GÜNEY Afrika Cumhuriyeti’nde Hint Okyanusu’nun kıyısında yer alan Durban’dayız. Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa V. Koç, Holding’in Dayanıklı Tüketim Grubu Başkanı ve Arçelik A.Ş. Genel Müdürü Levent Çakıroğlu ve Dış İlişkiler ve Kurumsal İletişim Direktörü Oya Ünlü Kızıl’la konuşuyoruz. Bizi binlerce kilometre öteye sürükleyen aslında bir globalleşme hikayesi. Avrupa’da Beko markasıyla büyüme rekorlarına imza atan Arçelik’in 3 yıl önce satın aldığı Afrikalı Defy’nin Afrika kıtasına nasıl yayıldığını rakamlar eşliğinde dinliyoruz. Türkiye’de özellikle otomotivde açıkladığı yatırım kararlarıyla dikkat çeken Koç’un küreselleşme hamlesinin Arçelik ile sınırlı kalmayacağını bizzat Mustafa Koç’un sözlerinden anlıyoruz. Afrika’da Arçelik’in dört kıtaya yayılma stratejelerini dinlerken Mustafa Koç istikameti net ortaya koyuyor: “Küresel oyunda Topluluk olarak henüz istediğimiz yerde değiliz.”
ÜLKER’E TEBRİK
Arkasından Ülker’in sahibi Yıldız Holding’in İngiliz bisküvi devi United Biscuits’i almasını örnek göstererek sözlerini sürdürüyor: “Ülker’in yaptığı muazzam bir iş. Bunu bir fon ile ortak alıp sonra devralmak… Açıkçası bu kadar dışarıyla ilintiliyiz. Her şeyi takip ediyoruz. Ama ben sonradan baktım. United Biscuits’in bu kadar yaygın olduğunu bilmiyordum. Ülker Grubu nokta atışı yapmış. Zaten Murat (Ülker) Bey’e mektup yazıp tebrik ettim.” Mustafa Koç Ülker örneğini verdikten sonra kendilerinin de bu çapta büyük ve yeni bir işe gireceğinin işaretlerini veriyor ve ekliyor: “Kendi know how’ına sahip olduğumuz yabancı ortağımızın olmadığı veya yepyeni bir işe girmemiz lazım. Paradigmaları değiştirmek açısından bizim de bu tip girişimlere açık olmamız lazım bununla ilgili de çalışmalarımızı sürdürüyoruz.”
Mustafa Koç’un ‘sürpriz’ diye tanımladığı bu yurtdışı satın almanın ne olabileceğini sorgulamaya başlıyoruz. Soru net: 2015’i sürprizi ne? Cevap da net: “Adı üstünde sürpriz. Şimdi söylersek sürpriz olmaz, büyüsü bozulur…” Büyüyü bozmak istemeyen Koç elini tam olarak açmıyor ama biz ipuçlarını alt alta sıralıyoruz. Süprizin Koç’un ana iş kolu olan otomotiv olması mümkün değil. Beyaz eşya, bankacılık, enerji çok düşük ihtimal çünkü onlar da Holding’in ana iş dallarından… Bu arada Koç, “Olmak istediğimiz yere; çıtayı yüksek yere koyuyoruz” diyor ve ekliyor: Uzakdoğu’nun müjdesini daha sonra vereceğiz.” Mustafa Koç’a bu hamlelerin ardıdan önümüzdeki dönemde Topluluğun cirosunda yurtdışının ağırlığının yurtiçini geçip geçmeyeceğini asıl hedeflerinin bu olup olmadığını soruyorum. Bu sorunun cevabı da çok net bir ‘evet’ oluyor. Yani Koç Topluluğu önümüzdeki dönemde yurtiçinde büyümeyi ihmal etmeyecek ama yurtdışına kelimenin tam anlamıyla asılacak.
Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, “Geleceğe yatırım yaptık” dedi.
