Altepe’nin istifası sonrasında İnegöl Belediye Başkanı iken 4.5 ay önce Meclis’teki oylamayla Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na seçilen Alinur Aktaş’a göreyse çarşamba günü gerçekleştirdiğimiz Ekonomi Zirvesi ve benzerlerinin büyük önemi var. Yeni başkana göre sorunların tartışıldığı, kenti ileriye taşıyacak vizyona katkı sağlayan her etkinlik Bursa’nın geleceğine hizmet anlamına geliyor. Dünyada vizyoner şehirler, ‘iş bitti’ mantığı ile yönetilmiyor. Bir yıl ara ile Bursa’da ne fark gördün diye soranlara verebileceğim ilk cevap belediye başkanlığı koltuğunda daha vizyoner bir ismin oturduğunu söylemek olur.
MESLEK LİSELERİ ELE ALINMALI
Bursa Ekonomi Zirvesi’ni bu kez iş dünyasının yanı sıra meslek lisesi öğrencileri de takip etti. Soru ve konuşmalardan bir kez daha anladık ki eğer ileride sanayide, ticarette çıtayı daha üste koyacaksak, Türkiye’nin acilen meslek liselerindeki eğitimi ele alması, dünya ile rekabet edecek düzeye ulaştırması gerekiyor. İş dünyası ve kamu el ele verip meslek liselerini çağa uygun teçhizatla donatmak için çözümler üretmek zorunda. Bu, Bursa Ticaret ve Sanayi Odası (BTSO) Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay’ın yeni dönemin sloganı olarak ortaya koyduğu insana yatırım hedefine ulaşılmasına da büyük katkı sağlayacaktır.
NİTELİKLİ İŞ GÜCÜ
Burkay’ın belirttiği gibi fiziki yatırımlarının bir çoğunu tamamlayan Bursa ve bölgesinin şu anda en çok ihtiyaç duyduğu şey nitelikli iş gücü. Bir süredir Türkiye’nin her bölgesini il il geziyor sanayicilerle, iş dünyasıyla bir araya geliyoruz. Nereye gitsek Edirne’den Kars’a, Antalya’dan Samsun’a nereye giderseniz gidin aynı serzeniş ile karşılaşıyoruz.
Bugün Türkiye’nin bir biriyle çelişen iki önemli sorunu var. Biri işsizlik diğeri nitelikli iş gücü. Bir tarafta bir grup insan iş bulamamaktan yakınıyor diğer tarafta bir grup insan işçi bulamamaktan. Doğru iş ile doğru işçiyi buluşturamadığımız gerçeğini odağa aldığımızda bugünden yarın için çözüm ürettiğimiz noktada aslında iki sorunu birden çözebileceğiz. Türkiye’nin beyaz yakalı yöneticiye de otomobile kaynak yapan işçiye de, boyacıya da ihtiyacı var ve olacak. İhtiyaçları belirleyip gençleri doğru bir anlayışla doğru alana yönlendirmeye başarabildiğimiz noktada bugünü değil yarınımızı kurtarabileceğiz. Aksi halde ortaya ihracat hedefleri koyup ithalatımızı azaltmaya çalışırken bir gün gelecek işsizler ordusu ile baş başa kaldığımız bir ortamda kaynakçı, boyacı, ütücü, berber ithal eder konuma geleceğiz. Unutmayalım ki her şeyi robotların yapacağı bir dünya henüz ne kadar uzaksa, ustalarımızı kaybedeceğimiz günler bir o kadar yakınımızda...
OCAK ayında bu köşede art arda yazılar yazıp ‘Ücretini ödediğimiz, yediğimiz-içtiğimiz ürünlerin akıbetine hakim miyiz? Aslında ne yiyoruz, içiyoruz’ sorularını odağa almış restoranlarda yapılan gıda hilelerini gözler önüne sermeye çalışmıştım.
