İLHAN İrem’in eskilerde kalan şarkısı gibi durumumuz.
Haykırmak istiyorum… KONUŞAMIYORUM. .. Biliyorum, duyuyorum, görüyorum… KONUŞAMIYORUM…
Hepimiz bu durumdayız. En çok da iş dünyası.Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşım Türkiye’nin önemli müteahhitlerinden biriyle görüşmesi sonrasında gazeteye döndüğünde, “Durumumuza inanamıyorum” dedi ve başından geçenleri şöyle anlattı:
“Görüşme için masada yerimizi aldık. Ben telefonumu masanın üzerine koydum. … Bey, ‘Al bunu üzerine otur’ dedi. Ben anlamadım. ‘Neyin üzerine’ diye sordum. İşadamı, ‘Telefonun üzerine otur. Ben artık öyle yapıyorum. Dinleyemiyorlarmış öyle’ dedi.
O kendi telefonunun üzerine oturdu. Ben benimkini çaktırmadan cebime koydum. Rahatladı. Ancak öyle konuşabildik.” Anlayacağınız off the record görüşmelerin şekil değiştirdiği artık telefonların üzerine oturulduğu bir dönemden geçiyoruz.
VER ŞİFREYİ AL KODU
Ankara’dan yazarımız arıyor. Gündem konusunda kısa bir bilgi alışverişinde bulunacağız alt tarafı. Kurduğumuz cümlelere bakıyorum. Sanırsınız Rus denizaltısından nükleer başlıklı füze fırlatacağız, o şifreleri veriyor ben kodları söylüyorum. İş dünyası diken üzerinde. Bir tarafta hükümet diğer tarafta cemaat. Ortalıkta işadamlarının ses kayıtları. İhaleler, komisyonlar, teklifler, başvurular iptaller. Ticari sırlar ortada dolaşıyor. En yetkili ağızlardan kendileriyle ilgili ilginç sözler duyan hakaretler işiten işadamlarının şaşkınlığı da cabası.
YÜZ YÜZE GELEMİYORUZ
Kurumlar aracılığı ile yasal dinleme nasıl yapılıyor?
• Yasal dinlemelerde yetkili kurum Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB).
* Üç GSM şirketi ve sabit hat hizmeti veren Türk Telekom TİB’in Gölbaşı’ndaki merkezine fiber optik ağla bağlı durumda.
• Mahkeme, savcılık veya kolluk amiri yasal bir dinleme kararını TİB’e ve dinlemeyi yapacak kurumlara bildiriyor.
• Dinlemeyi yapabilecek kurumlar ise MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı. Bu kurumlar da 81 ildeki teşkilatlarına fiber optik ağla bağlı durumda.
• TİB dinleme yapmıyor, dinlenecek hattı, talebi yapan birime yönlendiriyor. Bunu yaparken de operatörlerden gelen fiber optik ağdan faydalanıyor.
• Telefon operatörleri dinlenecek numarayı kesinlikle bilmiyor. Bu dinlenen kişinin haberdar olmaması için alınan bir güvenlik önlemi.
“İZMİRLİYİM. Ege benim için vazgeçilmez bir tutku. Yıllardır Ege’ye nasıl bir katkım olur diye düşünüp dururum. Sonunda hiç yapılmamış birşey buldum. Bugün bu heyecanı paylaşmak için sizinleyim.”
İşadamı Mehmet Sepil bu sözlerle karşıladı bizi. Sepil Holding enerjiden sonra bambaşka bir alanda, yeme-içme sektöründe yatırım kararı almıştı. Son dönemde iş dünyasının bu alana ilgisi malum. Ama Sepil’in bu alandaki planı diğerlerinden çok farklı.
Başlangıç sermayesi olarak 10 milyon dolar ayıran Sepil, ‘Ankaralı’, ‘Ankara’dan Doğma’ markalar yaratmayı ve devamında gelecek İzmir projeleriyle de Ege mutfağını dünyaya tanıtmayı ve ”Michelin Yıldızlı” şefler yetiştirmeyi hedefliyor.