GÜNEY Afrika’nın Ezakhani kentinde bir fabrika binası. Kapının hemen üzerindeki tabeladaki amblem aşina olduğumuz bir markayı simgelese de, aslında çok uzaklardayız. İçeride hummalı bir çalışma var. Tamamı Zulu kabilesinin üyelerinden oluşan çalışanlar buzdolabı ve soğutucu üretmekle meşgul. Siyah ellerden çıkan bu ürünler Afrika’nın dört bir yanına dağılıyor. Uzak diyarlardaki bu fabrikanın sahibi Koç Grubu. Arçelik çatısının altında faaliyet gösteren Defy markasının üç fabrikasından birindeyiz. Koç Holding’in üç yıl önce Franke’den 324 milyon dolara satın aldığı ve 56 milyon dolarlık da yatırım yaptığı Defy markasının Güney Afrika’daki tesisleri kapılarını ilk kez Türk basınına açtı. Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, Defy’i alarak aslında geleceğe yatırım yaptıklarını söylerken, Arçelik’in bu operasyonu, Türkiye’den Afrika’ya yapılan en büyük sanayi yatırımı olma özelliği de taşıyor.
39 ÜLKEYE ULAŞTI
ASLINDA zaman zaman çok duyarız. Hele de dolar kurunda kıpırdanmalar yaşandığı dönemlerde... ‘Reel sektörün açık pozisyonu’, bankalar borçlarını roll eder mi (çevirir mi)’ cümleleri analistlerin dilinden düşmez. Peki ya bu kavramlar gerçekten ekonomik verilere mi dayanır? İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali’nin bu konuda Gürcistan’ın Tiflis kentinde yaptığı yorum ekonomi dünyasında yeni bir tartışma başlatacağa benzer.
Türk bankacıların yabancılar nezdinde kendilerini daha objektif hissettirebilmek için Türkiye’ye dair konuları subjektif bir şekilde yabancılara taşıdığını belirten İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali onların da buna göre yorum yaptığını söyledi. Gürcistan’ın başkenti Tiflis’teki şube açılışı öncesinde basın mensupları ile bir araya gelen Bali inşaat yatırımlarının finansmanında çekince yaşayıp yaşamadıkları sorusu üzerine şunları söyledi:
“Biz risk belirlemede kendi metodolojimiz çerçevesinde yürüyoruz. Yapılan değerlendirmelerde işaret edilen olumsuzlukların portföyümüzde karşılığının olmadığını görüyoruz. Ben şahsen bu tür konuların da çok yeteri kadar sayısal veriye, analize imkân verecek kadar donanımlı yapıldığı kanaatinde değilim. İkide bir türeyen bir tartışmadır. Mesela biri “reel sektörün açık pozisyonu”, bir tanesi ‘bankalar roll edebilir mi borçlarını’… Bunlar böyle dönem dönem servis olur yeniden konuşulur. İçinde rakam yoktur, doğru dürüst bir tahlil yoktur. Severiz o konuları. Türk bankacıların da yabancılar nezdinde kendilerini daha objektif hissettirebilmek için memlekete dair ne varsa, aslında kendilerinin de bir kısım subjektif olan algılarını çırılçıplak taşırlar oraya. Onlar ‘Türk bankacılar böyle söylüyorsa doğrudur’ der onlar bize söyler biz yeniden inanmaya başlarız. Böyle çoğaltıla çoğaltıla yürür.”
YÜKSEK FAİZ BİZE ZARAR
Adnan Bali son dönemde tartışma konusu haline gelen faiz lobisinin olup olmadığı ile ilgili olarak da şunları söyledi:
”Türkiye’de kredi talep edenler daha uzun vadeli kredi kullanmak isterler. Buna karşılık yüksek enflasyon dönemlerinden kalma hafıza yüzünden de mevduatların vadesi bir türlü uzamaz. Faizler aşağıya doğru giderken bankacılık sistemi en yüksek kârları yazar. Ben matematiğini anlattım. Bunun üzerine lobi olur mu olmaz mı onu da size bırakıyorum.”
HAVALİMANI FİNANSMANI
“TAM da umuda kapılmış, işler yoluna girecek derken oldu bu hadise. Üstelik çözüm süreci başlamadan önce bile yaşamadığımız bir durumla karşı karşıya kaldık. İlk kez şehir merkezinde böyle bir olaya şahit olduk. Çoğunluğu 14-15 yaşında çocuklar, önce akşam yürüdüler sonra gündüz dükkânlara saldırdılar. Gece yarısına kadar hareketli olan sokaklar da şimdi saat 20.00’den sonra az sayıda insan var.” Yukarıdaki sözlerin sahibi turizmle uğraşan bir Mardinli. Mardin şehir merkezindeki nüfusun çoğunluğu gibi o da Arap kökenli. Tedirgin olduğundan isminin yazılmasını istemiyor. 6-7 Ekim’deki olaylar sadece maddi zarara uğratmamış Mardin’i, manevi olarak da çok şey götürmüş. En çok da geleceğe ilişkin umudu...