Örneğin çorbalarda kullanılan kıymaya ‘ekstra’ ürünler katıldığını, salatalara dökülen zeytinyağlarının aslında gerçek zeytinyağı olmadığını, kanola ve mısır yağı karıştırarak maliyetlerin düşürüldüğünü belirtmiştim. Örnekler bunlarla da sınırlı değildi. Yemeklerde kullanılan tavuk suyunun tavuğun neresinden yapıldığının büyük bir soru işareti olduğunu, kimyasal çorba içiyor olabilme ihtimalimizin çok yüksek olduğunu söylemiştim. Dönerden, salataya, kebaptan tatlıya kısacası ne yersek yiyelim gıda sahtekarlarının sınır tanımadığına dikkat çekmiştim. İlk yazımızın başlığı ise ‘kurtlar sofrasıydı’
TAM 173 FİRMA
Dün Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı uzun zamandır arar verdiği bir şey yaptı ve taklit veya tağşiş yaptığı kesinleşen firmaları ve ürünleri internet siteleri üzerinden açıkladı. Tam 173 firma 282 üründe taklit ve tağşiş yapmış. Liste o kadar uzun ki tüm firmaları ve ürünleri buraya koymam mümkün değil. Listenin tamamı dün öğlen saatlerinden itibaren hurriyet.com.tr’de yer aldı. Dileyenler listenin tamamını ve listede yer alan firmaların yaptıkları gıda sahtekarlıklarını net bir şekilde görebilir. Listede yakından tanınan firmalar da var küçük üretici ve restoranlar da... Peki neler yapmış bu firmalar? Kısaca anlatalım.
KÖFTEDE DOMUZ ETİ
VATANDAŞIN Ekonomisi köşesinde bu hafta yine gıda konusu var. Hatırlarsanız bir süre önce restoranların tüketiciyi nasıl aldattığına ilişkin haftalarca süren kapsamlı bir çalışma yapmıştık. Gıda öylesine kapsamlı bir alan ve bu alanda tüketici öyle haksızlıklara maruz kalıyor ki anlaşına bu konudan elimizi çekmek pek mümkün olmayacak.
Bu hafta Türk sofralarının vazgeçilmez ürünlerinden pirinci mercek altına alacağız. Pirinç deyip geçmeyin... Kalitelisi, pahalısı var, ucuzu var, kırığı var, yerlisi var, ithali var... Hepsinin tadı başka, tabii fiyatı da... İşte işin içinde kalite ve fiyat farkı olunca hangi pirinci kaç liraya aldığımızı bilmemiz büyük önem taşıyor.
Mevcutta geçerli olan ayrıntılarını paylaştığım tebliğe göre pirinç satacaksanız ne pirinci olduğunu, nerede yetiştirildiğini, ithal mi yerli mi olduğunu, ne amaçla kullanabileceğini açık seçik yazmanız gerekiyor.
Peki ama piyasada durum ne? Gelin pirincin izini marketlerde sürelim.
İstanbul’da büyük küçük demeden marketleri dolaştım. Paket pirinçteki hilelere geleceğim ama öncelikle açık pirinçlerde özellikle küçük marketlerin pirincin ne çeşidini ne menşeini, ne de yerli ithal olduğunu belirtmeden satıldığını belirtmeliyim. Büyük marketlerde de bu konuda ciddi eksiklikler, fiyatlarda pirincin kg fiyatı ticaret borsalarında açık açık ilan edilirken bazı marketlerin sattığı pirincin fiyatının bundan daha düşük olduğunu anlamak mümkün değil. Toptan fiyata nakliye ve diğer masraflar ilave edildiğinde nasıl oluyor da bu marketler borsadaki fiyattan daha ucuza o pirinci satabiliyor?
Göz ile ayırmamızın neredeyse imkansız olduğu farklı çeşitler ve tipler aynı ambalaj içerisine karıştırılıyor. En çok karışıklık görünüm olarak birbirine benzeyen Luna-Osmancık ile Cameo-Baldo çeşitlerinde yapılıyor. Bu türler arasında ciddi kalite ve fiyat farkı var. Özellikle Çin’den gelen ucuz pirinçlerin ise yerli diye tüketiciye sunulduğu da önemli iddialar arasında.
