Ne zaman piyasalar biraz hareketlense o malum sual sandıktan çıkar: Dolar kaç lira olur?
Yine öyle oldu. Seçim sonrasında hükümet senaryolarına karşı zaten hassas hale gelen dolar kuru ard arda gelen terör olaylarıyla tırmanışa geçti. Geçtiğimiz hafta AKP-CHP koalisyon haberleriyle 2.63 TL’ye kadar gerilemişken dün 2.75 TL’yi de aştı. Şimdi herkes yine soruyor. ‘Dolar ne olur?’
Gelin beraber yanıt arayalım.
Öncelikle söylemeliyim işimiz zor. Çünkü dolar kurunun ne olacağını tahmin etmemizi güçleştirecek çok sayıda faktör var.
1-SİYASET
Hükümet kurma çalışmalarının başarıya ulaşacağına ilişkin kaygılar geride bıraktığımız iki haftaya göre artmış durumda. Piyasaların en sevmediği konu siyasi belirsizliktir. Çünkü sahibi bilinmeyen bir işin nereye varacağı bilinmez. Bugün Türkiye’de ciddi bir siyasi belirsizlik var. Erken seçim sürekli gündeme geliyor. Seçim demek yeni bir belirsiz süreç demek. Kısa vadede siyasi belirsizliğin ortadan kalkacağını telaffuz etmemiz çok güç. Yani siyasi cepheden gelen haberlerin başta döviz olmak üzere piyasaları olumsuz etkilemeye bir süre daha devam edeceğini söyleyebiliriz.
2-İÇ-DIŞ GÜVENLİK
Terör örgütleri yine gündemin ilk sıralarına tırmandı. İçerdeki terör saldırılarının yanı sıra Suriye sınırındaki sıcak çatışma piyasaların tansiyonunu iyice yükseltti. Kısa vadede bu gerilimin azalacağına ilişkin henüz net bir veri elimizde yok. Piyasaların bu cepheden de olumsuz etkileneceğini söylemeliyiz.
TAV’ın tanklarla ve Turkcell’in meclis kararıyla İran’dan nasıl çıkarıldığı unutulmuşa benziyor. İran istikrarı pekiştirmeden, yatırımı kolaylaştırıcı önlemler almadan, bürokrasiyi azaltmadan, radikal siyasi müdahaleleri bırakmadan öyle hemen fırsatlar diyarı olamayacak. İran’da ambargo kalktı ancak Reformcular ile Muhafaza-kârlar’ın çekişmesi bitmedi.
TARİH 1 Şubat 2004. Tahran’da sıradışı bir gün yaşanıyor. Yer Tahran İmam Humeyni Uluslararası Havalimanı (IKA).
20 yıl sonra tamamlanan havalimanının işletmesi bir Türk şirketi, TAV’a devrediliyor. Törenin nedeni bu. Zamanın Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ve geniş katılımlı Türk heyeti THY’den kiralanan uçakla Tahran’a gitmiş, kürsüdeki İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’yi dinliyor. Türk heyetinin gurur ve heyecanı yerini soğuk bir duşa bırakıyor. Hatemi ne inşaatı yapan, törene katılan Türklerin adını anıyor ne de Türkiye’nin. Sözleri aynen şöyle:
“İslam devriminin 25’inci yılını daha büyük özgürlük ve ilerleme inancı ile kutlayacağız. Halkın yanında olanlar kalacak, yanında olmayanlar gidecek. İran’ın en önemli kaynağı insan.
25 yıl önce diktatörlükle mücadele etmedik mi? Demokrasi ve özgürlük için mücadele vermedik mi? Bu bizim tarihi emelimiz değil miydi? Gelişme ve ilerleme aynı zamanda İmam Humeyni’nin bize mirasıdır. Devrimi korumak bizim görevimiz.”
Törende konuşturulmayan Binali Yıldırım ve beraberindekiler moralleri bozuk bir şekilde Türkiye’ye dönüyor. Aslında Tahran’da yaşananlar bir başlangıç dahası var.
Ses hizmetine olan talep yerinde sayarken resim ve video gibi hizmetlerin verildiği genişbanta olan talebin geçmiş yıllara göre çok aşırı hızla büyüdüğüne dikkat çeken Vodafone İcra Kurulu Başkan Yardımcısı Hasan Süel, “Ülkeme, şirketime, abonelerime bugünden geleceği hazırlamak için son teknolojilerle yatırım yapacağım frekansa ihtiyacım var. Bu bugünden sağlanmazsa bir-iki yıla tıkanırız, darboğaza gireriz. Frekans işi iktidar değil memleket meselesi” dedi.
