SAĞLIK alanında yapılan yatırımların önemi tartışılmaz. Özel hastane sayısının artması kamu hastanelerine müthiş destek oldu. Zaten tek başına kamunun sağlık hizmeti vermesini beklemek, bütün yükü onun omuzuna yüklemek haksızlık olur. Ancak bu sektördeki haksız kazanç girişimlerini de zaman zaman bu köşede gündeme getiriyorum. En önemli amacım vatandaşı uyarmak. İşte bu haksız girişimlerden birini daha okurum H.S. sayesinde öğrendim. Aynen paylaşıyorum ki, konu net anlaşılsın tüm okurlarım dikkatli olsun…
TEŞHİS HATALI
“Özel bir hastanenin kadın doğum uzmanına muayene oldum. Meme kanseri geçmişim var. Muayene sonrasında doktor bana kullandığım meme kanseri ilacının etsiyle rahmimde oluştuğunu belirttiği polipler ( küçük ve genellikle iyi huylu tümöral oluşum) gördüğünü söyledi. Böyle bir durumda bu poliplerin mutlaka alınması gerektiğini söyledi. Bu işlemin basit bir operasyon olduğuna da dikkat çekti. Düşünmek için zaman istedim. Ertesi gün doktoru tekrar aradım ve teşhisten emin olmak istediğimi söyledim. Beni çağırdı ve tekrar ultrasonla baktı. ‘Kesin eminim, gününü ayarlayalım bekletmeyelim’ dedi. Bu kadar emin olması üzerine bir hafta sonraya ameliyat günü ayarladık. Bana genel anestezi yapılacağı, işlemin 10-15 dakika süreceği bilgisi verildi. Ameliyatımı bir profesörün yapacağını da söyledi. Ancak bu profesör beni ameliyattan önce muayene etmedi hatta görmedi bile.
Randevunun alındığı gün sabah gittim. Anesteziyi aldım. Uyandığımda beni ilk muayene eden doktor başımdaydı. Bana sözüm ona müjde verdi. Polip yokmuş gözün aydın dedi ve gitti. Ben yeni yeni ayılmaya başladığım için ne olduğunu, bu sözlerin ne anlama geldiğini tam olarak anlamadım.
Eşim geldiğinde doktoru tekrar çağırdık aynı sözleri tekrarladı ve yine gitti. Bu kez ben kendimde olduğum için ‘hiç polip yoksa niye ameliyat oldum’ diye düşünmeye başladım. Sonuçta genel anestezi almıştım, rahmime bir operasyon yapılmıştı ve kanamam vardı. İyi de polip falan yoksa niye kanamam vardı, bana ne yapmışlardı? Üstelik yan etkisi nedeniyle polip oluştuğunu düşünerek bu süreçte ilacımı da bırakmış ve yeniden kanser olma riskimi artırmıştım.
Bende polip olmadığına göre bana ne yaptıklarını resmi olarak açıklamalarını, operasyonu yapan doktorun mutlaka bana bilgi vermesi gerektiğini, bunun hasta hakkı olduğunu da ısrarla belirttim.
Operasyonu yapan doktorla yüz yüze görüşemeden hastaneden taburcu oldum. Ödeme de yapmadım. İki gün sonra operasyonu yapan doktor beni aradı:
BAKÜ
AZERBAYCAN dışındaki yatırımlarının yüzde 80’ini Türkiye’ye yapan Socar ülkede ikinci bir Petkim’i kurmanın arefesinde.
Azerbaycan devlet petrol şirketi Socar’ın Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Vagif Aliyev, 3 milyar doları aşacak olan bu dev yatırımın hayata geçeceği Aliağa Yarımadası’nın ‘stratejik yatırım bölgesi’ ilan edilmesini talep etti. İkinci Petkim için nihai yatırım kararının 2019’da verileceğine dikkat çeken Aliyev, Aliağa Yarımadası’nın ‘stratejik yatırım bölgesi’ olmasının bu kararı kolaylaştıracağını söyledi.