SON aylarda gayrimenkul sektörü için hem içerden hem dışlardan isimler çarpıcı açıklamalar yapıyor. Sektörde arz talep dengesinin bozulduğu, talebin eskisi kadar canlı olmadığı iddialar arasında... Gayrimenkul sektörünü kârlı görerek sonradan bu işe girenlerin dengeleri olumsuz etkilediği de söyleniyor.... Türkiye’nin lokomotif sektörlerinin başında gelen gayrimenkul sektöründe neler yaşandığını Konut Geliştiricileri ve Yatırımcıları Derneği (KONUTDER) Başkanı ve Sur Yapı Yönetim Kurulu Başkanı Altan Elmas’a sorduk. “Türkiye gayrimenkul sektörü cazibesini yitirmez” diyen Elmas, “Konut talebi hep güçlü. Sadece dönem dönem alım erteleniyor. Bu erteleme dönemi bazen üç ay bazen beş ay oluyor, daha fazla olmuyor hiçbir zaman. Erteleme döneminin bitiminden itibaren ise hızlı bir ivme ile satışlar artıyor. Tabi artan dönemlerde fiyat da hızla yükseliyor. Sektörün dinamiği bu şekilde. Gayrimenkul sektörü bu tür senaryolarla ilk defa karşılaşmıyor. Şimdi önümüzde kısmi durgunluğun biteceği ve satışların yukarı ivmeleneceği bir dönem var” dedi. İşte Altan Elmas’ın sektördeki son gelişmelerle ilgili sorularımıza verdiği cevaplar...
Son dönemde gayrimenkul sektörünün satış yapmakta zorlandığına, talebin düştüğüne ilişkin iddialar var. Siz ne dersiniz?
Öncelikle bazı genellemelerde bulunmak için istatistiksel verilerle ve kanıtlarla konuşmak gerektiği kanaatindeyiz. Biz KONUTDER olarak düzenli bir şekilde sektörü, ekonomik konjonktürü takip ve analiz ediyoruz. Gayrimenkul sektörünün de tam da buna; gerçekçi verilerle değerlendirmelere ihtiyacı var. Her yıl ocak, şubat aylarında mevsim etkisiyle satışlarda düşüş yaşanır. Geçen yıl da benzer bir tablo vardı, mart ayından itibaren satışlar arttı. Mevsim etkisi tüm sektörler için geçerlidir. Otomotiv, perakende gibi birçok sektörün en düşük satış yaptığı aylar ocak ve şubat aylarıdır. TÜİK verilerinden geriye doğru baktığımızda bunu çok net görüyoruz. Bu yıl farklı olarak bu sürece kısmen kasım ve Aralık ayları da eklendi. Bunun temel sebebi faizler gibi görünüyor. Faizlerin arttığı dönemlerde kredi kullanacak tüketiciler bu kararlarını ertelemeyi tercih ediyor. Bu da ipotekli satışların düşmesine neden oluyor. Kasım, aralıkta düşüş yaşanırken Ocak 2018’de bir önceki yılın ocak ayına göre İstanbul yüzde 3.5, Türkiye yüzde 1.7 artış yaşadı. Detaylarına baktığımızda kredili satıların azaldığını, peşin ve kampanyalı satışların arttığını ve doğan boşluğu doldurduğunu görüyoruz.
TALEP HEP GÜÇLÜ
Konut talebi hep güçlü. Sadece dönem dönem alım erteleniyor, bu erteleme dönemi bazen üç ay bazen beş ay oluyor, daha fazla olmuyor hiçbir zaman. Erteleme döneminin bitiminden itibaren ise hızlı bir ivme ile satışlar artıyor. Tabi artan dönemlerde fiyat da hızla yükseliyor. Sektörün dinamiği bu şekilde. Gayrimenkul sektörü bu tür senaryolarla ilk defa karşılaşmıyor. Şimdi önümüzde kısmi durgunluğun biteceği ve satışların yukarı ivmeleneceği bir dönem var. Bunu kendi satışlarımızdan da görüyoruz. İstanbul’da en yaygın satış ağına sahip firmaların başında geldiğimiz için bu hareketliliği anlayabiliyoruz. Tüm sektör için Antalya projemiz pek çok açıdan iyi bir örnek oldu. İki buçuk ay gibi kısa bir sürede 1400 konut, ofis ve dükkan sattık. Doğru ürün, doğru fiyat ve doğru lokasyon ile çok başarılı bir satış yaptık.
