Göbek çevresinde başlayan yağlanma, yağ hücreleri büyük ve iç organlara yakın olduğu için metabolik hastalıklara yatkınlığı da artırır. Türkiye maalesef ki Avrupa'nın en obez ve en çok diyabet hastası olan ülke konumundadır. Bu hafta Diyetisyen Neslihan Aktepe ile gece yeme sendromunu, nedenlerini ve bu sendromu önlemenin çeşitli yollarını konuştuk.
Diyetisyen Neslihan Aktepe
*Son yıllarda gözlemlerime göre gece yeme sendromu giderek artıyor gibi... Ne dersiniz sizce de artıyor mu?
İlk olarak kontrol noktanız sabah uyandığınızda aç mı, yoksa tok mu güne başladığınızdır. Eğer siz güne tokluk hissi ile başlıyorsanız aman dikkat derim. Çünkü sağlıklı beslenme ve sağlıklı yaşantıda sabah uyandığınızda aç uyanmanız gerekli. Tok uyanmak gece yeme sendromunu ya da gece uyanmasanız bile akşam yemeğinden sonra sürekli atıştırıp sonra uyuduğunuzu gösterir. Sabah tok uyandığınızda kahvaltıyı atlarsınız ve direkt işe gidersiniz. Zamandan da tasarruf ettiğinizi düşünürsünüz... İş yerinde stres yaşıyorsanız da yeme saatiniz biraz daha uzar. Sonra bir anda acıktım dersiniz ve öğle yemeği ile başlangıç yaparsınız. Her şey iyi gibidir görünürde. Akşam evde saat biraz gecikir yemek hazırlamak için, işte o anda olanlar olur. Yemeye başlayınca durduramayız kendimizi. Yemekten sonra gelsin çayın yanına kuruyemişler, kekler, kurabiyeler… Tıka basa yedikten sonra bir anda uyanır ve mutfağa gideriz! Gece yeme sendromu başlamıştır...
*Peki bu durum önlenemez mi?
Cevabım ‘tabii ki önlenir…’
GECE YEME SENDROMUNU ÖNLEYEN 6 ÖNERİ
VİRÜSLERLE SAVAŞMAYA YARDIMCI
Quercetin mide, bağırsak, cilt, solunum ve idrarla bağlantılı olan tüm bakteri türlerine karşı etkili antibakteriyel özelliklere sahiptir. Bu sayede diğer flavonoidlerle birlikte adenovirüs, herpes simpleks virüsü, solunum sinsityal virüsü ve son yılların korkulan hastalığı corona virüs yani COVID gibi yaygın virüslerle savaşmaya yardımcı olabilir.
Yapılan araştırmalar quercetin, histaminin hücrelerden salınmasını kısıtladığı için alerji semptomlarının giderilmesinde etkili olabileceğini gösterir. Bu mucizevi maddenin anti-alerji özellikleri bronşit ve astımı tedavi etmeye de destek olabileceğini işaret eder.
Quercetin özellikle insan vücudundaki kötü kolesterol olarak bilinen LDL kolesterol düzeyini azaltarak damar etrafında oluşan plak oluşumunda ve kireçlenmelerin azalmasında rol oynar. Ayrıca kan akışını da iyileştirerek kalp-damar sağlığını olumlu yönde etkilemesi de quercetin faydaları arasındadır.
QUERCETIN KULLANIM ALANLARI
Bu araştırmalara göre, quercetin Alzheimer veya Parkinson hastalığı riskini azaltacak özelliklere sahip olabilir. Genel olarak nörolojik hastalıkların oksidatif stres sonucu meydana geldiği düşünülmektedir ve quercetinin antioksidan özellikleri bu durumun oluşmasını engelleyebilir veya savaşmaya yardımcı olabilir.
