Şenol Kalyoncu

Çocuklarda gelişimsel takibin önemi

5 Ekim 2019
Gelişim bir bireyin bilişsel, duygusal, hareket, dil, duyusal ve sosyal-iletişim alanlarda gerekli becerileri kazanmasıdır.

Gelişim sürecindeki ilk yılların, çok kritik bir öneme sahip olduğu bilinmektedir. Özellikle 0-3 yaşta; beyin gelişiminin diğer dönemlere göre daha hızlı olduğu, çevrenin beyin gelişimi üzerine önemli etkisinin olduğu ve bu dönemde kişinin sağlıklı gelişiminin temellerinin şekillendiği vurgulanmaktadır. Bugün çocuk hekimliğinin en önemli ve en zor dönemi olan 0-3 yaş arası çocukların nasıl takip edilmesi gerektiğini Pediatri Uzmanı Doç. Dr. Zeynep Üstünyurt Konuk şöyle anlattı:

SAĞLIKLI İLERLEMEYİ SAĞLAMAK

“Çocuğun gelişimsel izlemi; onun bilişsel, hareket, dil, duyusal, duygusal ve sosyal alanlarda gelişimini değerlendirmek, gelişimini en uygun şekilde destekleyecek kaynaklarını belirlemek ve çocuğun gelişiminin tüm alanlarında sağlıklı ilerlemesini sağlamaktır. Gelişimsel izlem, ortaya çıkabilecek sorunların erken fark edilmesi ve erken destek verilmesine imkân sağlar. Gelişimsel izlem; doğumdan sonra 1-2. ayda, 4-6. ayda, 9-12. ayda, 18. ayda, 24. ayda ve yılda bir kez konunun uzmanı bir hekim tarafından yapılmalıdır.

ÇOCUĞUN GELİŞİM ALANLARI

Bilişsel gelişim: Çocuğun gerçeğe uyum sağlama, yaşına uygun şekilde öğrenme ve sorun çözme becerilerini kapsar. Dikkat, algılama, bellek, soyutlama ve genelleme gibi kavramları içerir.
Hareket gelişimi: İnce harekete ve kaba hareket olarak iki başlıkta incelenir. Kaba hareket becerileri 0-3 yaş aralığında sırasıyla; baş kontrolü, destekli-desteksiz oturma, dönem, tutunup ayağa kalkma, sıralama, yürüme, koşma ve zıplama şeklindedir. İnce hareket becerileri ise aynı yaş aralığında sırasıyla; nesneye uzanma-kavram-elden ele geçirme, baş ve işaret parmaklarını kullanarak küçük objeleri tutma, kule yapma, kalem tutma ve kalem ile düzgün şekilde çizme şeklindedir.
Dil gelişimi: Alıcı dil ve ifade edici dil olarak ikiye ayrılır. Alıcı dil; dili anlayabilme yeteneğidir. İfade edici dil; dili üretme ve kullanabilme yeteneğidir. Erken çocukluk döneminde dil ve konuşma gelişimi hızlı ilerleyen bir süreçtir. Anlamsız seslerle başlayan bu dönem mırıldanma ve hece tekrarları ile devam eder, 12 ay civarında ilk anlamlı sözcük, 18-24 ay civarında iki sözcüklü cümleciklere geçiş ve 3 yaş civarı 3-4 sözcüklü cümlelerle devam eder.

Yazının Devamını Oku

Ameliyatsız yüz germe

29 Eylül 2019
Cildimize sıkılık veren kollajen ve elastin liflerinin 20’li yaşlardan itibaren üretiminin azalması ile cildimizde kırışıklık, sarkma ve gevşemeler ortaya çıkar.

