Önce ağır maliyet koşulları nedeniyle Türkiye’de kalitesiz ilaç üretildiği iddiasıyla gündeme geldi. Şimdi de firmasındaki hayali ilaç satışlarıyla. Yazılıp çizilene bakıp kendisini suçlayabilirsiniz ya da haklı bulabilirsiniz. Bir firmanın kendi içinde ne yaşadığı, patron ya da çalışanların haklı ya da haksızlığı bizi bir yere kadar ilgilendirir. Ancak Türkiye’deki ilaç sektörünün içinde bulunduğu durum, kusura bakmayın ama hepimizi dibine kadar ilgilendirir. Eski ilaç mümessillerinin itirafları ile Nezih Barut’un anlattıklarını kaleme alan Burak Çoşan’ın haberini bir okuyun lütfen.
HEDİYE REÇETESİ
Doktora gidip iyileşmek için eczaneden satın aldığınız ilaç, meğer sizden önce ne maceralar yaşıyormuş. Bir kere bu ilacın kalitesiz olma ihtimali varmış. Hayali bir depodan hayali bir eczaneye gitmeyip de size kadar ulaştıysa belli ki bir doktor tarafından yazılmış. Peki ya ne karşılığında? Tablet bilgisayar? Buzdolabı? Çamaşır kurutma makinesi? Defter ya da kalem mi? Kim bilir? İyi de o doktor o hediyeyi kabul etmeseydi acaba size o ilacı yazacak mıydı? İşte en önemlisi bu?
Hemen belirtmem gerekiyor. Bu çarpık düzenin tek parçası Abdi İbrahim firması değil. Neredeyse sektördeki tüm firmalar benzer yöntemleri uyguluyor ya da uygulamak zorunda kalıyor.
HAKSIZ PRİMİN BOYUTU
Önceki gün sorularımı cevaplayan Nezih Barut, şirketinden haksız yere alınan primin maddi boyutunun 6 milyon lirayı bulduğunu söyledi. Üstelik bunun sadece tespit ettikleri dönemi kapsadığını belirterek hayali satışların ne kadar eskiye gittiğini bilmediklerini söyledi. Kendisine mümessillerin ağır hedef baskısı altında olduğunu hatırlatıp ilaç sektöründeki kota sistemini doğru bulup bulmadığını sordum. “Yanlış ama bu sektör böyle çalışıyor” cevabını aldım.
İTİRAF EDİYORLAR
Abdi İbrahim çalışanları ise üç gündür Hürriyet’e, Nezih Barut’u eleştiren mailler yağdırdı. Çoğunda ilaç firmalalarının doktorlara kendi ilaçlarını yazdırmak için hediye verdiği iddiası vardı. Üstelik bazı mümmessiller doktorlara kendi cebinden hediye aldığını da itiraf ediyordu.
Konu ile ilgili görüşüne başvurduğumuz Boydak Holding Başkanvekili Mustafa Boydak, “3 şirketimizin şu anda Maliye Bakanlığı birimleri tarafından denetlendiği doğrudur” diye konuştu. Grup şirketlerinin daha önceki yıllarda da denetlendiğini belirten Boydak, “Bence rutin dışı bir denetim değil. Geçen yıl da daha önceki yıllarda da benzer denetimlerden geçmiştik” dedi. Şirketlerinin kurumsal şirketler olduğunu belirten Boydak konuyla ilgili şunları söyledi:
“Biz denetime açığız. Şirketlerimiz de kurumsallıklarını tamamlamış şirketler. Devletin koyduğu mevzuatlara uygun iş yapıyoruz. Daha önceki denetimlerden bir şey çıkmayınca memnun olmuştuk. Yine memnun oluruz.”