Haftasonu 10’ncusu düzenlenen ‘Fikir Sofrası’ toplantısı için Mardin’deydik. Yöreden çıkan bir ismi, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’i ağırladı Fikir Sofrası. Denizbank’ın sponsorluğunda düzenlenen organizasyona iş, akademi ve basın dünyasından pekçok isim katıldı. Toplantıda bölgeye ve ekonomiye dair çok şey konuşuldu yazılmamak kaydıyla. Ama sokaklar da gözlem yapmanın ve halkla konuşmanın önünde bir engel yoktu. Ben de öyle yaptım.
KÜRT-ARAP FAKTÖRÜ
Son dönemde artan çatışma ve ölüm haberleri Mardin’in kimyasını bozmuş. Kolay değil Kürt-Arap ve Süryanilerin yıllardır iç içe yaşadığı bir şehrin hemen ötesinde yani sınırın hemen öbür yanında Arap-Kürt eksenli bir savaş yaşanıyor. Belli ki bu aşırı tedirginliğin nedeni, yıllardır kanıksanan terör olaylarına bunun da eklenmesi.
Özellikle turizmle anılmayı hedefleyen ve arzulayan Mardin 6-7 Ekim’deki bu olayla birlikte bir kırılım yaşamış. Turizmde bu yılki hedef olan 1 milyon rakamı tam yakalanmak üzereyken şehir merkezinden gelen çatışma haberleri rezervasyonları bıçak gibi kesmiş. Şehir merkezindeki bir butik otelin sahibinin verdiği bilgiye göre sadece onun otelinden 600 rezervasyon iptal edilmiş. Mardin özellikle son 4 yılda turizmde deyim yerindeyse atağa kalkmıştı.
Mardinliler bu atağın arkasında öncelikle Mardin Valiliği yapan Temel Koçaklar’ın çabası olduğunu söylüyor. Örneğin Koçaklar, bir işadamını bu işe öylesine inadırmış ki ortaya 40 milyon liraya 9 ayda biten bir otel çıkmış. Çözüm süreci de devreye girince 2008’de 1800 olan yatak kapasitesi, son yıllardaki atak ile birlikte 5000’e yükselmiş. Bu aslında Mardin’de işsizlik açısından büyük bir moral kaynağı.
TURİZME DARBE
Malaysia Airports’un öncelikle ibreyi yurtdışına çevirmesinin başlıca nedeninin bu olduğu öne sürülüyor. Ancak dün havacılık kulislerinde en çok konuşulan konu Malezyalılar’ın TAV fırsatını kendisinin değerlendirmek istemesiydi. Limak ile Malaysia Airports arasındaki anlaşmaya göre Limak hangi fiyatla bir üçüncü tarafla anlaşma yaparsa aynı koşulları sağlayıp Malezyalıların havalimanının hisselerini alma hakkı vardı. Bunu değerlendirdiler çünkü TAV’ın İstanbul aşkının bitmeyeceğini biliyorlar.
Yani Sabiha Gökçen’in kaymağını bir başkasına yedirmek istemediler. İşte bu nedenle Limak’ı devre dışı bırakıp önümüzdeki dönemde TAV ile pazarlık masasına kendileri oturacaklar. TAV’ın önerdiği ama Malezyalılar’ın çalım atarak üstlendiği yüzde 40’lık hisse karşılığı 285 milyon Euro pazarlıkta taban fiyatı oluşturacak. Bu hesap üzerinden şu anda Sabiha Gökçen’in yüzde 100’ü 712,5 milyon Euro ediyor. TAV’ın buraya ortak olmasının en büyük sebebi hem Sabiha Gökçen’in gelişime açık bir havalimanı olması hem de 3. havalimanına şehir içinde bir alternatif oluşturmasıydı. Sabiha Gökçen’in doğru yönetildiği takdirde bugünkü getirisinin üzerine çıkacağı ve sahibine önemli miktarda getiri sağlayacağı biliniyor. İşte bu nedenle önümüzdeki dönemde Malezya Airports ile TAV’ın pazarlık masasına oturması şaşırtıcı olmayacak. Dün Malezya Airports’un açıklaması sonrasında Akfen Holding Yönetim Kurulu Başkanı ve TAV’ın kurucularından Hamdi Akın ile bu konuyu konuştum. Akın kapıyı kapatmadı ve öncelikle buna Malezya Airports’un yeşil ışık yakması gerektiğini ifade etti. Akın konuyla ilgili şunları söyledi: Şimdilik bunu söylemek için erken ama tabi ki ortam oluşursa yeni bir ortaklık için Malezyalılar ile de görüşebiliriz.
