlara yol açar ve bir de bu ataklar sıklıkla tekrarlanıyorsa durum iyice yıpratıcı olur.
Hastalık kadınlarda ve erkeklerde cinsiyet farkı gözetmeksizin hemen hemen aynı oranlarda görülmektedir.Genellikle 20’li yaşlarda ortaya çıkar ancak ileri yaşlarda da görülebilir. Hastalığın tam olarak sebebi bilinmiyor.Ancak genetik yatkınlık olduğu düşünülüyor.Manik Depresyon rahatsızlığını yaşayanlar genel nüfus içinde yaklaşık % 1.5- 2’lik bir bölümü oluşturuyorlar.
Hastalığın seyri ve şiddeti ise kişiden kişiye farklılık gösteriyor. Kimi hastalarda depresif duygu durumu daha baskınken bir başkasında mani durumu daha baskın olabiliyor.
Tedavisi farklı yöntemler içeriyor ancak en uygun olanı ilaçlı tedaviyle birlikte terapi desteği almak. Hastanın yapısına ve hastalığın durumuna göre tedavi süreci de değişmektedir. Doğru tanı koyulup tedaviye başlandıktan kısa süre sonra hasta genellikle tedaviye olumlu cevap verir ve bir çok hasta düzelir. Ancak hastalığın tıpkı depresyonda olduğu gibi tekrarlama riski vardır. Bu açıdan tedavi bittikten sonra da hasta yakından takip edilmelidir. Bazı durumlarda ataklar azalır ancak tamamen bitmez. Hastalar yılda bir ya da en fazla iki kere Manik Depresyon atakları yaşarlar. Bu durumda hastayı diğer Manik Depresif hastalardan iyi ayırmak lazım. Burada da ilaçla tedaviye koruyucu tedavi olarak devam edilmelidir.
Çocuk yetiştirmek, bir anne-baba için en ağır sorumluluklardan biridir. Sağlıklı, tutarlı, güvenli bir birey olarak hayatın içerisinde yer almasını sağlamak ise çocuğun sağlıklı bir aile ortamında büyümesiyle yakından ilgilidir. Çocuklar büyürken gelişim evreleri içinde çok farklı dönemlerden geçerler ve her bir dönem içinde anne babaları bazen çok zorlayan bir takım sorunlarla da karşılaşırlar.
Bir çocuğu büyütmek, aslında sürekli bir eğitim demektir. Her yaş ve döneme özgü bazı kuralları öğrenmesi için, toplumsal değerlere saygı göstermesi için, vresiyle sağlıklı, ilişkiler kurabilmesi için çocuk sürekli bir eğitimden geçmektedir aslında. Sosyal çevre, bireylere uyum içinde yaşamalarını kolaylaştırmak amacıyla bir takım kurallara uyma zorunluluğu getirmektedir:
• Görgü kuralları,
• Okul kuralları,
• Hukuk kuralları,
• Trafik kuralları,
• Toplum ve çevre kuralları gibi