Singapur’da benzer stratejik yatırım bölgesinin bulunduğunu belirten Aliyev, “Fizibilite çalışmalarımız sürüyor. Yeni bir Petkim olarak adlandırdığımız bu yatırımın yapılması için stratejik yatırım bölgesi isteğimizi hükümete sunduk. Biz kendimizi Türkiye’de stratejik yatırımcı olarak görüyoruz. Türkiye de bizi stratejik yatırımcı olarak görüyor. Aliağa bölgesinin stratejik yatırım bölgesi statüsü verilmesi bizim yatırımlarımızı kolaylaştırır. Yatırım yapılırken farklı bakanlıklara başvuru yapılmayacak, bütün yatırım süreci tek elden yürütülecek, bu karar bürokrasiyi azaltacak” diye konuştu.
1 KURUŞ GETİRMEDİKSocar’ın davetlisi olarak gittiğimiz Bakü’de ikinci Petkim’de üretim için gerekli olan lisansör anlaşmalarının yapılmaya başlandığını dile getiren Aliyev, BP ve Axens ile anlaşmaların tamamlandığını, diğerleri ile de çalışmaların sürdüğünü kaydetti. Socar’ın yurtdışı yatırımlarının yüzde 80’inin Türkiye’ye yapıldığını anlatan Aliyev, “Türkiye’ye şu ana kadar 12.6 milyar dolarlık yatırım yapıldı. Yatırımlar bittiğinde 19.5 milyar dolara ulaşmış olacak. Örneğin Petkim’i özelleştirmeden aldığımızdan sonra her yıl da 100 milyon dolarlık yatırım yapıyoruz. 10 yıldır Türkiye’den 1 kuruş getirmedik. Kazanılan her kuruş Türkiye’ye yatırım yapılıyor” diye konuştu.
RUS GAZINDAN UCUZAliyev “Bizim gazın fiyatı Rus gazından daha ucuz olacak” dedi. Aliyev seçimlere yönelik soru üzerine de “Bizim Türkiye’deki yatırımlarımızda partilerin etkisi olmadı. Her zaman Azerbaycan’ın yatırımları desteklendi. Bize herhangi bir problem yaratılmadı” dedi.
YÜKSEK FAİZ TEDBİRİDünyadaki politik ve ekonomik duruma da değinen Aliyev, son yıllarda faizlerin artması ile kredilerin pahalı hale gelmesinin Socar yatırımlarını da etkilediğini anlatarak, şunları kaydetti: “Bu nedenle çok büyük yatırımlar dizayn etmedik. Mevcut projelerimizi ve üretim ile ilgili yatırımlarımızı sürdüreceğiz ancak diğer büyük projelerin gerçekleştirilmesi dünya ekonomisine bağlı.”
Aliyev ayrıca şu anda fiyatı da petrol fiyatına bağlı gelişen doğalgazın giderek bağımsız hale geleceğini ifade etti. Ayrıca Türkiye’de perakende gaz dağıtımı işine ise stratejik işbirlikleri yaparak girmeyi planladıklarını dile getirdi.
TURKSAT uydusundaki kanalları dolaşıyorum. Her 3-5 kanalda bir karşıma o çıkıyor. Limon-maydonoz-sarmısak kürü... Kanallar farklı, satılan ürünlerin adı farklı, fakat slogan hep aynı... ‘Prof. İbrahim Saraçoğlu’nun önerdiği limon-maydanoz-sarmısak kürü...’ Soft jel kapsüllerden bahseden sunucular öyle bir şifa vaadinde bulunuyor ki, inanılmaz. Reklamlarda bir dizi gariplik var. Ben de reklamlarını yapmamak için isimlerini yazmıyorum ama bu ürün farklı farklı adlar altında satılsa da başrolde hep Prof. İbrahim Saraçoğlu ve Canan Karatay var. Ancak ne gariptir ki bu isimler aslında orada değil. Geçmişte yer aldıkları televizyon programları kolajlanmış sanki canlı olarak stüdyodaymış gibi sunuluyor. Saraçoğlu bu programlarda limon-maydonaz ve sarmısak küründen bahsediyor ancak bu tamemen taze ürünlerden yapılmış bir kür. Bu kürü kapsül haline getirdiğini iddia eden şifa tacirleri Saraçoğlu’nu öyle montajlamışlar ki sanki bizzat kendisi bu ürünün satışına soyunmuş zannediyorsunuz.