“TAV, Aeroports de Paris ve Malezya Airports her biri alanında dünyanın önde gelen şirketleri. Her birinin uluslararası arenadaki yatırımları, büyüme sağladıkları coğrafyaları göz önüne aldığımızda, TAV’ın Sabiha Gökçen’e ortak olması ile, dünyanın en büyük havacılık şirketlerinden birini oluşturma fırsatı doğacaktı. İstanbul’daki bir havalimanı üzerinden kurulan bu ortaklık, farklı ülkelerdeki havalimanı ihalelerinde de sürdürülebilirdi. Böylece İstanbul Borsası’na kote bir şirket olarak TAV’ın global markalaşma hedefi kapsamında önemli bir yere gelmesi söz konusu olabilirdi.”
‘BAŞKANIM’ der bir üye ve devam eder: “Eğer hükümete karşı bir suç işlersek malımıza el koyulacakmış. Hükümete karşı suç işlemekle kastedilen ne? Partiye mi üye olmamız gerekiyor?” Anadolu’da bu diyoloğu yaşayan bir sivil toplum örgütünün başkanı masasındaki en önemli konunun bu olduğunu söylüyor. İş dünyası harıl harıl en geç iki haftaya kadar Meclis Genel Kurulu’nda olması beklenen bir yasa teklifini inceliyor. Hukukçulara soruluyor, açıklamalar hazırda bekletiliyor. Ancak susuluyor. Nedenini soruyorum aynı başkana;“Yasa teklifi o kadar muğlak ki netleşmesini ve daha açık hale gelmesini bekliyorum. O yüzden şimdi bir açıklama yapmamız doğru olmaz” cevabını alıyorum.
SUSKUNLUĞUN SEBEBİ
Peki ama iş dünyasını çok tedirgin eden bir o kadar da suskunluğa neden olan bu yasa teklifi ne?
Konu Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun (CMK) “Taşınmazlara, hak ve alacaklara el koyma başığı altındaki 128. maddesi. Gelin bu maddenin şimdiki haline ve yapılmak istenen yeni düzenlemeye bir göz atalım.
Mevcut hali: Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun (CMK) 128. maddesi, “Soruşturma veya kovuşturma konusu suçun işlendiğine ve bu suçlardan elde edildiğine dair somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebebi bulunan hallerde, şüpheli veya sanığa ait taşınmazlara el koyma” hakkı tanıyor. Ayrıa el koymanın hangi durumlarda geçerli olacağına ilişkin katolog suçları da sıralıyor.Mevcut yasada silahlı örgüt (TCK 314) veya bu örgütlere silah sağlama (Türk Ceza Kanunu (TCK) 315) suçlarında da aynı şekilde malvarlığına el konuyor. Yeni yasa teklifi: TCK’da sadece 314 ve 315. maddede sayılan suçlardan mal varlığına el konulma kararı verilebilirken getirilen teklifle bu kapsam daha da genişletilmek isteniyor. CMK 128/17’ye eklenmesi istenen hükümle, “Anayasayı ihlal”, “yasama organına karşı suç”, “hükümete karşı suç”, “hükümete karşı silahlı isyan”, “silahlı örgüt”, “silah sağlama” ve “suç için anlaşma” soruşturmalarında da malvarlığına el konulma kararı verile-bilecek.