Özellikle yüz ovalinin bozulması ile ifademiz değişir ve yaşlı görünmemize sebep olur. Son yıllarda ameliyatsız gençleşmeye olan ilgi çok arttı. Bunun sebebi, artık insanların gençleşirken sosyal hayatlarından kopmak istememeleri, ağrısız ve ameliyatsız olan yöntemleri tercih etmeleridir. Amelyatsız yüz germe tekniklerinden biri olan Saten Yüz Germe ile alakalı Göktürk Mono Tıp Merkezi doktorlarından Uzm. Dr. Ekin Meşe Say, şu bilgileri verdi:

SES DALGALARIYLA SIKILAŞMA

“Ultrason dalgaları ve radyo frekans enerjisinin bir arada kullanıldığı; ilk ve tek yöntem ‘Saten Yüz Germe’dir. Ultrasonun ses dalgalarının mekanik etkisi ile kollajen ve elastin liflerde sıkılaşma oluşurken, odaklı radyo frekans sayesinde cilt altı sıcaklık kontrollü bir şekilde 42-45C getirilerek, yeni kollajen ve elastin sentezi uyarılır. Böylelikle var olan kırışıklık ve sarkmalar azalmakta, daha sıkı ve parlak bir cilt elde edilmiş olur. Kişiler işlem sonrası rahatlıkla günlük yaşamlarına ve işlerine dönebilirler.
Yan etkisi yüksek olan tek seanslık agresif uygulamalar yerine daha homojen enerji dağılımı sağlayarak hasta memnuniyetini ve konforunu arttırmaktadır. Göz kapağına dahi uygulanabiliyor olması fark yaratacak bir özelliktir.

AĞRI VE ACI HİSSEDİLMİYOR

Yazının Devamını Oku

Ağrı tedavisinde proloterapi

22 Eylül 2019
Geçmeyen, kronikleşmiş kas ve iskelet sistemi ağrılarında ‘proloterapi’ yöntemi, yüzde 90’ların üzerindeki başarı oranıyla yaygın bir şekilde uygulanmaya artarak devam etmektedir.

Hatta tendinit (tenisçi-golfcü dirseği, aşil tendiniti, rotator kaf tendinitleri), bursit (kalça, omuz, diz) ve kas yırtılmaları tedavisinde yüzde 100’lere varan başarı oranlarıyla gelecekte adından en çok söz edilecek tedavi yöntemi olmaya aday. Proliferasyon, yeni doku ve hücre çoğalması anlamına gelir. Türkiye’de yaklaşık 10 yıldır uygulanmaktadır.
Tripa Ağrı Tedavi Merkezi doktorlarından Spor Hekimliği Uzmanı Uzm. Dr. Mehmet Murat Seven, proloterapi ile ilgili şu bilgileri paylaştı:

DOĞAL SOLÜSYON VERİLİYOR

Kronik ağrılar, kemik dokunun hemen üzerinde bulunup onları bir arada tutan ligamentin (bağların) gevşemesi ve hasarı ile başlar. Bu ilk adım kemiğin, eklemin etrafında bulunan diğer ligamentlerin, eklem kapsülünün ve kas dokusunun hasarını başlatır. Bu durumun uzun süre devam etmesiyle artık eklemlerde dejenerasyon başlamıştır ve artık ağrı yatılı misafirimiz olmuştur.
Proloterapi, dejenerasyona uğramış bölgelere yine vücut tarafından onarılmasını uyarmak için enjeksiyon yoluyla yeni hücre oluşturacak solüsyonun enjekte edilmesidir. Kronikleşmiş, vücudun yenemediği bir hasarı yine vücudun yenmesi için dışarıdan doğal bir solüsyonun (kortizon içermez) verilmesidir.

Yazının Devamını Oku

Görme kaybında gen tedavisi: Modifiye virüsler iş başında

14 Eylül 2019
Yapılan araştırmalarda insanların yakalanmaktan en çok korktuğu hastalık alzheimer ve ya parkinson değil.

Görme kaybının çok çeşitli sebeplerinin olması ve bu günlere kadar kesin bir tedavisinin uygulanamaması bu hastalığı listenin en başına taşıyor. Kalıtsal retina hastalıkları özellikle leber konjenital amorozisi (LCA) olarak bilinen ve doğuştan körlük olarak adlandırılan bazı göz hastalıkları İngiltere’de Manchester Üniversitesi’nde yapılan araştırmalar sonunda gen tedavisiyle yok edildi. Körlük, görme yetisinin tamamen veya büyük ölçüde kaybedilmesidir. Görme işlemi, ışığın gözlere gelmesi, retinaya düşmesi ve buradan da görme siniri ya da optik sinir ile beyne aktarılması ile oluşur. Bu aşamaları gerçekleştiren organlardan birinde veya birkaçında hasar oluşması veya organın tamamen olmaması gibi durumlarda körlük dediğimiz durum ortaya çıkar. Görme yollarındaki problemler sonradan, yaralanma ya da çeşitli hastalıklarla ortaya çıkabileceği gibi doğuştan da olabilir. Bunlardan en çok bilinenleri LCA ve koroideremi gibi doğuştan retinal bozukluklar. LCA zamanla retinanın ışığı yakaladığı hücrelerle alt katman arasındaki iletişimi koparıyor ve hastada körlüğe yol açıyor. Nadir ortaya çıkıyor olsa da her 80 bin kişiden birini etkiliyor. Bu hastalığa sahip çocuklar bir nesneye odaklanmakta ve bakışlarını sabitlemekte ciddi sıkıntılar yaşıyor.