SÖZDE ŞİFA BULMUŞLARStüdyoda bir grup insan var. Belli bir yaşın üzerindeki bu konuklar ürünü kullanıp sözde şifa bulmuşlar... Amca roket gibi olmuş, gençlere taş çıkartıyormuş, teyzenin bütün sindirim problemi bitmiş, ablanın sivilce sorunu sona ermiş, abinin bacak ağrılarından eser kalmamış. Ülseri biten mi istersiniz, kelliğine derman bulan mı, tansiyon problemini rafa kaldıran mı yoksa böbrek ve safra taşlarını eriten mi?
Vaatler çok zengin ama reklam buram buram sahtekarlık kokuyor. Sadece Prof. İbrahim Saraçoğlu değil... Canan Karatay ve Ahmet Maranki de bu reklamların malzemesi durumundalar.
Yaptığım araştırma sonrasında geçmişte yapılan haberlerden bu reklam sahtekarlığının son birkaç yıldır devam ettiğini anladım. Üstelik Prof. İbrahim Saraçoğlu da bu şifa tacirlerine karşı hukuk mücadelesi başlattığını açıklamış. Ancak sonuç belli ki değişmemiş. Ürünün başına ‘ultra’, ‘süper’ gibi kelimeler eklenmiş, kanalların adı değiştirilmiş, figüranlar, sunucular değişmiş limon-maydanoz-sarmısakın kaderi değişmemiş.
SARAÇOĞLU: 3 DAVA 63 SORUŞTURMA VARİZLEDİĞİM reklam programları sonrasında Prof. İbrahim Adnan Saraçoğlu’na ulaştım. Açıklamasını paylaşıyorum:
“Gerek sosyal medyada, gerekse uydu kanalları üzerinden yayın yapan televizyon kanallarında bazı kişi ya da kişiler, ismimi, televizyon görüntülerimi ve fotoğraflarımı kullanmak suretiyle, şahsıma ait olduğu algısı yaratarak, tarafımla hiçbir ilgisi olmayan ürünler (tablet, kapsül, krem, şurup, damla, bitkisel ürünler vb.) pazarlamakta; insanları yanıltarak sağlıkları ile oynamaktadırlar.
DÜNYACA ünlü premium markaların yeni sezon koleksiyonlarını sattığını iddia eden bir alışveriş platformu var. Adı Mosmoda... Bu siteyle ilgili bir şikayet bana ulaşıp vatandaşları uyarmam istendiğinde baktım. Alışveriş platformunda 300 TL’ye satılan çanta da var, tam 36 bin 470 TL’ye satılan elbise de. Site hayli iddialı. Louis Vuitton, Valentino, Fendi, Balenciaga, Bottega Veneta, Burberry, Dior, Gucci, Miu Miu vs. Ne kadar lüks marka varsa burada...
Türkiye’ye henüz gelmemiş çok ünlü markaların yeni sezon ürünlerini güvenilir bir şekilde sattıldığı öne sürülüyor. Peki ama gerçekte durum böyle mi? Şikayetlerden anlaşılan hiç de böyle değil. Teslim edilmeyen ürünler bir tarafa bu platformdan bir yetkiliye ulaşmak imkansız. Türkiye’de verdikleri adreste kimse yok. Herhangi bir telefonları yok. Sadece site üzerinden iletişim bilgilerinizi vermenizi ve şikayetinizi iletmenizi istiyorlar. Şikayetinizi iletiyorsunuz ancak ne yazık ki size dönen olmuyor. Onlarca şikayet sahibinden biri de okurum G.A. Bakın başından geçenleri bizzat kendisi anlatıyor:
MOSMODAZEDELER“Ben bir Mosmodazedeyim. Yabancı marka ürünlerin büyük indirimlerle satıldığı online alışveriş sitesi Mosmoda.com’dan en son üç yıl öncesine kadar alışveriş yapıyordum. Geçtiğimiz 6 Aralık’ta kızımın doğum günü için çanta siparişi verdim. 374 TL’yi kredi kartımdan 4 taksitle ödeme işlemini yaptıktan sonra “Tahmini teslim tarihi 11-13 Ocak” yazısıyla karşılaştım. Oysa kızımın doğum günü 30 Aralık’tı. Bu geç teslim şartına üzülürken çantayı almak bir yana teslim etmedikleri ürünün 4’üncü ve son taksitini de tahsil edecekleri hiç aklıma gelmemişti. Vaat edilen tarih yaklaştığı halde maille bilgilendirilmemem dikkatimi çekmişti. Mosmoda’nın internet sitesine girdiğimde geçmiş yıllardaki müşteri hizmetlerinin telefon numarasının artık olmadığını gördüm. Mail gönderdiğimde otomatik maille “İki iş günü içinde tarafıma dönüleceği” bildirildi. Bu arada vermedikleri ürünün taksitlerini kredi kartımdan tahsil etmeye devam ettiler. İnternetten araştırdığımda Mosmodazedelerin çokluğunu, üstelik benim gibi 374 TL değil, 10 bin, 13 bin, 8 bin TL kaptıranları gördüm. Göz göre göre dolandırılıyorduk ve bu online alışveriş sitesi hiçbir engelle karşılaşmıyordu.”