İlk olarak Ankara’da Taurus AVM’nin içinde Fehmi Yaşar (Hayal Kahveleri, Lacivert, Zarifi ve Osmani’nin kurucusu) ile birlikte Pepperjam ve PopsyRocksy isimlerinde iki ayrı restoranı hizmete açan Mehmet Sepil, İzmir bölgesinde de Fehmi Yaşar ve İzmirli işadamı Cevat Akgerman ile, iki yeni restoran ve Ege Mutfak Sanatları Akademisi adı altında bir ‘gurme üniversite’ açmayı planlıyor. Nisan ayında Alaçatı’da, ekim ayında da İzmir Swiss Otel’in altında MaNCaR adıyla hizmet vermeye başlayacak iki restoran, Ege mutfağının en leziz örneklerini sunacak. MaNCaR markasına, dünya çapında Türk gurme şefler yetiştirmek ve Ege mutfağını tüm dünyaya tanıtmak amacıyla İzmir’de kurulacak Ege Mutfak Sanatları Akademisi’ne, Michelin yıldızlı İspanyol şef Daniel Lopez danışmanlık yapacak. Ayrıca, eğitmen temini ve kurulum know-how’ı için dünyanın önemli yemek okullarından biri olan Bask Culinary Center ile prensip anlaşmasına varıldı.
HEDEF DÜNYA ÇAPINDA ŞEFLER
Mehmet Sepil, “Büyüdüğüm, eğitim hayatımın önemli bir bölümünü geçirdiğim İzmir’e yatırım yapma isteğim, Ege mutfağına olan tutkumla buluşunca yeme-içme sektörüne girmeye karar verdim. Muazzam bir yemek kültürü var Egemizde. Hem sağlıklı hem de yemek çeşitliliği açısından en zengin bölgemiz. Deniz ürünlerinin yanı sıra tüm bölgede yetişebilen yüzlerce çeşit otuyla dünyada önemli bir yere sahip. Egeli annelerimizin, anneannelerimizin bu otlarla yaptığı sayısız yemek var. Uluslararası gurmelerin bir numaralı tercihi zeytinyağlarımız ile yapılan bu yemekleri, tüm dünya tanımalı diyerek bu yola çıktık” diyor.
ŞEF LOPEZ DANIŞMAN
Dün Başbakan Erdoğan İran ziyaretine çıkmadan hemen önce bu sözleri söyledi. Başbakanın faizlerin artmasına karşı olduğunu ilk kez duymadık. Ancak müdahale yetkisinin olmadığına dikkat çekmesi ve karar alacakların sorumluklarına vurgu yapması gece geç saatlerde alınan kararla ilgili önceden bilgilendirildiğini gösteriyordu.
Yine dün sabah saatlerinde bu kez Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı basının karşısındaydı.
Başçı, doğrudan Başbakanın adını vermese de bakanlar başta olmak üzere siyasetçilerin Merkez Bankası hakkında yaptıkları ‘övgü’ veya ‘eleştiriler’ nedeniyle kendilerine yabancılardan çok sayıda ‘bağımsızlık’ sorusu geldiğini anlattı. Aklımıza adını vermese de geçen hafta Başbakan Erdoğan’ın Merkez Bankası’nın faiz artırmama kararı sonrasında yaptığı “Merkez Bankası’nı tebrik ediyorum” açıklaması geldi.
Başçı, “Kamuoyu önünde merkez bankalarını övmek ya da yermek yabancılar için alışık olmadık bir durum. Dolayısıyla bize çok soru geliyor. Biz de bunun Türkiye’ye özgü bir durum olduğunu, övgü olduğu gibi eleştirilerin de çok olduğunu ancak bizim bağımsızlığımız doğrultusunda kendimiz karar aldığımızı anlatıyoruz. Yurtdışında Merkez Bankası’nın bağımsızlığı ile ilgili bir risk algısı oluştu. Merkez Bankası geçmişte olduğu gibi bağımsız şekilde kararlarını almaya devam ediyor” dedi.
Sonuçta; faiz artışına her zaman karşı olduğunu söyleyen Erdoğan ile aylardır faizi artırmamak için adeta kıvranan Erdem Başçı dün bir noktada, ortak mesaj verdi: Merkez Bankası bağımsızdır, kendi kararını kendisi alır, sorumlusu da odur.