İşte bu yeni yasa teklifinde en çok tartışmaya neden olan tanım ‘yasama organına karşı suç’ ile ‘hükümete karşı suç’ iddiasıyla yürütülen soruşturmalar sırasında da soruşturulan kişinin malvarlığına el koyulacak olması. Tabii teklif bu haliyle yasalaşırsa. Geçmişte yürütülen çeşitli soruşturmalardaki delillerin hala tartışıldığına dikkat çeken bir hukukçu dün yasa teklifindeki belirsizliğe şu sözlerle dikkat çekti:
“YÖK, bir özel üniversitenin mütevelli heyetine girebilmem için beni 6 ay inceledi.İlkokul diplomamı istedi. Ara ki bulasın... Bulamadım, zar zor ilkokulu da bitirdiğimizi kabul ettirdik. Yani Türkiye’de bürokrasi, hiyerarşi bu durumda...”
BOSTON’da sıradan bir binanın 3. katında 27 yaşında genç bir kadın önündeki test kitlerini dikkatli bir biçimde kullanarak çalışıyor. Çalıştığı laboratuvar en az içinde bulunduğumuz bina kadar iddiasız ve sıradan. Oysa genç kadının bulmaya çalıştığı ‘şey’ çok iddialı. Eşiyle birlikte 5 yıl önce Türkiye’den ABD’ye, Boston’a uzanan ve bu laboratuvarda doktora öğrencisi olarak çalışmaya başlayan kadının ismi Meriç Erikçi Ertunç. Bilkent moleküler biyoloji ve genetik bölümü mezunu. Bir süre önce çalışma arkadaşlarıyla karaciğerde yağ dokusundan salgılanan yeni bir hormon bulmuş. Bu hormon diabeti ve şişmanlığı tetikliyor.
Harvard Üniversitesi Toplum Sağlığı Fakültesi Genetik ve kompleks Hastalıklar Laboratuvarı’nda çalışan tek Türk Meriç değil 7 Türk’ten ikisi henüz Türkiye’ye dönmüş 5 Türk halen görev başında. Bunda tabii ki laboratuvarın başında bir Türk’ün yani Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil’in bulunmasının büyük etkisi var. Yıldız Holding’in yaptığı 24 milyon dolarlık bağışla Sabri Ülker Merkezi adını alan bu laboratuvarın fiziki koşulları o kadar sıradan ki gözümün önüne bazı Türk özel üniversitelerinin laboratuvarları geliyor. Lüks binalar, modern aletler, son sistem bilgisayarlar vs...
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu tam da yeni yönetim toplanacağı ilk toplantı öncesinde sürpriz bir şekilde yeni DEİK’ten istifa etti. Ben bu istifadan çok özellikle Hisarcıklıoğlu’nun mektubundaki ifadelerin anlamını analiz etmeye çalışayım. Bir kere bu mektupta Davutoğlu’nun kurduğu 62’nci hükümete iş dünyasından ilk ciddi tepki var. Hisarcıklıoğlu’nun istifası kişisel değil. Yönetim kurulu kararıyla ve oy birliğiyle alınmış tepkisel bir duruş. Mektubun içeriğinde DEİK’in bugüne kadar yaptıkları net bir şekilde vurgulandıktan sonra özellikle dış ilişkilerde özel sektörün birbiriyle temasına vurgu yapılıyor ve DEİK’in bundan sonra kamu çatısı altında olmasına bu istifa ile tepki gösteriliyor. Ve satır arasında destek vurgusuyla özel sektörün kamusal DEİK’e tezat yine işin içinde olacağı da ifade ediliyor.
Hisarcıklıoğlu, istişarelerle aldığı istifa kararıyla aslında uzun süredir üstü kapalı bir biçimde seslendirilen “hükümet ne yaparsa yapsın iş dünyası boyun eğiyor” görüşüne de sürpriz bir biçimde yanıt vermiş oldu. Torba yasayla TOBB’un 1986 yılında kurduğu DEİK’e bir gecede Ekonomi Bakanlığı’nın el koymasının özel sektörü çok üzdüğünü 13 Eylül 2014 tarihli yazımda “Kalpler kırıldı” vurgusuyla belirtmiştim. Rifat Hisarcıklıoğlu dünkü istifasıyla, özel sektörün kalbinin kırıldığını net bir şekilde vurgulanmış oldu. Ve Hisarcıklıoğlu “Durun, kırık kalpler durağından inecek var” dedi.