MERKEZ LOS ANGELESİnternette biraz daha araştırma yaptığımda bu siteyle ilgili onlarca şikayet mektubu gördüm. Şikayetlerin hepsi birbirine benziyordu. Siparişler verilmiş, ödemeler yapılmış ancak mallar tüketiciye ulaşmamıştı. Üstelik hiçbir şekilde bilgilendirilmedikleri gibi karşılarında bir muhattap da bulamamışlardı.
Sonrasında sitenin önceki adresi mosmoda.com’a erişimin mahkeme kararı ile engellendiği bilgisine ulaştım. Belli ki bu siteyle ilgili şikayetler nedeniyle bu karar verilmişti. Ancak anlaşılan bu erişim engelini aşmanın formülü de bulunmuş mosmoda.com.tr yayına sokulmuştu.
Bir yazımda belirtmiştim. Gazete çalışanı, iş insanı, her birimizin işi başından aşkınken hayatımızın bir parçası oldu bu projeler. Türkiye’nin dört bir köşesini dolaşıyor, sokağa çıkıyor, dinliyor, konuşuyor yazıyoruz. En son Bodrum’daydık. Bodrum halkını ve iş dünyasını bir araya getiren ‘Turizm ve Gayrimenkul Yatarımları’ başlıklı bir zirve düzenledik.
GÜNDEME GELMELİ
Panelden önce bir sunum yapan Kentsel Strateji Kurucu Ortağı Faruk Göksu Bodrum’un yeni bir hikayesi olması gerektiğini belirtti. Göksu bu hikayeyi yazarken de ‘10 Temel İlke’ye dikkat edilmesini tavsiye etti. Bu 10 ilkeyi Bodrum Ekonomi Zirvesi özel sayfalarımızdan okuyabilirsiniz. Bu ilkeler içinde Göksu’nun belirlediği bir yeni kavram var ki bence bu önümüzdeki dönemde sadece Bodrum’un değil acilen sahili bulunan tüm yerleşim yerlerinin gündemine girmeli. ‘KIYISAL DÖNÜŞÜM’ dedi Faruk Göksu. Evet kıyısal dönüşüm. Son yıllarda tartıştığımız kentsel dönüşüm öyle ya da böyle bir şekilde sürüyor. Doğru oldu, yanlış oldu nereden baktığınıza nasıl baktığınıza bağlı. Belki kritik birkaç düzenleme ile daha doğru bir kentsel dönüşüm olur mu olmaz mı tartışırız. Ama kıyısal dönüşümü neden hala konuşmuyoruz.
EKSİKLERİMİZ VAR
Sahilleri halk için daha ulaşılabilir hale getirecek, kıyılardaki hoyrat yapıları estetik ve doğa ile uyumlu hale getirecek, çevreci bir kıyısal dönüşüm projemiz niye yok hali hazırda?
Perşembe günü Bodrum’daki panelde konuştuğumuz onca konunun ortak paydaşı çevreydi. Ancak hem gelen eleştiriler hem de panelistlerin sözleri gösterdi ki bu konuda çok önemli bilgi eksiklerimiz var. Hoyrat yapılaşmanın Bodrum’u gün geçtikçe yaşanmaz hale getirdiği konusunda herkes hemfikir. Ancak sahil kentlerinde de barınma ihtiyacı olduğuna, turizm tesislerinin şehir ekonomisine katkısı bulunduğuna kim itiraz edebilir ki? Önemli olan bu ihtiyaçlar karşılanırken kuralların iyi belirlenmesi.