Ah şunu bir de yabancılar anlayabilse!
TÜRKİYE’nin kasvetli gündeminde gözden kaçırdığımız öyle olaylar var ki bazen bir tokat gibi çarpıveriyor yüzümüze. Önceki akşam Rıdvan Akar’ın CNN Türk’teki Habere Dair programını izlerken de aynı duyguya kapıldım. Ezgi Cankurtaran’ın hazırladığı haber Van depreminin üzerinden 2 yıl geçmesine rağmen tüm yaraların sarılmadığını hala 25 bin kişinin ‘evsizlik korkusu’ ile yaşadığını ortaya koyuyordu.
Devletin ve vatandaşların Van depreminde hiçbir şey yapmadığını söylemek mümkün değil. Vatandaşların yardımlaşma iç güdüsüyle depolar dolusu yaptığı yardımlar da hala gözümüzün önünde. Özel şirketlerin başta okullar, yurtlar ve öğretmen evleri gibi inşa ettikleri yapılar ortada.
TOKİ’nin 2 yıl gibi bir sürede 20 bin konut inşa etmesi ve bunu ev sahiplerine teslim etmesini ise takdir etmek gerekiyor. Bunlar bardağın dolu tarafında gördüklerimiz. Ancak CNN Türk’teki o haber bize bardağın bir de boş tarafı olduğunu hatırlattı.
KİRACILAR ORTADA KALDI
Evet, TOKİ’nin inşa ettiği 20 bin konut, evi depremde zarar gören ev sahiplerine teslim edildi. Şehirde olanlar o evler için 2 yılı ödemesiz 20 yıl vade ile 75 bin lira, köylerde olanlar ise 70 bin lira ödeyecekler. Ev sahipleri yeni evlerine taşındı taşınmasına da peki ya kiracılara ne oldu?
24 BİN 569 KİŞİ KATILDI
Valiliğin 13 Aralık 2013’te yaptığı açıklamaya göre kiracılar için bir kura çekilişi yapılmış. 24 bin 569 vatandaş müracaat etmiş, ön inceleme sonucunda kuraya katılabileceklerin sayısının 14 bin 540 olduğu tespit edilmiş. Çekilen kura sonucunda talihli 1000 yurttaş belirlenmiş. Şimdi onlar yine 2 yılı ödemesiz 75 bin lira ödeyerek yeni bir eve kavuştu. Fakat kalan 23 bin 569 kişiye ne oldu?
Üç ayaklı operasyonun bir ayağında İran asıllı Reza Zarrab’ın İran’dan getirdiği kaynağı belirsiz para ve bu paranın transferi var. Bu transferlerin odağında olmak ve rüşvet almakla suçlanan isim ise Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan. İddialar, kanıtlar, ilişkiler vs. Bizim bu konuda daha yargı karar vermeden birilerini suçlu ilan etmemiz doğru olmaz. Ancak yaklaşık 7 ay önce tam da İran’a ticaret konusunda Süleyman Aslan ile yaşadığımız önemli bir ayrıntıyı paylaşmam gazeteci olarak görevim.
Geçtiğimiz 20 Nisan’da Hürriyet Washington Temsilcisi Tolga Tanış, ABD’de Temsilciler Meclisi üyesi 47 milletvekilinin Halk Bankası aleyhine imza kampanyası başlattığını duyuran bir haber geçti. İmza kampanyasında Halk Bankası’nın İran’la ticarete özellikle de altın transferine aracılık ettiği vurgulanıyor ve yaptırımlara tabi tutulması talep ediliyordu. Haber Türkiye saati ile 21:00 sıralarında geldiği için sadece 21 Nisan tarihli İstanbul baskımızda yayınlandı.
ASLAN’DAN İTİRAZ Aynı gün Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan, Hürriyet’e ulaşarak haberde yanlışlar bulunduğunu iddia etti ve düzeltme talep etti. Kendisine haberin doğru olduğunu belirterek milletvekillerinin yazdığı mektubun elimizde olduğunu vurguladık. Hatta o mektubu kendisiyle de paylaştık. Özellikle ‘yaptırım talebi’ ifadesini kullanarak yanlış yaptığımızı iddia etti. Haberimiz doğru olmasına rağmen söz hakkı vermemiz düşüncesi ile talep ettikleri metni aynen yayınladık.
