Yok, korkmayın bayram günü ölüm üzerine bir yazı yazmayacağım. Tersine hayatın gerçek manası üzerine bir yazı bu.
Ölüm döşeğindekilere kulak veren hemşire
Bronnie Ware ölüm döşeğindeki hastaların son 12 haftasını geçirdiği palyatif ünitede 8 yıl hastalarla tek tek sohbet etmiş bir hemşire. Onların ölmeden önce en çok neden pişman olduklarını anlamaya çalışmış. Bulduklarını büyük bir titizlikle tasnif edip kişisel blogunda paylaşmış. İlk sene 3 milyondan fazla kişinin okuduğu bu listeyi sonradan “Ölüm Döşeğindekilerin En Büyük 5 Pişmanlığı” adlı kitaba aktarmış. Bu konunun yoğun ilgi görmesinin anlaşılır bir nedeni listedeki her pişmanlığın hayata dair sarsıcı bir ders olması.
En büyük 5 pişmanlık
Geçen hafta paylaştığım OECD verilerine göre Finlandiya ve Japonya gibi ülkelerde bu oran % 20’yi buluyor. Peki neden? Kalkınmanın itici gücü olan ileri seviye beceriye sahip yurttaşları biz neden yetiştiremiyoruz?
Türkiye’de beceri sahibi olmak ödüllendirilmiyor!
Önce şu kuralı hatırlatayım: Hayatın her alanında teşvik edilen davranış gelişir! Bu bağlamda beceriyi ödüllendiren sistemlerde, üstün beceriye sahip bireylerin oranı da doğal olarak artıyor. O halde yukarıdaki soruyu şöyle de sorabiliriz: Türkiye gerçek manada becerikli insanların önüne fırsatlar sunan bir ülke midir?
Üstün beceri karın doyurmuyor!
Bu soruya yanıt veren oldukça kapsamlı bir OECD araştırması bizdeki yoğun gündem arasında kayboldu. Oysa ülkedeki sorunları çözecek yetişkinlere dair önemli bilgiler içeriyor bu çalışma.
The Survey of Adult Skills (Yetişkin Becerileri Araştırması), OECD yani Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü tarafından yapılan bir çalışma. Araştırma kapsamında Türkiye’de 16-65 yaşlar arasındaki yurttaşları temsil eden 5277 yetişkinle yüzyüze görüşülmüş. OECD gibi ekonomi odaklı bir kuruluşun yetişkin becerilerini ölçmesi boşuna değil zira içinde bulunduğumuz ekonomide kalkınmanın anahtarı becerikli işgücüne sahip olmak. O nedenle bu çağda beceri demek, sofradaki ekmek demek!
Yetişkinlerin karnesi
Toplam 408 sayfalik raporu şu linkten indirebilirsiniz.
Raporu benim de yer aldığım 18 kişilik Bilimler Akademisi komisyonu hazırladı. Harvard, Stanford ve NYU gibi okullardan hekimlerin, psikologların, kamu sağlığı uzmanlarının, avukatların ve eğitim bilimcilerin yer aldığı komisyonun görevi en son bilimsel verilerden yola çıkarak ebeveynlere ve karar vericilere bir yol haritası sunmak. Rapor uzun ama bu hafta etkin ebeveynlik için temel pratikler konusunu anlatacağım. Gündem elverirse ileride yine döneriz.
Etkin Ebeveynlik için 4 Öneri
Araştırmalar etkin ebeveynliğin temelinde bilgi sahip olmak kadar pratiklere hakim olmanın da yattığını gösteriyor. Bilgi sahibi olmak elbette önemli. Çocuk gelişimi hakkında daha fazla bilgiye sahip ebeveynler çocuklarıyla hem daha sağlıklı iletişim kuruyor hem de çocuklarını her anlamda daha iyi yetiştiriyor. Ancak bilgi sahibi olmak kadar önenmli olan başka bir nokta var. O da pratiklere, yani uygulamalara hakim olmak. Yani sadece kuramsal bilginin ciddi bir faydası yok tek başına. Önemi olan uygulama. Peki nedir bu pratikler? Aşağıda 4 temel pratiği özetledim.