İşte ben de Faruk Göksu gibi ‘kıyısal dönüşüm’ diyorum. Hem Bodrum hem de Bodrum gibi onlarca sahil kentimiz için.
Önceki gün hurriyet.com.tr’de Çetin Aydın’ın dün de Gazete Habertürk’te Nihat Uludağ’ın haberleri bir kez daha ortaya koydu ki kart sahtekarlığında geliştirilen yöntemler dur durak bilmiyor. Önce okumayanlar için haberi kısaca aktarayım:
“İstanbul Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, fast-food restoranlardan evlerine sipariş veren müşterilerin kredi kartı bilgilerinin çalındığı şikayeti üzerine harekete geçti. Siber polisi, çete üyelerinin, restoranlarda motorlu kurye olarak çalışan kişilerle anlaştıkları, özel yazılımlı POS cihazlarını onlara vererek binlerce müşterinin kredi kartı bilgilerini çaldıklarını tespit etti. Çetenin, çok kısa bir süre içerisinde kopyaladıkları kredi kartlarıyla 3 milyon liralık para çektikleri ya da alışveriş yaparak vurgun yaptıkları belirlendi. 2 arkadaşıyla yurtdışına kaçan siber çete lideri Doğan K., Endonezya’da yakalandı. Doğan K.’nin tatil adası Bali’de yaşadığı tespit edilmişti. Çetenin İstanbul ayağında gözaltına alınan 18 kişiden 13’ü de tutuklandı. Çete üyelerinin adreslerinde yapılan aramalarda, 6 MSR (kart kopyalama cihazı), 312 manyetik şeritli kart, 4 bilgisayar, 3 flash bellek, 28 özel yazılımlı POS cihazı, 22 cep telefonu, 4 hard disk, 19 adet SİM kart, 25 micro SD hafıza kartı, 7 ATM gizli kamera düzeneği ve 8 bin 995 lira ele geçirildi. Çete üyeleri fast-food zincir restoranlarda kurye olarak çalışan kişilerle anlaşıyor. Onlara restoranın POS cihazının yanında, aynı POS cihazına benzeyen özel yazılım yüklenmiş olan kendi POS’larını veriyor. Kurye yemek tesliminin ardından, müşteriden kredi kartını istiyor, kartı sahte POS’tan geçiriyor. Bu POS otomatik olarak kredi kartı geçersiz yazısı veriyor. Ancak, kredi kartının tüm sanal bilgisi ve şifresini otomatik olarak kaydediyor. Kurye isterseniz bir de bu POS cihazıyla deneyeyim deyip, restorana ait gerçek POS cihazından yemek parasını çekiyor. Çete böylece kredi kartını kopyalıyor. Kuryeler bu iş için çeteden aylık 5 bin lira ek maaş alıyor.”
NAKİTTEN DAHA GÜVENLİ
Haberler böyle, konu önemli. Ancak hemen şunu belirtmemde fayda var. Her ne kadar sahtekarlıklara konu olursa olsun kredi kartı veya banka kartı kullanmak nakit kullanmaktan çok daha güvenli. Yeter ki bazı noktalara dikkat edelim. Ben kredi kartı veya banka kartı ile yapılan sahtekarlıklara örnekler verdim ancak nakit para hırsızlıkları veya sahte paralarla ilgili haberlerin çokluğunu da hatırlatmak isterim. Kredi kartı veya banka kartınızın sahtekarlıklara konu olmaması için bizzat sizin bazı noktalara dikkat etmeniz çok önemli. Aşağıdaki bilgileri Bankalararası Kart Merkezi’nin (BKM) internet sitesinden aldım. Lütfen okuyun. Herhangi bir ödeme veya işlem yapanların tüm bunları sizin gözünüzün önünde yaptığına emin olun. Yazarkasalı POS cihazlarının öncelikle sizin güvenliğiniz için zorunlu hale getirildiğini, POS cihazlarından çıkan fişleri kontrol etmeniz gerektiğini, bu cihazların yetersiz bakiye veya herhangi bir sorunda mesaj verdiğini unutmayın. ATM’de kartınız kaldığında, bırakıp gitmeyin, bankanıza haber vermeyi atlamayın. Kredi kartı ve hesap ekstrelerinizi kontrol edin. İster alışveriş sırasında ister ekstrelerinizde şüpheli bir hareket gördüğünüzde de ilgili kuruluşları haberdar edin.