HASARLI OLANIN YERİNE GEÇİYOR

Gen tedavisi, körlük için uzun zamandır uygulanmaya çalışılıyor. Bazı genlerin değiştirilmesiyle ulaşılan başarılara virüsleri kullanarak ulaşılan genlerin tedavisi de eklendi. İngiltere’deki üniversitede yapılan çalışmalarda sağlıklı geni, bu genin mutasyona uğramış versiyonlarını içeren hücrelere ulaştırmak için modifiye edilmiş virüslerden oluşuyor. Sağlıklı versiyonun hasarlı olanın yerine geçmesiyle hücre işlevini tekrar yapabilir hale geliyor. Gözün hem kolay ulaşılabilir bir organ olması hem de bağışıklı sisteminin virüslere saldırmaması gen terapisi için çok güzel bir zemin hazırlıyor. Manchester Üniversitesi, retinası hasarlı fareler üzerinde yaptığı deneyde gözün ışık saptayan pigmenti olan rodopsini, retinanın arkasındaki hücrelere enjekte etmek için virüsleri kullandı. Tedavi sonrası kör olan fareler nesnelerin büyüklüğünü görmeye, siyah ve beyaz çubukları ayırt edebilmeye başladı. Vücudun belki de en önemli duyusu olan görme yetisinin yeniden kazanılması için geliştirilen yöntem yakın bir zamanda insanlarda da denenmeye başlayacak. Bu yöntemin sadece doğuştan gelen hastalıklar için değil görme yetisini kaybeden herkes için yararlı olma ihtimali var. Şimdilerde bu tekniğin kalıcı hale getirilmesi ve başka hastalıklar için de aynı şekilde uygulanabilmesi için çalışmalar devam ediyor.

Yazının Devamını Oku

Mİgren tedavisinde botoks uygulaması

7 Eylül 2019
Sizi günlük işlerden alıkoyan baş ağrılarınız düşündüğünüz kadar masum olmayabilir. Dünya Sağlık Örgütü’nün en çok kısıtlamaya sebep olan hastalıklar arasında ele aldığı ve her 4 kişiden 1’nde rastlayabileceğimiz migren kronik hale geldiyse botoksla tedavi edilebiliyor.

Migren kısaca, ataklar halinde gelen bir baş ağrısı tipidir. Ancak onu diğer baş ağrılarından ayıran özellik, migren ataklarının çok uzun sürmesi ve hastaları günlük işlerini bile yaptırmayacak duruma getirmesidir. 15-55 yaşları arasında ve hormon değişimlerinden dolayı kadınlarda görülme olasılığı daha yüksektir. Sebebi tam olarak bilinemese de çoğunlukla genetiktir.

ÇEVRESEL ETKENLERE DİKKAT

Genelde başın bir tarafında yoğun ve keskin ağrı şeklinde görülen atakların sıklığı kişinin yaşam tarzına göre değişiklik gösterebilir. Bu ataklara bulantı, kusma, ışığa ve sese hassasiyet de eşlik edebilir. Bu süre içinde hastada aşırı hassasiyet, konuşurken takılma, iştahsızlık gibi durumlar gözlenebilir. Kişinin yaşam tarzı, yedikleri dahi migreni etkileyebilir. Bu sebeple bu hastalığa sahip biri hayatı boyunca migrene göre hareket etmek zorundadır. Peynir veçikolata türlerini çok tüketmek, su içmemek, alkollü içecekler, düzensiz uyku, çok fazla egzersiz yapmak etkileyen başlıca faktörlerdir. Bunun yanında parlak ve yanıp sönen ışıklar, keskin kokular ve hava değişimleri gibi çevresel etkenlere de dikkat edilmesi gerekir.