Yıllarca sürgün bir öğretmen olarak bizlerden uzak kaldı. Ama "12 Eylül" deyince aklıma babamdan çok, komşumuz Cemil Abi gelir. Onu götürmüş ve bir daha geri getirmemişlerdi. Annesi Berfo Hala yıllarca kapısına kilit vurmadı evinin, belki Cemil geri gelir, diye... Gelmedi geri... Berfo Hala kasabaya gelen her yetkilinin karşısına dikilip, "Oğlum nerede?" diye yıllarca sordu. Berfo Hala o soruya yanıt bulamadan öldüğünde tüm ülke ona "Ana" diyordu. Çünkü 12 Eylül’ü destekleyenler dahi Berfo Ana’nın ağıdına ortak olmuştu.
VAMPİR HİKAYELERİ
Cemil Abi’nin kaybolduğu, babamın sürüldüğü o sonbaharda birden ortalığı vampir hikayeleri sarmıştı: Bir canavar geliyor kasabaya. Çocukların kanlarıyla besleniyor... Ne kadar çok detay vardı bu vampire dair. Gazetelerde, televizyonlarda hep vampir haberleri. Vampir Kars’ta. Vampir Diyarbakır’da. Vampir Hopa’da. Sıra bizim kasabadaydı. Her an gelebilirdi. Oyun oynarken, evde yatarken... Yıllar sonra merak edip araştırdım. Bu söylenti gerçekten de bir "haber"e mi dayanıyordu yoksa? Yoksa çocukların uydurduğu bir söylence miydi? Belli ki ikincisi. Çocuklar olup biteni anlamak için kendi kafalarından bir metafor uydurmuştu. Ben bu hikayeyi yıllar sonra ODTÜ’de bir öğrenci dergisinde anlattığımda şaşkınlıkla öğrendim ki benim hikayem bana ait değilmiş. Türkiye’nin dört bir yanında çocuklar olup biteni nereden geleceği bilinmeyen bir kan emiciyle açıklamayı akıl etmiş.
SENE OLMUŞ 2016!
Tercihte neye dikkat etmeli? Ben de üç yıldır bu zamanlarda tercih yapacak adaylara çeşitli önerilerde bulunuyorum. Dikkate alacağınızı umuyorum.
İlk olarak, yapacağınız tercih nihayi bir tercih değil. Rahat olun! Hata yapılacak bir durum yok. Daha evvelki kuşaklarda belki girdiğiniz üniversite hayatınızın sonuna kadar yapacağınız işi belirliyordu. Artık böyle bir durum yok. Meslekler hızla değişiyor. O nedenle sizin kuşak en az üç meslek değiştirecek. Sizin de kendinize dair fikirleriniz, beklenti ve hayalleriniz değişecek. Bakın ben eğitimci olarak başladım. Bankacılık yaptım ardından akademiye döndüm. O nedenle vereceğiniz kararın nihayi bir karar olmadığını bilerek rahat olun. Kariyerinize dair daha pek çok tercih yapma fırsatınız olacak. Üniversite tercihi o kararlardan ilki ve muhtemelen en önemlisi değil.
Taban puanları ve sıralamalara değil, kendi hayallerinize kulak verin! Sıralamalar başkalarının tercihlerinin ortalamasına göre ortaya çıkıyor. Çok talep gören okul ve bölümler doğal olarak listelerde yukarı çıkıyor. Bu önemli ama bu tek bir kriter olmamalı. Size tavsiyem kendi sesinize kulak verin. Hayalleriniz nedir? Tutkunuz nedir? Çünkü bu devirde, sradan bir tıp doktoru olacağınıza mesleğine tutkuyla bağlı bir hemşire olmak hem sizi daha çok mutlu edecek hem de size daha iyi bir maddi gelecek sunacak. Şu basit soruyu kendinize sormanızı isterim: Yaparken zamanı ve mekânı unuttuğunuz uğraş nedir? Bir alanda başarılı olmanın sırrı bu soruda yatıyor. Tutkunuz neyse onun peşine gidin, hayallerinizi hiçe saymayın. Unutmayın bu tercihi siz kendiniz için yapıyorsunuz, başkaları için değil.