‘SORUNLAR BÖLGESEL’
Sizce bu söylentilerin temelinde yatan ne? Niye böyle bir algı oluştu?
GERİDE bıraktığımız Salı günü Anadolu Ajansı önemli bir balıkçı haberi geçti. Konunun balıkla ilgisi yoktu ama aslında binlerce kişiyi ilgilendiriyordu. Öncelikle bu haberini önemli bir bölümünü yayınlıyorum:
‘Hafif ticari aracıyla Fatih Sultan Mehmet (FSM) Köprüsü’nden kaçak geçiş yaptığı gerekçesiyle toplam 93 bin 600 lira ceza kesilen sürücü, cezalar zamanında tebliğ edilmediğinden mağdur olduğunu öne sürdü. Alınan bilgiye göre, Beykoz’da balıkçılık yapan Ayhan Hepgül, balık haline gitmek üzere hafif ticari aracıyla her gün FSM Köprüsü’nden geçti. Geçişler dolayısıyla Hepgül’e 117 kez 800’er lira para cezası uygulandı. Toplamda 93 bin 600 lira cezayla karşılaşan Hepgül, ceza bildirimi zamanında yapılmadığı için mağdur olduğunu savundu.
HABERİMİZ OLSA GEÇMEYİZ
Ayhan Hepgül, AA muhabirine yaptığı açıklamada, hafif ticari aracıyla FSM Köprüsü’nden geçip Beykoz’daki dükkanına balık aldığını söyledi. Bir yıl boyunca kendisine herhangi bir tebliğde bulunulmadığını öne süren Hepgül, daha sonra cezaların gelmeye başladığını anlattı. Hepgül, kendisine beş tebligat ulaştığını ve Karayolları Bölge Müdürlüğü’ne gittiğinde toplam 117 cezasının olduğunu öğrendiğini dile getirerek, “Cezanın tanesi 800 lira. Biz kamyon değiliz, otobüs değiliz, kamyonet değiliz. Ufak bir minibüsümüz var. Onunla hale gidip balık alıp geliyoruz. FSM Köprüsü’nden benim gibi günde bin, bin 500’e yakın araç geçiyor. Biz bundan haberdar değiliz. Haberimiz olsa zaten geçmeyiz.” diye konuştu. Kendisine cezaların 14 ay sonra ulaştığını savunan Hepgül, “Haberimiz olsaydı Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nü kullanırdık. Bu yasaksa bize 15 veya 20 günde bu cezanın gelmesi gerekiyordu” ifadelerini kullandı.
10 KAT CEZASI VAR
Bu haberi Vatandaşın Ekonomisi köşesinde günde getirmemin önemli bir sebebi var. Hatırlarsanız geçtiğimiz hafta bu köşede konuyu dile getirmiştim. ‘Sürpriz ceza can yakıyor’ başlığı ile ele aldığımız konuyu Hürriyet birinci sayfadan ‘Yüzde 1000 ceza kesileceğine haber verilse’ başlığı ile duyurmuştu.
"SANA bir link gönderdim. Çin’deyim. Nereye gitsem bu parça çalıyor. Bu parçanın bir sırrı var. Dinle yazışalım.” Arkadaşımın gizemli mesajla birlikte gönderdiği linke tıkladım, parçayı dinlemeye başladım. Modern bir pop parçası. Ritmi sözleri belli ki çok hoş. Ama açık söyleyeyim birkaç yerde geçen ‘lady’ dışında çok da bir şey anlamadım. Sordum, neydi acaba bu parçanın sırrı. Çin’den bana yazan arkadaşlarım Nezih ve Altay ile Türkiye’de yaşayan Yeditepe Konfüçyus Enstitüsü’nden Weili Li sayesinde sır perdesi ortadan kalktı, Türkiye’yi yakından ilgilendiren süper bir hikâye ortaya çıktı. Gelin Wili sayesinde öğrendiğim detayları paylaşayım önce.
