Şenol Kalyoncu

Genital bölge estetik ameliyatları

19 Mayıs 2019
Özellikle 2000’li yılların başlarından itibaren tüm dünyaya hızla yayılan, zamanla hastalar tarafından daha fazla talep edilen ‘genital bölge estetik’ ameliyatları oldukça merak edilen ve yeni bir konu.

Biz de bu merak edilenleri Uluslararası Estetik Genital Cerrahi ve Cinsel Tedaviler Derneği (ISAGSS) Başkanı Jinekolog Op. Dr. Süleyman Eserdağ’a sorduk. Eserdağ, konuyla ilgili şu bilgileri verdi:
“En sık kozmetik ve işlevsel nedenlerle yapılan genital estetik ameliyatları; iç dudakların normalden büyük ve kırışık olması, bir dudağın diğerine göre daha büyük ve deforme görünümü, klitoris bölgesinin göze çarpan iriliği veya genital renk koyulaşması gibi durumlarda tercih ediliyor. Bunların birincil sebebi de gebelik ve doğumlar. Özellikle zorlu vajinal doğumlar vajinada kalıcı bir genişleme oluşturabilmekte. Ancak normal doğum olmasa bile, tek başına gebelik süreci dahi vajinal genişlemeye neden olabiliyor. Diğer taraftan sigara, kötü beslenme ve kötü yaşam tarzı da kolajeni bozarak sarkma ve genişlemelere neden olabiliyor.
Öte yandan vajinal bölgenin düzeyine göre farklı yöntemler tercih edilebiliyor. İleri düzeydeki vajinal genişlikte cerrahi ile vajina daraltma ameliyatları tercih edilirken aynı zamanda bağırsak ve idrar torbası sarkmaları da düzeltilebilmekte.

LAZER VE RADYO-FREKANS

Hafif düzeydeki genişlemelerde ise lazer ve radyo-frekans ile ameliyatsız vajinal sıkılaştırma tercih edilebilir. Cihazların her ikisinde de termal etkisinden faydalanılıyor. Doku içindeki sıcaklık artışı, onarım hücrelerini harekete geçirerek taze bağ dokusu artışına neden oluyor. Böylelikle vajinada sıkılaşma ve duyarlılık artışı gerçekleşebiliyor. Diğer taraftan bu teknolojiler karın içi basıncına bağlı idrar kaçırma probleminde de çözüm üretebilmekte. Ayrıca menopoza bağlı vajinal kuruluk, genital bölgede cilt incelmesi ile ortaya çıkan kaşıntı, batma, yanma ve idrar şikayetlerinin giderilmesinde de oldukça etkili olabiliyor. 5 ile 20 dakika arasında süren işlemlerde her hangi bir ağrı olmadığından anesteziye de gerek de duyulmuyor. Hastalar işlemden hemen sonra işlerinin başına dönebiliyorlar. Hiçbir yan etkiyle de karşılaşılmayan yöntem ile doğru hasta grubunda oldukça güzel sonuçlar elde etmek mümkün olabiliyor.

ÖĞRENMEDEN GEÇMEYİN

Yazının Devamını Oku

İmplant uygulaması öncesi kemik gelişimi tamamlanmalı

12 Mayıs 2019
Kıymeti günlük hayatta çok fazla bilinmeyen dişlerimizin önemi genellikle problem çıkardığında, hatta kaybedildiğinde anlaşılıyor.