TEDAVİSİ ÇOK SINIRLIDIR

Kronik migren hastalarında ataktan önce depresyon, sinirde artış, hareketlilikte artış, uykulu olma hali, ishal ya da kabızlık görülebiliyor. Sonrasında aura dediğimiz aşamada ise görsel ve duyusal bozukluklar, konuşmada güçlük çekme gibi durumlara yol açabiliyor. Üçüncü evrede ise şiddetli ve uzun süren baş ağrıları görülüyor. Migrenin tedavisi çok sınırlıdır ve çoğunlukla semptomatik tedavi yapılır. Atak şeklinde çok nadir görülen migren için günlük parasetamol kullanımı, yaşam tarzında değişiklere gitmek gibi önlemler almak atakları azaltabiliyor. Ancak 4 saatten fazla süren ağrılar ve bir ayın yarısına yakınının baş ağrısıyla geçirilmesi kronik olarak adlandırılıyor.

Yazının Devamını Oku

Barbie bebek saçı eskide kaldı

31 Ağustos 2019
Saç ekimi, erkek tipi saç dökülmesi (androgenetik alopesi) olan kişiler için kalıcı bir tedavi yöntemidir.

Saç ekiminde önemli olan, kişide yeterli saç kökünün bulunmasıdır. Yeterli saç kökü bulunan tüm kişilere başarıyla uygulanabilir. Saç ekimi uygulaması için genellikle verici alan olan enseden alınan saç kökleri (greft) toplanarak hedeflenmiş saçsız bölgeye yapılmaktadır. Saç ekiminde çok çeşitli yöntemler mevcut.

Tüm bu yöntemlerle alakalı, ayrıca yeni ve etkili yöntemlerden olan Safir-FUE yöntemiyle ilgili Estpoint Estetik Merkezi’nden dermatoloji uzmanı Dr. Ekin Meşe Say şu bilgileri verdi:

“Saç ekiminde en önemli hedef doğal görünüm sağlamaktır. Saç kökü sayısı ve sık ekim sonra gelir. Eskiden ekilen saçlar diş fırçası veya barbie bebek saçı gibi doğal olmayan görünümlere sahip iken, tekniklerin çok gelişmesi nedeniyle bugün daha doğal görünüm elde ediliyor. Saç ekiminde başlangıç yaşı 25 olarak düşünülmelidir. Saç ekiminde ileri yaş kısıtlaması yoktur. Sağlığı iyi olanlarda, ense donör kalitesi iyi ise saç ekimine alınabilir.  Kulak arası ve ense arasında kalan bölge, donör alan olup, buradaki saç köklerinin dökülme potansiyeli yoktur. Genetik olarak testesteronun saç köküne zarar vermesine karşı dirençlidir. Bu yüzden ekilen saçların dökülmesi beklenmez.

SAÇ YOĞUNLUĞUNA BAKILIR

Saç ekimi yaptırmaya karar veren hastalarımızın ilk değerlendirmesinde, öncelikle kişinin saç dökülme şekli belirleniyor. Saçın yapısına ve kalınlığına baktıktan sonra kök alınacak alan olan ensedeki donör alandaki saç yoğunluğuna ve kaliteli kök sayısının ne olduğuna bakılıp, değerlendiriliyor. Saç ekiminde 2004’ten beri var olan ve tüm dünyada popüler olan yöntem; ‘Foliculer Unit Transplantasyon’ yani FUE tekniğidir. FUE tekniğinin aşamaları; ilk olarak ense bölgesindeki saçlar 1-2 mm kısalıkta olacak şekilde traşlanmaktadır. İkinci aşama ise; hem alım bölgesi hem de ekim alanına, hastamızın tüm işlem boyunca ağrı hissetmemesi için lokal anestezi uygulanmasıdır. Üçüncü aşama ise alım aşaması olup, punch cihazı ile saç köklerinin toplanmasıdır. Dördüncü aşama ise ekim yapılacak alana safir veya slit ile kanalların açılmasıdır. En son aşama ise toplanan greftlerin ihtiyaç olan alana ekilmesi yani açılan kanallara yerleştirilmesidir.