Genel sağlığı desteklemek ve hastalıklardan korunmak için sağlıklı beslenme ve düzenli egzersiz yapma alışkanlıklarına dikkat çeken Gazi üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bölümü Öğretim Üyesi konu ile ilgili Hürriyet okurlarına önemli bilgiler verdi:
Prof. Dr. Uğur Coşkun
İŞLENMİŞ GIDALARDAN UZAK DURMAK KANSERİ ÖNLEMEDE BİRİNCİ KURAL
Sağlıklı beslenme, kanserin önlenebilir risk faktörleri arasında en önemli olanıdır. Son yirmi yılda hem dünyada hem de ülkemizde beslenme alışkanlıkları oldukça değişti. Sanayileşme ve yoğun tempoda çalışma hayatı ne yazık ki hepimizi hızlı yaşamaya zorluyor. Artık evde yemek hazırlamak yerine süpermarketlerden hazır gıdalar satın almak pratik geliyor. Böylelikle aşırı yağlı, aşırı şekerli ve katkı maddeli ürünlere maruz kalıyoruz. Bu işlenmiş gıdalardaki katkı maddeleri ise vücutta inflamatuar yapıcı yani iltihaplanmayı arttırıcı etki yapabiliyor. European Journal of Epidemiology dergisinde yayınlanan bir çalışmada işlenmiş gıdalar yani ‘proinflamatur’ (iltihap yapıcı) gıdaların fazla tüketiminin meme kanseri riskini arttırdığı belirtilmektedir. Proinflamatuar besinler neler diye bakacak olursak, salam, sosis, sucuk gibi işlenmiş şarküteri etleri, şeker ve doymuş yağlar açısından yüksek besinler ve trans yağlı gıdalardır. Amerika’da yapılan bir başka çalışmada ise fazla sosis tüketiminin kolon kanseriyle ilişkili olduğu bulundu. Özellikle yaygın fast-food tüketimi ve düşük sebze ve meyve alımıyla karakterize olan batı tarzı beslenme alışkanlıkları sağlık açısından olumsuz etki yaratmaktadır. Özellikle kanser gibi kronik ve riskli hastalıkları önlemede bu sağlıksız beslenme alışkanlıklarını hızlı bir şekilde değiştirmek düzenli olarak sebze meyve tüketmek, cips, bisküvi, gofret gibi paketli gıdalardan ve şekerli içeceklerden uzak durmak oldukça etkilidir.
İKİNCİ BEYİN OLARAK ADLANDIRILAN BAĞIRSAKLARI DOĞRU GIDALARLA BESLEYİN
Bağırsak sistemimizde yaşayan bakteriler bağırsak mikrobiyotasını oluşturmaktadır. Mikrobiyotamız bağırsak sağlığının yönetilmesine ve vücut bağışıklığının korunmasına yardımcı olur. Bu nedenle güncel bilimsel çalışmaların çoğu ikinci beyin olarak adlandırılan bağırsaklara daha fazla odaklanıyor. Obezite gibi kronik hastalıklar, depresyon gibi psikolojik rahatsızlıklar ve hatta Parkinson, Alzheimer gibi nörolojik hastalıkların bağırsaklardaki iyi ve kötü bakterilerin dengede olmamasından kaynaklandığı bilimsel çalışmalar tarafından gösteriliyor. Bağırsak sağlığını desteklemek ve hastalıklardan korunmak için yeterli miktarda lif almak ve probiyotik-prebiyotik besinler tüketmek şarttır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), sağlık için yetişkin bir insanın günlük 30-35 gram lif alması gerektiğini belirtiyor. Yeterli lif almak için ise mevsimine uygun sebze, meyve ve otlar ile tahıl ve bakliyatları düzenli olarak tüketmek şart. Probiyotik kaynağı olarak fermente edilmiş gıdaları söyleyebiliriz. Örneğin yoğurt, lahana turşusu, kefir gibi fermente ürünlerde probiyotik içerik yüksektir. Prebiyotik besinleri ise, soğan, olgunlaşmamış muz, elma, enginar, pırasa bezelye, yulaf ezmesi olarak sayabiliriz. Bağırsaktaki faydalı bakterileri arttırmak için her gün en az 2 porsiyon probiyotik ve prebiyotik kaynağı besinleri beslenme programınıza dahil etmek uygun olacaktır.