Kaybedilen dişlerin bıraktığı ağızdaki boşluklar da hem sağlık açısından hem de estetik açısından oldukça önemli. Bu boşlukları doldurmak için uygulanan implant tedavisiyle ilgili TOBB ETU Hastanesi’nden Doç. Dr. Ezher Dayısoylu merak edilenleri şöyle anlattı:
“Özellikle son yıllarda sağladığı konfor sebebiyle kullanımı oldukça artan implant, herhangi bir nedenden dolayı kaybedilmiş bir ya da birden fazla diş eksikliğini tedavi etmek, çiğneme fonksiyonlarındaki kaybı gidermek ve estetik görüntüyü yeniden kazandırmak amacıyla çene kemiğine yerleştirilen yapay diş kökü olarak da bilinen vidalardır. Genellikle titanyum tercih edilen bu vidaları uygulamak için hastanın çene ve diş yapısının bu vidanın genişliğine ve yerleşimine izin vermesi gerekiyor. Uygulanabilmesi için kemik gelişiminin tamamlanmış olması gerektiğinden belirli bir yaşa kadar yapılmıyor. Ancak gelişim tamamlandıktan sonra herhangi bir yaş sınırı yok. Kemik yapısı ve diş etlerinin sağlığının önemli olduğu implant uygulaması genellikle iki farklı şekilde gerçekleşiyor. Çene cerrahisinin de kullanılması gereken durumlar olduğu gibi çok daha basit işlemlerle de çözümlenebilir.

UZUN YILLAR KULLANILABİLİYOR

İmplantın yerleştirilmesinin ardından kemiğin ve dişlerin bu maddeyi kabul etmesi 1-3 ay arasında değişiyor. Bundan sonra üstüne kaplanan protezler ile hasta tamamen sağlıklı görünen dişlere kavuşabiliyor. Ancak diyabet hastalarında bu iyileşme süresi uzayabiliyor. O sebeple implant yaptırmadan önce doktora danışılmalı. Lokal ya da genel anestezi ile uygulanan işlemler 10-15 dakika arasında sona eriyor ve hasta herhangi bir acı duymuyor.
Ağız sağlığına dikkat edildiği ve iyi kullanıldığı sürece implantın 30 senelere kadar çıkabilen ömrü var. Doktorun belirlediği aralıklarla kontrollere gitmek ve bakıma dikkat etmek sorunsuz bir şekilde kullanım sağlıyor. Özellikle estetik açıdan oldukça tercih edilen implant da diş tedavilerinde yerini almışa benziyor.”

ÖĞRENMEDEN GEÇMEYİN

Yazının Devamını Oku

Doğum ağrısıyla baş etme yolları

4 Mayıs 2019
Dokuz aylık heyecanlı bekleyişin sonuna geldiniz. Bir yanda tanışmak için sabırsızlandığınız bebeğiniz, diğer yanda doğum sancısı düşüncesi ve olasılıkla canınızın acıyacağı belki de ilk doğum deneyiminiz…

Doğum ağrıları şiddetli midir? Ağrıya dayanıklı mısınız? Söz konusu ağrılarla baş etmenin alternatif yolları var mıdır varsa nelerdir? Tüm bu merak edilenleri, kendisi de normal doğum yapmış Ankara Yüksek İhtisas Üniversitesi Koru Hastanesi doktorlarından Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op.Dr. Aslıhan Yazıcıoğlu’nun görüşlerini aldık.

AĞRI EŞİĞİ BİRBİRİNDEN FARKLIDIR

“Esasen doğum sancılarının şiddetini önceden kestirmek olanaksızdır ve her kadının ağrı eşiği de birbirinden farklıdır. İlk doğum deneyimini yaşayan pek çok gebe, ağrılarla baş etmek için bir takım ilaç desteğine ihtiyaç duyar. Az bir grup gebe ise hiç sancı hissetmeyebilir. Doğum sürecinde; ister doğumu yaptıran ebe olsun, isterse kadın doğum uzmanı, söylenenlere kulak verilmeli önerilere uyulmalı. 

İLAÇSIZ YÖNTEMLER TERCİH EDİLİYOR

Tercih edebileceğiniz ağrı azaltıcı yöntemleri ilaçlı ve ilaçsız yöntemler olarak ikiye ayırabilirim. Pek çok anne adayı artık doğumda sürecin olabildiğince müdahalesiz olması adına ilaçsız yöntemleri tercih ediyor.
Gevşeme ve rahatlama: Anne adayının gerginliğini ve endişe düzeyini azaltarak algılanan ağrı düzeyini azalttığı gibi, ağrıya toleransı da artırır.
Zihinsel uyarılma: Doğum esnasında anne adayının dikkat ve düşüncelerinin ağrıya odaklanmasını engelleyip, başka uyaranlara yöneltilmesidir.