GÖZÜMÜZ GİBİ KORUYALIM
Aynı zamanda Kayseri Sanayi Odası Başkanı olan Mustafa Boydak, temmuz ayında meclis toplantısında bir konuşma yapmıştı. Tüpraş başta olmak üzere Koç Grubu enerji şirketlerine yapılan vergi denetimi baskınlarının hemen sonrasında gerçekleşen konuşmada Boydak, “Memleketi idare eden hükümetimizin, iş dünyası ile diyaloglarda da en üst seviyede çalışmalar yapması gerekiyor. 28 Şubat sürecini hepiniz hatırlarsınız. Bir takım grup ve şirketlere karşı yanlış algı oldu. Bu yanlış algının tam tersini bugün yapmamamız gerekiyor. Türkiye’yi taşıyan şirketleri gözümüz gibi korumamız gerekiyor. Yanlış algıya maruz kalmayalım. İş dünyamızda, ‘Sen bana düşmansın- değilsin’ gibi ayrım yapmayalım. Ekonomiyle ilgili sorunları aşarız, bundan en ufak bir endişe olmasın. Ayrımcılık yapmayalım. Biz ekonomiyi çözeriz” demişti.
PEŞİN HÜKÜM YOK
Boydak’ın bu konuşması Koç Grubu’na destek olarak algılanmıştı. Boydak’ın sözlerine cevap Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’dan gelmişti. Yıldız, partisinin Kayseri il Teşkilatı tarafından gerçekleştirilen bir toplantıda yaptığı konuşmada Boydak’ın, 28 Şubat benzetmesine tepki göstererek şunları söylemişti: “Bir Oda başkanımızın, vergi ve teknik denetimlerle ilgili TÜPRAŞ’ı kasteden sözlerini anlamak mümkün değildir. Onlarca, yüzlerce rutin vergi denetimi yapılmaktadır. 28 Şubat’la ilgili yorumları kabul etmeyiz. Ak Parti zamanında servetini, varlığını 10-15 katına katlayanlar oldu. Kasıtlı bir şey yapılmamıştır. Ekonomide bu tür olayları böyle yorumlamak yanlıştır. Kabul edilemez. 28 Şubatta yapılanlarla benzerlik asla sağlanamaz. TÜPRAŞ’da vergi denetimi yapılmaktadır, ön ve peşin hüküm yoktur. Rutin denetimler her zaman devam edecektir.”
Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mehmet Büyükekşi hazırlıkları aylardır süren İnovasyon Haftası’na öylesine motive olmuş durumda ki takdir etmek gerekiyor. Peki ama niye? Mehmet Büyükekşi TİM’in onca etkinliği varken neden inovasyon işine bu kadar önem veriyor? Gelin cevabını kendisi versin: “İnovasyon Haftası’nın, inovasyon ile Ar-Ge’nin, ülke ekonomisi ve ihracatında taşıdığı önemi bir kez daha Türkiye gündemine taşımak istiyoruz. 2023 yılı hedefimiz olan 500 milyar dolarlık ihracat hedefine ancak inovasyon ve Ar-Ge ile ulaşabiliriz. Bu iki konuda atak yaparsak ihracatı uçururuz. Çünkü yüksek katma değer ancak inovasyon ve Ar-Ge fikirlerinin ticarete dönüşmesi ile mümkün. İnovasyon Haftası’nda bu yıl; bilim, teknoloji, pazarlama, tasarım, kent, iş-sanayi dünyası, pazarlama, enerji ve tıp alanlarında inovasyonun geliştirici gücünü gözler önüne sermeyi hedefliyoruz.”
İHRACATIMIZ UCUZ KALIYOR
TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi ve Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan birçok kez gündeme getirdi. Ben de hatırlatayım. Türkiye’nin ihracatı kilo başına 1.5 dolar seviyesinde.
Avrupa ve gelişmiş ülkelerin ihracatı ise 3-5 dolar civarında. Ortada korkunç bir fark var. Nedeni ise çok basit. Gelişmiş ülkeler yükte hafif pahada ağır ürünler üretiyor, bunu dünyaya pazarlıyor. Bizim ihracatımız kötü mü? Hayır,
son yıllarda yükselen performans ortada. Ancak özellikle 2023
hedefleri çok yüksek. Dünyada söz sahibi olabilecek özellikle teknolojik ürünler üretmeden bu hedeflere ulaşmak çok zor. Unutmayalım ki, biz o hedeflere koşarken dünya yerinde durmayacak. Bütün dünyaya pazarlayacağımız ihracat hedeflerimize ulaşacak ürünler üretmemizin yolu ise inovasyondan geçiyor.