Gebelikte günlük kalori ihtiyacına 350 Kcal/gün ilave edilir. Her gebe günde, 80g protein, 1,5g kalsiyum 30-60g demir, A, B1, B2 ve C vitamini almalıdır. Hamilelikte beslenme listesi, yeterli miktarda protein, karbonhidrat, sağlıklı yağlar, vitaminler ve mineralleri içermelidir. Özellikle folik asit, demir, kalsiyum, omega-3 yağ asitleri ve vitamin D gibi besin maddeleri, bebeğin sağlıklı büyümesinde etkin bir rol oynar. Örneğin: 2 su bardağı süt veya 1 kâse yoğurt veya 2 kibrit kutusu büyüklüğünde beyaz peynir. 1 porsiyon et veya balık, karaciğer veya kuru fasulye, mercimek gibi kuru baklagiller veya 1 yumurta. Meyveler; 2-3 elma, portakal içeren bir diyet, gerekli ek kalori, protein ve demir ihtiyacını karşılar.
GEBELİK BOYUNCA 10-12 KİLOGRAM İDEALDİR
Gebelikte önemli olan fazla gıda almak değil, dengeli gıda almaktır. Üç öğün arasında ek öğünler alınarak enerji ihtiyacının düzenli karşılanması sağlanır. Tüm gebelik boyunca alınması gereken ideal kilo 10-12 arasıdır. Salam, sosis, sucuk gibi katkı maddesi içeren besinler mümkün olduğu kadar seyrek tüketilmelidir.
MUTLAKA İYOTLU TUZ KULLANILMALI
D vitamini besinlerde bulunmaz. Ancak güneş ışınlarının direkt cilde yansıması ile sağlanır. Bu nedenle güneşlenmeye özen gösterilmelidir. Mutlaka iyotlu tuz kullanılmalıdır. Kansızlığı önlemek için yemeklerle birlikte çay içilmemeli, kahve sayısı en fazla iki fincan ile sınırlanmalıdır. Kola ve hazır meyve suları içilmemelidir. Doktora danışılmadan ilaç kullanılmamalıdır. Sonuç olarak, anne adayları hamilelik sürecinde özellikle doğal ve işlenmemiş gıdaları tercih etmeli, yeterli miktarda su içmeli ve günlük olarak taze meyve ve sebze tüketmelidir. Ayrıca, kafein ve işlenmiş gıdalar gibi zararlı maddelerden kaçınılmalıdır.
Loise Brown’nın 1978 yılında ilk başarılı tüp bebek tedavisi ile doğmasından sonra geçen 46 yıllık dönemde teknolojinin gelişmesiyle beraber tüp bebek tedavilerinde de yeni gelişimler olmuş ve yeni tedavi modaliteleri eklenmiştir. Ülkemiz de dünyadaki bu yeni gelişmelere ayak uydurarak paralel gelişim göstermiştir. Her yıl düzenlenen uluslararası ve ulusal kongrelere katılım sağlanarak internetin de artık yaşamımızda iç içe olmasından dolayı her türlü bilgiye ulaşabilmekteyiz. Öyle ki artık dünya literatürüne yaptığımız araştırma ve katkılara, ülkemiz olarak yön vermekteyiz. Peki bu 46 yıllık süreçte ne gibi gelişmeler oldu? Başarıyı artıracak neler sağlık hizmetine sunuldu? Gerçekten başarıyı artırabildik mi? Ülkemizde uygulanan bu tedavilerle elde edilen başarı oranları diğer ülkelerle paralellik gösteriyor mu?
Prof. Dr. Süleyman Akarsu
DAHA KONFORLU TEDAVİ
İlk yapılan tedavilerde karından yumurta toplama işlemi yapılırken radyolojik gelişimlere bağlı olarak yani yüksek rezolüsyonlu ultrasonografi cihazlarının pratik kullanımımıza girmesiyle günümüzde vajinal yolla yumurta toplama işlemi anestezi altında yapılmaktadır. Önceki yıllarda lokal anestezi kullanılırken şimdilerde sedasyon dediğimiz basit ve kısa süreli bir anestezi işlemi uyguluyoruz. Böylece daha konforlu bir şekilde tedavilerimizi gerçekleştiriyoruz ve daha fazla yumurta toplayabiliyoruz. Yine teknolojik gelişmelere paralel olarak yumurta ve spermin seçiminde ve döllenme işleminin yapıldığı mikroskopların gelişimiyle yapısı ve hareketi daha iyi olan spermler seçilebilmekte ve toplanan yumurtanın yapısı daha iyi değerlendirilebilmektedir. Suni dölleme işleminin yapılmasından 17 saat sonra değerlendirilmesi ve döllenen embriyoların 3 ya da 5 gün gelişimlerini sürdürdükleri ortamlar, artık anne rahmine daha çok benzetilerek besi yerleri olarak hizmetimize sunuldu.