Çince şarkının söz yazarı ve bestecisi He ZHU. Şarkıyı seslendiren ise Xiaozhang. Aslında parça piyasaya geçen yılın ağustos adında çıkmış. İlk adı ‘Seni seyahate götürürüm’ olmuş. Ancak halk arasındaki adı ‘Seni Romantik Türkiye’ye götürürüm’e dönünce klip ve her yerde de adı ‘Seni Romantik Türkiye’ye götürmek istiyorum’a dönüşmüş. Şimdi Youtube ve sosyal medyada da bu isimle anılıyor. Parça bugün Çin’in en popüler şarkılarından biri. Listeleri alt üst etmiş durumda. Sadece YouTube üzerinden yaklaşık 8 milyon kez dinlenmiş. Çinlilerin kendi platformlarında dinlenme ve indirilme oranın bunun kat kat üzerinde olduğuna eminim ancak Abu ve benzeri konularda Çin’den veri almak güç. Parça, Türkiye için milyonlarca dolar ödesek satın alamayacağımız bir tanıtım fırsatı yaratmış durumda.
BU FIRSATI KAÇIRMAYIN
Çinlilerin son günlerde dilinden düşürmediği, radyolarda mekanlarda sürekli çalan ve sevgiliye seslenen bu parçanın nakaratı aynen şöyle… ‘Seni romantik Türkiye’ye götürmek istiyorum. Sonra beraber Tokyo ve Paris’e geçeriz…’ Şarkının birden fazla klibi dönüyor. Ancak en popüleri bu nakarat sırasında fonda Kapadokya’nın bulunduğu klip.
Kitap, film veya şarkılarda geçen mekanlar, şehirler ve ülkeler için müthiş bir tanıtım fırsatı sunuyor. Örneğin; 90’lı yılların sonunda Christian Jacq’ın Mısır ile yazdığı kitap serileri bu ülkeye ilgiyi patlatmış Mısır’a turist akını başlamıştı. Bu yüzden romantik Çince şarkının nakaratında geçen ‘Seninle romantik Türkiye’ye gitmek…’ bölümüne bence sıkı sıkı sarılmalıyız. Üstelik bu yıl Çin’de Türkiye turizm yılı. İkisinin bir araya gelmesi ilahi tesadüf müdür bilmem ama başta Turizm Bakanlığı olmak üzere sektörde kim varsa bu slogana sarılmanın tam zamanıdır. Bu şarkının nakaratı eşliğinde Çinlileri ‘romantik Türkiye’ye’ davet eden tanıtım filmlerini Çin televizyonlarında, sosyal platformlarında şimdiden hayal ediyorum. Sadece Kapadokya değil, İzmir’in Kordonu’nu, İstanbul’un Boğaz’ını, Antalya’nın denizini, Bodrum’un neşesini, Edirne’nin Meriç’ini ve nicesini öyle bir pazarlamalıyız ki… Sadece Çin’de tanıtım yapmamız yetmez. Türkiye’ye romantizm için gelecek Çinliler için de öyle güzel programlar hazırlamalıyız ki giden onlarca yeni çiftin gelmesi için öve öve bitiremesin.3
İŞTE O ŞARKININ SÖZLERİ
ÖNCELİKLE son yıllarda yapılan köprü, tünel, kavşaklar ve yeni yollar ile hem kazaların azaldığını, hem de birçok yere daha kısa sürede ulaşabildiğimizin altını çizelim. Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan ile yakın zamanda yaptığımız görüşmede öğrendiğimiz üzere özellikle 2019 yılında pek çok yeni yol, güzergah devreye alınacak, ulaşım ve trafik daha da rahatlayacak. Yeni yapılan yol köprü ve tünellerin bir bölümü özel sektör tarafından işletiliyor. Bu işletmeler kamu tarafından belirlenen tarifeler üzerinden geçiş ücreti alıyorlar. Ayrıca geçiş ihlali adı verilen yani bir şekilde para ödemeden geçiş durumlarında da yine kamu tarafından belirlenen yasal cezaları uyguluyorlar. Ancak bu geçiş ihlalindeki kuralların özellikle de bilgilendirme hakkının daha ciddi ele alınması gerekiyor çünkü bu konuda çok şikayet var.