TİM öncülüğünde gerçekleşen İnovasyon Haftası işte bu bakımdan çok önemli. Bu yüzden İnovasyon Haftası’nı artık kanıksadığımız, birbirine benzeyen, her gün onlarcasına şahit olduğumuz, sadece konuşmaların yapıldığı sıradan toplantılardan sanmayın.
İlaç firması Abdi İbrahim’in patronu Nezih Barut, daha düşük kaliteli ilaca giden yolu adım adım anlattı. Firmaların kontrol elemanları işten çıkarılıyor. Şirketler ucuz olduğu için daha düşük oranlı aktif madde alıp ilaç yapıyor.
Nezih Barut, “Bunlar artık izin alınan kalitede ürünler değil, etkisini tartışalım” diyor.
Biz de soruyoruz, üretim ve denetim böyleyse ilaçlara nasıl güveneceğiz?
Türkiye’nin en büyük ilaç firmalarından Abdi İbrahim’in patronu Nezih Barut geçtiğimiz günlerde bir açıklama yaptı. Hepimizi çok ilgilendiren sözleri
özetle şöyleydi:
“Kamuya ilacı 2009’dan bu yana 1.9595 Euro/TL üzerinden satıyoruz. Ama kur 2.72 Euro/TL civarı. Farkı, ilaç sanayi sübvanse ediyor. Bu nedenle bazı firmalar düşük kalite hammadde alıyor. Türkiye’de ilaç kalitesi düşüyor, problemli ilaç sayısı artıyor.
İlaç sektöründe denetim artmalı. Firmalar arasında ciddi kalite farklılıkları oluştu.”
Avrupa Birliği’ndeki diğer ülkeleri kemer sıkma politikalarına zorlayan Almanya işgücündeki rekabet avantajı ile ihracat rekorları kırıyor. ABD’nin de haksız rekabet etmekle suçladığı Almanya direnmesine rağmen bu kez faiz indirimine engel olamadı.
AVRUPA Merkez Bankası (ECB) önceki gün politika faizlerini beklenmedik bir şekilde indirdiğinde herkes çok şaşırdı. Her ne kadar bu faiz indirimin arkasında düşük gelen enflasyon verilerinin yattığı yorumları yapılsa da perde arkasında fırtınalar kopuyor. Faizi 25 baz puan indirerek 0.25 puana düşüren ECB’nin bu kararından memnun olmayan tek bir Avrupa Birliği üyesi ülke var: Almanya.
DİĞER ÜLKELER BASTIRDIAlmanya uzun süredir faizlerin indirilmemesi konusunda lobi faaliyeti yapıyor ve direniş sergiliyordu. ECB Euro alanı içinde bulunan 17 ülkenin para politikasını yönetmekle yükümlü. Her ne kadar Almanya Avrupa Birliği içinde çok etkin konumdaysa da anlaşılan o ki diğer ülkelerin bastırmasıyla çıktı bu karar. Peki ama Avrupa Birliği’ndeki (AB) tüm ülkeler ekonomideki canlanma ile daha fazla büyüme için faiz indirimi isterken Almanya neden buna karşı çıkıyordu?
Aslında uzun uzun incelemek yerine dün açıklanan bir veriye bakmamız bu sorunun cevabını bulmamızı sağlayacak. Dün yapılan açıklamaya göre Almanya eylül ayında tamı tamına 20.4 milyar Euro dış ticaret fazlası verdi. Almanya’nın bu performans ile 2013’ün tamamında yaklaşık 200 milyar dolar dış ticaret fazlası verebileceği öne sürülüyor.
TİCARİ AVANTAJ SAĞLADIAvrupa’nın kalanı, dünyanın Türkiye dahil çok önemli bir bölümü dış ticaret açığı ile boğuşurken Almanya rekor bir fazlanın üzerinde oturuyor. Dahası bu rakam her geçen gün artıyor. Bu tablo AB üyesi diğer ülkeleri fazlasıyla rahatsız ediyor. Çünkü ticarette bir ülkenin fazla vermesi, başka birilerinin açık vereceği anlamına geliyor.
Tektipleştirici anlayışlar geride kalmıştır. Oraya da dönülemeyeceğine inanıyoruz” dedi.