“BİZ eğer ihtiyaç duyduğumuz frekansa bugünden sahip olamazsak gelecekte tıkanma yaşayacağız. O zaman verilse bile çok geç olacak. Sesli görüşme yerinde sayıyor ama akıllı telefon sayısı da genişbanta olan talep de hızla artıyor. Yetişemeyiz, kısa süre sonra tıkanırız. Darboğaza gireriz.” Yukarıdaki sözlerin sahibi Vodafone İcra Kurulu Başkan Yardımcısı Hasan Süel. Geçtiğimiz günlerde bir araya geldiğimde ilk kez kendisinden bu kadar güçlü bir şekilde ağustos ayında yapılacak ihalenin artık ertelenmemesi için talepte bulunduğunu gördüm. Geçtiğimiz mayıs ayında yapılması planlanan frekans ihalesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Dünya 5G’yi konuşuyor, biz niye 4G ihalesi yapıyoruz” çıkışı sonrasında günler kala ertelenmişti. Bakanlık ihalenin 26 Ağustos’ta yapılacağını açıklamıştı. Sonrasında gelen genel seçim, tek başına bir iktidarın çıkmaması ve hükümet kurma çalışmaları ihalenin tekrar erteleneceğine ya da iptal edileceğine ilişkin beklentileri kuvvetlendirdi.
SİYASETTEN BAĞIMSIZ
Onur Air’i Mahdi Shams’tan geri almak zorunda kalan Cankut Bagana şirketini tekrar satmaya çalışıyor. Kıbrıslı işadamı Bumen Şefik’in aracılık ettiği İsviçreli bir fon Onur Air’in yanı sıra Atlasglobal’e de talip oldu. Satış sürecinin Türkiye ayağındaki danışmanının ise Hamdi Topçu olduğu ileri sürülüyor.
SON yıllarda Türk havacılık sektörünün nasıl geliştiği malum. Türk Hava Yolları (THY) artık dünyanın en önemli havacılık şirketlerinden biri. Pegasus’un sektöre iddialı bir biçimde girmesi, ardından yaptığı atılımlarla gelişmesi ve geldiği nokta dikkat çekici. Atlasglobal de iddialı bir havayolu şirketi olarak çoktan rekabette yerini almış durumda.
Sektörün inişli çıkışlı, zaman zaman tartışılan tek şirketi ise Onur Air. Ancak dünyada gözlerin Türkiye’ye çevrilmesinin tek nedeni havayolu şirketleri değil. Dünyanın en büyük havalimanlarından birinin İstanbul’a inşaa ediliyor olması da ilgiyi her geçen gün artırıyor. Geçtiğimiz günlerde Türk havacılık sektörünü etkileyebilecek önemli bir bilgiye ulaştım. Gelen ilk bilgiler bir yabancı fonun, iki Türk havayolu şirketine birden talip olduğu yönündeydi. Bilindiği gibi eğer bir fon herhangi bir şirkete talipse amacı bellidir. Önce bu şirkete ortak olur, daha sonra para koyar yani yatırım yapar, en sonunda da şirket belli bir değere ulaştığında hisselerini satar ve çekilir.
ATLASGLOBAL VE ONUR AİR
Aylardır değil, yıllardır Yunanistan’daki krizi konuşuyoruz. Yanı başımızdaki bu ülkenin kronikleşen sorunu, şimdi belki de en kritik yol ayrımında. Referanduma giden Yunan halkı aslında sadece Avrupa Birliği ve IMF’nin dayattığı acı reçeteye vize vermeyi oylamayacak. Aynı zamanda kaderini de oylayacak. Bu öylesine bir kader ki hangi yoldan gidilirse gidilsin ortada bir uçurum var. Ve ne yazık ki bu uçurumun dibini görmeden tekrar gün yüzüne çıkmak çok zor. Yunanlar, ya Avrupa Birliği ve IMF’nin dayattığı acı reçeteyi, ya da kaderleriyle baş başa kalıp kendi acı reçetelerini içecekler. Peki ama Yunanistan’da ne oldu, bundan sonra ne olabilir. Gelin basit bir şekilde özetleyelim.
NEDEN KRİZE GİRDİ
Yunanistan’daki kriz bu yıl ortaya çıkan bir kriz değil. 2008 yılı ve öncesine dayanıyor aslında. Her şey 4 Ekim 2009’da yapılan erken seçimi PASOK’un kazanmasıyla başladı. Başbakan olan Papandreu ve kurmayları işin hemen başında ülkenin hesaplarını şöyle bir inceleyince ilginç sonuçlarla karşılaştı. Bir önceki Karamanlis yönetimi 2008 yılında bütçede kalem oyunları yapmış ve bazı verileri hesaba dahil etmemişti. Bu kalem oyunu öyle küçük de değildi. 2009 yılında bütçe açığının Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’ya (GSYH) oranı yüzde 5 olacak derken birden tahmin yüzde 12.7’ye fırladı. Çünkü Papandreu hükümeti, Karamanlis döneminin gizlediği harcamaları gün yüzüne çıkarmış, hesap birden şaşmıştı. Acıdır ki Papandreu ve kurmayları aynı zamanda önce ekonomik kriz ardından da iktidarı kaybedecek bir yolculuğu da başlatmış oldular. İlk darbeyi kredi derecelendirme kuruluşları vurdu. Notlar dramatik şekilde düştü. Bu daha maliyetli borçlanma demekti. Yüksek maliyetli borçlanma ise yüksek faiz. Yani o bildik sarmal hazin bir şekilde ağlarını örmeye başlamıştı.