Bu metinde özetle şu ifade yer alıyordu: “Halkbank, tüm bankacılık işlemlerini ulusal ve uluslararası mevzuata uygun olarak gerçekleştirmekte olup, uluslararası düzenlemelerde yer alan yaptırımlara riayet etme konusunda her zaman gerekli hassasiyeti göstermiştir. Bundan sonrada aynı kararlığı göstermeye devam edecektir. Bu nedenle Halkbank herhangi bir yaptırımın muhatabı olmadığı gibi, muhatap olması muhtemel herhangi bir iş veya işlemi de söz konusu da değildir.”
İLANLAR DURDURULDUHalk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın talebi ve cevap hakkına saygımız gereği açıklamasını gazetemizde yayınlamamıza rağmen, bir süre sonra ilginç bir tepki ile karşılaştık. Halk Bankası, Hürriyet Dünyası’na verdiği ilanlarını geri çektiğini, bundan sonra da ilan vermeyeceğini açıkladı. Konunun “Temsilciler Meclisi” haberimizle mi ilgili olduğunu sormamız üzerine Aslan’dan, “Hürriyet aleyhimizde bir haber yayınladı. Bununla bankanın ‘paydaşları’ zarara uğradı. Biz de böyle bir karar aldık” dedi.
Bizim herhangi bir yorumda bulunmadan Temsilciler Meclisi’ndeki 47 milletvekilinin imzasını içeren bir mektubu haberleştirmemiz Aslan’dan hiç de normal olmayan bir tepki almıştı.
Kuveyt Türk Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Abdullah Tivnikli, “Kuveyt Türk’ten kredi alan Dicle Enerji Yatırım’da doğrudan bir ortaklığım yok. BDDK yasağın dolaylı ortaklığı kapsamayacağını açıkladı” dedi.
GÜNEYDOĞU’nun en büyük elektrik dağıtım şirketlerinden biri olan Dicle Elektrik Dağıtım geçtiğimiz yıl gerçekleşen ihale sonucunda Eksim Yatırım’a devredildi. Şirket özelleştirme bedeli olan 387 milyon doları dört bankadan aldığı krediyle ödedi. Kredi veren kurumlar arasında yer alan Kuveyt Türk’ü diğerlerinden ayıran bir özellikle vardı. Abdullah Tivnikli Kuveyt Türk’ün yönetim kurulu başkan yardımcısıydı. Dicle şirketinin de dolayı olarak yüzde 30 da ortağı konumundaydı. Temmuz ayında Wall Street Journal Türkiye, Bankacılık Kanunu’nun 50. maddesini hatırlatıp Tivinikli’nin Kuveyt Türk’teki durumu nedeniyle bu kredinin mevzuata aykırı olduğunu öne sürdü. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) ise verilen kredinin mevzuata uygun olduğunu açıkladı.
50. madde 2001 krizinden önce banka sahiplerinin grup şirketlerine kullandırdıkları krediler nedeniyle ekonomide yaşadıklarımızın bir daha tekrarlanmaması için düzenlendi. Ancak şimdi işin uzmanları aynı maddeye vurgu yaparak bir kredinin verilmesi doğru veya yanlış diyor.
Bu tartışma süre dursun, ben Abdullah Tivnikli’ye 50. Maddeyi, tartışılan krediyi ve o krediyi neden Kuveyt Türk’ten alma ihtiyacı duyduklarını sordum. İşte cevapları...
DİCLE’YE ORTAK DEĞİLİM30 yıldır bankacılık sektörünün içinde olduğunu belirten Tivnikli düzenlemeler ve uygulamaları yakından izlediğini söylüyor. Eksim Yatırım Holding A.Ş.’nin onlarca yerli-yabancı banka, finans kuruluşu ile yatırım ve kredi ilişkisi olduğunu dikkat çeken Tivnikli, “Dicle Enerji Yatırım A.Ş. ihtiyaç duyduğu gayri nakdi krediyi bir konsorsiyumdan, uluslararası bağımsız firmaların verdiği fizibilite raporlarına istinaden temin etmiştir. Sadece Kuveyt Türk’ten kaynak sağlanmamıştır. Dicle Enerji Yatırım A.Ş.’de ne benim ne de eş ve çocuklarımın doğrudan bir ortaklığı yok; keza Dicle Enerji’de yönetim kurulu veya denetim kurulu üyesi de değilim. Bu nedenle haberlere konu kredinin bankacılık kanununun 50. maddesindeki yasakla hiçbir ilgisi yok” diyor.