Yazının Devamını Oku

Değeri sonradan anlaşılan bir kök hücre deposu

28 Nisan 2019
Günümüzde 80’den fazla hastalığın tedavisinde kullanılabilen, hayatı tehdit eden hastalıkların tedavisinde içerdiği kurtarıcı kök hücreler ile büyük bir kurtarıcı olarak görülen ‘kordon kanı’nın önemi son zamanlarda daha iyi anlaşılmaya başladı. Peki nedir bu kordon kanı? Ne işe yarar ve nasıl saklanır?

 Konuyla alakalı Onkim Kök Hücre Merkezi sorumlusu Dr. Pınar Hüner Omay, bize şu bilgileri verdi:
“Kordon kanı, bebek doğduktan sonra göbek kordonu ve eş dediğimiz plasenta içinde kalan kandır. Yıllar içerisinde yapılan bilimsel çalışmalar kordon kanının kök hücre bakımından zengin olduğunu göstermiştir. İlk kez 1988 yılından Fankoni Anemisi teşhisi konulan bir hastaya kordon kanı uygulaması gerçekleştirildikten sonra, çok sayıda banka kurulmaya başlanmış ve ülkemizde de Sağlık Bakanlığı tarafından 2005 yılında ‘Kordon Kanı Bankacılığı Yönetmeliği’ çıkarılmıştır ve bu tarihden itibaren saklanmaya başlanmıştır. Kordon kanı alınması çok kolay ve değeri çok sonradan anlaşılmış bir kök hücre deposu. Doğduktan sonra göbek kordonu kesilen bebek anneden ayrılır. Kanın pıhtılaşmasını engelleyen koruyucu bir sıvı ile doldurulmuş özel toplama torbası göbek kordonuna bağlanarak, kordon kanının dolması sağlanır. Bebek anneden ayrıldıktan sonra alındığı için anneye ya da bebeğe herhangi bir zararı da yok.

EN TEMİZ VE SAF HÜCRELER

Doğumdan hemen sonra alınan kordon kanındaki kök hücreler en temiz ve saf halde olan hücrelerimiz. Bu sebeple kordon kanı kök hücreleri, diğer kök hücre kaynakları ile karşılaştırıldığında oldukça gençtirler ve dondurularak saklandıklarında yaşlanma ve yıpranma süreçleri de durdurulmuş olur.
Ayrıca bebekten toplanan kordon kanı otolog yani bebeğin sadece kendisi için olmakla beraber ailenin diğer fertleri için de kullanım alanına sahiptir. Doku uyuşması şansı daha fazladır. Bu özellik, aile bireyleri hatta akrabalar için bile kordon kanı nakli gerçekleştirilmesine olanak sağlamakta

Yazının Devamını Oku

Cilt kırışıklıklarına serum tedavisi

20 Nisan 2019
Her insanın cildi yıllar geçtikçe -yeni yaşı ile birlikte- sarkar, kurur ve kırışır.

Bunları önlemek amacıyla son zamanlarda ‘gençlik serumu’nu sıkça kullanılmaya başladık. Konuyla ilgili Medikal Estetik Uzmanı Dr. Gökçen Alagöz şu bilgileri verdi:
“Gençlik serumu; cildin yaşlanma, güneşin zararlı etkileri, stres, ve kötü beslenme gibi nedenlerle kaybettiği nemi ve canlılığı geri kazandırmak için İsviçreli bilim adamları tarafından üretilmiş bir cilt gençleştirme ürünüdür. İnsan organizmasındaki temel proteinlerden biri olan kollajen deriye çekme mukavemeti sağlar ve deride yaklaşık yüzde 75 oranında tip 1 kollajen bulunur. Ancak yaşla birlikte kollajen üretimini artıran hyaluronik asit ve fibroblast aktivitesi, kollajen ve yağ dokusu azalır. Bunlarla birlikte cilt nemini de kaybetmeye başlar. Sağlıksız beslenme, güneş ve stresin olumsuz etkileri ile cilt cansızlaşır, kurur ve sarkmaya başlar.
‘Gençlik serumu’ denilen ürün ise hyalüronik asit ve aminoasitlerin bir araya getirilmesi sonucunda fibroblast çoğalması, kollajen biyosentezi ve büyüme faktörlerinin üretimini artırır.