EMBRİYOLARIN DONDURULMASI
Son yıllarda embriyoların dondurulması ile ilgili pozitif yöndeki gelişmelerle embriyolar 3’üncü ya da 5’inci gün dondurulabiliyor. Daha sonraki dönemlerde çözdürüldüklerinde ise aynı şekilde embriyo elde etme oranlarımız çok arttı. Neredeyse dondurduğumuz kalite ve sayıda embriyo elde edebiliyoruz. Döllenme ile ilgili sorunları olan çiftlerde ‘Piezo elektrik’ gibi döllenmeyi artıracak tekniklerle döllenme sorunlarını neredeyse halletmiş olduk. Yine ‘Embriyoskop’ dediğimiz cihazların kullanıma girmesiyle embriyolar hiç inkübatörlerden çıkarılmadan tedavi sonuna kadar kapalı bir ortamda kalabilmekte ve dışarıdan embriyolar 24 saat izlenebilmektedir. Bu da akademik çalışmalara yön verebilmekte, en iyi spermin seçiminde bize yapay zekâ gibi olanak sağlamaktadır.
Bu ağrıyla ilgili merak edilenleri TOBB ETÜ Hastanesi Algoloji Kliniği’nden Uzm. Dr. Dostali Aliyev’e sordum. Şu bilgileri verdi: Altta yatan bir hastalıkla bağlantısına göre baş ağrıları ‘primer’ ve ‘sekonder’ olarak iki kısma ayrılır. Primer baş ağrıları santral sinir sistemi veya sistemik bir hastalığa bağlı olmayan, çoğu zaman nedeni tam olarak netleştirilemeyen baş ağrılarıdır. Sekonder baş ağrıları çeşitli hastalıklara, patolojilere bağlı gelişen ağrılardır. Tüm baş ağrılarının yaklaşık yüzde 95’i primer baş ağrıları, onların da yüzde 90’nı migren, gerilim tipi baş ağrısı ve küme baş ağrısı oluşturmaktadır.
Uzm. Dr. Dostali Aliyev
MİGREN NEDİR?
Migren, ataklar halinde seyreden primer baş ağrısıdır.
MİGREN ATAĞI BELİRTİLERİ NELERDİR?
Migren tipik olarak 4-72 saat süren, genetik yatkınlığı olan kişilerde bazı besinler (mayalı yiyecekler, içecekler), yorgun ve stresli çalışma ortamı, hava değişimi, işe yetişme telaşı, çok veya az uyumak, yaşanan duygusal anlar (aniden sevinmek veya üzülmek) gibi tetikleyici faktörlerle ortaya çıkan genellikle tek taraflı, göz çevresi, şakaklarda, zonklayıcı, orta veya şiddetli, fiziksel aktivite ile şiddetlenen bulantı, kusma veya ses-ışık hassasiyetinin eşlik ettiği ağrı ataklarıyla seyreden bir hastalıktır.
MİGREN AĞRISI NEREDE OLUR?
Gelişme geriliğine sahip fetüsler, aynı hafta içindeki diğer fetüslere kıyasla çok daha küçüktür. Tıptaki adı intrauterine gelişme geriliği, yani rahim içindeki bebeğin gelişiminin geriden gelmesi.
GELİŞME GERİLİĞİNİN BELİRTİLERİ NELERDİR?
Fetüste gelişme geriliği görüldüğünde bu durum anne adayında çoğunlukla herhangi bir belirtiye neden olmamaktadır. Anne adaylarının çoğuna ultrason sırasında tanı konur. Bazı durumlarda ise anne adayı karnının büyümediğini veya bebeğin az hareket ettiğini ifade eder.