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın öğrenci evlerine ilişkin düşüncelerini dile getirdiği konuşmalar Türkiye’de gündemin odağına oturdu. Erdoğan’ın, “Evlerde kalma noktasında sıkıntılar yaşanıyor. Çünkü buralarda nelerin olduğu belli değil. Karmakarışık, her tür şeyler olabiliyor. Ondan sonra anneler, babalar feryat ediyor ‘devlet nerede’ diye. Devletin burada olduğunu anlatmak için bu adımlar atılmaktadır ve atılacaktır” demişti. Başbakan’ın bu açıklamalarını doğru ve yerinde bulanlar var ama, ‘özel hayata müdahale edilecek’ diye yorumlayanların sayısı da hayli fazla.
Bu tartışmayı iş dünyası da yakından izliyor. Türkiye ekonomisinin son yıllardaki istikrarlı seyri özellikle yabancı sermayenin gelişi açısından çok önemliydi. Siyasi istikrarla paralel yürüyen ekonomik iyileşmenin devamı iş dünyasının en büyük beklentisi. Tartışmaların artması ve siyasi istikrarın bozulmasına yönelik kaygılar yabancıların gözünün de Türkiye’ye çevrilmesine neden oluyor. Bu yüzden siyasilerin veya ekonomi ile ilgili bakanlarının yanısıra iş dünyası da yurtdışındaki temasları sırasında fazlasıyla siyasi soruyla karşılaşıyor.
‘İNSAN İNSAN OLDUĞU İÇİN HAK’
Bu nedenle öğrenci evleri tartışmasını iş dünyasının nasıl değerlendirdiğini Türkiye Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Muharrem Yılmaz’a sordum.
Yılmaz kız ve erkek öğrencilerin aynı evde, yurtta kalmaları konusunda gelişen tartışmaları temel hak ve özgürlükler çerçevesinde yorumladı. Yılmaz, “İster muhafazakâr demokratlık, ister sosyal demokratlık, ister liberal demokratlık olsun, bunların hepsi siyasal duruşlardır. Temel hak ve özgürlükler ise herhangi bir siyasal duruşa göre değişmez. Ve de düzenlenemez. Bu haklar evrenseldir, vazgeçilmezdir ve insanın insan olmasından ötürü sahip olduğu haklardır. Bu hak ve özgürlükleri korumak da elbette devletin birinci derecede görevidir” dedi.
Japon basını, Marmaray açılışı ve Sinop Nükleer Santralı imzalarını şu sözlerle yorumladı: “Suriye’deki içsavaş gibi Ortadoğu’daki karmaşanın bertaraf edilmesinde Japonya’nın tek başına sahip olduğu etki gücünün sınırları var. Türkiye’deki tecrübe, diğer Ortadoğu ülkeleri için de referans olacaktır. Türkiye ile olan yakın ilişkililer üzerinden, Japonya’nın Ortadoğu’nun istikrarı ve ekonomik gelişmesinde varlığını arttırması önemli.”
GERİDE bıraktığımız haftanın en önemli olayı İstanbul Boğazı’nın iki yakasını deniz altından birleştiren ve 5 milyar dolara mal olan Marmaray Projesi’ydi. Cumhuriyet Bayramı’nda gerçekleştirilen resmi açılış törenindeki bir kare ise hafızalara kazındı. Tören sırasında Japonya Başbakanı Shinzo Abe de Diyanet İşleri Başkanı’nın dualarına katılıp el açıp ‘amin’ demişti. Japonlara has nezaketle gerçekleştirilen bu hareketin hemen ardından Abe, Başbakan Erdoğan ile birlikte 22 milyar dolarlık Sinop Nükleer Santral Anlaşması’na da imza attı.
Böylece Abe’nin ziyareti toplamda 27 milyar dolarlık bir anlam taşır hale geldi. Fukuşima’daki nükleer santral kazası nedeniyle yapılan eleştirilere sosyal medyadaki espriler de eklendi: ‘Dua boşuna değilmiş’, ‘27 milyar dolarlık amin’ vs.