YIĞILMALARI BİTİRDİ
Bu hafta Vatandaşın Ekonomisi’nde bana çok sayıda okurumun ulaştırdığı bu sorunu paylaşmak istiyorum. Umarım bu konuda da bir an önce gereken tedbir alınır ve sıkıntı giderilir. Ulaştırma Bakanlığı’nın paralı geçişler için kurduğu gişeleri tamamen ortadan kaldıran serbest geçiş sistemi bir noktaya yığılmaları büyük ölçüde bitirdi. Ancak önemli bir sorun var ki vatandaştan zaman zaman haksız yere fazla para tahsil edilmesine neden oluyor. Yol işletmesi-banka-vatandaş üçgeninde yaşanan OGS ve HGS sistemine yönelik okuma/okumama, bakiye var/yok, bilgilendirme/bilgilendirmeme sıkıntısı için acilen bir şeyler yapılmalı? Niye mi gelin anlatmaya çalışayım.
BU İŞTE BİR TERSLİK VAR
6001 sayılı kanunun 30. maddesine göre Karayolları Genel Müdürlüğü ve özel sektörün işlettiği otoyol, köprü ve tüneller için belirlenen geçiş ücretlerini ödemeden geçiş yaptığı tespit edilen araç sahiplerine geçiş ücretinin 10 katı tutarında idarî para cezası veriliyor. Ceza, işletmeyi kim yapıyorsa ona ödeniyor. Eğer yol, köprü veya tüneli özel sektör işletiyorsa tahsil ettiği cezanın yüzde 60’ını Hazine payı olarak devlete veriyor. Ceza bu kadar yüksek olduğu için sistemin de vatandaşın kafasında en küçük bir soru işareti oluşmadan işlemesi gerekiyor. Ancak gelen şikayetlerden anlaşılan mevcut durumda bazı eksiklikler var.
Bana en son ulaşan okur mektubuna göre bir vatandaşımız 5 Kasım 2017’de Yavuz Sultan Selim Çamlık S7A gişesinden geçiyor. Bu gişenin öncesinde ve sonrasında farklı gişelerden de geçişi var.
19 Şubat’ta yani 5 Kasım’daki yazımıza konu geçişten tam 3.5 ay sonra bir telefon alıyor. Hukuk bürosu yetkilisi Yavuz Sultan Selim Çamlık S7A gişesinden geçiş ihlali yaptığını söyleyip okurumun acil olarak ödeme yapmasını istiyor. Okurum Yavuz Sultan Selim ve çevre yollarının işletmecisi İCA’nın internet sitesine giriyor, ihlalli geçiş sorgulaması yapıyor. 5 Kasım’da ödemesi gereken 2.85 TL 10 günlük yasal süreçte ödenmediği için 10 kat ücret ile cezalandırılmış. Yani cezası olmuş 28.5 TL. Üzerine bir de 2,85 TL’lik geçiş ücreti eklenince olmuş size 31.35 TL. “Kasım ayında bütün geçişlerim tahsil edilmişken bir kerelik geçişim nasıl cezalandırılır” diyen okurum mu haklı yoksa otoyolun işletmecisi şirket mi? Sadece Yavuz Sultan Selim geçişlerinde değil başka noktalarda da benzer sıkıntılar yaşandığına göre bu işte bir terslik yok mu?
PARA VAR TAHSİLAT YOK
BİR kere baştan söyleyeyim. Zaten zamanında söyleyen söylemiş. Her şeyin başı sağlık. Ne mutlu bize ki çoğu Avrupa ülkesinden daha modern hastanelerimiz daha uzman doktorlarımız var. Bunda elbette hem kamunun hem de özel sektörün son dönemdeki yatırımlarının etkisi büyük. Ancak bu, sağlık sistemindeki aksaklık ve haksızlıkları tartışmayacağız anlamına gelmiyor. Hürriyet’in ocak ayında gündeme taşıdığı acil servislerdeki aşırı yoğunluğa dikkat çeken haber sonrasında Sağlık Bakanlığı’nın büyük bir duyarlılıkla arka arkaya attığı adımlar çok önemliydi. Bu hafta Vatandaşın Ekonomisi’nde ise özel hastane-sigorta şirketi-vatandaş üçgeninde yaşanan bir başka sıkıntı var.