ÇIKARILAN KÖKLER BELLİ OLMUYOR

Yazının Devamını Oku

Akıllı telefon uygulaması ile tansiyon ölçümü

25 Ağustos 2019
Temassız bir “yalan makinesi” üzerinde çalışan Toronto Üniversitesi’nden iki bilim insanı, “akıllı telefon ile selfie çekerek tansiyon ölçebildiklerini” fark ettiler.

Tansiyon, pompa hareketiyle kalbin vücuda gönderdiği kanın damar duvarlarında yaptığı basınçtır. İdeal tansiyon aralığı kişiden kişiye değişse de ortalama olarak büyük tansiyon 120-130, küçük tansiyon ise 80-90 aralığında kabul edilir. Ancak bazı kişilerde bu değerler gereğinden yüksek veya düşük olabilir. Direkt olarak atardamarlardaki dolaşımla alakalı olduğundan bu iki durum da oldukça önemlidir ve yükek olması “hipertansiyon”, düşük olması ise “hipotansiyon” olarak adlandırılır. Daha sık görülen ve vücut için zararları daha belirgin olan hipertansiyondur.
* * *
Kanın, damarlara ve damar duvarlarına fazla baskı yapması ve vücuttaki dolaşımın hızlı olması, kalbin fazla çalışmasına neden olur. Bu durum, kalp damar hastalıklarına zemin hazırlayabilir. Çoğunlukla tansiyon hastaları, hastalıklarının farkına önemli bir belirti ortaya çıktığında ya da bir operasyon geçirdiklerinde varırlar. O zamana kadar tansiyonun vücuda verdiği hasar ise fark edilmeyebilir. Bunun yanı sıra farkında olsalar bile tansiyon hastalarının devamlı tansiyon takibi yapması gerekir.

TRANSDERMAL OPTİK GÖRÜNTÜLEME

“Yalan makinesi” üzerinde çalışırken “transdermal görüntüleme” dedikleri sistemi kullanan bilim insanları, bu yöntemle selfie video çekerek tansiyon ölçmenin mümkün olduğunu fark ettiler. Teknolojinin çektiği

Yazının Devamını Oku

3D yazıcıyla kalp dokusu

11 Ağustos 2019
Tel Aviv Üniversitesi’nde İsrailli bilim insaları, vücudun en önemli görevini üstlenen kalbi, bütün damar yapısı ve dokularıyla birlikte 3D yazıcıda üretmeyi başardı.

Kalp, vücudumuzun hiç durmadan çalışan en hassas organı. Bazı hastalıklar ve yaşam tarzı, zamanla kalpteki damarların tıkanmasına ve hasar görmesine yol açabilir. Bu hasarlar da zamanla hem kalbi yıpratır, hem de kalp krizi gibi riskleri barındırır. Bunlar baz alınarak yapılan çalışmalarla organ nakli ve kalp kası çalışmaları son zamanlarda giderek hız kazandı. Ancak, organların başka bir vücuda uyum sağlaması oldukça zorken kalp konusunda bu durumun daha da hassas olması organ nakli ihtimalini de oldukça zorlaştırabilir. Daha önce yapılmaya çalışılan kalp kaslarında ise damar cerrahisi açısından problemler oluşabiliyordu. 3D yazıcı ile oluşturulmaya çalışılan kalpler de yeni değil. Ancak, ilk kez kalpte damar yolları ve hücreler de üretilebildi. Bütün kalp hücreleri, kan damarları, odacıkları ve karıncıklarıyla birlikte bir bütün olarak başarılı bir şekilde tasarlandı ve üretildi.

ŞİMDİLİK TAVŞAN KALBİ BÜYÜKLÜĞÜNDE

Şimdilik sadece tavşan kalbi büyüklüğünde üretilebilen kalp, insanlar için de boyutu büyütülerek denenmeye başlayacak. Bu yapay kalp üç saatte oluşturulabiliyor ve boyutu 2.5 cm kadar. Üretirken en büyük veri olarak yine hastanın kendisi kullanılıyor. Hastanın yağlı dokularından alınan biyolojik materyaller ile üretilmesi de vücudun organı reddetme riskini azaltmış oluyor.

HAYVANLARDA DENENMEYE BAŞLAYACAK

Yazının Devamını Oku