UYGULAMA, DOKTOR TARAFINDAN BELİRLENİR

Öte yandan cilt gençleştirme uygulamaları ile önlem alınmadıkça, kırışıklıklar derinleşmeye başlar. Her insanın genetik ve dış çevre etkenleri farklı olduğu için bu kırışıklıklar da farklılık gösterebilir. Cilt neminin yeniden kazandırılması ve kırışıkların önlenmesinde kullanılan ‘gençlik serumu’ da bu sebeplerden ikiye ayrılmıştır. Cildin sorunlarına göre ‘klasik’ ve ‘HMW’ olmak üzere iki farklı ürün bulunmaktadır. Cildin ihtiyacına göre hangi form enjekte edilecekse, uygulamayı yapan doktor tarafından belirlenir. Cilt destekleyici bu iki form, kollajen sentezini tekrar başlatarak, ciltte kırışıklık ve sarkma sorunlarında düzelme sağlar.

1 İLA 3 SEANSTA İSTENİLEN ETKİ MÜMKÜN

Hyaluronik asit ve aminoasitlerin kombinasyonu olan ‘gençlik serumu’ mikroenjeksiyon yöntemi ile uygulanır. Uygulama sonrasında kalıcı ve hızlı bir cilt yenilenme süreci başlamış olur. 15 ila 30 dakika arasında değişen seans süreleri kişiden kişiye farklılık gösterebilir. 1-3 seans arasında istenilen sonucun elde edilebildiği ‘gençlik serumu’nun herhangi bir yan etkisinin olmaması da kullanımını oldukça cazip kılıyor.”

 

Yazının Devamını Oku

Elektronik aspirin

14 Nisan 2019
Günümüzde teknoloji, hayatımızın hemen hemen her alanında kullanılıyor. Ev eşyaları, arabalar, akıllı telefonlar ve daha nicesinde teknolojiyle iç içeyiz. Hatta teknolojiyi ilaç dolaplarında bile görmek artık mümkün.

Kaliforniya merkezli Autonomic Technologies (ATI) şirketi, elektronik aspirin ile SPG’ye -sinir grubu- düşük seviyede elektrikli uyarı veren, hasta kontrollü uzaktan kumanda geliştirerek hastanın migrenini, küme tipi baş ağrısını ve diğer baş ve yüz ağrıları gibi ağrılarını hafifletmelerine yardımcı olan tıbbi bir teknoloji olarak karşımıza çıkıyor. Fakat bu teknoloji halen araştırma aşamasında. Sinirle uyarılan bir implant, hastanın en çok acı yaşadığı alanın yakınındaki üst diş eti bölgesine yerleştiriliyor. Cihaz; boğazda uyuşma, düşük kan basıncı, bulantı, burun kanaması ve enfeksiyonu gibi yan etkilere sebep olabiliyor.Kullanım sırasında hastalara yemek yememeleri öneriliyor.

CİHAZ AÇILIP KAPATILABİLİR

Cihaz, orta yüz bölgesinin kemik boşluğunun derinliklerinde bir sinir topluluğu olan SPG’ye kalıcı olarak gömülüyor. Hasta, baş ağrısının ilk belirtisini algıladığında, kumandaya basıp hafif bir elektrik yükü gönderilmesini sağlıyor. Böylece ağrı sinyallerini engellemeye çalışan sinir hücreleri uyarıyor. Cihazın tam kontrolüne sahip olan hasta gerektiğinde açıp kapatabiliyor. Edinilen bulgulara göre, 15 dakikadan birkaç saate kadar geçen bir sürede hastalar rahatlama yaşaıyor. Bir çalışmaya göre, hastaların yüzde 88’i devam eden bir rahatlama için daha az migren ilacı istediklerini veya hiç kullanmadıklarını belirtiyor.