Bölüm değil üniversite seçin! Bölüm elbette önemli ama bölümden daha önemli olan şey hangi ortamda eğitiminize devam edeceğiniz. Yukarıda ifade ettiğim gibi mesleğe bağlı tercihler giderek daha kısa ömürlü artık. Şu an size tercih olarak sunulan pek çok meslek siz iş hayatına başladığınızda olmayacak ve şu an size tercih olarak sunulmayan pek çok meslek iş piyasasında sizi bekliyor olacak. Dilerseniz bir İnsan Kaynakları sayfalarını dolaşın. Oradaki iş ilanlarının pekçoğu herhangi bir bölüme ait olmayan ilanlar. O nedenle başta tıp, hukuk, psikoloji gibi profesyonel meslek alanları dışında spesifik meslek odaklı bölüm tercihleri yerine akademik ortamına güvendiğiniz ve size iyi bir sosyal network sunan bir üniversite tercih ediniz. Sıradan bir üniversitenin iyi bir bölümündense, iyi bir üniversitenin sıradan bir bölümünü tercih edin.
Çok baskı yapan kitaplar yazıyorum. Ancak pek çok kişi beni yazdıklarımla değil birkaç gün evvel yayına giren 19 dakikalık bir TED videosundan tanıdı. Yazıyı kutsayan biri için kabul etmesi zor bir durum...
TED’in hikâyesi
TED belki de son yılların en önemli bilgi alışveriş platformu. Adını “Teknoloji, Eğlence ve Dizayn” kelimelerinin baş harfinden alan bir konferans serisi olarak başlamış TED. 1984 ilk konferansın yapıldığı yıl. Her başarılı proje gibi TED de başarısızlıktan doğuyor. Birkaç denemeden sonra fikir rafa kaldırılıyor. 2000’lerde ise yeni bir heyecanla tekrar canlanıyor. TED’in dönüşümü ise 2006’da gerçekleşiyor. Konferansa katılan 6 konuşma, video olarak bir web sitesine yükleniyor. İlk videolar 3 ayda 1 milyondan çok kişi tarafından izlenince TED’in kaderi değişiyor. TED videoları 2012 itibariyle 1 milyar kez izlenmeye ulaşıyor. Meğer insanlar dinamik konuşmacıların kısa ve etkileyici sunumuna, en fazla 20 dakika olmak kaydıyla, evet diyormuş.
Başarısı formatında
En son katliamdan sonra yaşanan vurdum duymazlığa isyan ederken merak ettim: Bu kadar duyarsız, bu kadar merhametsiz olmak doğal mı?
FARELER VE İNSANLAR
Chicago Üniversitesi’nden meslektaşım Peggy Mason ve ekibinin fareler üzerinde yaptığı ilginç bir deney var. Fareler üzerine deney yapılması, insanı daha iyi anlamak için. Dünyanın en önemli bilimsel yayını olan Science’da yayınlanan çalışma “fareler ve insanlar” denklemini değiştirecek nitelikte. Deney çok basit: Araştırmacılar iki fareyi alıp birini dışarıdan kapısı açılabilir şeffaf bir hücreye hapsetmişler, diğerini ise hücrenin etrafında serbest bırakmışlar. Serbest fare hücre hapsindeki fareyi görüyor ama herhangi bir şey yapması gerekmiyor. Araştırmanın ilk bulgusu şu: Hücre hapsinde bir fare olunca serbest gezen farede huzursuzluk ve stres artıyor. Yani hiç tanımadığınız biri de olsa ötekinin acı çekmesine şahit olmak huzur bozuyor. Ama asıl bulgu bu değil...
ACI ÇEKENE YARDIM DOĞAMIZDA VAR!