BAŞKA GRUPLAR DA KREDİ ALDI
- BDDK’nın, kanun hükmünün dolaylı ortaklıkları kapsamayacağını ortaya koyduğunu belirten Tivnikli şöyle konuştu: “BDDK’nın 9 Aralık’taki açıklamasında belirtildiği üzere, 50. Madde düzenlemesinin ve uygulamasının 1958’den beri aynı olduğu ve 1993’ten bu yana kesintisiz olarak şimdiki şekliyle uygulandığı biliniyor. Yani 2001 sonrası herhangi bir şekilde değiştirilmesi ve kişiye özel bir uygulama yapılması söz konusu değildir. Ayrıca halen Türkiye’nin önde gelen grup ve bankalarının kanunlara ve mevzuata uygun şekilde benzer nitelikte kredi ilişkilerinin bulunduğu değerlendiriliyor.”
Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan dün yine zıpkın gibi çıktı karşımıza. Çağlayan uzun bir süredir Türkiye’nin ihracatının artması, cari açığın azalması için büyük mücadele veriyor. Çok önemli bir çalışmayı açıkladı. Bu çalışma teknoloji, Ar-Ge, patent, tasarım ve markanın firmaların rekabet gücüne etkisini içeriyor. Sonuçlar çok çarpıcı. Son 5 yılda ihracat yapan 114 bin 443 firma tek tek mercek altına alınmış. Bu firmaların ihracat hacmi, birim fiyatı ve finansal verilerinden yararlanılmış. 26 bin 780 firmanın patent, endüstriyel tasarım marka verilerinin yanı sıra 2 bin 688 firmanın yararlandığı kamu destekleri de göz önünde bulundurulmuş.
Çağlayan diyor ki, “Rekabet gücünü arttırmak artık dünyanın tüm ülkeleri için esas hedef. Hal böyleyken, 2023 hedeflerimize ulaşmak için vites değiştirmemizin zamanı çoktan geldi. 2023’e giden yolda fiyat bazlı değil kalite bazlı rekabete geçmeliyiz. Fiyat bazında rekabete devam edersek bugün Uzakdoğu’daki rakiplerimizin yerini yarın Afrika ülkeleri, Latin Amerika ülkeleri alacak. Ucuz ve kalabalık işgüçleriyle daha düşük fiyata ürün üretip satabilen sonsuz sayıda rakibimiz olacak. Bu sarmaldan çıkmak için daha kaliteli, markalı ve yüksek katma değerli ürünleri üretmeliyiz.”
Çağlayan ihraç edilen malların yükte hafif ancak pahada ağır olması gerektiğini özellikle ekliyor. Sanayinin ihracattami payı artmalı derken bir de hatırlatma yapıyor: “Bu pay artarken daha yüksek teknolojili, daha yüksek katma değerli üretim yapacak tesislerin kurulması ile modernizasyonu ile bunun olabileceğini de hatırlatmak istiyorum. Ekonomi Bakanlığı olarak böylesi bir vizyonun altyapısını oluşturmak için çalışıyoruz.”
HAVA TAŞITININ KİLOGRAMI 354 DOLAR
Çalışmadan ilginç veriler paylaşayım. İleri teknoloji ürünlerinde hava taşıtlarında Türkiye’nin kilogram başı ihracat değeri 354 doları buluyor. Elektrik makinelerinde ise 31 doları. Türkiye’nin ihracatının ortalama kilogram değerinin 1.5 dolar olduğunu düşünürsek zaten konunun önemi kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Peki ne yapmalıyız. Çalışmadan çıkan önemli bir tespit daha var. Türkiye’nin ihracat performansının artırılmasında yalnızca teknoloji değil diğer katma değer yaratıcı unsurların tamamını kapsayan bir bakış açısına ihtiyacımız var.