Kart bilgilerinizi korumak için ne yapmalısınız?
• Güvenli İnternet siteleri haricindeki yerlerde ya da İnternet kafeler gibi sizin olmayan bilgisayarlarda kredi kartınızla alışveriş yapmaktan kaçının.
• Kredi/banka kartınızla POS makinelerinde ödeme yaptıktan sonra kartınızı geri aldığınızdan emin olun.
SABİT bir telefon hattından aranıyorsunuz. Karşınızdaki ses kaydı şöyle bir giriş yapıyor: “Sağlık Bakanlığı check-up yaptırmayı destekliyor.” Ardından gelen kısa açıklama sizi check-up yaptırmaya davet ediyor ve kabul etmeniz halinde “1”e basmanızı öğütlüyor. Talebi kabul ettiğinizde kayıt “teşekkür ederiz” sözleriyle son buluyor ve telefon kapanıyor. Ortada ne bir sağlık kurumunun adı var ne de bir şirketin... Siz “İyi de amaç neydi” diye düşüne durun daha bir saat geçmeden bu kez başka bir numaradan aranıyorsunuz. Bu kez karşınızda bir sağlık kuruluşu ve onun yetkilisi var. Sizi check-up talebiniz üzerine aradığını belirtip başlıyor sormaya... “En son ne zaman check-up yaptırdınız”, “Prostatınıza bakıldı mı hiç”, “İçki-sigara kullanıyor musunuz” vs... Her olumsuz cevabınız “Allah korusun şöyle olursunuz, böyle olursunuz” ile bitiyor.
HANGİSİ DOĞRU
Ardından uzun bir liste ile size yapılacak testler, kontroller, ultrasonlar, grafiler vs sıralanıyor. Yok yok... Siz, listenin uzunluğuna geçmiş tecrübelerinize istinaden bu kadar geniş kapsamlı bir sağlık taramasının bedelini tahmin etmeye çalışırken karşıdaki yetkili de fiyat aşamasına geliyor. Efendim, bu sağlık kuruluşunun bilmem kaçıncı kuruluş yıldönümüymüş. O sebeple size öyle bir indirim yapmışlar ki... 1290 TL yerine sadece 319 TL ödeyecekmişsiniz... Yok artık... Hangisi doğru...
319 TL’ye bu kadar test yapılabiliyorsa ve hastane de kâr edebiliyorsa 1290 TL’lik ücret insafsızlık değil mi? Yoksa bu işin içinde de mi bir iş var. Ne bileyim, acaba check-up sırasında bazı hastalıklar icat edilip üstüne ekstra ücretler mi bindiriliyor? Yoksa liste uzun da gerçekte testler yapılmış gibi gösteriliyor, hastalara kopya sonuçlar mı veriliyor?
Konuyla ilgili pek çok uzmanın görüşüne başvurdum. Hep aynı cevabı aldım. “Hiçbir sağlık güvencesi işin içine dahil edilmeden bu kadar test bu fiyata yapılmaz” dediler.
İşin içinde sağlık varsa önce güven şart. 1290 TL’den 319 TL’ye fiyatını çeken bir kuruluşun fiyat politikasına güvenemezken vereceği sağlık hizmetine nasıl güvenebilirsiniz?
PEŞİN 650, KARTLA 2500
OKURUM olan bir teyzemiz, SGK ile anlaşması olan bir hastaneye gidiyor. Bu hastanede daha önce ameliyat olmuş. Muayene hizmeti için 180 TL ödediği doktor kontrol için röntgen ve ultrason istiyor. Teyzemiz o bölüme gidiyor. Kendisinden 650 TL talep ediliyor. Dikkat edin ana yazıda dünyaları içeren check-up 319 TL teyzemiz iki görüntüleme işine 650 TL verecek. Teyze razı, kredi kartını veriyor. Cevap, “gecikmiyor.“ Nasıl geçmiyor? Teyzemizin itirazları fayda etmiyor. Görevli nakit ödeme diye tutturuyor. Teyzenin yanında 450 TL var. O da olmaz. ATM’den çekmeyi de beceremiyor. Çaresiz tekrar görevliye geliyor, çünkü doktoru röntgen ve ultrasonu acil istemiş. Kredi kartında ısrar eden teyzemize bu kez daha ilginç bir cevap geliyor. “Nakit verin, vermezseniz 2500 TL tutuyor:” Nasıl yahu. Teyze isyan ediyor, sonunda 450 TL’sini kabul ettiriyor 200 TL daha getirmek için de söz veriyor. Şimdi buradan soruyorum. Bu işte mantık nerede… Nakit 650 TL olan bir hizmet kredi kartı ile nasıl 2500 TL oluyor. Yoksa kredi kartı ile yapıldığında resmi kayıt oluyor da nakit ücreti bir ya da birileri cebe mi indiriyor?