Peki Türkiye cephesinde bunlar yaşanırken acaba Japonya’dan Abe’nin ziyareti, nükleer anlaşma ve Marmaray nasıl gözüktü?
Japonya’nın yaklaşık 4.5 milyon ile en yüksek tirajlı ekonomi gazatesi Nikkei’nin 31 Ekim tarihli başyazısı tamamen Abe’nin ziyaretine ayrılmıştı. ‘Türkiye Liderler Diplomasisinin İlk Örneği’ başlıklı yazıdan çıkardığım en büyük sonuç şu. Japonya kesinlikle bu ziyareti sadece teknolojide, mühendislikte özetle ekonomide bir başarı olarak görmekle kalmıyor aynı zamanda siyasette de önemli bir kilometre taşı olarak görüyor. Bakın başyazının en can alıcı bölümü aynen şöyle:
“Suriye’deki iç savaş gibi Ortadoğu’daki karmaşanın bertaraf edilmesinde Japonya’nın tek başına sahip olduğu etki gücünün sınırları var. İslam ve demokrasinin uyum içinde olduğu ve ekonomik büyümenin devam ettiği Türkiye’deki tecrübe, diğer Ortadoğu ülkeleri için de referans olacaktır. Türkiye ile olan yakın ilişkiler üzerinden, Japonya’nın Ortadoğu’nun istikrarı ve ekonomik gelişmesinde varlığını arttırması önemli. Abe hükümeti altyapı ihracatını büyüme stratejisinin önemli dayanaklarından biri olarak konumlandırdı. Liderler seviyesinde ilişkileri derinleştirip, şirketlerin sahip olduğu teknolojik güce olan teveccühün diğer projelerin de alınmasını beraberinde getirdiği Türkiye’deki başarıyı, diğer gelişmekte olan ülkelere de yaymalıyız.”
Şirket, Ülker Büskivi’nin yüzde 20’si, Godiva’nın yüzde 4.3’ü ve Şok’un yüzde 10 hissesinin satışından sağladığı yaklaşık 510 milyon doları kasasında tutuyor.
Kurban Bayramı öncesinde Yıldız Holding’in davetlisi olarak gittiğimiz Çin’de Murat Ülker, hem Uzakdoğu’da hem de Avrupa’da yeni şirket alabileceklerini söylemiş, bu konuda çalışmalarının sürdüğünü belirtmişti. “Birileri kuruyor, birileri bozuyor, birileri de alıyor. Bu dünya kurulduğundan yana böyle” diyen Murat Ülker, bu tür satın almaların hayatın bir parçası olduğuna da işarat etmişti. İstanbul’a döndükten sonra Yıldız Holding’in ilgilendiği şirketler ile ilgili küçük bir araştırma yaptım. Murat Ülker, hem Uzakdoğu’da hem de Avrupa’da bisküvi şirketleri olmasını çok istediklerini söylemişti. Avrupa’da satılığa çıkan en önemli bisküvi firması United Biscuits. İngiliz firma 2010 yılına kadar uzanan uzun bir süreçten bu yana satış tezgahında. Yıldız Holding de o günden bu yana şirketin talipleri arasında. Talipler arasında diyorum çünkü bu önemli şirketi isteyenler arasında İsviçreli Nestle, Amerikalı Kellog ve Çinli Cofco gibi devler de var. Hızlı çorba ürünleriyle öne çıkan şirketlerden biri olan Campbell Soup, 2010 yılı ağustos ayında United Biscuits’i 2.3 milyar dolara almak için teklif verdi. Çinli yemek üreticisi Bright Food, United Biscuits’i almak için 2010 yılı eylülde görüşmelere başladı. 3.1 milyar dolar veren Çinli şirket, anlaşmaya varamadı. Alman Intersnack Knabber-Geback şirketi, United Biscuits’i satın almak için 2012’de görüşme yaptı. 644 milyon dolar veren Almanya merkezli şirket, anlaşmaya varamadı.
Ülker’in United Biscuits’e ilgi göstermesinin en büyük sebebi özellikle İngiltere ve Batı Avrupa pazarının bisküvi için büyük potansiyel taşıması. Ayrıca Ülker bu markayı şu andaki mevcut pazarlar dışına da taşıyabilecek.