KALICI BİR ÇÖZÜM OLABİLİR

Bu umut vaat eden sonuçlara rağmen, NeurologyTimes.com’daki Nisan 2015 tarihli bir yayına göre, “İnvaziv olmayan cihaz kaynaklı SPG ablukası şu anda migren önleyici olarak rutin kullanım için etkin değil” deniliyor. fakat ATI tarafından yapılan bir elektronik aspirin klinik çalışmasına göre de cihazla tedavi edilen hastaların yüzde 68’inde belirgin bir iyileşme oluşuyor, bunların yüzde 65’inde baş ağrısı bozukluğu üç ay içerisinde düzeliyor. Klinik gelişimde olan ve FDA onayını bekleyen elektronik aspirin, gelecekte potansiyel bir çözüm olabilir.

ÖĞRENMEDEN GEÇMEYİN

HAVUZ KEYFİNİZ KABUSA DÖNÜŞMESİN

Hava sıcaklıklarının yükselmesiyle havuzlara rağbet artacak. Ancak havuza girmeden önce dikkat etmeniz gereken şeyler var. Yüzme havuzları devamlı temizleniyor ve klorlanıyor olsa bile bunlara dayanıklı bakteriler var. Özellikle kulak-burun ve göz bölgesinde rahatsızlıklar ortaya çıkabiliyor. Dış kulak iltihabı havuz kullanımı sonrası ortaya çıkan en yaygın hastalıklardan biri. Kadınların havuzda en çok karşılaştığı problemlerden biri de sistit. Vajinadaki yararlı bakterileri öldüren klor sebebiyle idrar yolu enfeksiyonları ve mantarlar havuz kullanımı sonrasında oldukça yaygın görülebiliyor. İyi dezenfekte olduğunu bildiğiniz havuzlara gitmek; gözlük, tıkaç gibi önlemler almak gerekiyor.

Yazının Devamını Oku

Tanı ve tedavide yapay zeka dönemi

7 Nisan 2019
Kan hastalıkları bilim dalının diğer bir ismi ‘hematoloji’dir. En sık rastlanan hematolojik hastalıklar; kansızlık, lösemi (kan kanseri), kanama ve pıhtılaşma bozuklukları, kemik iliği yetersizlikleri, lenfoma ve plazma hücre bozukluklarıdır.

Hematolojik hastalıkların araştırması için periferik yayma testi yapmak gerekir. Periferik yayma testinde de kan damlasının bir tüp içerisine alınmasından, alınan damlanın lam üzerine yayılmasını, ardından özel boyalarla boyanarak uzman hekimler tarafından mikroskopla incelenmesini gerektirir. Türk bilim insanları, TÜBİTAK AR-GE desteğiyle 18 ayda prototipini geliştirdikleri cihaz ile bu süreci manuelden otomatiğe çevirmeye çalışıyor. Yapay zeka kullanan medikal cihaz, kan hastalıklarına hızlı tanı koymayı hedefliyor. Cihaz, klinik veriler ile donanımı sağlanmış yapay zeka kullanarak alınan görüntüleri analiz ediyor ve rapor haline getiriyor. Ayrıca verileri, sisteminde muhafaza ederek daha sonraki tetkiklerde karşılaştırma yapılmasını da sağlıyor. Türk Aferez Derneği Genel Sekreteri Doç. Dr. Emre Tekgündüz de 500’ü aşmayan sınırlı sayıda hematoloğa sahip olduğumuzdan, şüpheli ve gerçekten önemli bir durum varsa hastayı o zaman hematoloğa göndermenin öneminden bahsediyor. Böylece hem hastanelere yapılan gereksiz başvurular engellenerek zaman tasarrufu sağlanıyor hem de yapay zeka ile doğru hastalar doktorla buluşabiliyor.