Peki ama o gizlenen rakamlar neydi, nasıl oluşmuş, neden gizlenmişlerdi. İşte krize giden yoldaki o günahlar...
Sanayi arka plana alındı, turizm ve diğer hizmet sektörleri ile harcama bazlı bir ekonomi oluşturuldu.
Belirlenen kriterler nedeniyle ödül almaya hak kazanan Volgam şirketinin sahibi Reza Zarrab’a kabinedeki iki bakan tarafından takdim edilen ihracat rekoru ödülü tartışılıyor. Ödülün yanı sıra Zarrab’ın nasıl böylesine büyük bir ihracata imza attığı da polemik konusu yapılıyor. Demek ki biraz bilgi tazelemeye ihtiyacımız var. Sizi öyle rakamlara boğmadan ihracat rekoruna adım adım giden yolu anlatmaya çalışacağım.
BİRİNCİ PERDE
Aslında her şey ABD’nin nükleer programı nedeniyle İran’a uyguladığı ambargo ile başladı. Ancak enerji ihtiyacını karşılamak için İran’dan gaz ve petrol almaya mecbur olduğu için Türkiye’ye bazı istisnalar tanındı. İran adına Halkbank’ta bir hesap açılacak, Türkiye İran’dan aldığı petrol ve gazın parasını bu hesaba yatıracaktı. İran da yıllık belirlenen bir miktarda parayı bu hesaptan çekebilecekti. Öyle de oldu. Ancak daha sonra Hindistan gibi başka ülkelerin de İran’dan yaptıkları alışverişin paraları bu hesaplara aktarıldı. Kısacası Halkbank, uluslararası kuruluşlardan izinli olarak Türkiye’den Tüpraş’ın ve Hindistan’dan bazı kuruluşların, İran’dan petrol ithal etmesine aracılık ediyordu. Ancak 2011 yılının Aralık ayında ABD Senatosu, İran Merkez Bankası’yla “anlamlı” ölçüde işlem yapan finans kuruluşlarına yaptırım uygulanmasına olanak tanıyan bir karar çıkardı. Kararın arkasındaki isimlerden Senatör Mark Kirk, “İran’ın petrol sözleşmeleri ve dış dünya arasındaki istikrarlı finansal arabuluculuğu kırmaya çalışıyoruz” açıklaması yaptı. Bunu 9 Ocak 2012’de Hindistan’daki Indian Express haber sitesinin, Halkbank’ın, Hindistan’ın İran’a olan petrol borcunu ödeme sürecinden çekildiğini duyurması izledi. Bu haberi 17 Aralık operasyonunda gözaltına alınan Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan yalanladı. Kendilerine henüz böyle bir bilgi ulaşmadığını duyurdu.
İKİNCİ PERDE
Restoran işinde beklediğini bulamayan eski Başbakan Mesut Yılmaz’ın oğulları Emir Hasan ve Mehmet Yavuz Yılmaz, 3. havalimanının hafriyat işine girdi. Yılmaz kardeşlerin şirketi CFS ve diğer 10’a yakın hafriyatçı şirketin yaptığı işin büyüklüğü ise 1 milyar Euro’nun üzerinde.
YAPIMI devam eden ve ilk etabının 29 Ekim 2017’de açılması hedeflenen 3. havalimanında yüzlerce kamyon, iş makinesi son sürat çalışıyor. Neredeyse başka bir aracın geçmediği yollarda hafriyat taşıyan kamyonlardan dolayı trafik bile oluşmuş durumda. Alandaki göletler doldurulurken, bir yanda da yüksek tepecikler tıraşlanıyor. Yeni havalimanında şu an işin en büyük kısmını hafriyat oluşturuyor. Dile kolay tam 7 bin 650 hektarlık taş, toprak, maden, göletleri kapsayan dev bir alandan bahsediyoruz.
2 yıl önce Temmuz ayının sonları, bir iftar davetindeyiz. Beşiktaş Plaza’da Beşiktaş Kulübü Başkanı Fikret Orman, hem kulübün ekonomik durumunu hem de stat inşaatı ile ilgili gelişmeleri paylaşmak üzere gazetelerin ekonomi müdürleriyle bir arada. İlk kez o akşam tanıştım Fikret Orman ile.
Kulübü aldığındaki ekonomik durumun kötülüğünü, borçlar nedeniyle yaşanan zorlukları bizzat bizlerle paylaştığı için yakından biliyorum. En zor zamanda elini taşın altına soktu Orman. Bu kadar borç içindeyken, İnönü büyüklüğünde bir stat projesine soyunmak her babayiğidin harcı değildir. Dolmabahçe’de yükselen inşaat tamamlandığında yeni stat Beşiktaş’ın en büyük silahlarından biri olacak. Hem sportif anlamda hem de ekonomik anlamda. Orman ve yönetimin başarısını, bin bir zahmetle yürüttükleri bu projeyi tamamlamaktaki gayretlerini takdir etmek gerekir.
YA BORSA YATIRIMCISI?