SON dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da eleştirdiği çarpık yapılaşmaya karşı nefes aldıracak örnek bir proje hayata geçiyor. Mülkiyeti Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’na (TOKİ) ait olan Ataköy’deki 60 dönümlük Baruthane arazisi 1991 yılında verilen imar ruhsatına rağmen günübirlik turizm ve rekreasyon alanı olarak kiralanabilir yeşil alana çevriliyor.
70 METRE BLOK OLACAKTI
Tescilli Baruthane yapılarının bulunduğu Ataköy sahilindeki 160 Parsel Emlak Bankası tarafından TOKİ’ye devredilmiş, TOKİ de araziyi 12 Temmuz 2010’da ‘restore et, işlet’ modeliyle ihaleye çıkarmıştı. 59 bin 800 metrekare turizm ve rekreasyon alanı parsel, üzerindeki tarihi yapıların aslına uygun restorasyonu, anıt ağaçların korunması şartıyla yıllık 6 milyon liradan 49 yıllığına, ihaleye tek katılan Çelebican A.Ş.’ye kiralamıştı. Çelebican firmasının söz konusu araziye Ataköy Blumar adı verilen 70 metre yüksekliğinde 7 blok içeren bir proje gerçekleştireceği açıklanmıştı.
İHALE İPTAL EDİLDİ
TOKİ Başkanı Ergün Turan, geçen 7 yıla rağmen inşaata başlanılmadığını, firmanın geçen yıl kira ödemeyi durdurduğunu ve TOKİ’nin de bunu fırsat bilerek mahkeme kararıyla ihaleyi iptal ettirdiklerini açıkladı. Söz konusu arazideki sahil kısmının kullanım hakkının kendilerine ait olduğunu söyleyen Turan, “Ataköy’de Baruthane olarak bilinen bu alan inşaat yapılmayan bir yerdir. Ataköy sahilinde bulunan bu alanın imar çalışması 1991 yılında yapılmıştı. Ticaret ve konut olarak o tarihte alınan imar izni ile mevcut yapılaşmalar gerçekleştirilmiştir. Yani, Ataköy sahillerine inşaat izni 1991 yılında verilmiştir. Tarihi Baruthane binalarının da bulunduğu bu alan 2010 yılındaki imar izniyle ihale edilmişti. Anıtlar Kurulu, Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu onaylarına, imar izinlerine rağmen, şu anda mülkiyeti bize ait olan arazinin üzerindeki inşaat planını uygulamaktan vazgeçtik” dedi.
CUMHURBAŞKANI’NDAN DESTEK
İçinde tescilli tarihi binaların da bulunduğu arazinin geleceği ile ilgili düşüncelerini Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile de paylaştıklarını da açıklayan Ergün Turan “Sayın Cumhurbaşkanımız arazinin halka açılması projesine tam desteklerini açıkladılar ve ‘yapın’ dediler. Cumhurbaşkanımızın desteklediği projemizi İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ile hayata geçireceğiz. Şu anda bu alanda çok önemli mimarlarımız proje çalışmalarına devam ediyor. Mevcut alanın yeşillendirilmesi ile ilgili karar İBB’de kabul edildi. En kısa süre içerisinde Ataköy sahilini vatandaşlarımızın denizle bulaşabildiği bir alan haline getirip hizmete açacağız” dedi. 564 ada 160 parselde park olarak düzenlenecek alandaki çalışmalar için İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile protokol imzaladıklarını söyleyen Turan, alanın “Park ve Rekreasyon Alanı” olacak şekilde imar plan değişikliği yapılacağını belirtti. Turan, “Amacına uygun olarak tasarlanan yeni plan TOKİ tarafından İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi’ne teklif edilecek” diye konuştu.