Büyük il ve ilçelerin neredeyse tamamında faaliyet gösteren büyük hastane gruplarını isim vermesem de tahmin edeceğinize eminim. Bu büyük hastane grupları son dönemde yaptıkları yatırımlar ve büyüme hamlelerinin ardından, kamudan sonra sağlık sisteminin en önemli oyuncusu haline geldiler. İşte bu büyük güç sayesinde özel sağlık sisteminin oyun kurucusu durumundalar. Mesela artık bu grupların hastanesinde iyi doktor olmak yetmiyor. Aynı zamanda daha çok hasta bakan, test, tahlil gibi belli kotaları dolduran yani iyi kazandıran doktor olmanız da şart. Bunları da bir ara tartışırız ama benim bu haftaki konum ciddi bir hastalık. Adını ben koydum. Özel hastanede fiyat sendromu.
BAŞ DÖNDÜREN ÜCRET
Bakın bu sayfada bazı rakamlar paylaşıyorum. Hepsini hastane hastane dolaşıp veya arayarak aldım. Yazımızın konusu büyük hastanelere iki ayrı ameliyatın maliyetini sordum. Safra kesemi almak için bana verdikleri en ucuz fiyat 3 bin 500 lira oldu. Bunun için SGK’lı olmam gerekiyordu. Benim ödeyeceğim benim payıma düşendi. Aynı hastane SGK’lı değilsem yani tüm parayı ben vereceksem 7 bin lira talep etti. ‘Özel sağlık sigortası ile gelirsem ne kadar öderim’ dedim. Aldığım cevap sevindiriciydi. ‘Yatarak’ tedavi olacağım için sigorta şirketim tüm masrafımı karşılıyordu. Peki sigorta şirketime maliyeti ne olur dedim. Cevapları ‘12 bin lira’ oldu. Hoppala… Bana ‘7 bin lira olan ameliyat sigorta şirketime niye 12 bin lira’ diye sordum bu kez. Ne yazık ki cevap alamadım.
ONA BAŞKA BUNA BAŞKA
Bir başka büyük hastane grubunun en kalabalık hastanelerinden birinde aldım bu kez soluğu. Bu kez hedefimde anjiyo işlemi vardı. Fiyat istedim. SGK’lıysam işlem bana 1400 liraya bir stent de takılırsa toplam 5150 liraya mal olacaktı. Yani SGK’dan alacakları dışında benden 5 bin 150 lira daha istediler. Peki SGK yoksa ne ödeyecektim? 6 bin lira anjiyo 3 bin 500 TL stent toplam 9 bin 500 liraya taburcu olabilecektim. En kritik soruyu yine sona sakladım. Özel sağlık sigortam varsa durum ne olurdu acaba. Şimdi sıkı durun. 18 bin lira anjiyo işlemi bir stent de eklenirse 6 bin lira da ona, toplam 24 bin lira sigorta şirketime fatura edilecekti. Ben yine 5 kuruş vermeyecektim. İyi de arkadaş bu nasıl iş. SGK’nın anjiyo işlemine en çok ödediği bedel 448 lira, stent içinse en fazla bin 112 lira veriyor… SGK ve benden alacakları katkıyla yaklaşık 7 bin liraya çıkacak ameliyatın tümünü kendi paramla ödeyim desem 9 bin 500 liraya oluyordu, özel sağlık sigortam karşılasın dersem fatura 24 bin liraya fırlıyordu. Peki ama niye?
Sakın ‘özel sağlık sigortası sayesinde sen tedaviye para ödemiyormuşsun daha ne’ demeyin… Kaza yaptığınızda arabanızın kasko bedeli bir sonraki yıl nasıl artıyorsa sağlık sigortasında da aynı şey söz konusu. Bu türden hasarlar bir sonraki yıl sağlık sigortası yaptırmak istediğinizde sigorta poliçenize yansıyor. Yani daha çok bedel ödüyorsunuz. Sonuçta özel hastaneler büyüme ve başarı hikayeleri yazarken bizlerin ödediği bedel her geçen gün artıyor. Sağlık gibi önemli bir konuda fiyatların bu kadar başı boş olması bu kadar çelişki içermesi sizce normal mi?