BEBEKTE GELİŞME GERİLİĞİ NEDENLERİ
Gelişme geriliği hamilelik sırasında herhangi bir zamanda çeşitli nedenlerle ortaya çıkabilir. Gelişme geriliği görülme ihtimalini artıran bir dizi faktör vardır. Fetüs hücrelerindeki kalıtsal bir anormallik ya da anne adayının kötü beslenmesi veya düşük oksijen alması gibi durumlar gelişme geriliğine yol açabilir. Ayrıca çoğul gebeliklerde de gelişme geriliği görülebilir. Anne adayında bulunan böbrek hastalığı, diyabet, kalp hastalığı ya da yüksek tansiyon gibi kronik rahatsızlıklar, yetersiz beslenme, bazı enfeksiyonlar, madde bağımlılığı ve sigara içmesi gibi faktörler fetüste gelişme geriliğine neden olabilir.
GELİŞME GERİLİĞİ TEŞHİSİ
Ayrıca kendisi derneğin her yıl düzenlediği geleneksel Bolu Koru Otel’de doğum ile ilgili tüm profesyonellere, yani hekim, ebe, hemşire, teknisyen gibi çalışanların bilgi becerilerini arttırmaya yönelik kongre ile ilgili de bilgiler paylaştı. Aydan Hocam bu işe yıllarını vermiş bir hoca. Kadın doğum ve yüksek riskli gebelik uzmanı ve aynı zamanda üniversitede binlerce kadın doğum uzmanı yetiştirmiş bir akademisyen. Dernek olarak gebelik, doğum ve lohusalık ile ilgili tecrübelerini bu kongrede meslektaşları ile paylaşacağını ve 25-28 Nisan’da üç günlük kurs-eğitim programları olduğunu belirtti. İşte verdiği bilgiler...
Prof. Dr. Aydan Biri
KIYMETLİ BİLİM İNSANLARI KATILIYOR
Bu yıl 7’ncisinini düzenlediğimiz kongremizde, Koru Hastanesi olarak Doğasında Doğum Derneği ve Anadolu Ebeler Derneği ile yine birlikteyiz. Bilimsel programımız gebelik öncesi süreçler, gebeliğe hazırlık, gebelik süreci doğum ve lohusalık alanlarında dünya ve ülkemiz üzerindeki uzun yılların tecrübesi ile ortaya konulmuş bilgi ve birikimleri içermekle birlikte, farklı bakış açıları ve görüşleri detaylı ve özgürce tartışılabileceği çok kıymetli bilim insanlarının katılımıyla düzenlenmiştir. Bugüne kadarki bilimsel toplantılarda benzeri görülmemiş panellerle, hem alanında uzman hekimler, hem de ebe ve hemşirelere çok farklı bir bakış açısı kazandıracaktır. Kadın anne ve bebek sağlığı, kadın doğum hekimleri, perinatoloji, neonatoloji, pediatri, pediatrik nöroloji, genetik ve halk sağlığı disiplinleri, ebeler ve hemşirelerin ayrılmaz birliği ile sağlıklı bir şekilde yürütülebilir. Biz mevcut uygulamalarımızda da olduğu gibi kongremizde de bu birlik ve iş birliğinin gücünü bir kez daha göstereceğiz.
İYİ SONUÇLAR İÇİN EKİP OLMA İHTİYACI
Özetle, en temel koruyucu sağlık hizmeti olan doğumun daha iyi anlaşılması, anlatılması sürecin anne ve bebek için en iyi şekilde yönetilmesi, topluma en temel katkıyı sağlayacaktır. Yıllardır bu bilinçle en temel koruyucu hekimlik olan gebelik izlemi ve doğum için çabalarken, bir yandan öğrenmeye, bildiklerimizi aktarmaya gayret ediyoruz ve bu anlamda idrakında olduğum en mühim şey ise iyi sonuçlar için ekip olmaya ihtiyaç var. İşte bu bilinçle bu yıl 7’ncisi düzenleyeceğimiz kongremizde, kadın sağlığının görünür görünmez yüzlerce kahramanı da bu felsefeyle bir araya geliyor. Doğum ekibinin tümüne, bir kadının yaşayabileceği doğanın bu en tarifsiz deneyiminde eşlik ettikleri ve daha iyisi için verdikleri tüm bu çabaya gönül vermişlere gayretlerini sürdürdükleri için binlerce teşekkürler.