ÖĞRENMEDEN GEÇMEYİN

BESİNLER SİZİ ŞOKA SOKABİLİR

Bazı besinleri tükettikten sonra özellikle deride ve kulak-burun-boğaz yollarında rahatsızlık hissediyorsanız besin alerjisine dikkat etmekte fayda var. Besin alerjisi, vücudumuzun bağışıklılık sisteminin bazı besinlere gösterdiği tepkidir. En çok bebeklerde ve çocuklarda görülen besin alerjisi ilerleyen yaşlarda da sebepsiz yere ortaya çıkabilir. Dünyada görülme sıklığı yüzde 9-10 civarında seyreden alerji, vücutta küçük tepkilere yol açabileceği gibi anafilaktik şok gibi büyük reaksiyonlara da sebep olabilir. Çocuklarda genellikle yumurta, süt, yer fıstığı ve soya gibi yiyeceklerde ortaya çıkarken yetişkinlerde deniz ürünleri, kuru ve kabuklu yiyecekler ve tahıllar ile kendini gösterebilir. Basit alerji testleriyle anlaşılabilen durum; ağızda şişme, kusma, deride döküntüler, yanma, egzama, burun akıntısı, kan basıncında düşme gibi belirtiler ile kendini gösterebilir. Özellikle yetişkinlerde ortaya çıkabilen ve önemsenmeyen bu belirtiler dikkate alınmadığı taktirde daha da şiddetlenebilir.

Yazının Devamını Oku

Göz çizdirme ameliyatları

30 Mart 2019
Kırılma kusuru dediğimiz, gözlük veya lens kullanmayı gerektiren göz bozukluklarının tedavi edildiği lazer sisteminin adı ‘excimer lazer’dir.

Excimer lazer, 30 yıl önce keşfedilmiştir. 25 yıldan beri de göz hastalıklarının tedavisinde aktif olarak kullanılmaktadır. Özellikle 1995’ten beri göz cerrahları tarafından çok fazla uygulanmaktadır.
Bu konuyla alakalı merak edilenleri ve yenilikleri Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Kemal Özülker, şöyle anlattı:
“Lazer tedavisi ilk başladığı zamanlarda PRK dediğimiz sadece 1 yöntemle excimer lazer uygulanmaktaydı. PRK’dan 3–4 yıl sonra, günümüzde de oldukça yaygın kullandığımız lasik tedavisi ortaya çıktı. Oldukça kısa süren bu tedavide otomatik çalışan bıçaklı bir sistem şeffaf tabakadan çok ince bir kapak kaldırmakta ve lazer tedavisi kapağın altında kalan bölgeye uygulanmaktadır. Tedavi bitince kapak yerine yapıştırılmaktadır. Lasik tedavisi sonrasında şiddetli bir ağrı olmayıp, yalnızca 3–4 saat süren batma ve sulanma görülmektedir. Görme hemen netleşmeye başlamakta ve 1–2 günde tamamen iyileşmektedir. 10 numaraya kadar miyoplarda bile çok başarılı sonuçlar vermektedir.

DAHA GÜVENLİ YAPILMA İMKÂNI

Intralase lazer sistemi, lazer tedavisinde günümüz için son teknolojilerden bir tanesidir. Standart lasik tedavisinde otomatik bir bıçakla yapılan kapak kaldırma işlemi burada lazerle yapılmaktadır. Böylece 2 ayrı lazer yardımıyla tedavi tamamlanmaktadır. Bıçaklı sisteme göre önemli avantajları bulunmaktadır. Bıçaklı kesme işleminde karşılaşılabilen nadir riskler Intralase lasik tedavisinde ortadan kalkmaktadır. Böylece tedavinin daha güvenli bir şekilde yapılabilmesi imkânı ortaya çıkmaktadır. Ayrıca şeffaf tabakanın aşırı düz veya ince olması sebebiyle lasik yapılamayan hastalara da tedavi imkânı sunmaktadır. Intralase tedavisi her hastaya uygulanabilmekte olup, özellikle yüksek miyop, hipermetrop ve mix astigmatı olan hastalarda mutlaka tercih edilmelidir.

HER GÖZE ÖZEL AYARLANAN TEDAVİ

Yazının Devamını Oku